15 Eylül 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

15 Eylül 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

15 Eylül .îrlenı Dietrich, bu sene göreceğimiz Çıplak Melek filminde. Güzel yıldızın filmde giydiği elbise 7000 dolara malolmuştur. Bundan başka saçlarının par- laklığını artırmak için saçlarına 100 dolarlık altın tozu serpmiştir. Bu sene Melek ve İpek sinemaları İs- | Cooper, Jean Arthur, Türkçe sözlü. bul halkına hep seçme eserler suna- lardır. Amerikanın en muazzam pro- | per, ksiyonları Avrupanın da en parlak serisi leri katılarak bir şaheserler Vücude getirilmiştir. Bu parlak programın bir kısmını oku- ularımıza bildiriyoruz: Melek sineması 1 — Kontes Valevska: Greta Garbo, “ürles Boyer. — Çıplak melek: Marlene Dictrich. — Leylâklar açarken: Jeanette Mac- ld, Nelson Eddy. 4 — Zehir: Charles Boyer. ı — La dame aux camâlias: #ylor, Greta Garbo. 8 — Ateş böceği: Jeanette Macdonald. 7 — La Bohöme: Marta Eggert, Jan ira, e- Napoli geceleri: Van Kiepura, 'Adyg Syarthout. — Aşkım senindir: Marta Eggert. Robert 10 — Sevda yarışı: Annabella, İN — Gönül yolu: Clark Gable, Joan Wford, p. Saratoga: Joan Harlow, Clark Gable, «İpek» gineması 1 — Güneşe doğru: İstanbulda çevril- Mekte olan yerli film. 2 — Miaceralar kralı Bufalo Bill: Gary Hollyvood'un en sevimli yıldızı *R.K O» Radio film Ümpanyasının yeni h"') yan genç ve gü- "' Yıldızlarından bi- olan — Dorothy u"“îr sinema haya- tina yeni - atılmıştır. Bilhassa hafif kome- Silerde — fevkalâde Muvaffak olmaktadır. Birkaç aylık figüran- İktan sonra. derhal '"ıuııde büyük role l.l.mıiı başlamış- ubmlhy Moore, sis :':-n intisabından %W“n stüd. k bir Uyatroda 'u söylemekte idi. Bo. mıhy neş'eli ve ıu"dımeşreb bir olduğundan stüd- ::: kendisini - her- ğ':dn— ismi takılmış. D“'nthy Moore ge lHde bitirdiği şar. bir filmde çok VIH Şen; kih Dorothy Moore son filmlerinden birinde fak olmuş ve gayet iyi dansetmiştir. Deveran eden rivayetlere inanılacak ı kendisini yakımnda dans krali Fred' Astairle Mrlillı bir mmde ıuımbı. — a lli dd ee e e A AĞ z nnni Melek ve İpek'te bu sene göreceğimiz filmler Bunların arasında halen İstanbulda çevrilmekte olan iki Türkçe film var 3 — Asi generalin son emri: Gary Coo , Madlen Carroll. Türkçe sözlü, 4 — Laurel ve Hardy ve ikizleri, Türk- çe sözlü. 5 — Kaplanlı kız: Dorothy Lamour. Türkçe söz mezarı: Türkçe süşlü. cenin gözdesi: Türkçe sözlü. 8 — Kartace muhareheleri: sözlü tarihi 9 — İstanbul senfonisi: Türkçe yerli film. 10 — Kan davası: Silvia Sidney. Renk- li film, 11 — Coezair batakhaneleri. 12 — Gönüllü taburu: Marie Bell, Charles Vanel. 13 — Kara korsan: Frederic- Marseh, Franciska Gaal, 14 — Londra postası. 15 — Esirler gemisi. Görüldüğü veçhile İpek sineması; ha- len İstanbulda hazırlanmakta olan “iki büyük türkçe filmi gösterecektir. Bunlardan maada, gösterecek olduğu filmlerin bir çoğunu'türkçeye duble et. tirmiştir, Bu itibarla pek mühim bir milli ihti- yacı karşılıyan «İpek» sinemasının bü meşkür faaliyetini «Son Posta» takdir eder, müteşebbislerini tebrik eder. Türkçe Bu sokağın 15 numaralı evinde, hâkika- Bay Mehmet Nurinin zevcesi el Bayan Seher ten Maraşlı Mehmet Nuri oturuyor. Fa- '|kat müddeiumumiliğin tahkikattan son- ra kendisini serbest - bırakmasından da SON POSTA “Oğlunu tramvay altına atan baba ben miyim? , Dünkü gazetelerde: «Evlâdını tramvay altına atan ihtiyar sarhoşl» serlevhasını görünce hemen herkes ayni müthiş ür - gpertiyi duymuştur. Fakat zabıtanın gazetelere verdiği va- porlarda, «Evlâdını tramvay altına âtan ihtiyar bir sarhoş> olarak gösterilen a - dam, müddelumumilik tarafından ser - best bırakılmıştır. Adaletin; bu kadar müthiş bir şüphe hamulesi altında huzuruna getirilen bir maznuna serbestisini kolay kolay bağışla mıyacağı muhakkaktır. Binaenaleyh, ev- ladını tramvay altına attığı söylenilen «sarhoş ihtiyar>» ın, feci bir iftiraya uğ - ,zamış ve bu iftira yüzünden polisçe ya- 'kalanmış masum bir babs olduğuna inan- ’mk me ıhırl)r indeyi l karsanız, Kumkapıda Hi - gında, | maralı evde Mâ- da bir adam ©o « hıerbı raşlı Mehmet Nüri a turmaktadır. Bu adam, 50 yaşlarında bir alkoliktir. Evvelki gece mul yerier- de epeyce içtikten, ve hayli sarhoş olduk- tan sonra, beş yaşındaki oğlu Ali Mu - ir'atle geçen bir Maksadı, za- Fakat rayların üzerine yuvarlanan çocuk, vat manın dikkati ve gayreti sayesinde ezil- mekten kurtulmuş! Paparu okudüktan sonra atladığım bir xemobiü, beni Kumkapıya götürüyor, Kumkapıda bir <Hisardibi» sokağı var, kat'iyetle anlaşıldığı gibi, Maraşlı Meh- met Nuri, ne alkoliktir, ne de evlâdımı tramvay altına fırlatmıştır. Reni” görüp gâzeteci olduğumu öğrenince, isli gözle- rinde bir sevinç ışığı parladı: Sizi, dedi, Allah gönderdi bu « « Ben de dert dökmek isteğile kıv- ranıyorum. Fakat yediğim dayaklardan belimi doğrultamadığım için, ayağınıza kadar gelemedim. Sokağla çıkar çıkmaz ilk işim gazetecileri aramak- olacaktı, — Kimden dayak yediniz? —- Bilmiyorum!.. Mehmet Nurinin sözleri, ve bu cevabı, mahiyetini öğrenmek istediğim hâdise - nin merakımı tahrik eden meçhulletini büsbütün çoğaltıyor.. Kolundaki, yüzün- deki taze çürüklerden, 've bitkin halin « den yalan söylemediği belli. Uzandığı ya- taktâ her kımıldandıkça, Bir yeri kırıl- Mıiş gibi inliyor. ; Bulunduğumuz odada orta yaşlı bir ka- dinla iki ufak yavru var. Mehmet Nuri bana evvelâ onları tanıtıyor. — Ailem Seher... Kyzım Nuran... oğlum Ali Muhiddin.. Acı acı gülüyor: — Tramvay altına attığımı söyledik - leri yavrum! Sonra üzerindeki hırkanın cebinden, katlanmış,'üdeta erimiş, ve çok eskimiş bir gazete parçası çıkarıyor: , — Bakın şuna... Açıp önüme yaydığı gazete,'üç sene evvelki bir.«Zaman» nüshası Mehmet Nu rinin parmağile gösterdiği yazının ser - levhasını okuyorum: ç «Dün, 11 yaşında bir yavru, tramvay tekerlekleri altında parçalanarak verdi!> Mehmet Nuri, parmağını bu serlevha üzerinden çekmeden ilâve ediyor: — Bu da en büyük çocuğumdu... Üç se- ne evvel bir sabah evden çıktı... Ertesi gün onun ne olduğunu bu satırlardan öğ- rendim! Ben o tarihte elbise ticaretile meşgul- gdüm. Uzunçarşının başındaki İğneci ha - mnında koskaca bir mağaza işletiyordum. (Devamı $ inci ıııılıdı) Bu da can Amerikan haydutları arasında bir gazeteci Gangsterlerin nasıl yaşadıklarını anlatan çok şayanı dikkat röportaj Amerikalı haydutla Pariste çıkan ve dünyanın en yüksek sa- tışların birine malik olan Paris - Solr gazetesi,- meşhur —Amerikalı gazeteci Curt Riess'in «Ben bit Racketeer'im> lsmi altın - da hazırindığı bir röportaj serisini neşre baş- lamıştır. Racketoer'ler, bazı filmlerde ma - ceralarını seyrettiğim izkorkunç ve vahşi A- merikan haydutlarıdır. Bir nevi gangster - dirler, Curt Riesx, arkadaş alduğu bir haydut va- stasile bunların arasına girmiş, nasıl yaşa- dıklarını, cinayet projelerini nasıl hazırla - dıklarını, ve nasıl çalıştıklarını ve ükibetle- rini tesbit etmiştir. Bu heyecanlı olduğu kadar ibretle okun- maya değer JIk yazısım okuyucularımıza ve- riyoruz. Diğerlerini de peyderpey naşrede - ceğiz. Yanımda olturan ve sigaramı yakmak için bana bir kibrit üzatan adamın bir katil olduğunu biliyordum. Hem de sabikalı bir katil. Buna hiç şüphe yok. Frank Burman orta boylu, zayıf ve a- sabi mizaçlı bir adamdı. Omuzları geniş- | t. Başının vaziyeti ve hareketleri, insa- na sinema filmlerindeki kahramanları hatırlatıyordu. Yüzü bir çok çizgilerle kaplanmıştı. Burnu fazlaca kısa ve biraz eğri idi. A- çık alnı yüksek bir zekâ sahibi olduğu- nu gösteriyordu. Kül rengindeki gözle- rinin bakışı sakin, fakat sabitti. Ağzı kü- yüktü. İşte Frank Buürmanın üzerimde bi - raktığı Ülk tesir bu oldu: Genç ve sakin fakat dikkatle bakıldığı vakit yorgunluk, kin ve sertlik ifade eden hatlarla kaplı Frank Burman bir kattldir. Bu odada bulunan herkes bunu biliyor. Hem yal- nız onlar değil, bunu Amerikanın bütün polisleri bilirler. * İçtima Biz, modern, şık, fakat fazla fantaziye kaçmıyan bir odada bulunuyoruz. Ortada bir yuvarlak masa, etrafında rahat kol- tuklar var, Pencerenin yanında üzerin- de müteaddit telefon âhizeleri bulunan bir yazı masası duruyor. Odamız, Nev - yorkun 5 inci caddesinde muazzam bir bi- nanıh 20 inci katındadır, Kapının önün- deki tabelâda Nevyorkun en. tanınmış a-. vukatlarından birinin ismi yazılıdır: Kennetb. I. Morris, Evet, Morris de onlardandır. Ve be - nim burada bulunduğum bir kaç dakika zarfında, bu büyük avukatın hiç te na- muskâr bir rol oynamadığını gördüm. Sigata- dumanlarile yarı karanlık bir halde bulunan odadakileri size birer bi- rer takdim edeyim. Bu satırları yazdığım esnada, o odada tamıdığım şahsiyetleri birer birer hatırlıyorum. En şayanı dikkat adam içtimaa riyaset eden Tom Me. Guinesstir. Elli yaşların. da iriyarı ve beyaz gaçlı bir adam. Dur - madan sigara içiyor, ve görünüş itibarfle bir hâayduttan çok! fazla bir fabrikatörü hatırlatıyor. Jack O'Brien, çok üzün böylü ve çok zayıf bir adam, Onun yanında oluran .Harry Fordham oturuyor. İhtiyar, saçları dökülmüş bir'adam. Dudaklarından dai- mi bir tebessüm eksik olmuyor. Her an gülmeğe âmade. Joseph Kelly, orta yaşlarda ufak tefek bir adam, Kenneth L Mörris, âavukat olduğunu bil- Giğimiz bu adam, lâcivert elbise giyin- mişti. Yüzündeki hatlardan asla karak - teri seçilemiyor. Seyrek ve yarı yarıya beyazlaşmış saçlarını muntazam bir şe- kilde arkaya taramış. Söz dinlerken kale- mile oynuyor. Eddie Dıckerıon ve Martin Phiney, in- rdan bir kaçı sanın gece vakti karşılaşmayı asla iste- miyeceği iki tip. Yaşları yirmi ile otuz arasında, Franck Burmanın biri sağ, ö- bürü sol tarafında oturuyorlar. Bunlardan başka odada insana bir pat ron hissini veren George Sterling, harici hüviyeti sivil polis olan Owen Me. Dewitt ve çok genç, çok yakışıklı, sarışın — bir genç olan Lawrence bulunuyorlardı. Mecmuan an bir kişi olan bu adamla- rın hepsinin başka başka vazileleri var, Aralarında fabrikatör, gelir sahibi, hü - kümet memuru, avukat, polis ve katil « ler mevcut, Fakat bunların haricinde hepsi bir araya geldikleri zaman, Ame- rikalıların Racketecer dedikleri bir hay- dud çetesini teşkil ediyorlar. Evet, işte ben bunların bir içtimaında hazır bu - Tunuyorum, İşler müzakere edili; Hepsi masanın otrafına yerleşmişler. Önlerinde kâğıtlar ve dosyalar var. Va: ziyetleri ciddi iş adamlarını hatırlatıyor. Yavaş bir sesle konuşuyorlar. Reisi olan Me, Guiness şöyle diyordu: «— Bu iş böyle yürümez.» Sonra başını Sterlinge çevirdi. Ona fe- na bir nazarla baktı: «— Bizin büronuz çalışmıyor. Oradi hiç bir şey yapmıyorsuntız.» Sterling asabi bir sesle önündeki dow yayı karışlırarak cevap verdi: e— Biz her şeyi tetkik ediyoruz. Şim: diye kadar yüzlerce- proje hazırladık.» Reisş sözünü kesti: «— Bize yalnız fikir lâzım değil. Ni - çin yeni şeyler bulmuyorsunuz? Hal - buki bize yeni ve fevkalâde işler Jâzim Allah bilir, stzin proje büronuza çok ge niş nisbette para veriyoruz. Sizin hiç bir işe yaramıyan projeleriniz, bize çok pa- halıya maloluyor. Haydi bakalım, yeni bir şeyleriniz varsa söyleyiniz!» Ben burada niçin bulunuyorum? Beni buraya gazetecilik tecessüsüm mü sev. ketti? Evet. Fakat başka sebepler de var, Her şeyin başında Bob meselesi geliyar. Eğer Bob bir gece Hudson nehrine atıl- mış olmasaydı, ben bu Amerikan hay - dudlarının faaliyetile alâkadar olmağa bu kadar erken başlamazdım, Me. Devritt - polis Wafiyesi - ayağa kalktı ve bir kısa nutuk'irad etti. Dewitt tanınmiş' bir Gyan — âzasından Bilhassa servetinin üzerinde Şikagodaki — ailesinden bahsetti. ısrarla durdü. bahsetti. Küçük Jim ve 22 yaşında olan kızı Dorothy'i anlattı. Nickerson ve Phiney gözlerini Dewitt- or den ayırmıyorlardı. İlk defa olarak bi işle alâkadar görünüyorlardı. İşte, bir cinayet hazırlanıyordu. 1926 senesinde Nevyorkta Şüphesiz benim böyle bir yere nasıl sokulabildiğimi merak edeceksiniz. Bu çoök basit bir şekilde oldu. Frank Bur- man hef şeyi temin etti. Onunla on beş gün evvel tanıştık. Daha doğrusu kar « şılaştık. Çünkü yekdiğerimizi on sene evvel tanımıştık. 1926 senesinde Nev » yorkün 52 nci sokakta bulunan bir ka- barede bulunuyorduk. Saat sabahın üç raddelerinde idi. Ve barda ancak, üç, dört müşteri kalmıştı. Ben viski içiyor- dum. O sırada aynadan — cebinden — bir tabanca çıkaran ve ilerliyen bir adamın aksini gördüm. Hemen kendimi yere bir: masanın altına attım. O sırada kur- şunlar uçuşmağa başladı. Ayni anda ya- nıma bir adam geldi, O da tabancasımı çıkardı ve aleş etmeğe başladı. Birden salonu bir süküt kapladı. Bu bir. ölüm süküneti idi. Yanımdaki adam (Devamı 8 inci sayfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: