1 Mart 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

1 Mart 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

« Son Poste ,, nın tefrikasıı 28 151 numaralı şehit (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası) Yazan r AR Suat kamarasını sımsıkı kilitledikten sonra, soyunmağa bile vakit bulamadan, kendisini yatağa atmıştı. Müzika zabiti — Mülâzimsani İs - Mmail Efendi. (Ertugrul'un bandosu, Bili kişilik bir guruptan mürekkepti.) Bu zevattan maada (Bahriye mek- febi) nin 304 ve 305 senesi mezunla- tından mülâzimisani rütbesinde 13 &- Yendi do seçilerek, staj görmek-ve ge- Mmiye, (mektep gemisi çeşnisi vermek- için (Ertugrul)a verilmişti. Şu hesaba nazaran Ertuğrul fırka- teyninin mevcudu, (53) ü, kumandan ve zabit, 557 si de nefer, onbaşı, çavuş ve başçavuş olmak üzere, tam (610- van ) dan ibaretti. Bu adede, bir can daha ilâve etmek Ilcap eder ki o da, zamanın en hassas irlerinden (Ali Ruhi Bey) isminde “ı gençti. Bu genç şair, (Lemaat) ismi altında toplanan şiirlerile temayüz et- İmişti... Ali Ruht Bey-o devrin bir çok ipair, edip, âlim, fazıl ve zarif zevatı gi- b - (Bozcaadalı) nın yalısına devam #der; orada kurulan parlak meclisle: Aştirak eylerdi... Japonya seferi hazır- Tanirken, her şeyi inceden inceye dü- Şünan Abdülhamit, geminin mükem - mel bir (seyahatname)sinin zaptedil- “Mesini de arzu etmiş; bu bahriye mensuplarından ve (erbabı m)den İVir zate tevdüni irade eylemişti. Bir gece yalıda bu mesele mevzu- bahs olurken, Ali Ruhi Beyin genç ve “hassas kalbi birdenbire heyecana gel Miş: — Paşa hazretleri!.. Ataba bu şeref- NN vazifeyi bendenize havale etmek Mmümkün değil mi?.. Sayei devletiniz- Mde, dünyayı görürüm. Demişti... Bozcaadalı, Ali Ruht Be- yin bu samimi temennisini teddet - mek şu tarafa dursun; hemen ertesi gün, Abdülhamide arzederek iradesini Üstihsal etmişti.., İşte, bu genç Türk pairi de, böylece Japonya seferine işti- tak eylemişti. Gemide; Ali Ruht Beye büyük bir -misafirperverlik gösterilmişti. İkinci düvarinin kamarasının karşısında, he- #ap memurunun kamarasının yanında- ki geniş ve rahat kamara, bu misafir peire tahsis edîlıniç.l'ı. Dünkü yorgunluktan bitap kalan “(Suat) - ayni zamanda geminin fotog- rafhanesi olan - kamarasını arkasın - Gan sımsıkı kilitledikten sonra, soyun- maya bile vakit bulamadan, kendisini yatağa atmıştı... Hayallerinin tahak- Ikuk ettiğini gören mes'ut insanlar gibi iderin bir kalp istirahati içinde derin bir uykuya dalmıştı. Aradan, tam se- kiz buçuk saat geçtikten sonra, top seslerile gözlerini açmış.. - kamaranın Yuvarlak penceresinden sızan aydınlı- f görür görmez; yerinden sıçramış: d Amma, uyumuşum:. (kâlk) bos rusunu bile daymamışım... Acaba bu top sesleri, ne?.. Diye söylenerek güverteye fırlamış- u. Çeri darmüğ. Yerialide yüklüşrteşe tı... Kulağına, birdenbire hazin bir ta- kım sesler çarpmıştı... Efrat ve zabi- tan, güvertede toplanmışlardı. Hepsi de derin bir hürmet ile ellerini semaya kaldırmışlardı... İmam Ali - Efendi, gür sesle, Türkce bir dua okuyor; zabitan ile efrat da; ve tannan bir eli bir ka- nte-Perline, ankı aramadı bile.. Yarınki nushamızda : ŞALKA Yazan: Efim Zozulâ Rusçadan Çeviren: Alaz Diyorlardı... Suat da bunlara yak- laşmış.. en arka aâfa sokularak ellerini açmış.. o da, — Amin... Demeye başlamişti. Fakat bu dwa uzun sürmemiş.. imam Ali Efendinin: — Lillahil.. faaatiha... Diye bağırması üzerine, bütün du- daklar bir kaç saniye kıpırdamış.. on- dan sonra herkes, ellerini yüzlerine süre süre dağılmaya başlamıştı. Suat, merak içinde kalmıştı... Gemi, titreye titreya tekrar harekete geçer- ken, palabıyıklı bir onbaşıya yaklaş - mış: — Onbaşım!.. Ne oluyor?.. Diye, sormaya mecbur kalmıştı, — Ne mi oluyor?., Sen, buralara hiç gelmedin mi, sübyan?, — Hayır. — Hhaa.. öyle ise, öğren.. şu karşıda, dik kayaların üzerindeki beyaz binayı gördün mü?.. Hani, yanında minare var, — Evet. — Orası, (yazıcı Mehmet Efendi)- nin türbesidir. — Evet. — Buradan geçerken her gemi du- rur, Ona, dua okunur, — Yaaa.. E pekâlâ. amma, demin üç top atıldı. O niçindi?. — Âdettir. Bizim harp gemileri, üç top atarlar. O zatişerifi — selâmlarlar. — Bir şey daha sorayım, onbaşım.. bu, yazıcı Mehmet Efendi kimdir?. — Eski gamanda, bir Türk şairi imiş. Suat, bu tatlı dilli onbaşı ile daha bir hayli konuşacaktı. Fakat, arkadan bir ses bağırmıştı: — Hey.. sübyan!.. resimci, mülâ- zim Haydar Efendinin çırağı sen mi- sin>.. — Benim. — Koş.. seni çağırıyor. Suat, onbaşıyı bırakmış.. Haydar Efendinin kamarasına koşmuştu ... Haydar Efendi, sandıklardan cam ve kâğıt paketleri çıkarıyor.. ecza şişeleri- ni ayırmakla uğraşiyordu. — Suatl.. — Efendim. — Oğlum!.. Geliboluyu geçiyoruz. Şimdi, Boğaza gireceğiz. Boğazı ge- çerken, bir kaç resim çekeceğiz. — Olur, efendim, — Sen şu paketleri fotografhaneye indir. Ben de geliyorüm. * Ertugrul kara ile ihtilât etmeden Çanakkale boğazını geçmiş.. Adalara doğru ilerlemişti. Bahriye erkâmharbiyesince tanzim edilen program mucibince; gemi doğ- ruca (Mermeris) limanına - gidecek.. orada kömür noksanmı! ikmal edecek.. artık açık denize çıkarak, doğruca (Port Sait) e gidip kanala girecekti. Geminin İstanbuldan hareketini, İs- tanbulda bulunan ajanslar, dünyanın dört köşesine bildirmişlerdi. Ve, dün- yanın dört köşesinde bulunan meraklı İdenizcileri - gözlerini de bu seyahati takibe çevirmişlerdi. Türklerin, bu kadar cür'etkârane bir sefere çıkmaları, bütün dünya deniz- çilerine hayret vermişti. Fakat bütün yeryüzünde, en büyük bir hayret » ve -|hattâ telâş... - izhar eden gizli bir köşe var idi ki, o da Londradaki (Entelicens servis) ti İngiltere hükümetinin o devirdeki İsiyaseti, padişeh ve halife namına ya- İpılan bu seferi (hüsnü telâkki) ede - cek vaziyette değildi. Onun için, En- telicens servis, daha bu sefer hazırla- niken harekete gelmiş.. İngiliz siyase tini kuşkulandıran bu uzun yolculu « ğun önüne geçmek için bazı çarelere başvurmaktan gekinmemlşti. (Arkası var) SON POSTA * Son Porta * men Tariht Telrikası n Yazan : Celâl Cengiz Gudeanın kızı Samayı geyik gibi görünen Diye mırıldandı üzerine uzandı. Samanın vücudü titreyordu., benzi balmumu gibi sararmıştı Camo elindeki muzu yavaşça yere Attı: — Bu haberden memnun olmadın mi, Sama? Sama iki elini başına götürdü.. şa- kaklarını uğuşturarak: — Bana şimdi bir şey sorma, Camo! Ben kral kızı alacak bir adam değilim. Ben esir bir hassa zabitiyim, Kral be- ni ne zaman isterse, zındana atabilir.. (Ölüm kuyusu)nda değirmen taşı çektirebilir. Ben onun cariyelerinden birini bile almağa cesaret edemem. Camo> gözlerini açmıştı.. - hayretla Samayı dinliyordu. — Peki amma, sen düne kadar prensesi sevdiğini 8Ö) lüyordun! dedi, Şimdi neden vazgeçtin bu sevgiden? Prenses bu memlekette istediği adam- la evlenebilir.. ve yalnız onun dediği olur. Ona karşı gelenin boynu vurulur, — Ben ölümden korkar bir adam mıyim? Prenses istediği erkekle evle- nebilir. Fakat, benimle değil. Çünkü ve tekrar sedirin ben evlenmeğe karar vermiş değilim. yenscs Karafını VEkli ya. — Bana da düşünmek fırsatını ver. miyecek mi? — Sana düşen bir vazife var: Aya- gina kapanıp teşekkür etmek. Bu sırada Samanın gözünün önün- den iki hayalet uçtu. Sama ellerini uzatarak — Tunçay... Mâra,. Diye bağırmak istedi. Kendini güç- lükle tuttu. Camo hiddetle ayağa kalktı: — Sen çıldırdın mı, Sama? Sümer kralının kızını almak.. ona koca olmak ne demektir, biliyor musun sen? ... “Onu, boynuzlu Karıncaların koynuna atınız!,, Camo, Samanın yanından ayrılınca, prensesin odasına koştu. Zenci hizmetçi, prensesin çok sadık ceriyelerinden biri idi. Samanın sözleri onu fena halde sinirlendirmişti. — Bu adam size lâyık bir eş olamaz! Diyerek, Samanın tereddütle söy « lediği sözleri birer birer prensese anlat- mişti. Güudeanın kızı hâlâ, Samayı, vaktile kendisine geyik şeklinde görünen bir delikanlı diye seviyordu. Camo bu haberi getirince — O halde Sama, benim beklediğim erkek değilmiş. Eğer o olsaydı, bana eş olmakta tereddüt göstermezdi. Diyerek tekrar karanlık odasına çe- kildi.. penceresini kara örtülerle örttü. — Ben onu bekliyeceğim, Camol acele ettim de sırrımı Samaya açtım. Nöbetci Eczanele, Bu geceki nöbetçi eccaneler yunlardır: İstanbul cibetindekiler: (Suat). Bamatyada; (Brofilos). Şehza - debaşında; (Hamdi), Eyüpte gir). Eminönünde: (Beşir Kemal). Kü - çükpazarda: (Hulüsü. Alemdarda: (Sır- Ti Asım). Bakırköyünde: (HilâD. Beyoğlu cihetindekiler! Tünelbaşında: (Matkoviç). Yüksekkal - dırımda; (Vingopulo). Gali M kez). Taksimde: (Kemal Rebul). Şişlidi (Pertev), Başiktaşta: (Büleyman Recep). ve Adalarda: Ysküdarda: (İmrahor), Barıyerde: (Nu- TD. Büyükadada: (Malk), — Heybelide: . (Arif Be- || Ve yatağına girdi.. başını — yastığa koydu.. hizmetçisine şu emri verdi: — Haydi git, babama haber ver! Ben tekrar kara günlerime kavuştum. Samaya gelince, onu da güneş görmi- yen bir zindana attırsın. Bana eş ol - makta tereddüt gösteren bir adam artık dünya yüzü göremez Camo odanın kapısını çekti.. rak kralın odasına gitti. Gudea çok neş'eliydi. O da biliyordu ki, kızı, Sama ile evlenecekti. Camo prensesin söylediklerini krala anlattı ve: — Kızınız tekrar karanlık odasına girdi. Dedi. Gudeanın neş'esi birdenbire kaçmış, gözlerini açarak : — Sama benim kızımla eğleniyor mu? - diye bağırmıştı - O, kızımın beklediği erkek değilse bile, mademki onunla evlenmeğe razi olmuştu. Kızı- mın bu talebini boyun eğerek kabul İetmesi gerekti. Sama Suzdan alınmış bir esir olduğunu ne çabuk unuttu? Camo, Samanın fikirlerini krala da anlatmıştı. Gudea hiddetinden yerinde otura * madı. Saray muhafızını çağırdı: — Samayı bundan sonra koşa- gözüm görmesin, dedi, onu boynuzlu karınca- ların koynuna atınız! Saray muhafızı şaşaladı. Kralın ve prensesin sevdiği bir has- |sa zabiti nasıl olur da bu ağır va kor- kunç cezaya çarpılırdı) Güdea, saray muhafızının tereddü- dünü görünce bağırdı: — Sana emrediyorum. Kızıma eş olmayı kabul etmeyen bir adam (Ölüm kuyusu)na bile atılsa, gene lâyik ol - duğu cezayı görmüş sayılmaz. Saray muhafızı kralın - huzurunda eğildi: — İradenizi şimdi tatbik edeceğim, mellâ! Fakat karıncalar iki gündür yemsizdirler.. açlıktan birbirlerini yi yorlar. Samaytı onlaşğın arasına atar: sak, bir saat içinde vücudünün kemik- lerini meydana çıkarırlar. — O halde ilk önce karıncaların kar. nini doyurun! Ondan sonta Samayı atın! O ölüm mahkümu değildir.. sa « dece işkence görecektir. Saray muhafızı bu emri alır almaz (krahn yanından çıktı. Dairesine geldi.. muhafızları bir araya toplıyarak terti- bat aldı. Samadan herkes çekinirdi. Boynuzlu karıncaların kaynuna atıl « mak yalnız işkence meselesi — değil, ayni zamanda da bir ölüm cezası de- mekti. Kral bu karıncaları Sirtellâdan getittmişti. Her biri küçük serçe kuşu kadar vardı.. alnında iki kara boynuzu ile bu mahlüklar bir ceset üzerinde et. leri biçak gibi keser, ayar ve didikleye didikleye yerlerdi. Isırmaları da çok iztirapli olurdu. Bu korkunç ve tehlikeli mahlükların garip bir huyları vardı: Karınları tok olursa, hiç kimseye saldırmazlar, üst- Üste yığılıp küme halinde uyurlardı. Gudea bunları sarayın zemin katın: |da bir odada beslet leri ile ölmüş hayv ruma atılırdı. Her gün av et- an cesetleri bu bod- Gudea Sumer ülkesinde hırsızlığın |önüne bu ceza ile geçebilmişti Herkesin gözü boynuzlu karıncalar- dan o kadar yılmıştı ki.. bu korku yü- zünden Ür şehrinde en ufak bir hırsız- lık hâdisesine bile rastlanmazdı. delikanlı diye seviyordu yurdu. Bunu yaparken, diğer taraftan da Samayı yakalatmakta gecikmedi. Saray muhafızı, Samaya verilen bu işkence cezasından pek memnun gö- rünüyordu. Sarayda, muhafızdan baş- ka Samayı herkes severdi. Saray muhafızı günün birinde Sa- manin kendi yerini alması ihtimalini düşünmekten kendini alamıyordu. Sa- manin bu cezaya çarpılması, bu ihti - mali bir anda çürümüştür. Sama yatağına uzanmıştı.. muhafız« lar birdenbire odasını baastılar ve üzerlk ne atılarak kollarından yakaladılar. Sama bu hücumdan bir şey anlaya madı. Bağırmağa başladı: — Beni nereye götürüyorsunuz? Kapıda duran saray muhafızı cevap verdi: — Kralın emrile karıncaların koy: nuna götüreceğiz. Sama bunun ne müthiş bir ceza ole duğun biliyordu. Ur sarayına geldiği gündenberi, bir gün, iki gün, Üç gün.. hattâ daha fazla bu korkunç bodrumda gözile görmüştür. dım.. kimsenin malını, parasını çal « madım. Bu işde bir yanlışlık olmasın? Diye sordu Muhafız sert bir tavırla başını aal- ladı: — Kral emir verdi, Onun buyruğuna karşı gelisek, (Ölüm kuyusu) na atı- lır, bir daha dünya yüzüne çıkamaz « sın! Sama hâlâ söyleniyordu: — Kimin nesini çalmışım?... Şikâ. yetçi nerede? Ben hırsızlık yapacak Karıncalara iki gündür yem atılma- dığı için, açlıktan birbirlerini didikle- meğe başlamışlardı Saray muhafızı ilk önce büyük bir hayvan leşi atarak, aç karıncaları do - bir adam mıyım? Siz beni benden Iyt tanırsınız! — Şikâyetçi, kraldır. Onun kızını reddetmişsin! Bütün dünyanın gözü olan böyle bir kızı almamanın elbette cezasını göreceksin! Başına bir talih kuşu konmuş.. otu kendi elinle kış - kırtmış ve kaçırmışsın! Ahmak.. Hay- di yürü! Sama bu müthiş tokatın nerden gel- diğini anlamıştı. Birdenbire sesini ker- ti.. odasından çıktı ve — mühafızların arasında, sarayın bodrum katına doğ- tu inmeğe başladı. Sama, yeni dostları arasında.. Sama, zifiri karanlık ve tavanı ba - sık bir bodrum içinde yatıyordu. Bir Doktorun Günlük Notlarından küçük notlar aütununda husule getdiğini izah 6 - Hakikaten enteresan olan vÜ mevzia bu si Her halde hilzissi ali olmak ibap eder. Rüya bu istirahati mutlakayı Bü sebeple en mü - u (deliksiz) tabir edilen uy- Tok karnına hemen uyumak ve kâbuslu bir uyku- Bu sebeple yemeklerden ç saat geçmeyince uyku uyuma- mâlidır. Hazım müddetinin — geçmesini beklemek lâzımdır Ü) Bu notları kesip saklayınız, yahut bir afbüme yapıştırıp kolleksiyon yapımız. Sıkıntı zamanımızda bu motlar bir doktor gibi iradadınıza yetişebilir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: