19 Eylül 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

19 Eylül 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TTTT NTT AA & Sayfa | Wells 'le mülâkat BON FOSTA c A H Büyük İngiliz âliminin |Bu da bir deniz konferansı! şayanı dikkat sözleri “ İspanya ha;bl; müstakbel harbler için bir misaldir. Yani muhtelif milletler dünyanın muayyen mıntakalarında çarpışacaklardır,, Dünya tarihi hakkında yazdığı muaz-| zam eserle olduğu kadar ilmi, fenni To- | manları, kehanet dereceşine varmış söz- lerile de tanınmış olan meşhur — İngiliz âlim ve edibi H. G. Wells Pariste bulunmaktadır. ve bir mülâkat vermiştir. Bunu — yazmadan — evvel, H. G. Wells'in şahsiyeti ve hayatı hakkında şu kısa ma- lümatı da veriyoruz. Wetls, bir bahçıvanın oğlu âdi, on dört yaşında, bir ku- maşçı dükkânında çırak ©- larak - çalışıyordu. Sonza e- kumağa başladı ve üç sene içinde Huzley'in en iyi ta- lebesi oldu. Wells hayatını kazanmak — mecburiyetinde bir. gençti. — Müzakerecilik yaptı, gazeteciliğe intisab et- ti. Bir taraftan da müthiş bir hastalığa tutulmuştu: Verem, Lâkin e- nerjisi sayesinde, talihi olduğu gibi vere- mi de yendi. Wells'in sadece bu tarafı hayrete değer, Lâkir daha şayamnı hayret | birşey varsa o da, bütün bu maddi, be- deni felâketlere rağmen onda mizah kud- Fetinin kaybolmayışıdır. Wellz, en büyük mizah üstadlarının | «humor» una sahibdir. Herhangi bir facianın patlamak üzere bulunduğu bugünlerde, H. G. Welis gibi zekâm siyast tesirlerden ve herhangi bir | âhtirastan uzak kalmış bir adamın, beşe- riyetin akıbetinden elân ümidvar gibi görünüşü, hakikaten teselli verici mahi- yettedir, * Kısa boyu, 69 yaşına rağmen dimdik | duruşu, küçük elleri ve başı ile H. G. Wells pekâlâ köylü bir tüccara benziye- bilir. Lâkin, açık gözlerinde öyle bir ateş, kaşlarının çatılışında öyle bir emniyet var ki, insan bu kararı vermekte çekini- yor. Saçları henüz sarı ile kır renklerin- den birini muhafaza voya intihab etmek- te mütereddid. İştihalı bir ağzı var. Ya- vaş, ağır hattâ insanı sinirlendiren — bir tarzda konuşuyor, sözlerini, sanki ken- disi çoktan anlamış amma, karşısındaki« “ne anlatabilmek için bir başka lisana tercüme etmek mecburiyetinde imiş gibi | bir şekilde, her kelimenin Üzerinde du- rarak söylüyor. H, G. Wells doymak bilmez bir mera- kın, daimi yeni bir şey yaratmak ihtiya- €ının mükemmel bir nümunesidir. O da Bernard Shaw gibi halktan yetişmiştir. İhtiyarlığın, binaenâleyh ölümün yak-| Taştığını bildiği için, bir an evvel bütün bildiklerini vermek istemektedir ye bu- nun için de daima ateşlidir. Wells çin, bugün, kendisini şöhrete erişmiş —olan — «Görünmiyen — adamı, «Müstakbel harbi gibi Jules Verne tar- zında yazmış olduğu ilmi ve fenni romari- ların bir ehemmiyeti yoktur. Fakat ne garib ki onları meşhur eden bu eserleri- dir, Wells gülüyor ve diyor ki: — Ben bunlardan başka eterler de yaz- dim ve asıl bence bir kaymet arzeden on- lardır. Bununla beraber, sön günlörde, henüz başka dillere çevrilmemiş üç fenni ve kısa roman daha yazdım. Bunların isimleri şunlardır: Kroke oyuncuları, Welle |mıntakalardaki mücadeleye, ta Kardeşler ve Yıldızlardan duğmuş! Bun- Bir sabıkalı arkadaşı tarafından yaralandı Ayı lâkabile maruf mekânsız takı - maından Ahmet, arkadaşlarından Ce - malle kavga etmiştir. Cemal, Ayı Ah- medi, Galatada Kasaplar — sokağında kıstırmış, üzerine saldırmış, ani hücum karşısında şaşalayan Ahmet mukabe - le edememiş, Cemal, elindeki bıçağı rastgele yerine daldırıp çıkarmağa baş- lamış, dört yerinden yaralamıştır. Ah- met kanlar'içinde yere serilmiş, Cemal lar, büyük babalarımızın haşuna gidecek tarzda yazılmış ilk eserlerime benzerler. Wells susuyor. Düşünüyor, devam edi- yor: * — Şüphesiz, son zamanlar- da sinema ile.olan alâkamı biliyorsunuz. Bu bana çok va- kit kaybettirdi. Amerikalıla- miyen adam» isimli film çok muvaffak olmuştu. Lâkin on- dan sonra yapılan «1940 har- bi> ve «Mucizeler yapan» a- dam» filmlerini beğenmedim. — Sinemadan ayrılacak m- sınız? — Şimdilik ayrıyız. Baka- him tekrar anlaşabilecek mi- yiz. Herhalde sinemayı bıra- kıp ta tekrar tiyatroya döne- cek değilim. H. G. Wellis'i, benziyen İngilizlerin otur ziyaretimden maksad, ona, sormak içindi. Sırası geldiğini ek sordum: »— En mühim düşüncelerinizden 4t endişelerinizden biri, 1900 hep birbirine şu suali tahmin da sene- sinden itibaren, istikbal bakkında keha- | nette bulunmak, terakki ve fennin insan- a düşünüş ve yaşayı rzlarını nasıl ler, 1899 da neşretmiş olduğ cek günler» isimli eserinizde sö, rinizi teyid etti. 1914 de - neşrettiğ Belçikanım nasil istilâya uğrıyacağını bil- direrek herkesi hayrete düşürmüş idiniz. Fakat bilâhare hâdiseler size hak verdi. Bundan Üüç sene evvel de, 1917 denberi hür bir Cemiyeti Akvam teşkili için bü- tün gayretlerinize rağmen 1940 da hir harb olacağını söylemişti İspanya harbi, Çin ihtilâfı bu - kehanetlerinizde | gelemez, bendeniz anbadüri Büken? bir tahavvüle sebeb oldu mu? — 1940 da bir dünya felâketi olacağını | haber verdiğim günlerde, dünyanın der- hal ikiye ayrılacağını, bütün milletlerin şu veya bu tarala geçeceklerini düşüni yordum. Bugün İspanyanın bana ver misal, tasavvurlarımda bir — değişi yapmamı icab ettiriyor. Felâket, daha zi- yade mıntakalara münhasır kalacak, bu tar bü- yük devletler yardım edeceklerdir. Bu- nunla beraber, tehlikenin - artarak — ilk şekle avdet etmesi de çok kabildir. <1940 harbi» eserimde ve filmde, dünyanın sürü gangeter çetelerinin cline geçeceği ni söylemiştim. Bu çetelerin, zulümleri- ni yapabilmek için tayyarelere ve bom- balara sahib olmaları kâfi gelecektir. Wells bir an durdu, devamı ettii ” Hiç bir vakit lâyuhtilik iddiğemda değilim. Daha ilk zamanlardan, 1900 den- beri ve vatandaşlarımın hiç te taraftar olmamalarına rağmen dünyağa, politika sahasında bir yeni teşkilât tatbiki lüzu- muna kanidim. Lâkin hiç bir vakit, ken- disini modern teknik icabatına uydurma- Ba çalışacak olan memleketin Rusya ©- lacağı aklıma gelmemişti. Hoş, bu husus- ta bir hüküm vermek vaziyetinde deği- lim. Rusyada görmüş olduğum — Lenin, benim için «deva bulmaz burjüva» de- mişti. 'Onun psikolojik hükümlerinin ya- nılmaz olduğuna kaniim, ayni zamanda, Rusların «dirije bir dünya» kurmak hu- susundaki mesaileri hususunda söz söy- liyemiyecek kadar kabiliyetsizim. Yedikule yangını için yeniden tetkikat yapılacak Yedikulede dört fabrikanin yanma- sile neticelehen yangın tahkikatına de- vam edilmektedir. Yapılan — tahkikat, hâdisede bir kast olması ihtimalini git- tikçe kuvvetlendirmektedir. — Zanal - tında bulunan bir kaç kişi varsa da, he nüz kimse hakkında kanuni — takibata geçilmiş değildir. Sultanahmet 2 inci sulh ceza hâki - minin riyasetinde bir ehli vükuf hey'- eti teşkil olunacak, yangın yerinde tek kları otelde | ve| Adalara, Kadıköye, ve Boğaziçine işliyen vapurların daha sü- ratli gitmeleri çare- letini aramak Üzere bir konferans toplan« mıştı. Bu konferansa iştirak eden delege- ler şunlardı: Adalardan: — Adalı Avni, Akay Müdürü Cemil, muharrir B. Tevfik Kozol, aktör Hazım, tarihçi Ah- med Refik, şair Ha- lid Fahri, münekkid Nurullah Ataç. Kadiköy ve civa- rından: Şair - Salih Zeki, Dr. Şükrü Ha- zım, profesör sakallı Yazan : İsmet Hulüsi İpa çılı adam koştursak Mmünasib olmaz mı? Halid Fahri — O zaman ben vapura binmem, kazaen kam çı vapura geleceğine bana gelir.. Neme lâ- Kım. Akay müdürü — Kamçılı adam nere- de koşacak. Adalı Avni — De- nizde.. Akay müdürü Eğer siz denizde a- dam koşturabilirse. niz herhalde bizim Yapurlar da — onun kamçısından — değil ama, donizde adam koştuğunu görmeleri Zühtü, şair Nazım Hikmet, Dr. Mazhar | badettahkik ve badettetkik, bilcümle taf- | hâdisesinden korkar, kaçarlar. Osman.. Boğaziçinden: Ressam Cem, komik Na- şid, Necmeddin Molla, Eddai Hafız Ne- cib. Haliçten: Osman Cemal. v Konferansa iştirak edenlerden en ihti- yar olanının riyaset mevkiine — geçmesi evvelden kararlaştırılmıştı. Herkes yerli yerine oturmuştu. Riyaset —kürsüsü boştu, Nazım Hikmet olduğu yerden ba- ğardı: — *«Geçsin kürsüye en Ihtiyar» <«Diyar diyar» «Aratmasın» «Kendini o insan eskisi... «Yanındaysa nüfus tezkeresi.» Profesör Zühtü — Gerçi sakalım varsa dâ., Halid Fahri — Sözünü mektepte ço- cuklara dinletemiyorsan o hepimizin ba- şinda. Deseno, sakal da nafile imiş, Zühtü — Hayır onu demek istemiyo- rum, sakalım varsa da pek yaşlı sayıl- mam. Meselâ içimizde ak saçlı; Salih Ze- ki var. O herhalde hepimizden ihtiyar- dar, Kürsüye gelsin, B. Teyfik Kozol — Salih Zeki kürsüye muştum. Sizlere ömür, çok iyi bir insan- dı. Zannedersem sağlığında — doktorluk yapardı. Hem de sinir doktoru idi. Şükrü Hazım — Meslektaşlarımız ara. " |sında böyle bir kimse tanımıyorum. Hazım — Tanımıyorum, Tevfik — Sizin tanımanız şart değil! Salih Zeki — Bendenizi tanımıyor mu- sunuz? Tevfik — Siz kimsiniz? Salih Zeki — Meşhur Salih Zeki. Naşid — Canım sussana, sen ölmüşsün, 'iılük'r konuşur mu? Hiç aktörlük te et- |medin mi? Pat diye mantar tabancası patlayınca biri ölür, yere düşer.. Bir da- ha konuşmaz, kıpırdamaz. Ahmed Refik — Tarihi — malümatına nazaran © ölen Salih Zeki başka Sâlih Zeki idi, Bu yaşayan başkasıdır. . B. Tevfik — O n iş değişir.. Saçı ak olan Salih Zekinin kürsüye geçmesi- ne taraftarım. Salih Zeki — Benim saçım aksa da sa- çı ağardıktan sonra dökülmüş olan res- sam Cemin konferansa riyasetini müna- sib bulurum. Ressam Cem — Fazla münakaşaya lü- zum yok, ben kürsüye geçerim ama, Nec- meddin Molla o mevkie benden daha lâ- yıktır. Ağır olduğu için kendine molla demişlerdir. Molla olduğu için de »özü- nü dinletir. Kabul mü? — Kabul, kabul, Necmeddin Molla kürsüye gelir. — Şirketihayriye hisselerinin binde birine sahib ortaktım. Eddai Hafız Necib — Dâlniz şunu ar- zetmek isterim, Burada toplananlar Şir- ketihayriye hissedarları değildir. Necmeddin Molla — Ya kimdir? Eddai — Zannıma kalıcsa buraya Bo- ğaza ve Adalarla Kadıköye işliyen va- purların sür'atsizlikleri sebebile toplan- mıştık! Naşid — Evet bunun için toplanmıştık. Vapurlar suratsızdırlar. Hiçbir zaman yüzleri gülmez.. Böyle olacağını ben &e- kidenberi bilirdim. Çünkü hiçbiri tiyat- eat Te Molla silât ve tahlilâtile ezheri &het arzetmek isterim ki vapur tesmiye edilmiş olan gerdunei bahrinin sathı deryada keştü- güzar oldukları malüm ola. »« — Âmin! Molla — Ve ol gerduneler menazırı lâtife içre seyran ederlerken ol menazı- rın pürştir ezvakından seyyahini istifade ettirmek emelile fazla sür'atle ilerlemek- gen tevakki eyledikleri.. Hazım — Âmin yerinde biraz dur da âmin diyelim. Eddal — Bay Molla dua etmiyor, kon- ferans veriyor, Hazım — Ben ne bileyim, onu evvel- den söyleseydi! Osman Cemal — Söz isterim bay reis. Molla — Kelâma ağaz buyurabilirsi- niz. Naşid — Osman Cemal ağabeyim vâüze- decekmiş, onu dinliyelim. Hazım — Bizim Vasfi olsaydı, vüzdan sonra da ona bir mevlüd okuturduk, Eddai — Dâileri de duahan olurdum. Ressam Şevket — Mevlüddan sonra şeker dağılacaksa o işi de ben göreyim.. Artan şeker benimdir ha! Oszman Cemal — Vüzedecek değilim canım.. Mollaya karşı bir itirazım var, Molla — Bana itiraz edemezsin, hisse- lerin yüzde seksen beşi bende, sende kaç hisse var ki?.. Mazhar Osman — Bizim hastanede bi- ri var, O kendisinde bin kese olduğunu iddia eder. Molla — Kese değil, hisset Osman Cemal — Canım bunun hisse ile alâkası yok. Boğaz ve Marmara de- diniz, bu arada benim buraya temsilen geldiğim Halici saymadınız. Adalı Avni — Onun iğrapta mahalli yok! Komik Naşid — Sen sus Osman Cemal, sen imam misın ki mihrapta yerin olsun bak, mihrapta yeri yok diyorlar. Ösman Cemal — Ne diyorsunuz, beni imam, hatib mektebinden çıkardılar mı, şimdi ben ne yaparım? Molla — Münâkaşa kâfi! Zühtü — Müsaade ederseniz sür'atin iktısadi hayattaki rolü hakkında bazı sözler söyliyeceğim.. *« — Buyurun! Zühtü — İlmi iktısad daima sür'ati â- mirdir. İktısadı tetebbü eden kimselerde sür'at diğerlerine nisbeten ziyadedir. Hattâ bu insanların bedenlerinde de gö- rülür. Meselâ ben hergün traş olurum ve sakalım ilmi iktısada aşina olmam yüzünden sür'atle uzar ve ben bu yüz- den sakallıyımdır. Greyam, nazariyesi- nin canlı bir misali olarak fena paranın iyi parayı kovması. Komik Naşid — Geh bili bili bili bili. Hazım — (Naşide) Ne oluyor? Komik Naşiâd — Kovulan fena para bi ze gelsin; diye bili bili diyorum. Molla — Esas meseleye gelelim. Va- purların sür'atli hareketlerini temin ça- relerini aramak icab eder. Akay müdürü — Arayalım, bakalım. Hazım — Nerede arayalım, yerde mi, gökte mi? Naşid — Buldum. Molla — Ne buldun? Naşid — Yerde bir silik metelik bu- dum, Sahibi çıkmazsa benimdir ha! “Adah Ayni — Vapurların sür'atlerini | Molla — Bu böyle olmaz, denizde adam koşamıyacağına göre vapurların sür'at» lerini artırmak çaresi de imkânsız görü. nüyor. *«« — Peki ne yapalım? Mazhar Osman — Mademki vapurlara fazla sür'at verilemiyor, bundan böyle Adalara, Kadıköye ve Boğaza otobüs iş- letmeli. Molla — Otobüs denizden gider mi? Mazhar Osman — Denizi boşalttırırız. Kara olur. Karadan gider. Hem o zaman Bakırköy hastanesinin otobüsü, evime kadar gelip beni alır! Adalı Avni — Marmarayla Boğazım su- larını belediyenin itfaiye — arazözlerile boşaltalım. Ressam Cem — Boşaltalım ama o suyu nereye koyacağız. Osman Cemal —Ben bir yer biliya- rum, Reşsam Cem — Neresi? Osman Cemal — Çukurbostân! e. — Muvafık! Ressam Şevket — Suları boşaltacağız, fakat boşalan sular yerine Akdenizden, Karadenizden gene su dolarsa. Nazım Hikmet — Onun çaresi vardır. Ben suları durdururum. Halid Fahri — Nasıl durdüracaksın? Nazım Hikmet — Bir şürle: «Durun...> «Sular durun.» «Olduğunuz yere» «Birdenbire» «Diz çöküp oturun» , «Durun, durun» Halid Fahri — Nazım Hikmet belki su- ları durduramaz, fakat Salih Zeki lirik şiirlerinden birini Karadenize, birini de, Akdenize okursa her iki denizden de Marmaraya bir damla su akmaz, » — Neden? Halid Fahri — Çünkü hem Karadeniz, hem de Akdeniz o anda kutub denizi gi- bi buz kesiliverir. Salih Zeki — İtiraz ediyorum, bana iftira ediyorlar. Ey ilâhlar, ilâheler.. Ve- nüs, Diyana, Jüpiter, Jönon, Öranos, Nepton imdadıma yetişin.. Olimpos beni sen kurtar! Eddaj — Efendim bu böyle olmıyacak; Marmaranın ye Boğazın suyunu boşalt- mak hususuna karar verilmiştir. Bundan ötesi kolaydır. Gerek Karadenizi ve ge- rek Akdenizi kapakla kapatınız. Hazım — Küp kapakları var.. Lüzım olur mu? Eddai — Bendeniz bu kapakların tene- keden yapılmasını doğrü — bulüyorum. Her iki cihet böylece kapandıktan sonra sular boşaltılır. Nurullah — Yalnız bir ricam var. A- daya giderken vapurdan kurşun kalemi- mi düşürmüştüm. Deniz boşaldığı zaman bana getirirlerse çok memnun olurum.. Ben Tan gazetesinde ahfeşlik ederken o kurşun kalemini Halil Lütfit — vermişti. Şimdi geri istiyor da., Hazım — Benim de bir arzüm var, Marmara boşaldığı zaman — Marmarada dolaşıp bizim Şehir öperetini arayaca- ğım.. Suya düştü demişlerdi de, eğer ha« kikaten suya düşmüş, dibine inmişse bu- lar çıkarırım, Konferans bitmişti. Delegeler de birer İsmet Bulüsi .

Bu sayıdan diğer sayfalar: