12 Eylül 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

12 Eylül 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

—TT LSEY TCT ERER T STT TT R T rargâha geldiler. Mustafa Kemal düş - 10 Sayfa N POSTA Mustafa Kemalin Şamda kurduğu ( Vatan ve Hürriyet ) cemiyeti (Baş tarafı 8 inci sahifede) Yulmuştu. Oranın Çerkez Türkleri o ka- dar misafirperver Gavrandılar ki her ge- ce davetler yapıyorlar, misafirlere Çer- kez tavuğu yediriyorlardı. Bir gün, kuv- vetler kumandanına şöyle bir haber gel- di: Etraftaki Çerkezler ordugâhı basa - caklar... Bu haber Mustafa Kemale ka - dar ihtikal etti. O, şu kararı vermişti: Vaziyeti gidip kendi gözile görmek. Bu- nun üzerine Müfide: «Benimle beraber gel» dedi ve iki arkadaş, yanlarında bi - rer emirber neferi olduğu halde dört nâ- la sürdükleri atlarile garb istikametinde yol almağa başladılar. Bir aralık bir te- peye geldiler; atlardan indiler; Mustafa Kemal o tepenin üstünden karşıdaki vâ- ziyeti tesbit etti, ve gece vakti Türk or- dugâhına baskın yapacak olan bir cem- mi gafirin orada toplu olduğunu gördü. 'Tam bu esnada idi ki karşı taraf kuv « vetleri Mustafa Kemali görmüşler ve beş on misli süvari kuvvetile onun üstüne sal dırmak üzere harekete geçmişlerdi. Mus- tafa Kemal sükünetini bozmaksızın Mü - fide şunu söyledi: Atına bin ve takip et. Mustafa Kemal, Müfit ve emirber nefer- leri atlara bindiler; Mustafa Kemalin de- lâlet ettiği istikametlerde dörtnala yol aldılar. Bu suretle düşmanı şaşırtarak Kâ- man vaziyetini izah etti, Artık ordugüh- ta onun sözü dinleniyordu. Kumandan Lütfi bu izaha göre tedbirler aldı ve Çer- kezlerin hücumu vâki olamadı. Kuneyltara şarkında bir köyde Bir gün Mustafa Kemal, arkadaşı Mü- fitle beraber Kuneyltara şarkında — bir Çerkez köyüne gidiyor. Köylü bu ge - lenleri ilk önce iyi görmüyor; iyi karşıla. mıyor, bunları da soyuculardan sanıyor. Buna rağmen Mustafa Kemal ve Müfidi alelüsul evletine kabul ediyorlar. Mus- tafa Kemal bir müddet bu köylülerle ko- nuşuyor ve çok geçmeden onlar Mustafa Kemalden hoşlanıyorlar, öna söz veriyor- lar: «Siz, diyorlar, ne derseniz yaparız, fakat devlet diye şimdiye kadar kafamı- zi ezen bu idarenin emrettiğini yapma- yiz.r Namuskârane bir anlaşma Kuneytara civarındaki Osmanlı kuve vetleri oradaki köylerden birini imha et- mek için yukarıdan bir emir alıyorlar. Bu köyün üzerine sevkedilen kuvvetin kumandanı Bay Lütfidir. Mustafa Ke - mal ve Müfit bu harekette sakittirler. Tam köyün karşısına gelindiği zaman inanılmıyacak bir manzatra görülüyor: Bu tek köy o gelen bütün Osmanlı kuvve - tini mağlüp edebilecek tertibat almıştır. ©O vakit kuvvet kumandanı (Bay Lütfi) Mustala Kemale müracaat ediyor, «Ne yapalım?» diyor. İtiraf etmek lâzımdır ki Mustâafa Kemal bu köyü mahvetmek iş- temiyordu; çünkü a bu köy halkını inkı- lâp ve ihtilâl namına kazanmış bulunu - yordu. Şimdi emir ve kumanda Mustafa Ke - male intikal etmişti. Mustafa Kemal bir kısım kuvvetleri Müfidin emrinet vere - yTek onu bir istikamette köye sevketti ve diğer bir kısım kuvvetleri de Çerkez kolağası Bay Mehmedin kumandasında olarak merkezden hücuma kaldırdı. Mus. tafa Kemal, Müfidi öyle bir cepheye sev- kötmişti ki, Müfit buradan hücum ede - mezdi ve esasen hücum etmemesi lâzım- dı; çünkü o köyün balkı daha evvel Mus- tafa Kemale bağlılık sözü vermişti. Çere kez Bay Mehmed aldığı emir üzerine merkezden hücum etti. Mustafa Kemal, “daha ziyade bu Bay Mehmedi takip için, onun peşi sıra giderek köyün içine girdi. Burada Mustafa Kemalin gördüğü manzara şu idi: Köylüler Çerkez Bay Mehmedi kuşatmışlar, taş ve topaçla öl- dürmek üzere idiler. Bu sırada idi ki Mus tafa Kemal köye girdi; köylüler kendi - sini görünce etrafını aldılar ve: «Sen ne dersen 0 olsun» diyerek Bay Mehmedi Mustafa Kemale bağışladılar ve affetti- ler. O köyde bir seans Muhtarin odasında... Mustafa Kemal, Müfit, kumandan Lütfi ve köy ağası, Mustafa Kemal söylüyor: «Bir hede « fe, bir emele yürüyoceğiz. Birbirimizi tanımıyan kuvvetleriz. Bu hedefte, bu e- melde beraber kalacak mıiyız? Hep bir- den «Rvet> diyorlar, Bu «evet» sözü bir 5 KK mus sözü olarak alınmıştır. Bugün dahi onlar Mustafa Kemale vermiş oldukları sözü, ve Mustafa Kemal onlara verdiği sözü tutmaktadırlar, âhta bir âdilik Müfit, Mustafa Kemalin yanına geli - yor ve şunları söylüyor: ün bu seyahatte çok para kaza- nılmış, hisseme oldukça altın isa - bet etmiş. Dün akşam bu altınları bana getirdiler; vermek istediler. Ben tered- düt ettim. Bu tereddüdün sebebini 80 - ranlara: «Çünkü bu, bizim alışmadığı - mız şeydir; arkadaşım — Mustafa Kemal bunu terviç ediyor mu?» diye sorduğum zaman bana: «Mustafa Kemale senin al- dığının bir kaç misli verilecektir, dedi- ler ;ben de «Müsaade buyurunüuz, bir ke- re kendisinden sorayım» cevabını ver - dim. ” Müfidin bu sözlerini dinliyen Mustafa Kemal, arkadaşının bir hataya düşmüş olmasından ürkerek: «<Sakın, paraları al- Mmiş olmiyasın?» diyor ve Müfidin derhal «Hayır» diye cevap vermesi üzerine ona şu sözleri söylüyor: — Müfit, sen bugünün adamı mı ol - mak istiyorsun, yoksa yarının adamı mı? Müfit, zaten teklif edilen parayı ka- bul etmemiş olmanın verdiği bir gururla «ve pek samimi bir ifade ile: — Elbette yarının adamı olmak isterim. diyor. Mustafa Kemal kendisini takdir ediyor #elbette alamazsın; ben de alma- dım ve alamam>» hükmünü veriyor. Sahtekârların orduca teşhiri Bir gece Mustafa Kemalin ordugâh - taki çadırı sarılıyor. Kendisi ölümle teh- dit ediliyor, hesap ve kitaplara mâni ol- mak istediği için... Mustafa Kemal bunlara şu sözleri söy- lüyör: — Arkadaşlar, ben gerçi mekteplerde riyaziye okuyup öğrendim, fakat bu si« zin hesaplarınızdan bir şey anlamam. 'Ta- bil sizin hesaplarınız. en doğru olmak icabeder; fakat bunu ordu merkezinde kontrol ettirmekten çekiniyor musunuz? Buna «hayır» cevabı alınca: — © halde, diyor, mesele yoktur; mü- saade ederseniz yarın bir arkadaşımızı Şama göndeririz; orada gn yüksek mu- hasip kim ise bu işi ona hallettiririz. Be- nim riyaziyeciliğim bu hesap moselesi- ne akıl erdirmeğe kâfi gelmiyor. Efen « diler ben namuslu bir adamım. Benim- le arkadaş olanların da namuslu olma - ları gerektir, Sizin bana bahsettiğiniz he- saplara benim aklım ermiyorsa ve bunu Şama gönderip tetkik etmeği teklif edi- yorsam buna bir şey demeğe hakkınız ol- mamalıdır. Yarın Müfidi Şama gönde - receğim. Mustafa Kemal kuvvetçe ve muhitçe öyle tedbirler almıştı ki bu hesap sahte- kârları ona mukavemet edemiyecekler - di. Kuneytaradan Şama Mürettep kuvvetler hırsızları çok dik- katli idiler. Onlar Mustafa Kemali imha etmeği düşünmüşlerdi; fakat Mustafa Kemal bunu anlayıp tedbirli bulundu ve arkadaşı Müfidi Şama gönderdi. Dürzü sınırlarında Mustafa Kemal Artık Mustafa Kemal, akılda tutulma- sı lâzım gelen adam olmuştur. Osmanlı kuvvetleri Cebelidürüzl'e karşı karşıya dir. Osmanlı küvvetlerinin — merkezi «Busrulharir» dir. Osmanlı devrinde bu «Busrulharir», dürzülerin daima muvaf - fak oldulakları bir merkezdir. Mustafa Kemal orada bir Türk kumandanının me- zar taşında şu yazıyı okudu: «Hüsnü Bey Karrasede kurban gibi ol- du şehit.> Karrase, Mustafa Kemalin mensup ol- duğu kuvvetlerin bulunduğu Busrulhari- rin yakınında bir yerdir. Busrulharir merkezinde toplanmış o - lan Osmanlı kuvvetleri talim ve terbiye ile meşguldür. Onun yukarısında dürzü- ler gayet kuvvetli süvari ve piyade kı - taatile, bir gün, bu Osmanlı kuvvetine taarruz ediyorlar, Taarruz eden kuvyvet- ler çok faiktir. Talimhanede bulunan Os- manlı kuvvetlerinin kumandanı derhal Mustafa Kemale müracaat ediyor: Ne yapalım? diyor, Mustafa Kemal cevap geriyor: «Talim ve tatbikatınıza devam buyurunuz.» Kumandan telâşla: -Fakat görmüyor musunuz, hücum ediyorlar demesi üzeri- | e ll Ş v ÇALK Fdi < DA vet glırıiy rum, 5; ancak ben onları b' irim; onlar namuslu adamlardır kendilerine si. iâh kullanmıyanlara karşı silâh atmaz- lar» Nitekimm öyle oluyor. Osmanlı kuvvet- lerine hücum edenler mukabele görme- yince şaşırıyorlar, konuşacak adam arı - yorlar, Onlarla Mustafa Kemal konuşuyor, kendilerini o gece misafir ediyor, şefle- rile arkadaş oluyor ve ertesi gün hep - sini yerlerine iade eyliyor. * Bir sahtekârlık Bu hâdisenin ertesi günü Şam jandar- ma kumandanı olan bir miralay, müret- tep kuvvetin bulunduğu yere gelmişti. Kumandan Bay Lütfi ile görüşüyordu, Mustafa Kemal de bu içtimaa davet o- lunmuştu. Şam jandarma kumandanı Dürzülerin püskürtülmesinden — dolayı Bay Lütfiyi tebrik ediyordu. Çok namus- lu bir adam olan kumandan: Hayır, di - yor, biz püskürtmedik; onlar gittiler. Jandafma kumandanı ısrar ediyordu: Hayır bu meseleyi zatışahaneye arzeder- iken behemehal püskürtüldü diye yazmak lâzımdır mütaleasında bulunuyordu. Şam jandarma kumandanı zatışahaneye ya - zılacak telgrafın müsveddesini kaleme almasını Mustafa Kemalden rica - etti. Mustafa Kemalin cevabı şu olmuştu: — Ben böyle bir sahtekârlığa âlet ola- mam. Esasen ortada galip mağlüp da yoktur. Fakat hakikati söylemek slâzım- sa onlar kazandılar. Şam jandarma kumandanı: Sen henüz cahilsin; zatışahaneyi anlamamışsın de- di. Mustafa Kemal bu sersem adama şu cevabt verdi: Ben cahil olabilirim, fa - kat zatışahane olan zatın cahil olmaması ve sizin gibilerin mahiyetini anlıyabil - mesi lâzumdır. Netice Bu yazının başındaki ilk cümleye dö - nelim: Şamda, Hamidiye çarşısında, üç Türk zabiti. Bu zabitler Mustafa Kemal, Müfit ve Lütfidir. Bu Lütfi Havran ha- rekâtını idare etmiş olan kumandahdır. Çarşıda yürürlerken Mustafa Kemal dik- kat ediyor: Bay Lütfinin ayağında çiz - me, pantalonu var; fakat kundurası bir çizme değil, alelâde bir ayakkabıdır. Bu, €ğer bir yanlışlık eseri değilse, muhak « kak bir gefalet manzarasıdır. Müustafa Kemsi bunun sebebini Bay Lütfiden so- ruyor, Ö, şu cevabı veriyor: — Kemal, hakikat gördüğün gibidir. Bundan başka pantalonum yok. Üç arkadaş çarşıda yürüyerek bir kö- şede, içine ancak iki üç adam sığabile - cek, hücre kabilinden bir dükkânın ö - nüne geliyorlar. Burası tüccar Mustafa- nın (1) ticarethanesidir. Dükkânın ö - nünde duruyorlar, Ayağında ayakkabı yerine nalın bulunan bir adam takır tu- kur yürüyerek kendilerine doğru geli- yor ve dükkânda oturacak yer olmadığı için dükkânın önüne bir kaç sandalye koyduruyor, Mustafa Kemal meraklıdır: Dükkânın içini görmek istiyor, giriyor, raflarda bir takım hafif eşya var. Orta- Gda üuzun bir masa duruyor. Bünün üstün- de felsefeye, inkılâba, sö&yalizme, tibba aid fransızca kitaplar var. Mustafa Ke - mal bunları karıştırıyor ve ticarethane sahibine soruyor: — Siz tüccar mısınız, filozaf musu - nuz, doktor musunuz nesiniz? Tüccar Mustafa şu cevabı veriyor: Tüccarım, bü kitaplar eskiden kalmış şeylerdir. Unutmamak için arasıra oku- rum, Aradan günler geçiyor. Bir gece Mus- tafa Kamal, Müfit, doktor Mahmud (2) ve Lütfi, tüccar Mustafanın evine gidi - yorlar. Şamın çıkmaz karanlık bir so - kağında bir evin kapısını çalıyorlar. Tüccar Mustafa ,elinde bir Jâmba ile ka- pıyi açıyor, «Buyurunuz» diyor. Şamda dünya karanlıktır; bu ev de karanlıktır. O gece, yalnız, doktor veya tüccar Mustafanın elindeki lâmba işik vermektedir. Toplantı doktor ve tüccar Mustafanın evinin bir odasında oluyor. — İhtilâl yapmalı, inkilâp yapmalı. Bunu söyliyen doktor veya tüccar Mus. tafadır; devam ediyor: — Ben Tibbiyenin son sınıfında iken bu emeli takip ettiğim için evvelâ meh- (1) Çorum saylavı Dr. Bay Mustafa Cantekin. (2) Müstafa Kımılli mü!rıt ınhhpçl ıınıını ve ımuduı dıbı ynb'k W.clummııdnhwıl- WH:L M kal H ," —kJ Talât Pı;anın bi ) son günleri Yazan : Arif Cemil Talât Paşa umumi harbe g'rmemize tekaddüm eden günlere ait siyasi vesikaları okumıya devam ediyordu «Sadrazam Fransanın n!erberllk b lân ettiğini bildirmek üzere kendisini ziyaret eden Fransız sefirine Türkiye- nin bitaraflığını ilân etmek niyetinde olduğunu ıkı:ndılı;,mdcııı söylemiş- tir.s Sadrazamın, kabine kararı olmadan bu gibi beyanatlta bulunması tabil çok gülünç bir şeydi. Zaten onun beyana- tından bahseden sefir- telgraflarının çoğunun altında «sadrazamın nüfuz ve tesiri yokture gibi kayıtlara tesadüf e- diliyor: Sonra Cavide gelelim, bakınız © za- manki maliye nazırımızın kendi başına yaptığı teşebbüsler nelerden ibaretti: İtilâf devletleri, bizim Rusyanın İs- tanbul ve Boğazlar hakkındaki emelle. rinden dalma endişede olduğumuzu bildikleri için her şeyden evvel bu hu- sustaki endişelerimizi gidermeğe çalışı- yorlardı. Fakat, evvelce de söylediğim gibi bu yolda sarfettikleri gayret bir takım şifahi vüdlere inhisar ediyordu. Sadrâzam ve Cavid gibi bitaraflığı ilti- zam eder gibi görünen arkadaşların nü- fuzları, Yavuz ve Midilli kruvazörleri- nin İstanbula gelmesi üzerine azaldığı zannedildiğinden Rusya hariciye nazı- rı Sasonof Babiâliyi birtakım yeni va- adlerle oyalamağı muvafık görüyordu. Sasonof'un yeni teklifleri şunlardı: «Türkiyeye Limni adasını vâdede - riz. O da diğer adalardaki haklarından vazgeçer. Yunanistana da buna müuka- bil kat'l surette Sakız ve Midilli adala- rını vâdederiz. Yunanistanın Limni a- dasını kaybetmesine mukabil Epir kıt- asını ona vermeğe razı oluruz. Limni| adası Boğazların müdafaası noktai naza | rından ehemmiyefli olduğundan ta - mamiyeti mülkiyesi hakkında ciddi te- minat isteyen Türkiyenin bu arzusu da| yerine getirilmiş olur.» Bu vâdlerin kâfi teminat yerine geç miyeceğini şiddetli bitaraflığı iltizam eden Cavid bile anlamış olacak ki bu- nu gidip Rus sefirine anlatmış. İstan. buldaki Rus sefiri Giers tarafından 19 ağustosta Rus hariciye nazırına çe- kilen bir tolgrafta şöyle deniliyor: «Beni evde arayıp bulamıyan Cavid | gidip sefaret müsteşarımız ile konuş- muştur. Tamamen husust bir mahiyeti huiz olan bu mülâkat esnasında Cavid şunları söylemiştir: «— Buğdan üç gün evvel İngiliz ve Fransız sefirlerile müştereken vaki o- lan beyanatınızın ehemmiyeti inkâr e- dilemez. Bununla beraber, Alman nü« fuzu altında bulundukları için harbeu- yane fikirler besliyen heyeti vekile ar- kadaşlarımızla mücadele etmek için o beyanat mutedil düşüncelerle hareket eden diğer arkadaşlar için kâfi bir si- lâh yerine geçemez, Almanlar, bilhas- sa son günlerde o kadar cazib vüdler- bemrerena ae areneanaermmraneanlee terhanede yattım, sonra sürüldüm. Çok | den bahsolunuyormuş. kıymetli arkadaşlarımız vardır, inkılâbı yapmalıyız. Müfit ayağa kalkarak bağırıyor: — Behemehal yapmalıyız. Bu kadar elâdiyet ve kat'iyet karşı - sında Bay Lütfi: Ben, diyor çoluk çocuk sahibiyim, Namuslu bir adam olduğum için size tâbi olurum, fakat benden bir şey beklemeyiniz. O dakikaya kadar arkadaşlarını sadece dinliyen Mustafa Kemal: O halde, diyor, siz buradan derhal gidiniz; bizim bun - dan sonra konuşacağımız şeyleri sizin dinlemeniz caiz değildir. O gittikten sonra orada kalanlar inkı- lâptan, inkılâp yolunda ölmekten bah - settiler. Mustafa Kemal: Mesele ölmekte değil, ölmeden ideslimizi yaratmak, yıp—[ mak ve yerleştirmektedir. Bundan sonra doöktaor Mustafa, M'ıd'uı hararetile Mustafa Kemale bağlandı. O gece orada inkilâp yolunda çalışmak üzere bir cemiyet kurulmuş ve buna Va- tan ve Hürriyet adı verilmişti. Süuriye - Makedonya Mustafa Kemal Suriyede mümkün ©- lanı yaptıktan sonra Makedonyaya geçi- yor ve Şamdaki eserini Makedonyada da kuruyor. Evrensel ve tarihi işin, 1908 inkaılâ - le ortaya atılıyorlar ki bunlara karşi mukavemet göstermek gittikçe zorlaşi- yor. Bana kalırsa itilâf devletleri Türki yeye öyle vâüdler — yapmalıdırlar ki bunlar, Alman vâdlerinden âz bile ol* sa Türkiye hükümetini ihtiyatsız bif karar vermekten alıkoyacak kadar kıy* metli olmalıdır. Üç gün evvelki beya: natınız tahriren tekrar edilmelidir. Ve | © vâdlerin on beş, yirmi sene için mü- — teber tutulacağı hildirilmelidir. BU müddet zarfında Türkiyeye tam bir ik- tısadi istiklâl babşedilmeli ve kapitü- Tâsyonlar kaldırılmalıdır.. İ Alman askeri heyetinin bu ahval v& şerait altında Türkiyeden çıkarılma: sı mümkün olup olmıyacağı sefaret — müsteşarımız tarafından — sorulması Ü” zerine Cavid, Türkiyeye gösterilecek faydaları ,askeri heyetin çıkarılmasınâ bağlı bulundurmak mümkün olduğu 0e- vabını vermiştir. Cavid Adalar meselesini hiç mevzuu bahsetmemiştir. Bu cihetin doğrudan doğruya Türk ve Yunan murahhasla- arasında hal ve tesviye edileceği dü- ncesile o işi açmamış olsa gerektir. Malüm olduğu vechile Talât paşa Yu- nan delegelerile müzakere etmek içif şimdi Bükreşte bulunuyor.» Talât paşa Rus sefirinin bu telgrafi” nı okuduktan sonra arkadaşlarına dedi ki : «— İşte Cavidin bize sormadan nasıl hareket etmekte olduğu bu telgraftali iyice anlaşılıyor. Bunda memleketin zararına yapılmış bir teklif olmıyabi- jlir ,Fakat, kabinede ikilik mevcud ol- dugunu yarınki düşmanlarımıza ihsa$ letlı.m*ek her halde doğru bir hareket olmasa gerektir. Bahusus, bu münfe- rid teşebbüsler memleketin nef'ine yapılmaktan ziyade kabinedeki nüfu- zuny arlırmak, söz göçirmek ve tâbirile «bize karşı bir silâh olarak kul- lanmaks için yapılırsa!» Cavidin bu münferid teşebbüslerit€ biz harbe girinceye kadar devam etmi$ olduğu Rus sefiri Giers'in diğer tek graflarından anlaşılıyor. Giers 6 eyım 1914 tarihli bir telgrafında diyor Ki: «Hususi bir mülâkat esnasında Cavid itilâf devletlerinin sefirleri tarafından gösterilen tavır ve hareketten şikâyet etti. Ve bunun Türkiyeyi harbten uzak bulundurmağa çalışan mütedil fikirli nazırların - faaliyetini güçleqw“ olduğunu söyledi. Cavid, Paris sefiri Rıfa! paşa tarafından gönderilen bir telgrafı güya diğer kabine âzasından gizlemiş. Bu telgrafta Rıfat paşa il€ Fransız hariciye nazırı Delkase ar9” sında cereyan eden bir mülâkat esnâ” sında hariciye nazırının «Türkiye t mamiyeti mülkiyesi Fransa için ll'uk bir akide değildir.» sözünü İ (Arkam var) aereremeiredRümRiRrmeramammm aa Nöbetci Kezaneler umyuv arda: (B ” A a:. vŞerif). Alsehdı sat), Beyazitte; (Asador), Bamatyadı” (Brofilos), Eminönünde: (Ben Sasöül, Eyüpte: ( Hikmet Atlamaz ), ı—l*') (Emilyadi), Şehremininde: ( Hamdi ). Şabradebaşında: (Asaf), y te: (Puat), Küçükpazarda: ııhi" ' Cemil), Bakırköyünde: (Hilâl). Beyoklu cihetindekiler: y İstiklâl caddesinde: (Kanzuk), Di de: (Güneş), Topçularda: ( Sporidis ' Taksimde: (Nizamettin), Tarlabapınd! (Nihat), Göşlide: (Mix), Beşiktaştk (Natl Halit), lınyarde (Nuri), Adalar ve Anadolu cihetindekileri Üekiderda: (Ömer Kenan), Kadıkö” yünde (Saadet), (Osman Hulüsik, BÜ * yükadada: Halk), Heybelladada: ; aüt Şoför aranıyor İyi direksiyon kullınınur.:ıı, , Bekâr olması veyahut o ei aa ae aa eamer G bınin esasını Şamda, doktor l(uıtıhmn ı:ıııkltıı—.h. z gartları anlamak için KÖROĞLU baasma müracaat etmelidir. e AAA

Bu sayıdan diğer sayfalar: