14 Nisan 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

14 Nisan 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Son Posta'nın Tefrikası: 3 Bundan evvelki kısımların hulâsası Beyoğlundaki bür yük otelde Kumba” racı Arif Paşanın büyük Xızı Çitlenbi- in nişan merasimi yapılıyor. Uzun boz lu bir genç, davetli olmadığı halde selo na giriyor. Büfenin yanı başında iken arkadaşı Bülendi gö rüyor. Bülend, Pa e şana avukatıdır. Turhan'a Paşanın kı zi, doktor Cevat Badığın oğluna ver- diğini söylüyor. Tur han Bülendin anla- geldiğini anlatıyor. yen adamdan biraz şüphem olsa, be- pimle mutlaka alay etti, derdim. Öy leya ,ötekinden berikinden iğreti smo- king iste... İğreti ayakkabı bul.. giyin, kuşan, bin türlü hülya içinde buraya gel.. saatlerce bekle.. ne gelen var, ne giden!,. Bütün o hülyülar yıkılıp göç- tükten başka, üstelik açlıktan da içi me baygınlıklar çöktü. Allah, gene şu Arif paşalardan razı olsun.. düğün mü yapıyorlarmış, ziyafet mi veriyorlar - mış, her ne ise.. içerideki bu kalabalığı görünce benim de arkamda bir smo - king olduğunu düşündüm; bemen a ralarına karıştım. Üstüste bir iki san- doviç, bir kaç pasta ile hiç olmazsa saf- ramı bastırdım. Smokingim nasıl, fena mı duruyor?.. — İğreti olduğu hiç belli değil... — Bu akşam benim karnını doyur- miya yaradıktan sonra isterse belli ol- sun... Doğrusu, şu Muhlisin iyiliğiri unutamıyacağım.. hani bizim gazete deki almanca mütercimi Muhlis yok mu, işte smoking onun.. iskarpinler de onun.. hepsi ısmarlama yapılmış gibi bana tamam geldi. İyi çocuktur şu Muhlis, vesselâm!.. — Demek, büyük bir Alman fabri- kasının direktörü ile buluşup, birlikte! yemek yiyecektiniz?. — Öyle olacaktı ama, talih, son da- kikada mizikeslik etmeseydil.. — Peki, ne fabrikası imiş bu?.. — Ha... Orasını pek iyi bilmiyo - Tum ama... Galiba, şey... Demir, çe- Pik gibi bir sey olacak!. — Seni direktöre kim tavsiye et - ti). — Kim tavsiye edecek?.. İstanbula gelince mutlaka benimle görüşmesi lâ- zımdı da ondanl.. Bülend, arkadaşının birdenbire ak- — Ne o, kıskandın mı idi?. Yeryü - zünde bu kadar parlak bir iş vardı da, senin gibi açıkgözler dururken bu nasil olmuş da ben bulmuşum, diyet mi şaştın?.. Şakayı bırak. Benim fabr rika mümessilliğim filân kuru kuruya| bir lâftan başka bir şey değil. ne alıp| sattığımız, ne de pata kazandığımız /var. Güya bu akşam direktörle tanişar| | caktık da işe başlıyacaktık!. — Kuru kuruya bir lâf da olsa, me rak etme, gene hiç yoktan iyidir. H | kimse, senin ne alıp sattığını, ne ka - zandığını sormaz. Filân fabrikanın İs- tanbuldaki mümessili imiş, diye ağız-| dan ağıza duyanlar bir şey zanneder. Gazeteciliği bıraktın mı?, — Nasil birakırım?. Az çok gene ekmek paramı oradan çıkarıyorum. — Fena değil... Bir yandan gezete- cilik, bir yandan da büyük bir Al - İman müessesesinin İstanbul mümes - silliği... Parlak bir iş... — Çok parlak ama, buna ne bakkal aldırış ediyor, ne de zerzevatcıl, — Korkarım, fabrikanın adını bile bilmiyorsun!.. Turhan, hakarete uğramış insan - ruldu: — Neden bilmiyeyim?. Nohman.,.. Action Gezelshaft... — Almanca da öğrendin mi bari), — Almanca mı?. Ne diye öğrene « lin oynatmış olmasından şüphelenmiş| yim?. Vâkıa, geçenlerde fabrikadan gibi ,baktı: — Allah, Allah... Dedi . bir mektub geldi. Tabii, ben bir şey anlamadım. Götürdüm, Muhlise; bi - zim gazetedeki slmanca mütercimine — Ne zannettin ya.. fabrikanın Tür) okuttum.. Meğer direktör, Ankaraya kiyedeki mümessili benim! gidiyormuş. İstanbuldan geçerken de — Anlamadım. O Alman fabrikesı-İbir kaç gün burada kulacakımış. Ben nın buradaki mümessili sen misin?. — Benim ya... de sevindim. Elbet, bu aralıkia bana göre bir iş çıkar, diyordum. Herifin — Fabrikanın Türkiye mümessili?.. | geleceği günü, sabah karanlığı Sirke- Sonra da o fabrikanın ne yapıp ne sat- tığını bilmiyorsun, ha... |, — Bilip de ne olacak, sanki?, Ben fabrikanın tnümessiliyim ya, sen ona bakt.. — Parlak doğrusu!.. Ben bu keda- rini ünememiştim. Peki, ne oldur ğunu bilmeden nasıl mal satıyorsun-.. — Ortada mal yok ki satayım!, Şim diye kadar ne bir müşteri çıktı, ne de bir arayan, soran oldu. ciye koştum. Ekspresten çıkarken bek- ledim. Sen de olsan bundan fazlasını yapamazdın, gidip tâ Küçükçekmece - den karşılıyacak değildim ya... Ama, ne yapayım ki, talih orada da var ol - madı. Direktör cenablarının ekepres - ten çıkıp otomobile binmesi iki dakika bile sürmedi. Ben almanca bilmiyo Tüm ama, elbet o ya fransızca, ya ingi- lizce bilir, diyordum. Şöyle hiç olmaz” sa ayak üstünde biraz konuşacaktım. — Ne kazanıyorsun, öyle ise bu iş-İ Herif hamallara mı kızmış, otel kon - ten?.. — Hiçi. — Ha, şöyle... dim, O, otomobile atladı; ben de arka- sından otele koştum. Güç belâ bu ak- şam için söz alabildim. Galiba, bunu da pek iyi anliyamamış olacağım ki, baksana, akşamdanberi bekliyorum; hâlâ ortalıkta yok... Adam sen de, o gelmedi ama seni buldum.. karnımı doyurdum.. üstüne bir de viski içtik. — Birer tane daha içeriz değil mi?. — Bilmem ki, biraz nazlanayım mı, İdersin?.. İ — Garsonl. Bize iki viski daha ge - tir ; — Yaprak sigaraları da enfes. — Al, boşuna gitti ise bir tane de” — Yaşa;:. Nohman cenabları ister gelsin, ister gelmesin! Ben bu geceyi hoşta geçiriyorum! yö; Bu kadan ye» ter!. Hele Mublisin ayakları biraz da - iha taraklı olsaydı, 6 zaman keyfime İhiç bir diyecek yoktul. — Anlamadım, Muhlisin ayakları biraz daha taraklı mi olsaydı?:. — Evet... Muhlis... Bana bu ge - celik lostrin iskarpinlerini veren arka- daşım... Şimdi, yavaş yavaş ayağımı sıkmaya başladı da,.. Bu da olmasa bu akşam, burada benden mes'ud hiç kim se yok, diyebilirim!.. Garson, birer viski daha getirmişti. Turhan, bir dikişte bardağın yarısını içti. Sonra ayağa kalkar gibi davran - dı: — Hep burada mı oturacağız?- Kalk! ,.. söylediğin çirkin sözler, mensup oldu-|ya çalışanlarla istihza ediyor gibi ii e ny e kimler) sun ailenin saletile de mütenasip değilİyor. Yüzü o kadar diri r gibi yapmacıklı bir öfke ile doğ .İv arız ama benim sanâ daha liyeceklerim Yar. -— Hem deolaşırız, hem #öylersin!.. Kalk hele... — Dur biraz daha, canım... Disle beni.. senin haline bu akşam doğrusu pek üzüldüm. . — Eksik olma... Ama bak, dansa kalktılar. — Senin gibi bir genç?.. Tahsilin mükemmel... Senelerce Avrupada do- laştın. Bir iki dil biliyorsun. Yakışıklı, gösterişli bir çocuksun!.. — İltifata diyecek yok... Fakat, bunları başka zaman söylersin.. şöyle dünyayı karanlık gördüğüm zaman » lar... Bu gece, benden iyisi yok, diyo- rum sana... Bu kadar neş'eli bir yerde, bu kadar güzel kadınların ortasında gülmekten, eğlenmekten başka bir şey düşünmek budalalık olur!.. Kalk, hay- di... — Dur, daha bitmedi. Kaç yaşında- İsın?.. Her halde otuzu geçti, değil mi? — Geçti... Otuz iki... — Yazık!.. Bu yaşa kadar hâlâ bir HAMİDİN SON GÜNL Fânilerden hiç birine nasip olmamı$ derecede rahat öldü, adeta ölümü öper gibi öldü! * diyordu. Dağları delik deşik Yazan: Benim imzamı ta- şıyan şo satırları «Ye. di Gün» mecmuasının İİ temmuz 1934 tw hk nüshasından olı- yorum: «Abdülhak Hâmit Bey, hir tarihte, eski İ zevcesi Nelly ile bera ber İngilerede bulu nuyormuş, Bir akşam, ŞE sabık nikâh memur © Ibeydullah efendi il birlikte Londranın bi yük gazinolarından b rine gitmişler. Gele bilmem kaçıncı visk bardağının yuvarlan » masından sonra, Hâ » mit Bey zevcesinir — iyi hatırlayamıyo- O Himit, son senelerde rum — ya bir sözüne veya bir hareketine tutulmuş. Sesini perde psrde yükselterek, hiddetini ağırca keli- melerle ilede etmekten kendini alamamış. Etrafındakilerin kulak kabarttıklarını his- seden Madam Nelly, evvelâ zevcini teski- pe çalışmış, buna muvafak olamayınca; — Bari, demiş Türkçe söyle de, etraf- takiler anlamasınlar! | ! Bu samimi sica, HMümit Beyin öfkesini yatıştıramamışz. Hattâ bütün bütün hid detlenen Üstad: — Beni demiş, Türkçe konuşturup da, etrafdakilere bu kabalığı yapanm bir Türk olduğunu anlatmak istiyorsun değil mi? Münakaşanız bu suretle daha fazla ha- rayötlendiğini gören Übeydullah efendi, mü dahale mecburiyetinde kalmış, ve Hâmit Beyin sabında kopan fırtinayı teskin yol- ları aramaya başlamış, Onu en zayıf ta- rafından vurmak isteğile: — Üstad, demiş, bu taşkınlık senin gibi koca bir şaire yakışır mı? Hâmit Bey, ayni tonla cevap vermiş: — Ben koca şair değilim 1 Bu garip tekzip karşında şaşalayan Übeydullah efendi, şairin hiddetini teskin i- çin bir başka yolu denemiş * — Kabul edelim ki şair değilsin. Fakat bu yaptığın hareketler, Devleti aliyei Os- yaaniyenin sefsi kebiri bulunan Abdülhak Hâmide de yaraşmaz! Hâmit Bey, gene yatışmamış : Son aylarda ölüm onu ep fazla alâkadar eden mevzu idi, “ AB harabeye çeviren insanlar şu ölümü de öldürebilseler! ,, Naci Sadullah patranç tahta bapında m. » eden, mamüreleri yarım saatt€ dim?» suallerini pistirmeyi iriyat göğİ mesi, Lüsyen henimi konuşmasına — 96 bir husüsiyet veriy - Hmidin, diye Buzalemun gibi, se gi sabit olmıyan w tabiatı vardır. Bir 6” çok sevdiği bir. td bir kokuya, bir 20“ ke, bir yere, bir #ef ge bir şeye ertesi > düşman kesiliverir. Anlıyor efendim? Fakat bu sözleri” den, onun gayri tabi bir insan olduğunu sanmayın. Bilâkis © çak tabil bir insandır. Yalnız, onun tabii bizim ihata hudutlarımızın işindeki tabi” liğin fevkindedir. Anlıyor musunuz efe8 dim? Kemali samimiyetle gülüyorum: — Hayır! O da gülüyor: — Hakkınız var. Zaten o anlaşılma? anlatılsın, Ayni samimiyetle tasdik ediyorum: — Doğrula yoyüne eğlencesi olan ... Kanim ki, içinizde, bana bu satırla aratıp bulduran acı vesileyi bilmeyen &8K imaşnıştır. Ve bilmeyen kalmamıştır «Şeyhüşşüera» Abdülhak > Hâmit bugü upki bir kulübede doğan, bir sarayda y#” şayan koca tagı gibi bir mezara gir tir. Dün yüzünün kalıbını alçıya alırlarke8 yanlarında idi. Ben üstadın ölümünden ©* fazla teessür duyacak insanin Lüsyen ol” cağını sanıyordum. Meğer Necip Fan rahmete kavuşan doksanlık san'at putu” Bayan Lüsyenden bile fazla taparmış, Bunu dün, Necip Fazıın Lüsyeni de Bil, Lüsyenin Necip Fazlı teselli edişin ” Bön anladım. Ve çok sevdiği zevcinif taze cenazesi başında, üç gün uykusuz KAF dığını söyleyen zayıf bir dostunu teselli © İ debilişi, yari bunu yapabilmek için Haas olan böyük kuvveti, metaneti bulabil feragstkör zevceye karm duyduğum büf — Ben Devleti Aliyei Osmaniyenin 8€-İ neti biraz daha derinleştirdi. firi kebiri değilim! Hâmide bakıyorum. Bana, hareketi — Sefiri kebir olduğunu da inkâr et-İyüzünün resmini çekmeye, kalıbını alm” dir — Ben asil de değilim ! Eyice hiddetlenen Übeydullah efendi ar- | ve canlılığı ölüm bile söndürüp tik dayanamamış: — Şair değilsin... Sefir değilsi değilsin. O halde mesin sen be yahu Abdülhak Hâmit gülümsemiş: — Ne olacağım?. olduğumu? Fitil gibi sarhoşum ben! Bana bu hikâyeyi anlatan bayan Lüs- yen ilâve ediyor: nin başından böyle (bir vak'a geçmesine imkân yoktur. Çünkü, çok zaman var ki yor! — Üstnd husust hayatında en fazla ne ile iştigal eder madam? — Şatranç oynar. Okur, yazar. — Şahsiyetinin hususiyetleri? Bu sun, vefakâr dostluğu ile şirin son baharına ılık bir mayıs havası gibi karışan Lüsyen banımı umduğumdan çok fazla düşündürdü. Sonra haline, bütün arzuları- na rağmen yapmak istedikleri bir işi ba- şarsmıyacaklarını kabule o mecbur kalmış insanların ürüteizliği sindi: — Anlatamam size onul Hâmit, bir in- döktürlerine mi öfkelenmiş ne olmuş, | baltaya sap olamadın; doğrusu seninİsanın hayatında Bergson gibi, Hügo gibi, yanına bile yaklaşmak kabil olmadı. Ancak hangi otele indiğini öğrenebil - gibi genç için ayıplı. (Arkası var) ihatası çok güç bir şahsiyettir, değil mi e- fendim? — Fakat bugün için, Hâmit Beyefendi-| beni evvelâ beyefendi ağzına hir damla” içki koymu-|ca, bana bu görünü Belli ki 90 yıl durmadan işlemiş zen gin bir dünağın simasına verdiği ay: öldüreme” miş j Gözüm, duvardaki resimlerden birisi” Asil| çe ilişiyor. stad; zevcesine verdiği resmi nin üzerine: «Seninle de, sensiz de yaşanmazlı cüm” Görüyorsun işte me | lesini yazmış! Bu cümleyi görüp te: — Demek üstadın zaten ölmekten beffii ka çaresi yokmuş! cümlesini | hatı acı acı güldürüyor. Fakat gözlerim, bayan Lüsyenin yü © zündeki iatırabın derin koyuluğuna dalın” yersiz nükteyi hatırlatan kar famın münasebetsizliğinden utanıyor, kir zanyorum! Abdülhak Hâmidin akrabalarından bi sisi, üstadın ölümü hakkında izahat veri” yor: ya Bronşitten gitti. Evvelki gün öğle den sonra, kendisini tamamen kaybetsni#” &. Dün gece, tıpkı uykuya deler gibi öl me daldı... Sonra, kendisini teselliye çalışır we ediyor: — — Hlimiği ber lezzetini taddı: Ze” gin oldu. «Büyük »oldu... Meşhur oldur” Hattâ öşik oldu. Londranın en güzel erkeği diye tani” dı. Türkiyenin en büyük şairi diye set İstanbulun en şik erkeği olarık meşhur du, (Devamı 11 inci sayfada) gibi * nl

Bu sayıdan diğer sayfalar: