9 Aralık 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

9 Aralık 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“ Ben bir tımarhane kaçkınıyım!,, Nihayet benim muayene sıram da geldi çattı! Kapıdan girerken kalbim şiddetle çarpıyordu. Acaba Adli Tıb doktorları deli olmadığımı anlayacaklar mı idi? Röportajı yapan: (Tereüme ve iktibas —6— devuculuk şimdiki gibi a- ŞiL Harb senesi bu.. 50 lik 100 « oynanıyor. Kaç enayinin para- sayısız... Fakat di - a küçüktüm, bana o vakit Kü - mer derlerdi. Polis de öyle âde Ben o sırala: tetinin altın ettiler, Bilmem söy- ledim mi, beş yaşındanberi rakı içerim n iyelim, dumanladık kafala, Şimdiki gibi otomobil falan yok, at-! ladık bir faytona.. çala kamçı, ver elini Gideceğimiz yer, Etyemezde bostan- nde rahmetli Haticenin evi, Et- Tafta kıyamet kadar incir ağacı... Eve giri arılar hoşur mu hoşur. Enayilerin ağızlarının suyu aktı. Yir- Mişer papele pazarlığı uyuştuk. Aldık sri. Herifler 10 kâğıd da rakı, me- e bana toka ettiler, Cüzdanla- Tımda en aşağı 900-1000 Jira vardı Ka- T ile göz e ştık. Gece enayile- i z. L Rakı geti dar cebdeki ihtiyat cebha- larır za alınmadan... Küt, ır... Meded Allah sormayın.. meğer ak: ikanlı evin karşısındaki asına saklanmışlar, bizi dikiz armış. Girdiğ imdad, ilerden or, lan 4 metre yüksekten atla-| m patlamış. Kan ter e Etyemez karal Polisler onu hastaneye gön- sonra doğru eve... nlar pırrr.. 1 anlatayım kardeşim.. böylece gitti. Hırsızlık yapmadım. Fa- ilik, tavcılık, muhabbet sabıkalandım. ittum, karıların par: işlettim. Anadolu umumhane- lerine İ kandırıp Sat- tm, Fakat her enselenişte yakayı kur- farmanın çaresini buldum. Çünkü e- lünde koskoca bir deli raporum vardı. defa kolay kolay yakayı sıyı- ize 'benzemiyor. Şaka de- | zühreviye hastanesinin cam- ğı indirdim. Soruyorum: 'Tara- fakat yemez finı bulup anafor yedirsem iyi herifei Ben de bir akşam çektim kafayı, Çektim kafayı... Atladım bir sandala yaların üzerinden fırlattım — taşları Camlara. Tal enseleni Merkeze Beldik. Orada da bir rezalet. Mahkeme- Ye sev ldik. Orada numara hazır: öyle buhranlar gelir bana... Elimde ra- Porum var.. ver elini tıbbı adli, geldik bi işden bir yakamı sıyırsam tövbe edeceğim bir daha böyle işler m. İki karı bulacağım on- ını yiyeceğim. yemeği ve yarı uyur, yarı u-| , yni feryadlar, ayni hepsini teker teker an - a imkân yok.. doktorlar gene lım bizi çağıracaklar mı? — Müutlak çağırılar diyor, çünkü ya- Tn cuma, heyet günü Hayrullah bey Belece Kân tahmini doğru imiş, 'kapı a- müjdeyi verdi: bir taş hü- | ş mdanbe-| nce baş-! Farak Küçük beakkı mahfusdurl | — Faruk. Doktora.. Meselenin mühimmi şimdi, dananın kuyruğu birazdan kopacak. Bakalım |tıbbı adlinin bu kadar hasta üzerinde tecrübe yürüten doktorları bana ne di- yecekler? Kalbim yerinden kopacak- mış gibi çarpıyor. Bana, bizim oda ile, doktorun odası arası et uzun gibi geldi. Nihayet kapıdan girdim, İnce uzun bir oda... n karşıda tek bir pencere var, Ö - hünde düz geniş sarı bir masa, | Sağ tarafta iki masa daha.. lüstünde bir daktilo makinesi, Nuri daktilo makinesinin ba- or Rıfki karşıki masada birinin | Yer gösterdiler. arkam kapıya nük oturdum. Gardiyan Niyazi ile, aı im diğer bir ga Rıfkı het beni süzüyor, hem de elinde bir kalem habire masanın üs- kineye geçirdiği beyaz kâğıdı yor. Pencereden gelen güneş gözlerimi kamaştırıyor.. Ohdar susuyo r, ben de süusuyo rum, Odanım de nefeslerimiz bi |duyulmgyor, Yalnız doktor Rıfkın kalemin'n ikları. Herhalde — böyle kadar geçti.. Bende korku oktor benim deli olmadığı - nı anladı mı? yapmağı bi ğa kalktı. Sorguya başladı: — Adın ne senin? — Faruk.. — Bahanın adı? — Hilmi.. — Neye buraya geldin? ayı uzattı. Aldı. Baştan aşağı okudu.. bir daha okudu hilâf ol ama bu okumak, “ıbır Çeyrekten fazla devam etti. Canım sıkılmağa başlamıştı. İçimden bir $ | — Cezayirliyana yaptığın - gibi doktorun da gırtlağına sarıl diyordu. Fakat doktor Rıfkı ile doktor Ceza- yirliyan arasındaki fark vardı. Cezayir- liyan ufak tefek, zayıf, nahif bir adam- dı. Doktor Rıfkı ise, gerçi pek şişman değilse de uzun boylu güçlü kuvvetli |idi. Gırtlağına sarılmak için ya sandal. yeye çıkmam yahud da merdiven koy- mam lâzım geliyordu. | Bu esnada doktor Nuri mütemadiyen |beni süzüyordu. | Doktor Rıfkı tekrar söze başladı: — Bak senin için ne diyorlar.. — Ne diyorlar? — Sen evvelki gün bi ğına sarılmışsın.. — Ey sarıldım ne olacak? — Nasıl ne olacak ya seni öldürsey- i? — Nasil öldürür? — Basbayağı..., Korkar, çektiği gibi seni vurur? sı dağ başı mı? lem ki dağbaşı değil sen ne demiye elâlemin gırtlağına sarılıyor - sun? Ben konuşurken doktor Nuri çatir. şu nin girtla- tabancayı Tnt nen H tüne tık tık vuruyor. Doktor Nuri ma-| Geniş yürekli olması beklenen bir Üp Gazi “Antebden 'A. H. G. rümuzile soruluyor: — Zengin — ola. cak mıyım? Zengin olmak İ- çin geniş yürekli olmağa da lüzum vardır. Vakitli va> kitsiz, lüzumlu lü- zumsuz — sinirlene mek gelecek menfaatleri ürküdebilir. vax İtimad veren bir tip Yozgad — okuyu- | cularımızdan — Siü- leyman soruyor; # Muvafjak ola- cak mıyım? Verilen işleri sa- dik bir düygü İle başarmak istemesi itibarile — itimad kazanmış ve bu vasfa ihtiyacı olan işlerde muvaffakiyetini temin etmiş ola bilir. “PASE |Çok söylemek hazan zarar verir Manisa — okuyu- cularımızdan — Ha- lid - karakterinin tahlilini istiyerek soruyor: — Muvaffak ola- cak mıyım? Çok — söylemek bazı meslekler için lüzumludur. Fak bazan — susmasını, az söylemesini de bilmek lâzımdır. Şaka hüdudunu aşan hareketler ekseriya za- rar da verebilir. ğ övnne inkişafı beklenen bir genç rden Saba- imzasile soruli — Muvaffak o - cak - mayam? Bedeni kuvvet, fikri inkişafla tak- | viye edildiği tak- dirde — muvaffaki- tten şüphe etme yer kalmaz. Son Posta Fotoğraf tahiili kuponu Adres g. G Ni W rmlm (k DİKKAT Fotograt tahlili için bu kuponlardan $ adedinin gönderilmesi şarttır. İ ŞS / 0 ile sözlerimi kaydediyor - sorularına devam etti: aparsın? beri köftecilik mi yaptın? Hayır matbaalarda çalışırdım.. Hım.. evli misin? — Değilim.. — Çocuğun var mı? — Evli olmıyan adamın çocuğu olur mu? — Rakı falan içer misin?, — Hayır.. — Sigara? — Ha, — Eroin, kokain, Morfin? — Hayi — Hele, hele.. doğru söyle eroin fa- lan? — Hayır. — Eskiden hiç hastalık falan çektin i? — Küçükken sıtma çekmişim.. — Başka? — Geçen sene de diş ağrısı.. İkisi de güldüler: — Söyle bakayım, sana böyle cinnet asarı geliyor mu? — Efendim ben deli değilim!.. — Sana deli diyen yok.. yalnız söyle bakayım arada sırada canın sikiliyor mu? : — Sıkılıyor. , m: (Arkan vat) Tarihden sayfalar: Romülüs * Geçenlerde — gazetemizde — okumuşsu- nuzdur: Amerikadaki Mark Twain Ce- miyeti Atatürke bir altın madalya gön- | derdi. Bunun bir tarafında Twain'in ka- bartma resmi, diğer tarafında «Kemal k, Modern Romülüs» sözleri var- dır. Yazdıkları bir mektubun son cümle: de şöyledir: «Mark 'Twain hayatta ol- ün Türk milletine gülmesini ve | içi: hayattan zevk almasını öğretmiş ölan siz- |den fazla fik Mark Twain 1835 de Floridada doğan ve 1810 da ölen meşhur bir Amerikan mi- zah muharriridir. Atatürkü herkes tanır. Fakat Romü- lüs'ü bilmiyen çoktur. Biz öonü tanıtaca- a, Amerikadaki eşbihin ne derecceye li olduğunu tayin kacağız. ç kimseye hayran olmazdı ideyiz.» z ve bu yazının 80 İ yüzün- p kurtulan Ene İ- ya gitti. Torunları, Tiber nehrinin döküldüğü noktanın cenubundaki L da bir krallık kurdular, Al rân bu kralların on ikincisi $ kardeşi Nomitor'u kovarak yerine geçmişti. Nomitor'un Rea Silviya adında bir k- |zı vardı. Kral bu kızı Vesta mabedine ra- |bibe yaptı. Bu sırada harb tanrısı Mars ık oldu. Onunla yattı ve çekilip ya Iki çocuk doğurdu. Bunlara Ro- tülüs adını verdi. ni de bir beşiğe koyarak o gün- uş olan Tiber nehrinl bıraktırdı. Bunlar mili İvei oldu. Beşik suyun üstünde sürüklenip gidi- yordu. ddan 758 sene ev- Aksarayın bu geniş İçinde mi kalacak ? Dün Aksarayda oturan okuyucuları mızdan beşi, matbaamısa — gelerek — der yandılar. Diyorlar ki: semtlerinden — biridir. Topkapı, kadar uzanan semtlerin merkezi — sikleti Bayılır. Sabahları bütün işçiler yaya ola- rak buradan geçer, tramvaylar dolu ola- rak buradan geçer, olomobiller, olobüs - ler, buradan göeçer. Ploryaya giden halk, Çatalcaya otobüsle seyabat öden yokcu - lar buradan geçer. İstanbülun hiç bir ye- ri, Aksaray polis karakolu ile Valide ca - milne kadar uzanan yer kadar işlek ve kalabalık değildir. Fakat bu yerin yalnız iki tramvay geçecek kadar — olan — kısımı parke e döşelidir. Diğer kasımnı çıplak top- rafından | n sularına | Caddesi böyle çamur e— Aksaray İslanbulun en kalabalık Çünkü — Yedikule, Mevlânekapı ve Silivrikapıya kimdir? * * Kral Amolyüs iki çocuğu bir beşiğe koydurdu. Nehrin taşkın salarına bıraktırdı. Beşik sürüklenerek giderken kıyıda bir incir ağacına takıldı. Bir dişi kurd onları emzirmeye başladı, başlarının üstünde | uçuşuyor ve sinekleri kovuyordu. kuşlar Nehir birçok kıvrımlar ve hattâ bir de adacık yapıyordu. Beşik bu adacıktan biraz sonra Palatin dağının eteklerinde bir incir ağacına takılıp kaldı. Çocuklar acıkmışlardı ve ağlıyorlardı. Bir kurd onlara geldi ve emzirdi, Bu işi muntazaman yaptı. Anlaşılan kurdun yavruları öldüğü di şişmişti, çocuklara emzir- rahatlıyordu. Kuşlar da başlarının üstünde uçuşuyor, sinekleri kovuyorlardı. Bir çoban onları gördü ve alıp sında bü. de, hattâ vahşi hayvı uşarak iyordu. Böylelikle pek cesur ve kanlı canlı yetiştiler, O zamanlar orada bütün memlekete İhâkim bir kanun ve nizam yoktu. Otlak çobanlar, gerek efendileri arasında sık sık kavgalar olurdu. Bir gün Nomitor'un gobanları Avantin dağında sürülerini ot- latirken ik dan Romüs'ü esir ederek önüne çıkardılar. Romüs orada kendisinin başından ge- İçenleri anlattı. Nomitor'un kafası hemen aydınlandı. Ölmüş zannettiği torunları nın sağ olduklarını anladı. Romülüs'ü de çağırdı, yanına aldı. İki kardeş dedelerinin ve annelerinin öcünü kral Amolyüs'ten almağa karar verdiler. Onu öldürdüler ve Alba şehrile Jotrafındaki yerleri Nomitor'a teslim et. tiler, Yeni kral bunlara: — Gidiniz, büyüdüğünüz yerde yeni bir şehir kurunuz! Dedi İki kardeş şehrin yerini ve hududunu |kimin tayin edeceğinde anlaşamadılar. (Devams 13 üncü sayfada) efendilerinin raktan ibarettir. Caddenin bütün geniş - İlğine rağmen halk, en tehlikeli yer ola- rak burasını bilir. Buradan geçmek hakle katen müşkül bir şeydir. Çünkü kışın çıp- lak bir topraktan İbaret olan kunm ça - mur deryası ve su gölcükleri içindedir. Ya zın ise burasi iki karış toz ile — kaplır Canından korkan halk, mecburen bu ça- murlu, yahüd tozlu yolu tercih eder. Biz, sokaklarımızın bakımsazlığından vazgeçtik. Nasıl olsa, buralardan geçma. ğe alıştık. Fakat bu koca yolun seneler- denberi parke ile döşenmemesine - hayret ediyoruz. Müracaatlarımıza da niçin bir alâka olsmun gösterilmediğine şaşıyoraz. Belediyemiz istese bu büyük ve geniş yol pek kolay bir şekilde parke ile dö - şenebilir. Çünkü Uramvay şirketi, kendi hatlarının geçtiği yolları parke İle döşe- mek mecburiyetindedir. Ortada — sadece belediyenin bu hususun yerine getirilme- 4 için harekete geçmesi, alâkadar me - rinı bü İşe mi etmesi — kalı Şehrin bu çok işlek semti için İstanbul belediyesinden alâka beklemek hakkımız değil midir?» d

Bu sayıdan diğer sayfalar: