—— saan aa n ——i —— 'I re . M - Ş U - v ERRE MN Z A Xa y PU Ülaş VES e y B S leç Çarlık Rusyası zamanında için imâl edilen bir hikâye neşretti ve b “Dünyanın bir ucunda,, olan bu eser, Yeni Rus muharrirlerinin en orjinal ve canlı olanlarındnabiri, Öjen Zamyatindir. Bu muharrir Pariste birdenbire ölüverdi. Öjen Zamyatin bahriye inşaatı tahsilini yapmıştı. âsi bir ruha sahipti. Bu sebepten hapsedildi. Hapisten çıkınca buzkıran gemileri inşaatında çalıştı. Bu derhal büyük bir şöhret kazandı, ikinci kitabını da neşretti. İsmi Rusyada Çar sansörü tarafaından yasak edildi. İhtilâl olunca, Zamyatin büyük bir edebi faaliyet gösterdi ve 1933 senesine kacfar çalıştı. Bu tarihte, Fransaya geldi. İngiliz ve Fransız kültürlerini tamamile bgnım- semiş, fakat Ruslara mahsus hislerini hiç kaybetmemiş olan bu şayanı dikkat muharririn ölümü, muhakkak ki dünya edebiyatı için bir kayıptır. Onun en son yazmış olduğu hikâyeyi elde ettik. Arkadaşımız Fikret Âdil tarafından tercüme edilen Elli üç yaşında idi. İngitereye gitti ve kutublar fen adamı 1911 senesinde & 4 K | i Ölen Rus muharriri Zamyatinin en son hikâyesi Çeviren: Fikret Âdil ya, birdenbire yal - Daryanın babası, nız ve hür olduğu- Volgada öldü. Her nü anladı. kesten fazla suyus — Meryem ana, dibinde kalacağına dedi, beni bu men- dair müjiklerle id - hus kulaksızdan kut ojaya — tutuşmuştu. tardığın için Allah Daldı, iddiasını ka- senden razı olsun ! zandı, İakat canını verdi. ÖO günden son ra, Darya, erkeksiz bir evde, annesile tek başına yaşadı. Daryanın annesi uzun müddet sabrel ti, sonra bir gün de- di ki : — Eh, artık Ere « meey ile evlensene, haniye şu kulaksız. Eremeyin karısı ölmüştü. Öte, beri işler yapardı. Fakat hiç şansı yoktu. Ya« nık ve kıllı yüzü ile bir cüceciğe benzi- 'yordu. Daryaya baktığı zaman, kız bir köşeye büzülürdü. Bir kulağı yoktu. Bir gün uyurken, arkadaşları şaka ol - sun diye kesivermişlerdi. Zavallı Dar- ya ne yapsın? Ânnesine nasıl karşı gelsin? Ağladı, ağladı, fakat evlendi. Ertesi sabah, kocasının evinde, Dar ya, uzun Örgülü saçlarını, ilk defa ola- Tak evli kadınlara mahsus yemeninin içine koyuyordu. Buğday rengi, uzun saçları kolay kolay yemeninin altma girmiyor, hoş ,elleri de onları yerleş - tirmek istemiyordu. Hem o azap için- de geçen geceden sonra!... Darya, da - yanamadı, yatağının üzerine kapandı ve ulumağa başladı. Eremey oturmuş, akşamdan kalan şarabı bitiriyordu. Masaya bir yum - rum vurdu: — Daha ilk günden ulumağa mı baş- ladın? Kimin için ağlıyorsun, söyle bakayım. Sus! Hemen gül! Haydi, gül bakayım! Hüngür hüngür ağlarken nasıl gü - lünür? — Gül diyorum sana; istemiyor mu- sun? t Ve saçlarından tüttuğu gibi, zorla gü lene kadar, ölümün sırıtışına benzer bir gülüş ile gülene kadar kızcağız! sü- rükledi, patakladı. Daryanın işkencesi işte böyle başla- dı. Eskiden girgin, işgüzar olan Dary:fı. artık; Eremeyin kurt gözleri ve (_l_emır ellerinden uzaklara kaçıyordu. Köşele- re sığınan bir fareye dönmüştü. Darya, ancak, kocası işe gittiği zamanlar rahat yüzü görüyordu. Ermey giderken _onu. kilitliyordu ama, bunun ehemmiyeti yoktu'. hiç olmazsa istediği _gibi uyuya biliyor, genç kızken söylediği şarkılağı hatırlayabiliyor ve mırıldamyo_ı_rd"u. Bir gün, iki gün geçiyor, kocası görünmü- yordu. Dorya: — Ah, diyordu, Allah vere de mel- un bir çukura düşmüş olsa!.. Fakat tam o arada, kapı vuruluyor, Eremey, üstü başı parça parça, yara, bere icinde, eskisinden daha korkunç bir halde geliyordu: — Ne o, beni gördüğüne memnun ol muyor musun? Ne-diye hemen ağlama u hikâye, Rus köylüsü ruhunu fevkalâda güzel ve saf bir şekilde tahlil etmektedi. Panayır olduğu zamanıar, Eremeyin başlıca iş yaptığı kimseler, boyunların .ga kırmızı mendiller bağlı çingeneler- k Bir sabah, Darya, kovalarla avluya çıktığı vakit, ahırda güzel bir at gör- dü. Bu at nereden gelmişti? Darya, ak Şşam at, mat görmemişti. Fakat kocası geldi : — Ne o, dedi, yabancı ağıla düşmüş koyun gibi gözlerini ne açıvyorsun? Dün satın aldım., — Dün gece mi? — Gece olsa ne olur sanki? Sana ne! Bir iki gün sonra Morşansk'dan ihti- yar bir ortodoks olan Kapiton geldi. Keçi sakalını titrete titrete pazarlık et ti Tilki külâhını masaya vurdu. Sonra, gece olunca atı alıp gitti. Meryem ana yortusunda, kulaksızın talihi gene güldü. Bir gece, sürü ile at getirdi. Hem ne atlar ? İhtiyar Ka- piton gene geldi, onunla beraber kırmı zı mendilli çingeneler de gelmişti, se- vinçlerinden bütün gece içtiler. Hem ne içtiler! İhtiyar Ortodoks bulut gibi olmuş, herkese saldırıyor: — Sivrisinekler, diyordu, hepiniz sivrisinekten başka birşey değilsiniz. Topunuzu, hem pılınız, pırtınız avrat- larınızla beraber satın alırım. Daşka gel buraya.. Gel diyorum. Daryonun eteğinden tutup çekti, dız lerine oturttu. Daryonun ayvakıarı tu- tulmuştu, kıpırdanamadı, bağıramadı; Ereemeyin gözlerini gördü, çivilenmiş gibi olduğu yerde kaldı. Eremey, döküm gibi yavaş yavaş kalktı, hiddetinden sanki ağırlaşmıştı, duvardan kantarı aldı. Güm, ihtivar or todoksun beynine! Eremey, kendi ve Darya hesahına, usta bir oduncu gibi güm, güm vuruyordu. Dary' izbede yalnızdı. İhtiyar orta- doksu meezara sürümüşlerdi. Eremey mahpushanede idi. Bütün gece, Darya, başında bir örtü, lâmbayı söndürmemiş ti, o kadar dehşet içinde idi ve korku- yordu. Ertesi sabah, penceresini açtı. Kiraz ağacı çiçek açmıştı. Üzerinde, manaş - tırdan kaçmış bir rahip namzetliği gihı sanki beyaz bir örtü vardı ve bununla seviniyordu. Serçeler cıvıldıyorlardı. Ve hemen, başın- dan, evli kadınların yemenisini fırlatın örgülerini döktü. — Evvelâ, gidip kuyudan su çekmi- yeceğim, ormana gi deceğim. Ve koşa koşa or - mana gitti. Öğleye kadar orada çiçek - ler, kuşlar, ağaçlar a tasında kaldı. Her - kes şarkı söylüyor - du, o da şarkı söyle di. Ânnesı : — Darya, diyordu, gidip kocanı mah pushanede görsen iyi edersin! Fakat o sinirleniyordu: — Ne*!.. Değer mi? Haydut gene be- ni dövmeğe kalkar. Eremeyin müuhakemesi sonbaharda yapıldı. Jüri reisi, pemba gömlekli, genç Sebastiyen hükmü tebliğ etti Eremey küreğe mahküm edildi. O dakikadan itibaren, Daryanın omuzla- du, Daha evvel, kocasının birdenbire hapisten kaçmasından veya serbesi bı rakılmasından korkuyordu. Artık şim- di, korkacak birşey kalmamıştı. Ere - meyi aklından çıkardı. İnsan ağır ve nebati bir hayat geçi- katte bir sene geçmiştir. Herşsşeyi ve her tarafı otlar kaplamıştı, Sebastıyeni, kodu başlamıştı. Fakat, Meryem anaya vahyolunduğu ve sakaların kafeslerinden aza! edildi- ği gün, beklenilmeyen hâdise kendini gösterdi. Postacı Daryaya bir mektub getirdi. Daryanın okuma, yazması yoktu ve hayatında mektup almamıştı. Okutmak için Sebastiyenin gelmesini bekledi. Ge lince, ona okuttu: «ÂAziz karıcığım Darya Nikişna, mü- barek toprak namına ve hâkipayinize yüz sürerek sizi selâmlarım. Ve ayni zamanda tahriren sizden bütün haya- tınız için afv dilerim, çizmelerini tama . n ayak çalışıyoruz. Ben mahvoldum, zira beni kalbinize yakın tutarak ısıt- madınız ve tahriren durmadan ağlıyo- rüm ve sizi hatırlİryorum...n Sonunu Darya dinleyemedi, bu mex tup onu alt üsç etmişti. Sebastiyen, ne- şeli neşeli konuşüyor ve alay ediyor- du. Darya : — AÂllah aşkına, dedi, mem İâzım. Ve sen... Bütün bir gece, bütün bir hafta dü- şündü ve&e birşey bulamadı. «Çizmelerim tamamen parçalandı... Hâkipayinize yüz sürerek... Tahriren durmadan ağlıyorum,..» Darya kendi kendine söyleniyordu: — Aptal, ne aptalsın! Yetişmedi mi çektiklerin! git, düşün - rından yük tamamen kalkmış oluyor-| rir. Beş sene geçti sanar, halbuk. haki- | | San'atkârla musiki esnafını ayırmak İâzım Musikişinaslarımızın dertleri Bir alaturka Dün öğrendiğime göre, musiki san'atkâr- ları cemiyetinin âzaları arasında ihtilâf çık- mış. Ve bu ihtilâf neticesinde, cemiyet ve- Ben, musiki san'atkârlarının da bir ce- miyetleri olduğunu bilmiyor değildim. Fa- kat bundan bir müddet evvel, «Rabbil Ut sıfatına hak kazanan yüksek san'at - kâr Nevresin, Cerrahpaşa hastanesinde ök- süz kalan cenazesini sade lâyik — olduğu değil, muhtaç olduğu alâkaya kavuştura- bilmek ümidile, bu cemiyete de müracaat etmiştim. Telefonda karşıma çıkan meçhul mu- hatap bana: — Bayım, demişti, burası musiki san'- atkârları cemiyetidir. Bizim «tekfin» işlerile alâkamız yoktur! Ban bu sözlere, a andaki haleti ruhiye içinde verdiğim ağır cevahı, buraya geçir- «techize ve mek lüzumunu duymuyorum. Fakat o gün-| denberidir ki «musiki san'atkârları cemı- yetir kulağıma, bir cemiyetin — değil, bir facianın ismi gibi geliyordu. Yukarıya yazdığım havadisi öğrenince, bu cemiyetin mahiyetile, yani iç yüzü ile bir parça daha yakından alâkadar olmak ar- zusunu yenemedim, bazılarını dinledim. Görüştüklerim arasında, konservatuva - rın genç muallimi, değerli kompozitör Mu- hittin Sadık da vardı. Muhittin Sadık : — Bence, diyor, bizim, bir musiki san'- atkârları cemiyetinden evvel, bir musiki san'atkârlarını ayıklama birliğine ihtiya - cımız var, Bugün, eğer ciddi bir cemiyeti - miz bulunsaydı. benim — mevcudiyetinden haberim olurdu. Daha doğrusu, bugün e- ğer vazifelerini bilen bir amusiki san'at - kârları cemiyetir bulunsaydı, «san'atkâr» sıfatı, sizin Babıâlideki — «üstads kadar iptizale uğramazdı. Bugün, sokakta keman çalarak dilenen fukara rmusikişinas» sayılıyor. unvanı Daryanın evinde görmüşlerdi ve dedi | men parçalandı, topraklar üzerinde ya | Üçüncü sınıf meyhanede ut üungiırtarak müşteri ürküten işsiz asan atkâr» geçiniyor. Ve kahve kahve dolaşan defli, zurnalı' seyyar çalgıcılar, musiki san'atkârı sayılı- yorlar, Halbuki, san'atkâr sıffatına hak ka- zanmış bir musikişinasla, bunlar arasında bir ediple bir müvezzi arasındaki kadar engin bir mesafe vardır. Ve bize, bu mesafeyi yıkacak değil, ya- Bu maksatla da, bu cemiyete mensup ! olan ve olmayan müusiki san'atkârlarından Alaturka musiki yavaş yavaş bir meyhane mezesi haline getiriliyor. Bunun önüne de geçmek icap eder musiki — takımı ratacak bir cemiyet lâzımdır! * Konservatuvarın değerli Yusuf Ziya: — Bu cemiyet, daha ziyade alaturka musiki san'atkârlarını alâkadar eder, diyor. Ve izah ediyor: — Bugün, kıiymetlerini ispat etmiş bu- hunan bütün alafranga musiki san'atkârları, konservatuvar çatısı altına toplanmış- bu- lunuyorlar. Ve hiç birisinin bir cemiyetle alâkaları yoktur. Bunlar haricinde kalan- lara ise, « musiki san'atkârları » değil, «Musiki esnafların demek icap eder, Alafranga musiki — esnaflarımnın ekserisi de, ya Musevi, ya Ermeni, yahut da Rum- durlar. Bu vaziyet karşısında, yani orta - lıkta, alafranga musiki san'atkârı bulun - madığına, ve bu cemiyetin de adından anlaşıldığı gibi, «san atkârnları bir araya getirmek maksadını güttüğüne — nazaran, mevzubahs edilenler alaturka musiki san'- atkârları olacaklardır!. * Bu cevaptan sonra, alaturka musikisi san atkârlarının en tanınmışlarından biri- sini, değerli Kemani Cevdeti buluyorum. Cevdet da : — Bence, diyor, henüz, bir musiki san'- atkârları cemiyeti yoktur. Mevzubaha bir- liğe olsa olsa, musiki esnafları adı verile- bilir. Hem, o ismin bu şekilde tashihi, bakiki- san'atkârların haysiyetleri namına elzem- dir. Bunun haricinde, bu cemiyetin harekâtı- nt da, sıkı bir mürakabeye tabi tutmak lâ- zımdır. Cemiyetin ismi «Musiki san'atkârların... Fakat azaları içinde, musikile, uzaktan ya- kından hiç bir ilişikleri olmayan kimseler de var. Cemiyete müracaat eden her kadın, her erkek bir asan'atkâr» veya « hanende » ehliyetnamesi alabiliyar. Alaturka musikiyi, yavaş yavaş, bir meyhane mezesi haline getirmeye sürükle- yen, ve iptizale uğramak tehlikesine ma - ruz bırakan da bu kolaylıklardır. müdüru Bay lyetname verilmiyor. Ustura — tatmakta mahirleşmiyen berber, çalışmak müsaadesi alamıyor. Fakat kırk falso yapmadan tek şarkı okuyamayanlar, hanende kesiliyorlar, (Devamı 13 üncü sayfada) Okuğucu!arımızm Suallerine Cevaplarımız Ayvalıkta mobilyacı Bay (Kotol) a: 1 — İstanbul camilerinde arab mimari tarzının tesiri hemen hiç yok gibidir, ma- bedlerimizde Bizans mimarisini andıran noktaları daha çok bulabiliriz. pılanlarda müuayyen bir stil aramayı - Güzelliği veya çirkinliği mimarının ka- biliyeti ile ölçülür. 2 — Kübik denilen mimari yiş noktası bulunmaz değildir. Yeni ya- | nız. Hedef sadelik, kolaylık, ucuzluktur. şeklinde Türklüğün doğrudan doğruva veya dola- yısile tesiri yoktur. Fakat işi ince Gier - sek bütün dünya milletlerinin oymacılı - ğa irişmedikleri devirlerde yaptıkları mi- mari eserlerile aralarında birer benze - 3 — Taksim anıtı esasta garb anıtlari - vede güya bir şarklılaşma yapılmak iste- nilmiştir. # — Ankarada yapılan sön binaların hemen hepsi asri cereyanın birer eseri - dir. Ne garb, ne şark mimarişi sadece mi- marın zevki selimi ve karihasıdır.. 5 — Louis Kenz veya Renaissance Fran- sa tarihinin muayyen devirlerinde moda olmuş mobilya veya mimari şekilleri - dir. * Keskinde Bay Yusufa: — Mevzuu bahsettiğiniz mesele bir tü- caret işidir. Kâr ve zarar bittabi düşü - nülerek hareket edilmiş ve mal piyasa- ya sürülmüştür. Bunda bir fedakârlık görmediğimiz için neşredilmesinde İsrar etmezsiniz sanirız. * Lüleburgazda beş arkadaş namına mek tup gönderen M., M. O ya: — Mektubunuz aynen Kültür Bakan « Nizamnameleri bilmeyen bir şoföre eh- — r oĞi i . eee AA çi ğa başlıyorsun? Hele dur bir gocuğu-l mu çıkarayım da görürsün.. v | Bir varsandan kurtulmuş gibi, Dar- ı (Devamı 14 üncü saylada) nın bir örneğidir, fakat kaldede ve çerçe- lığına gönderilmiştir. | zz Sak XÖİ Sk'ön 4 Te ARı . H Akham l hruim a GÖ Te e eee &ı Bidekl lli ni ei İi MEZLÜR z —| « l d —i