30 Aralık 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

30 Aralık 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İttihad ve Terakkide on sene —— Sekizinci kısım —— No, 1 KAFKAŞ GEPHESİ MUHAREBELERİ SON POSTA - Yazan; Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Umumi karargâhtan sızan haberlere nazaran Kafkas cephesinde taarruz hazırlığı yapıldığını duymuştuk En güzide bir ordumuz Kafkasyada perişan olmuştu. Hezimeti müteakıp koşa koşa İstanbula gelen Enver Paşanın bu harp hakkında İttihat ve Terakki muhitinde neşrettirmiş olduğu malümata bakarak biz büyük bir mağlübiyete uğradığımızın farkına bile varmamıştık. Felâketin büyüklüğünü bilâhare yavaş yavaş öğrendik Şimdi başka bir bahçe geçiyorum. Bu bahis, uzun müddet, umumi.karar« gâh tebliğlerinde «Kafkas Cephesin namı altında zikredilen - ve hakikatte daha muharebenin il ksenesinde Ana- dolunun içine doğru Rusların sarkma- ları ile başlıyan muharebelere aiddir. Ben Kafkas cephesini görmedim. Yani şarki Anadoluda cereyan eden muharebelere aid sahneyi ziyaret et - medim. Aşağıdaki satırları yalnız işi» dilmiş ve biraz da tetkik edilmiş şey « lere istinaden yazıyorum. Harbin ilânını tâkib eden ilk za - manlarda, henüz, işlere nasıl bir vu - hun hâkim olduğunu, daha açık ifade- sile, Enver paşanın hangi sevda peşin- de koştuğunu bilmiyorduk. Bunun i- Çin taarruz fikirleri de bize garib gek mekle beraber Enver paşanın henüz tecrübeden geçmemiş olan kahraman- hk şöhretine karşı bir nevi itimad mevcud idi. Bunun içih taarruz plân- ları bizim gibi sivillere ne kadar garh gelirse gelsin (1), henüz bu itimad () Çok iyi hatırlarım: Karadeniz yak'asını takip eden günlerde idi. O zamanki matbuat âleminde ilk defa e- larak âli tahsil yapmış N;.ır:nç Tanin ân Tej j yapıyordu. esnasın- rvü::mıh bu değerli genç arka - daşı, - adı Cemil Hakkı idi - ben o va - kit ehemmiyetine binaen harbiye iş - lerine memur etmiştim. Bir gün böna geldi ve dedi ki: /e— Ben bu işten bir. şey anlamı - yorum. Karargâh — mahafilinde süy- Tendiğine göre bizim ordu ge - niş bir taarruz — plânına — göre hazırlanmış. Erkânı harbiyenin plâ- mı taarruz Üüzerine kurulmuş. Bi- cakmış... Ben bu işlerden bir şey anla- madım bizde bu kadar taarruz kuvve- ti nerede?» Cemil Hakkı bana bunları anlattığı bilmesi lâzım gelen bir zâte atfen bu- nun bizce esas plân olması lâzım gel diğinde ısrar etti. Ancak bu haber ge- rek ona ve gerek bana o kadar — garip geliyordu ki inanmakta © tereddüt e - diyor, ben ise hiç inanmiyordunı. Esa- sen çok mahrem olması lâzım — gelen bir harp plânımın, tabiati ile boşboğaz olan bir gazeteciye ifşa edilmesinin manası olmıyacağı için kendisine söy- lenen sözlerin nihayet şahsi bir tah - mih sözü olması icap ettiğine kani ol- muştum. Neden sonra, harbin aertalarına doğ- ru bidayette böyle bir plân mevcut olduğunu bana başka bir zat teyit et- mişti. Bu eseri yazmıya başladıktan sonra harp esnasında mühim rol oy - namış olan büyük askerlerimizden bi- rile bu bahisleri konuşurken bana bu vâkıâyı teyit etti. Hattâ plân namına e© zaman mevcut ; #lanyegâne şey de bundan ibaret imis' Hattâ bütün dosya da bu esasları tes- /— bit eden bir kaç satır ve bir kaç mad- deden y üA DGT ee AA 6 A Kafkas cephesinde Türk kuvvetleri tarafından esir edilen Rus askerlerinden bir grup sarsılmamış olduğu için işe bir dere -|kardı ve ordunun kumandasını kendi- ceye kadar ciddiyetle bakmakta mâ * zur idik. Çok geçmeden Kanal ve Kafkas ta- arruzlarının hazırlanmakta olduğu söz- keri çıktı. O zamanın tuhaf şeylerinden biri de umumt? karargâhta mevcud o - lan tasavvurların gayet kolaylıkla ha» rice sızması idi. Bu sızan anlıyorduk ki yagında ordu Kafkasta bir taarruz yapacaktı, Bu taarruz için lâzım gelen hazır - lıkları yapmak üzere Emver paşa o zar man umumi erkânıharbiye ikinci reisi olan miralay Damad Hafız Hakkı beyi memur etmişti. Hafız Hakkıyı tanırım. Ateşli, münevver, eli kalem tutar, genç bir zabitti. Ne dereceye kadar haris idi, bilmem. Daha doğrusu onu ciddi ola- rak iş üzerinde tecrübede görmeğe va- kit kalmadan öldü. Enver paşanın - |Perbiye nazırlığına gelmesi içi nen çok propaganda yapmış olan kendisi idi. Şen yüzü, zeki bakışları, tatlı dili, ze- » |kâsı, kalemi ile kendisini İttihat ve Te- rakki muhitine sevdirmişti. Onu İtti - hat ve Terakkiye sevdiren en başlıca kuvvet de, ateşli bir insan olması idi. İnkılâbcılar ateşli insanlardan hoşla » nırlar. Bunun için onu da sevmişlerdi. Enver paşanın en yakın arkadaşların- dandı. Harb ilânını müteâkib, ilk gün- lerde Ruslar biraz hududu geçmiş - ler, bir müddet sonra da bizimkiler ön- lara hafif mukabil taarruzlar yapmış - lardı, fakat, bu mukabil taarruzları Ruslar kolaylıkla reddettiklerinden tas arruz eden ordular Ük hareket nokta- larını da muhafaza edemiyerek daha gerilere çekilmişlerdi. Zannedersem, bu devir henüz Envr paşanın işe ne taraftan başlıyacağına karar vermemiş olduğu sıralara tesadüf ediyordu. Hu- duddaki bu hareketler onu sinirlendir. mişti. Harb plânı olmak üzere mevcud müsveddenin tebdil devri de bu zama- na tesadüf etse gerektir. Hafız Hakkının şark cephesini tef: tişe gönderilişi Enver paşanın Kafkas cephesi taarruzuna karar verdiğine alâ- metti. Hafız Hakkı, daha Erzuruma varır varmaz mirliva oldu ve onuncu kolordu kumandanlığını aldı, O tarihte Kafkas cephesinde tahşid edilen ordu - nun kumandani Hasan İzzet paşa idi. Bir müddet sonra bizzat Enver paşa bu cepheye girerek olduğu yerde Ha - san İzzet paşayı kum çı L Haa do lara B İT O GÖ lunan ordu Türkiyenin hazırladığı harb di. İyi tâlim ve techiz edilmiş dolgun mevcudlu üç kolordu ile, Bağdad'dan alınmsı bir firka ve bir takım nizamiye ve aşiret süvari alaylarından mürek - keb bulunan bu kuvveti Ernver paşa, düşmanı bir taraftan tutup öbür taraf- si aldı. Bu tarihte Kafkas cephesinde bu - kuvvetlerinin en güzellerinden biri i- daha düşmanla temasa başlarken yorgun - Tuktan ve kıştan eriyip gitmiş bir hal- de bulunuyordu. Önceleri biz bu ha - vadisleri iyi alamamış, hattâ, hezimeti müteâkib koşa koşa İstanbula gelen Enver paşanın bu harb hakkında İtti- hat ve Terakki muhitinde neşretmiş ve ettirmiş olduğu malümata ba- karak büyük bir mağlübiyete uğ - radığımızın — bile farkına mıştık, Hezimet ve felâketin büyüklüğü - nü, çılgınlığın derecesini sonraları, ya- vaş yavaş öğrendik. varama - (Arkası var) —-ZMrr-A0D'OU Öksürük, Nezle, Boğaz ve Göğüs has- talıklariyle sesi — kısılanlara — şifai te- sirleri çoktur, 30 Kuruş. Hasan deposu Sayfa 13 Yaslı kaya Taşrada iken bol bol köylese &z——_ıvcece olmuş, her tarafı miye giderdik. Gene bir gün kasaba' Yazan: Peride Celâl karanlık'lar smış, köyde herkes uyumuş, doli « ya yakın köylerden birine gitmiştik. | kanlı dönmemiş.. Köyde herkes an « Akşam döneceğimiz zaman köyün a * ğasının ninesi bir türlü beni bırak - madı. Anneme: «Bugün unuttum, di- yemedim, diyordu. Gızı bırakım yarın Yaslığayaya gitsin de bir niyet deyi - vesiny, - ç - Seksenine yaklaşmış buruşük yüz- Ki,, belti bükük, fakat gözlerinde genç, taze bir ışılı parlıyan hoş bir ihtiyardı Ve o Kadar ısrar ödiyordu ki nihayet annem onun sözünü kıramadı. Beni bırakttılâr, öndar kaşabaya döndüler. Gece, ağanın genç kızı odalardan bi- rine kaârşılıllı iki yatak serdi. Ve lâ- vanta ççeği kokanm yollu bez çarşaflar örttü. Yataklarımıza girdik. Ona de - dim ki: «Ninenin «Yaslıkaya» dediği yer nasıt bir yerdir, eğlenebilir mi - yiz?» Gülümsedi, tam cevap verecek- ti ki, kapı aralandı. İçeri bir efile beli- Bi tutarak ve gülümsiyerek ninesi gir- di. Ağanın kızı yatakta — doğrularak: «Nine gönük ablaya Yaslıgayanın ma- salını deyivesene..» dedi. İhtiyar hiç sesini çıkarmadan gelip yatağımın u - cuna oturdu. Küçük mavi gözlerini yer ocağının üstündeki idâre tâmbası- na dikerek anlalimiya başladı: — Daha ben ©6 zamanlar gücakta imişim, Sonradan anam anlattı. Köyde zengin bir ağamız varmış. Anam önun bizim soydan olduğunu söylerdi. Em- «ha, bir daha bakayım!» der - miş. Boyunu gören nazlı selvileri an- dırırmış, köyün içinde üstüne kimse « ler yokmuş. Anam derdi «Gizin yüzü neyse yüreğide oydu. Fakirleri gorur, kimseye fenalığı ge- mezdi.» Amma gençlik işte, giz yüre - ğini garşı gomşunun oğluna gaptırı - verir. Oğlan mert, iyi, güzel amma çulsuzun biri imiş.. Gızın babası bu - nu duyduğu zaman pek eteflenir, a - nası egül gibi gızım ona Jüyık mı?» diye, içini yer. Amma gız bir tek ev- lât, ikisi de gar - gı — göyamazlar. Yarınki nushamızda : cak sabah erken dönere diye rahat yüs rekle döşeklerine sinmişler. Yalnız “o gittikten sonra duvak getirmeğe git - tiğini haber âlan Esma uyumamış, o « lini çenesine dayayıp pencerenin önüs Maş amma . ne gelen var, ne giden., Es- ma yüzü sapsarı, gözleri yaşlı pence- renin önünde.. Nihayet saatler geç « miş, köyde herkes uyanmış, sokaklar- da gızanlar gülüşüp oynamıya başla » Mış, işte o zaman Esma yerinden fır « damış, düşünceli düşürtceli oturan a - nasme bubasına deli deli bakmış, son« ra düşüp bayılıvermiş. Ayıldığı zaman ona” yavuklusunun gani ile —ıslanmış ipek duvağı vermişler, Gorka gorka delikanlının gece dönüşte iki soysu - tüne sıkı sıkı bastığı duvağı onun can- sız goöllarından nasıl zornan çekip al « dıklarını, delikanlının dünyaya açık giden gözlerini anlatacak yürek kim « selerde galmamış. İşte yavuklusu böy« lecene elden gidiverince Esma .bir yerlere sığmaz olmuş. Hep ağşamları evden çıkar, doğru Yaslıgayanın başıs na gider, oturur, yollara bakarmış.. Gene bir gün öyle gitmiş. Ağşam ol « müş, etrafi karanlık basmış, o da ya - vuklusu gibi d&ınemış Aramaya gi « denler gayanın başında yaşlı, k gevresini bulmuşlar.. Uçurumun dibi « ne bakmışlar, her yeri aramışlar, Es « mayı bulamamışlar, gız gaiplere ga » rışmış.. Anam bana bunu anlattığı za « man derdi ki.. <«Esmanın uçup yavuk- lusuna gavuştuğu o tepe giz öylece kaybolduktan sonra gara gara Jekele- re boğulldu, islendi bir garip hal aldı. Ergen gızların da oraya gidip murat dilemesi âdet oldu. Ne niyet edilirse olur. Hele Yaslıgayanın muratsız gızı ayrı yavukluları birleştirmeyi pek sever, dileklerini hemen ediverir. Nine manidar bir tebessümle yüzü me bakarak: «İşte yarın o tepeye gi * dip niyetini de- yiverecek- sin» dedi. Ve ya« gızin çılgını, iki- l vaşça — yerinden sini — yavukluyu N N o M J kalkarak - sessiz verirler, Gız evi Yazan: adımlarla — oda « geet | Nesyir Karamanloğlu | S çe çu Mr, mintanlar, baktım. Yüzün - içlikler oyalanır, gayri bir telâştır gi- den Esma da işten başını — galdıra - maz. Gene de akşamüstleri bir ara ev- den fırlar yavuklusunu bulmıya gi - dermiş. Oğlan onu o saatlerde Yaslı - Bgayanın tepesinde beklermiş. O za - man oraya Yaslığaya demezlerdi. Ak yüzlü, uçurumları yeşil yapraklı, gır- mizi başlı - böğürtlenlerle dolu şanlı güzel bir gaya idi. Oradan bakınca ka- sabaya giden yol, etraf tarlalar, tepe- ler insmmın yüzüne gülerdi. İşte iki ya- vuklu hep o gayada buluşur, kenarına oturup, uzaklara dalarak — gonuşur, halleşirlermiş. Sözün burasına gelince, nine sustu. Ağanın kızının gözleri parlıyarak ye- rinde biraz daha doğrulduğunu gör - düm. İhtiyar kadın buruşuk ellerini dizderinde kavuşturdu, içini çekerek: «Sözü uzatmıyayım, uykudan gal - mayın gızlar..» diye, anlatmasına de - vam etti: — Düğün olmadan bir gün evvel her şeyler hazırmış. Yalnız gızın anası birdenbire hatırlamış ki duvak alın - marmış, unutulmuş. Gız evini almış bir telâş Vakit te geç akşamüstü. Hep gonuklara ertesi gün için haber salın- miş, har şey tamam amma duvak yok.. Onsuz da olmaz. «Ağa gızıma bir du - vak almaktan âcizmiş» diye alaya kör- lar.. « Ne idelim?» diye, düşünmüşler. Nihayet «galsın düğün gelecek haf - taya, başka çaresi yok» diye, işi bir garara bağlamışlar. Amma bu haber Esmanın nişanlısının gulağına gidince delikanlı fırlamış yerinde Ben gi - der duvağı alır gelirim» diye, akran - ları: «Vakit geç, telâşla iş olmaz, bı - rak galın gelecek haftaya ne çıkare diye, alıgğoymak istemişter dinleme - miş. Atlamış atına Esmadan, giz evin- den habersiz — İmüş dörtnala g de garip bir pembelik, — gözle - rinde hümmalı bir ateşle nine- nin aralık borakarak — çıktığı kapı - yı örttüm. Ve gene yatağıma girerken gülerek: —- Ninenin anlattıklarına musun? dedim. İnanıyor Ayni dalgın hal içinde kalarak ce - * va venmedi. Ben yorganı başıma çe < kerek devam ettim: — Baştan aşağı kadar doğru amma, bir yerini ben pek saçma buldum. Kız güya ö kayadan uçup nişanlısı« na kavuşmuş.. Halbuki onu aranıya gidenler telâşa kapılmayıp uçurumun dibini daha derin arasalardı zavallı kızcağızın muhakkak orada ölüsünü, bulacaklardı. Belli ki kızcağız o keder« le kendini kayadan aşağı atmış, hiç insi san uçar m:? Sonra niyet meselesi, he-; le bu. 4 Yorganın altında kahkahalarla gül- miye başlamıştım. Sonra gülmem ke- sildi, gözlerim ağırlaştı dalmışım. Sabah uyandığım zaman arabalar: hazırdı. Yasbkayaya gidiyorduk, yal -| nız dikkatimi bir şey çekti. Ağanın kı» zi ortalarda yoktu. Arabaya binecek - ken onu bulmak için vaz geçtim ve ye- niden eve gindim. Yattığımız odada o- nu buldum. Küskün bir tavırla kaşla - rını çatmış pencereden bakıyordu. Be- ni görünce yüzü bir tuhaf oldu. — Sen neden gelmiyorsun, dedim, Omuzlarını silkerek: — Ne idecem, dedi. Gece ninemin yıllardır anlatıp durduğu hikâyeyi a - laya aldın, imansızın birisin sen., Hayretle sordum: — Yani bana gücendin mi? Başın: gene pencereye döndü ve kı- rek bir sesle cevap verdi: K — Sana gücenmedim' amma.. Ak - sözlerinden ne oturmus. yavuklusunun - gelmesini” beklemiş, gün atmış, Korozlar bağır « t ! d

Bu sayıdan diğer sayfalar: