28 Nisan 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

28 Nisan 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ST Eiğaaan — r ea ay l Ti B Başıma gelenler : 3 HASTANEDE arzediniz ki şu anda hastanede- F yim, ve kesim zamanını bekliyen kurbanlık bir koyun gibi sıramı bekli - yorum. Etrafımda bir çok hastalar var. On - ların bir kısmı ameliyat olmuş. Biri: — Güç! Diyor. Öteki: — Kolay! Diyor. Biri: — Ufak bir çizgi çizecekler ne olacak? Diyor. Öteki: — Kös kocaman bir yarık, buna ta - hammül edilir mi? Diyor. Biri: Halime gülüyor, öteki halime a- cıyor. Doktor bakıyor: — Aslansın, diyor, hiç ehemmiyeti yok. Başka doktor: — Korkak, diyor, çocuklar bile senden cesur. Hastanın biri kulağıma eğiliyor. — Senin yattığın yatakta senin gibi | biri daha ameliyat olmuştu. Haftasına !hl.mıd.ı. hastaneden sapasağlam çıktı. Bir başka hasta kulağıma eğiliyor: — Bu senin yattığın yatak var ya, di- yor, hiç uğurlu değildir. Kim yatsa öbür dünyayı boylar, Hastabakıcıya soruyorum: — Siz hiç ameliyatta bulundunuz mu? -— ! — Peki güç müdür? — Yok ne olacak. Biz yardım ederiz. — Hayır sizin için söylemiyorum, ame- liyat olan için! — Ben onu ne bileyim? — O da var ya, peki ben ne vakit ame- Tiyat olacağım. — İki gün sonra. — Öt Diyorum. İki gün daha ben böyle mi düşüneceğim, böyle mi konuşacağım, böyle şeyler ml duyacağım? İsmet Hulüsi (— Baunları biliyor mu idiniz? | Vergi eski İbraniler zamanında bile Verginin tarihi de pek eskidir. İb- ranilere kadar çı- kar. İbraniler, haz. reti Musa zama- nında, hayvanları- nın ve istihsalleri- nin onda birini rühbanlara verir- lerdi. Fir'avunlar zamanında ise, bu mik- dar beşte bire çıkarıldı. Atinada, hakim Solon, varidatın derecesi ile artan bir müterakki vergi koymuştu. Eski Romalı- larda ise, vergiler, imparatorların askeri ve hususli masralflarının karşılığını teş- kil ederdi. * Lokomotif mucidinin uğradığı hücumlar Lokomotifin mu- cidi olan İngiliz Stevenson tam iki sene muarızlarının hücumlarına — ce- vab vermekle meş- Bgul oldu, her ka- fadan bir ses çıkı- yordu. Birisi, at neslinin mahvolacağımı, Okuyucularıma Cevablarım.. İstanbulun merkez semtlerinden bi- rinde oturan bir genç kadının bana anlattığı hâdise kısaca hülüsa edilebi. lir: — Annem, babam, kardeşlerim — ve kacam bir evde oturuyorduk. Şen ve mes'ud yaşıyorduk. Geçenlerde ko » camla erkek kardeşim ehemmiyetsiz bir mesele üzerinde münakaşa yap « tılar. Sert ve acı kelimeler teati etti » ler. Şimdi kocam: «Artık bu evde o turamam, ayrı bir eve çıkmalıyız» diye başladı. Mali vaziyeti müsalddir, çı - kabiliriz. Fakat ben aileme çok merbu- tum, istemiyorum. Diğer taraftan koca. mı da seviyorum. Müşkül vaziyette « yilm. Ne yapayım? diyor. * Ben bu genç kadını müşkül değil, tabil vaziyette görüyorum: — Evlenen bir kızın ailesi, annesi babası, kardeşleri değil, kocasıdır. O- 'nu sevecektir. Onunla ömür sürecektir, Şu halde © nereye giderse anu takib edecek demektir. «İç güveysi> tabirini yalnız şarkın eski tarihi tanırdı, Bu « Yemek bıçaklarının ucları niçin sivri değildir? Umumiyetle ye- mek bıçaklarının ucları yuvarlaktır. Bunun sebebini el-> J"’“’/"//, Kalın düz yünlü klâsik tayyör Kalın düz yünlü kumaş. Yakası eşarp şeklinde siyah üstüne beyaz benekli (sü- bette bilmiyorsu Ceeemmian) |7*) dan bluz. nuz! Vaktile sofra- lara — bıçak kön- mazdı. Herkes cebindeki bıçağını çıkarır ve yemeğini o biçakla yerdi. Bu bıçakla- rın ucu sivri idi. Yemekten sonra da kür- dan vazifesini görürdü. Fakat yemekten sonra sofrada herkesin bıçaklarile dişle- rin! temizlemeleri öyle iğrenç bir man- zara hâsıl ederdi ki nihayet yemek mâ- salarına birer bıçak koymak icab etti ve bu bıçakların uclarının sivri olmaması- na da dikkat olundu, eeereesenenecenceca: ötekisi lokamotifin bacasından yangınlar çıkacağını, bir diğeri dahili turizmin kal: kıp memleketteki otellerin ve hanların yıkılacağımı, bir başkası kazaların urta- cağını iddia ediyordu. Bir gün, bir adam Stevenson'a sordu: — Ya trenin önüne bir öküz veya inek “|çıkarsa? ” Stevensoan cevab verdi: — Öküz veya ineğin vay haline, O da- vayı böylece kazandı. günün hayatı gayri tabli bularak kal- gdırdı. Ve anlaşılıyor ki okuyucum gayri tabil hayattan çıkarak tabil bir hayata girecektir. Sıkılmakta, mütecs- gir olmakta haksızdır. Fakat kendisine tavsiye ederim: Bu istihaleyi gayet fatlı bir şekilde yapmalıdır: — Kocanıza itaat edeceğinizi söy - leyiniz, hattâ memnun olduğunuzu ilâve ediniz. Bilmukabele kardeşinizle barışmasını isteyiniz. Buna kolaylık - la muvafakat edecektir. 2 — Kardeşinizi de ayni yola geti - riniz. Şeklini bulmak güç değildir. * Sungurluda Bay «P. C. & Medeni kanun eski âkidlerde mihir namı altında giriştiğiniz taahhüdü ilga etmiştir. Fakat anun yerine zevce hu- kuku koymuştur. Miras meselesinde kızla erkek arasında fark yoktur. Ay- ni derecede istifade ederler. * Edirnede Bay «K. D.» ye: Yüzüğü iade etmek ile verdiğiniz sö. zü geri almış olursunuz. Fakat kız ta- rafı bu akid dolayısile muhtelif mas - rTaflar Ihtiyar etmişse bunu sizden is- temek hakkını muhafaza eder. TEYZE Kanutyenin kordelâsı bluzla bir renk- tedir, Beyaz bir yaka elbiseyi ne kadar de- Biştirir. Şu üç örnekten birini yaptırıp * veya yapıp - düz, koyu renk robunuza takınız. Giymekten bıktığınız - elbiseye giymiye doyamıyacağınız bir güzellik gelecek. A. Organdiden yapılmıştır. Genç yüz- lere çok yaraşır, B. Pikeden yaka ve jabo. C. Plastron ve yaka ikisi de pikeden. Kaş bakımı Kaşlarınızı alacağınız gün etraflarına bol vazeiin sürmeyi unutmayınız. Hem tüylerin kolay çıkmasına yarar, hem de- Tinin tafPriş olmasına engel olur, acaksızın maskarâ!ıh!arı ; Z— EDEBİYATE Hayat vehayal tesadüfleri Hayat ve hayal tesadülleri, bütün maktadır. Öyle ki bazan Bir san'atkâr, peygamberce bir ilhamla, istikbalde olacak bir vak'ayı bile tasavvur edebiliyor. Halld Fahri Ozansoy Yazanı Türk vatanında bütün yürekleri sızla- tan Kırşehir ve havalisindeki zelzelenin acıklı meticelerini mahallinde tedkike gi- den Naci Sadullahın muntazaman «Son Posta> ya yolladığı yazıları hiç şübhesiz okumuşsunuzdur. Tabiat hırçınlığının bu insafsız ölüm destanında gözlere sıcak yaşlar dolduran ne matermli safhalar var! Sadece enkaz altından parça parça çıka- rılan kardeş cesedlerinin hikâyesi değil, en sessiz ve sessizliği nisbetinde sonsuz bir haile saklıyan hâdiseler bile okur- ken insanı ezip harab ediyor. Ya bu deh- şetin ilk gününden son gününe kadar içinde yaşıyanlar ne hissederler, her lâh- za nasıl kalblerinin zalim bir pençe ile burkulduğunu duyarlar? Hangi dehşet edebiyatı en sade çizgilerle bundan daha hakikfdir? Meselâ Naci Sadullahın 23 ni- san tarihli mektubundaki şu satırları 0- kuyalım: Bu akşam, Akpınar köyünden uzakla- şerken yanımda bulunan Kızılay müfet- tişi: — Şuraya bak! dedi, Parmağile gösterdiği yer, önünde bu- lunduğumuz köy mektebi idi. Fakat mek- tebin yalnız bir tek duvarı ayaktaydı. Ve içi molozlarla dolu olan duvarsır derslia- nedeki küçük rahlelerden birinde bir a- dam oturuyordu. Arkası bize dönük bulunan bu adamın o tehlikeli harabede ne yaptığını, ne ara- '|dığını anlamak merakını yenemedim. Fakat biraz yaklaşınca göğsüme kay- nar sit gibi yakıcı bir sıcaklık yayıldı. Gözlerim doldu. Çünkü, alaca akşam karanlığında seç- tiğim sima, köy mualliminin yüzüydü. Ve enerfjisini sabahtan akşama kadar bedbaht köylülere bir sebil gibi dağıtan, konuşan, gülen ve güldürmeye çalışası | fJedakâr İstanbul çocuğu, şimdi kimse ta- rafından görülmediğinden emin olarak, Ki K6 edebiyatlarda sürprizler doğur- levhalarınım bir tanesinden bir koca ro- man çıkarılabilir. eSon Posta» muharı- rinin bize kısa bir tablo içinde çehresini gösterdiği köy muallimi tipi de bunun örneğidir. Burada hakikat, san'attan ev« vel davranmıştır. Bir misal daha göster. — mek için gene ayni arkadaşımızın zelze- * le sahasından gazetemize yolladığı daha evvelki bir mektubundan şu satırları da çıkarayım: sİşte beş çocuğu ile beraber şuurunu da kaybeden bir baba... Zelzeleden evvel her akşam evinin önüne çıkarak bağırır, evlâdlarını yemeğe davet edermiş. Şimdi de akşamları ayni saatte gene onları ça- ğiriyor!> Bu satırları okuduktan sonra bir an, merhum Müftizade Ahmed Hikmet'in «Haristan ve Gülistan» isimli hikâye cik dini ve o cilddeki Ninni hikâyesin hatır- layım. O hikâyedeki, çıldırıp, ölen çocu- ğüunun boş beşiğine bir gece yarısı ninn! söyliyon zavallı Zehrayı bu babaya ben- zetemez misiniz? Demek ki bazan hikâya ve romancınım — muhayyelesi — hakikf vak'aları, daha olmadan da yaratabili- yor, Zaten hayat ile san'at arasındaki bu sıkı bağlılık olmasa hangi esere fazla kıy" met verebiliriz? Hâsılı hayat ve hayal tesadüfleri bütün edebiyatlarda böyle sürprizler doğur maktadır. Öyle ki bazan bir san'atkâr, peygamberce bir ilhamla, istikbalde ola. cak bir vak'ayı bile tasavvur edebiliyon Buna da bir misal isterseniz bütün düne yada romanı ve sinemalarda filmi meş hur olan Atlantide'i gösterebilirim. Bu romanın bir yerinde, çölün bilmem hangi uzak bir noktasındaki bir vahada, bir w fak kuyu başında yedi sekiz kişilik bir Fransız karakolu yerliler tarafından ök dürülüyor. Garib değil mi? Yedi sent sonra ayni vak'a (fakat bu defa romandaâ değil, hayatta) tekerrür etmiyor mu! köndi köndinz, Yahat Tuhet, kona Banü, EHem nerede? Çölde, ayni noktada! hıçkıra hıçkıra ağlıyordu! Biliyorum: çok kişi buna sadece tesa- düf diyecekler. Doğru! Yalnız daha ev. N_ıcı' Sadullahın bütün sadeliğini için- | vel gu kelimeleri ilâve etmek şartile: Ha« de ince bir artist duyuşu ve görüşü ile|kikat ve hayal... İşte bütün tesadüfler canlandırdığı bu levhada, bu ıztırab ve|içinde en hayret verici olanları da bu ha« feragat levhasında, R. Dorgolâs'in Tahta- | kikat ve hayal tesadüfleridir. salibler romanındaki bazı pasajları ha- tırlatan ne derin bir hüzün var! Dorgolös, © meşhur harb romanında, bir akşam bir kasabaya gelen bir Fransız taburunun eğlenmek ve bir gün bir gece için ken- dini unutmak ihtiyacını tahlil ediyor. Sonra neferlerden birinin akşam karan- lığında bir kapıyı çaldığını anlatıyor, Bu kapının kapısı üstüne bir deste beyaz yaşemin asmışlardır ve herhalde burası bir zevk evidir. Halbuki kapı açılıp içe- riye giren ve bir merdiven çıkarak bir küçük odaya dalan nefer, aylarca ve hat- lâ senelerce devam eden büyük harb içinde bir akşam eğlenmek isterken bu arzusuna uygun bir dekor içinde değil, gene ölümün karşısına çıkıyor. Orada ö- lüm görüyor. Fakat bu defa bir küçük çocuk ölüsüdür. Göğsü üstüne bir demet beyaz yasemin koymuşlardır. Çün- kü; o kasabada, masumiyetin timsali ola- rak, çocuk cesedlerinin göğsüne hep böy- le bir demet beyaz çiçek bırakmak âdet- tir. İşte Roland Dorgolös'in rortanındaki bu pasaj ne kadar inceliği ve sadeliği içinde hazinse, Naci Sadullahın Anadolu- daki zelzele sahasından bize perde perde açıp gösterdiği bir kısım levha dahi o kadar elemle doludür. Bu hakikf ıztırab Ne garib! Anadoludaki müdhiş yer sar sıntısının Naci Sadullah tarafından tes bit edilen levhaları bende bu fikirleri w yandırdı. Ama şunu da düşünüyorum Edebiyatın mübim bir cebhesi facia ol duğuna göre, bu haftaki yazımda başki hangi faciadan bahsedebilirdim? Bu mil! mâateme benim sütunumda da hiç olma? sa bu salırlar yer alsınlar! Halid Fahri Ozansoy TAKViM SĞ CĞ ———

Bu sayıdan diğer sayfalar: