2 Kasım 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

2 Kasım 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

N POSTA Amerikada feci bir cinayet işlendi Yüzlerce kadının mâbudu olan delikanlı ihtiyar bir karı kocayı öldürdü Sayın *« “Ben bir tımarhane kaçkınıyım ?,, Kollarımı kaldırdım ve oynamıya başladım KADIN Beden terbiyesi çoıîuklar için de elzemdir Kahvede herkes hayret ve korku ile bana bakıyordu. Bunun aşıl iaydası dhc_ Zevk vermesin « *£. Şeğil, çocuğa <dik- & terbiye> ver « Desindedir. Bu fikri hemen her ;î;_—v ihmal etmediği lui,_:.nc.dc" «beden *Yesi> ni bir ke- Bara birakmalı, *Beden Socuklara biye, lamalı tert terbiyesi, eükri ter e birlikte baş- Jimnastiğin Bet Yoktur. Yaşıyan d, aa Tzi jiranastiğ bir kaç ha barettir. By avrunun ba :ğıkd ve beden kı v Anışlarına ahenk n_f'l"" Bu ahenk ço ix::" büyümesini ve minî; düzgün bir vLcudu olmasını te - iyesi, ” Bir çok çocuklar bu «beden ter- Yıkdı çöden mahrum oldukları için lâ- Bi 3 üyüyemezler. ” ; )îımn:ıı:ik nasıl yapılır? Her hangi ö ü sanın üstüne kalın, yünlü bir Ör- ; (meselâ: Bir battaniye) serip çocuğu €©& bazit #ketten il Bunla y Çti (&â':]:: bu örtünün üstüne yatırınız. Battır kâfi derecede ısıtılmış - olması En basit hareketler bacak hareketle - Çocuk bundan hiç hoşlanmaz. Tidir, ı < iıh—rinîrh Üüstü yatırılan çocuk derhal truşt; ı"'“':la inize bendğı w Endiliğinden size uyar. Uymazsa o Zâ » İta :l'îkn?ezsmiı Elinizi diz kapakları- Üzleçı Pdan bacaklarının altına UzAtIP İNi Yavaşça düzeltmesini temin € * | Bekilde” Maksad bükülü dizleri tabii bir Bacakı, SöTMektir. Bu harekete önce İki Yavaş * Pirden başlarsınız. Sonra yavaş dlıın;.ıck bacakla yaptırırsınız. 3$-4 kere “Tİ gerip bükmek yeter. iete / GA T t Ünü gekilde, çocuğun önce İki, Üoğm birer bacağını - bu sefer yukarıya indiriy,, Sekmeden yavaş yavaş kaldırıp eniz. Bunu 4-8 kere tekrarlarsınız. Bu *t karın adalelerini kuvvetlendirir. Bel atırırsınız. | kurşun 3 — Çocuğu yüzü koyun y 8 elinizle (xi ayağını sıkıca büker, bu, onun en boşlandığı |içindir. ür, Siz bu yukarı kıvrılar ayakları |h astalıktan r;"'n" içine alır, yavaş yavaş k€n” | tırılmaz. * doğru getirirsiniz. Bebek ekseriya |en aşağı 7-8 aylık olması da şarttır. tutarsınız. | tür, cepler elinizi bacaklarının altına geçirip yü- îıdn doğru kaldırırsınız. Her gün biraz fazla. Birdenbire kaldırmaya uğ - & — Ayni hareketin tam zaddıdır. Bu sefer çocuğu kollarından tutup hafif ha- fif yukarıya kaldırır, tekrar yatırırsınız. elâstikidir. Buna aldanıp ta bacakları zor- la kıvırmıya kalkışmamalıdır. sağlam ve gürbüz çocuklar Çok zayıf, kemikleri kuvvetsiz, yeni iyi olmuş çocuklara yap- Jimnastiğe başlarken bebeğin Rop modelleri krepten. Eteği düz, ha- Önünde brodeli bir jlesi var. Yakası ufak. Arkadan düğmeli. Sağda — Dradan rop - tayyör, Rengi imsi mavidir. 'Yaka, düğme, sen- lâciverd kadifedir. Solda — Siyah Hif kloş Paul Druyer Amerikada eşine madir rastlanan bir cinayet işlenmiştir. Cani, kızlar — tarar fından çok sevilen, üzerine titrenen Ve yüzlerce mektub gönderilen 18 yaşlt- rında Paul Duyer isminde bir delikanlı- dır. Hâdise şu suretle meydana çıkmıştır: Devriye gezen Iki polis memuru, New Tersey'de Arlingtonda büyük bir salon otomobili görmüşler. Otomobile yaklaş- tıkları zaman uyaklarını direksiyona da- yayarak uyuyan Duyer'i müşahede et- mişlerdir. Delikanlının otomobili çalmış ihtima düşünen memurlar, onu kara- kola götürmek istemişlerse de delikanlı itiraz ederek: «— Yahu bende otomobil çalacak kılık yar mı? Bir defa otomobili arasanıza!» demiştir. Arabayı arıyan memurlar, arka sıra- nin altına tıkılmış 60 yaşlarında kadar görünen bir kadın cesedile karşılaşınca şaşırmışlar, eşya konmaya mahşus ki- sımda da sonradan ayni kadının kocası olduğu anlaşılan, başı yaralı bereli, boy- nunda boğazı sıkılmaktan mütevellid mor rmak yerleri bulunan bir erkek cesedi bulununca, hayretleri bir kat daha art- mıştır. Bir köylünün oğlu olan bu delikanlıyı her şeyi bülbül gibi itiraf e- derek çöyle demiştir: olması 'den geldim. Öldürdüğüm doktoru, beni muayene etmesi için eve çağırdım. Fakat berifçi oğlu bazı ihtarlarda bulundu, şöy- le yapma, böyle yapma dedi, kızdım, a- vurduna indirdiğim gibi, yere — yıkıldı. Üzerine çullandım. Boğazına — sarılarak sıktım, sıktım. Sonra aşağıya inerek bir keşer aldım, tekrar yanına geldim. Vura wura hakladım kâratayı. Sonra, bazı eş- yamı paketledim. Cesedi de birlikte gö- törmeğe karar verdim. Beline bir kuşak doladım ve sürüyerek, moruğun yepyeni otomobilinin arkasına yerleştirdim. Ak- hma karısı geldi. Herifin otomobiline nerek evine gittim. Ona da, doktorun iki adamı çiğnediğini, öldürdüğünü ve bun- dan dolayı korkarak bir yöre saklandı- Banı söyledim. Karı, masalı yuttu. Uzat- mıyalım. Kadını da yanıma aldım ve iki gün iki gece kilömetrelerce yo! katettik- ten sonra karı şüphelenmiye başladı ve düm. «— Sen kocamı öldürdün. dedi. Bunun üzerine hiç düşünmeden onu da öldür- düm, demiştir. Polis, katil delikanlının cebinde 32 ta- ne aşk mektubu bulmuştur. Bütün bu mektublarda, aşkından ya- nıp tutuşan, isterik kızların ve kadınla- rın rica ve niyazları bulunmaktadır. Delikanlının çıldırdığı anlaşılmaktadır. Merzifonda şarapçılık Merzifon (Huzusil) — Bütün bağlardaki üzümler keslimiştir. Havaların mcak gitme- sinden üzümler erken olmuştur. Bu yıl mah- sul az olmakla beraber çok — şiralıdır. Odun kömür buhranı dolayısile halk pekmez yapa mamiş, üzümlerini şarapçılara vermişlerdir. Şehirde şarapçılık seneden seneye ilerlemek- te ve şarap fenni üsüllerle — yapılmaktadır. Yakında (damla şarabu adında yeni bir ya- rap çıkarılacaklır. -— n gaşırmıştım; galiba Sırrı çıldırmıştı. Fakat bunu kendisine söylemeğe cesa- —T | — Hangi tarafa yardım - edeceğime | bir türlü karar veremedim de ondan... — Evet! — Şimdi, İş Bankasına gideceğim. Oradan yüz bin lira alacağım. — Evet! — Bu yüz bin lira benim hakkım. Geçen sene İstanbul şubesi müdürü Yusuf Ziyanın yanında idim. Adanada yağmur yağmadığı için pamuk olma- dığından, tüccarların zarar ettiğinden bahsetti. Ben de kendisine sordum:! — Yusuf Ziyacığım, dedim. Sen ba- nâa kazançtan 96 10 vereceğini vüde- dersen yağmur yağdırırım. O vâdetti. Ben de bu sene Adanaya bal yağmur- lar yağdırdım. Şimdi — komisyotumu istemeğe gidiyorum. — Haydi güle güle! — Sen de gel... Sana da bin Tira ve- reyim. — Teşekkür ederim. Kendisinden ayrıldım. O, kemali 8- zametle yoluna devam etti. Şunu da söyliyeyim ki benden sonra Sırrı ha - kikaten bu parayı istemek için İş Ban- Kasının İstanbul şubesi müdürü Yusuf Ziyaya gitmiştir. Demek zavallı Sırrı çildirmiş ve ba na da bir hayli korku geçirmişti. Bun- dan dolayı büyük bir teessür hisset - mekle beraber acaba ben de onlar gibi abuk sabuk söylensem, yanımdakilere deli kanâatini verebilir mi idim diye düşündüm. Ve bir tecrübe yapmağa karar ver- dim. Reklâm olmasın diye ismini söyle - miyorum. Pangaltıda her gün prafa oy- nadığım kahveye girdim. — Mütcahhit Lütfü ile, komisyoncu Sald Raci beni görünce seslendiler: — Faruk yetiş, üçüncü arıyoruz. — Geliyorum... Oyun başladı. Fakat benim aklım fikrim oyunda değildi. Yapacağım de- lilik tecrübesini düşünüyordum. 'Tabii bu şerait dalresinde oynadı - ğım oyunun nasıl olacağını siz düşü - nün. İki üç kere arkadaşım! kurtarmak mümkünken batırdım. Arkadaşlar si- nirleniyorlardı. Nihayet Lütfü dayana- madı: PZ Faruk, bugün ne biçim oynuyor- |sun? Ya doğru oyna, yahut da kalk |gitt 'eki peki! Dedim. Gene oyuna devam ettim.. fakat ayni hatalar devam ediyordu. 'Tekrar ettiler: Doğru oyna, dedik Birdenbire elimden kâğıtları attım. Kollarımı kaldırdım. Hem Konyalıyı söylemeğe, hem de oynamağa başla - dım. Civar masalardakiler oyunlarını bi- rakmışlar, bizim masanın etrafına top- lanmışlardı. Hepsinin, hayretten birer karış açılmış ağızları karşısında gül - memek için kendimi güç zaptediyor - dum: Lütfü sesleniyordu: — Faruk, bu ne biçim şaka? Otur sululuk yapıyorsun: Sait Raci: — Kâfi, kâfi, gel. Reril oluyoruz. Faruk! Ben — etraftakileri — duymuyormuş gibi: « Yürü yavram yürüs « Konyalının gülü» « Aldattılar beni» « Vermediler kuu» Diye şıkır şıkır oynamakta devam e- diyordum İkal Yavrunun — kâ: p - ——— ŞMEZ - ö ::ı_ı: dakikalarcı va MN e Ben bir taraftan şıkır şıkır çiftetelli oynarken, bir b bb:îî: KM taraftan da Konyalı şarkısını söylüyordum SK Mi e D ve mal lur) Oyun oynamıyor, nasıl çıldıracağımı düşünüyordum 'traftan konuşmalar kulağıma çar. pıyor: — Faruğa ne oldu? — Şakacı bir çocuktur da... — Bu şakaya benzemiyor. Galiba es- rar içmiş. Zannetmem sigara bile içmez..." hoş olm ? Rakı da kul 1 Peki ne olmuş öyle ise? — Çıldırmasın sakın? — Bırak canım, akıllı çocuktur o... — Fakat bu vaziyeti? Ben göbek atmakta ve şarkı söyle - mekte devam ediyordum: «Haniyada benim elti dirhem kestanema «Konyalıdan başkasını istemem vay vaye «Konyalım yürü » Kahvenin sahibi, garsonlar etrafı - ma toplanmış'ardı: — 'Yapmayın cantm, ne oluyorsu « nuz? — Yeter, gel otur! Lütfü yalvarıyordu: — Evlâdım, Faruk.. ne oluyarsun? Hem oynuyor, hem cevab veriyor » rTUM! — BSen oyna dedin, ben de oynuyo- rum.. — Ben sana göbek at demedim, kâğıl oyna dedim... — Ben bilmem, sen oyna dedin, ben de oynuyorum.. baydi sen de oyna.. — Evlâdım... Vazgeç hastasın galk ba.. Üzerine yürüyorum: — Oyha diyorum! Zavallı hem: — Faruk kuzum şakayı bırak Allah aşkına diyor, hem de gerisin geriye kaçıyordu. Ben oynıya oynıya kendisini takip e- diyorum: — Oyna, oyna! Yoksa alimallah... Lütfünün gözleri faltaşı gibi açılmış, yüzü sapsarı, alnından iri iri ter dam- laları dökülüyor, hızlı hızlı nefes alı- yordu — Faruk, Farukçuğum.. — Oyna, oyna! Kimse müdahale etmiyordu. Kahve halkı atrafımızda halka olmuş, bizi seyrediyor: — Oyna oyna diyorum. Yoksa... Lâtfü, elli yaşındaki koskoca tüccar, bütün İstanbulun tanıdığı ağır başlı müteahhit, kollarını havaya kaldırarak oynamağa başlıyor. Artık dayanamı - yorum ve kendimi bir iskemleye atıp kahkahayı koparıyorum.. — zavallının oynaması o kadar gülünç ki! Gülüyorum, gülüyorum, gülüyorum, ılacak gibi gülüyorum.. uzaktakiler söyleşiyorlar — Buna ne oldu? — Yahu böyle şey yapmazdı hiç! — Uslu akıllı çocuktur, —— Ne sslu akıllısı? Baksana? Galiba çocuğa kriz geldi... — Çıldırmasaı? Sori cümle duyulur, duyulmaz etra- fımdaki halka genişledi. Şimdi bana yarı korku ve yarı merhametle bakı - yorlardı. Bana da hakikaten sinir gel- mişti (Arkan var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: