10 Mayıs 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

10 Mayıs 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

8 Sayfa BSON POSTA RESİM Leopold Levinin sergisi Yazan : Fikret Âdil Sergideki tablolardan biri: İstanbul manzarası Güzel San'atlar Akademisinde, Fran- Bız Tessamı ve Kültür Bakanlığının Türk resmine bir yöl çizmesi, resim tedrisatı- nı teftiş etmesi için getirtmiş olduğu Pro- fesör Leopold Levl bir sergi açtı. Bu ser- Bi, san'at hayatımızda mühim bir hâdi- sedir. Çünkü dünya ölçüsile birinci shif bir yabancı ressam, İlk defadır ki mem- leketimizde eserlerini toplu bir halde teşhir ediyor. Sergiyi, Leopold Levi, gene memleke- timizde ilk defa olan bir hususiyetle, kendinden bahseden bir hitabe ile açtı. Resim kültürümüz o kadar noksan ki, bu hususta ne kadar söz söylense, hattâ bir ressam kendinden bile bahsetmek vesile- sile bunu yapsa, gene azdır. Nerede kaldı ki, Leopold Levi hitabesinde, teşhir etti- ği eserlerden değil, sadece şahsiyetinden bahsetti ve esasen son zamanlarda, san'atkârların, sergilerinde, kendilerin- den bahsetmeleri bir âdet hükmüne gir- miştir. Bunun sebebi nedir? Bence sebebi, ale- lâmum san'atın ve bilhassa resmin, ta- mamen ferdi, şahsi bir araştırma ve teza- hür oluşunda, münekkidin nihayet bir san'at köm ncusu vaziyetinde kalarak hem san'atkârı, hem de seyirciyi mem- nun edemeyişindedir. Hoş iki tarafı da memnun etmeğe imkân mı var? San'at- kâr, birçok ihtiyaçları olan, her gördüğü şeyde bir fayda arıyan, inanı halis ve tam bir.san'ata karşı daima şüb- imkânsız | heli ve hattâ düşman bir vaziyet takı-| nan cemiyet içinde, her 2aman bir lüzum- suz mahlük, bir deli gibi telâkki — edil- miştir. Cemiyet, kendisine arzedilen her şeyin niçinini, nedenini arar ve san'at- kâr, yalnız pratik ve gündelik lüzumla- rım ifadesi için yapılmış vokabülerle «Hayri kabili izah» m İzahını yapamaz, muğber bir çocuk gibi kalır. e Resim sergisi, bir mahkeme salonuna benzer. Ressam, hepsi birer gayri mes'ul | müddeiumumi olan seyircilerin ithamla- rından haberi olmıyan bir maznundur. Onun yegâne silâhı, eserlerinin dilsiz müdafaasıdır. Fakat dilsiz kendini nasıl müdafaa eder? İşte san'at münekkidinin rolü burada başlar, münekkid san'atkâ- rın müdafaasını üzerine alır, avukatlığı- /| ev yalnız dışardan olacağı gibi, Leopold Levi formüllerle öğrenilebilir. bir vardyete sokmak istemişlerdir. Halbuki üslüb ile şahsiyet birbirinden ayrı şeylerdir ve Leopold Levi'nin bütün tablolarını ayni imiş gibi göstermekle beraber bi- ribirinden ayıran işte, bu şahsiyettir. E- ğer sadece üslüb olmuş olsaydı, o da, ken- disinin bir vakitler mensub olduğu «İauve>» ler gibi artık eski ateşinden şim- di elinde sadece bir «metier» kalmış ©- lurdu. Sergide beni en çok memnun eden yey- lerden biri de, tablolarile beraber, Le0- pold Levi'nin gravür, desen ve akuarel- | lerini de teşhir etmiş olmasıdır. Bunlar sayesinde ressamın kabiliyetlerini, zâf- larını ve kuvvetlerini açıkça görüyoruz. Leopolâ Levi'nin gravürleri fevkalâde güzel. Onlardan, kendisinin nasıl mü- cerrede, iç âleme doğru gittiğini adetâ a- dim adım ve tablolarından daha sarih bir şekilde takib edebiliyoruz. Leopold Levi, gravürde hakikaten bir üstaddır. Bundan sonra yapılacak sergilerde ay- ni usulün takib edilmesi çok iyi olacak, | Çünkü desenler, gravürler vesalire.. ile bir san'atkârın, resim unsurlarına nasıl ve ne dereceye kadar tasarruf - ettiğini görmek, fikir edinmek kabil oluyor. - Bir yalnız S1 yaptığı san'atkâr fena bile olsa onu | içerlerinden de güzel olabilir. Bunu anla- mahküm etmez, lehine esbabı muhaffefe | mak için her tarafını görmek Jâzımdır. - arar. Tıpkı avukatlar gibi. e Anlaşılması, yalnız anlıyamıyanlar için imkânsız olan resmi anlıyabilmek için iki yol vardır. Biri, resim kültürüne sa- hib olmak, öteki, resmi sevmek. Ben, sadece resim kültürümüz olma- dığı için değil, his ve kalbe en yakın ol- duğu için, ikinci yolu tavsiye edeceğim, ve fena bir ressamın, her şey olabilece- Bini, fakat hiçbir zaman iyi bir ressam olamıyacağını kaydettikten sonra, Leo- pold Levi'nin eserlerini nasıl sevdiğimi Böyliyeceğim. Sergiyi, dört defa, muhtelif arkadaş- Jarla gezdim. Hemen her seferinde, arka- daşların, gördüğümüz tabloları, birisine, bir şeye benzetmek arzularına şahid ol- dum, bir tablonun önünde Dören'den, ö- tekinde Şiriko, bir üçüncüsünde Verlen- den bahsedildiğini duydum. Tasniften hiç hoşlanmam. Tasnifi mah- dud san'atkârlar icad etmişler, her san'atkâra bir üslüb tayin ederek orudan tanımak, üslübu da kaldelere bağlıyarak, reşmi, adetâ amali erbaa gibi muayyen Leopold Levi'nin eserleri, ilk bakışta göz âlan sarışın Hollywood güzelleri gi- bi değil. Onlarda, baktıkça kendini ifşa eden bir esmer güzelliği var. Onda ciddi- yet ölçü, neş'e, huzur şeklinde tezahür ediyor. Leopold Levi heyecanımı bir tek tabloya boşaltıp bitirmemiş, bir mevzuu büyük bir sabırla, sükünla birçok kere- Jer tekrar tekrar ele almış ve üzerinde büyük bir inadla çalışmıştır. Çok eskiye #id intıbamı veren bir tablosunun yeni yapılmış, yeni hissini verenin de ilk yap- tığı tablo oluşu bundandır. Zayıf taraf- ları yok mu? Belki var. Fakat görünmü- yor. Hem bundan ne çıkar, Esasen öyle zannediyorum ki bir san'atkârın her ta- rafı ayni derecede kuvvetli olursa, onun eseri san'at eseri olmaz, San'at eseri, bir san'atkârın, zayıf taraflarını örtmek için | meziyetlerini tezahür etlirmesi değil mi- dir? Sergide, İstanbulda yapılmış olan, zan- nedersem beş tablo var, Bunlardan üçü manzaradır. Bu manzaraları görenler, |Leopold Levi'nin san'atı, san'at telâkki- leri hakkında kâfi ve sarih bir fikir edi- nebilirler. Leopold Levi burada yaptığı - Muallimlere erzak tevzil Yazan: Muallim Nihad mumi harbin üçüncü senesi orta- larında idi. Geçinmek imkânları büsbütün sarpa sarmıştı. Maaşların kıy- meti yoktu. Faraza bin kuruş maâaşı 0- lanın eline tekaüdiye ve pul parası ke- sildikten sonra sekiz yüz kırk sekiz kurüş giriyordu. Ölen karım da hoca idi. İkimizin maaşlarının yekünu 1253 ku- ruş tutuyordu. Biz zavallılarsa küçük çocuklarımızı baktırmak üzere hizmet- ciye 300 kurüş veriyor, mahalleden ve- rilen vesika ekmeği gündüz hizmetçi ve beraberinde getirdiği kendi çocuk- larile bizim yavrular tarafından pay- laşıldığı için biz her akşam 20-25 ku- rüş vererek bir asker ekmeği almak mecburiyetinde kalıyorduk. Bazan mahallenin vesika ekmeği de sabahtan verilmez, ikindilere k biz mekteb- lerimize aç ve biilâç koşuşmaktansa bir 20 veya 25 de sabah için vermek zor- luğunda kalırdık. Diyebilirim ki karı, koca her ikimi- zin maaşının dörtte üçü hizmetci aylı- ğile ekmek parasına gidiyordu. Kalığa gelince: Ne hatır ve hayale gelmez ye- mek taslakları icad ediyorduk. Meselâ bunlardan biri sucuk tükenmezi idi. Beş kuruşluk sadeyağında bir iki baş soğan sarartılacak, ondan sonra yassı sucuklar ince ince kesilip atılacak, azı- cık kızarır gibi olduktan sanra bir maş- raba sıcak — su katılıp — kaynatılacak ve baharlı kokusu iştiha veren bu yemek kapışa — kapışa — yenilecek. Gene — sucukla — pişirilmiş — fasulye çorbası veya bakla çorbası, — bul- Rgur çorbası hemen hergün tekerrür e- den mahdud gıdalarımızın envamn - dandı. Bir aralık muallimlere maaşlar'ından kesilmek üzere ucuz fiatla erzak vori- leceği lâtif orlada |başladı. Sevi: ğ pek kolay tasavvür edebilirsiniz. Fakat acaba bu rivayet hakikat mi idi, İbir yem borusu mu idi? Şübhemi gün devam etti. Maarif müdürlüğün- den verilen bir emir işin hakikat oldu- ğunu meydana koydu» Gelen emirde erzakın müfredatı ve mikdarı da zik- rediliyordu. Bir gün gelip de o badire- den sağ kurtularak bizden sonraki nesş- le o acı günleri yazacağımı hiç de tah- min etmediğim için o cedveli aynen saklamadım. Fakat Allaha şükür hoer patırdıya rağmen yükünü boşaltmıyan hafızam aşağı yukarı bir iki ufak hata ile şöyle olduğunu hatırlıyor: Bir buçuk kilo sade yağ - İki kilo zeytinyağı - üç kilo gazyağı - üç kilo şeker - altı kilo bulgur - üç kilo pi- rinç - üç kilo kuru fasulye - yüz yirmi |beş gram çekirdek kahve - otuz yedi buçuk gram çay - bir kilo sabun - altı |kilo patates, Verilecek erzakın tevzi mahalli şim- diki İstanbul erkek lisesinden Mah- mudpaşaya giden yolun üzerinde sağ tarafta ahşab ve muazzam bir konak vardır. O zaman bilmem ne nümmme mektebi idi. İşte orası. Dağıtma tarih- leri de tesbit edilmişti. Bir salı öğleden sonra ve bir perşembe öğleden sonra, İs tanbulun, İg:küdınn. Kadıköyünün, Boğaziçinin, Bakırköyün, bütün llk - mekteb hocaları mektebden alacağımız tablolarında, Piyer Loti vari, cami, med- rese, kafes mevzuları aramamış, böylece, zevahire ne kadar az ehemmiyet verdiği- ni göstermiştir. Filhakika, o, her tablo- sunda görünürü değil, görünmiyeni, ru- hu, iç âlemi vermek ister, Araştırmaları da hep bu bakımdandır. « Sergi birçok bakımdan alâka uyandır- dı. Daha ilk gün, onun resimlerini ilk de- fa görenlerden bir kısmı: | — Modern resim bu mu? Diye birbirlerine garuşturdular, bu |tabloları, mahallebici dükkânları, üzenti İapartıman medhallerinin duvarlarında |görmeğe alıştıkları resimlere benzeteme- | dikleri için şaşırdılar. Fakat sergiden, re- |sim hakkında derin bir malümat değilse de, büyük bir fikir edinerek çıktılar. vesikalarla oradaki heyete müracaat e- dip istihkakımızı alacaktık. Fiatlar da tasrih edilmişti. Piyasaya nisbetle ha- kitaten ucuzdu. Meselü, piyasada kes- me küp şekerin okkası 350 iken bize kilosu 50 ye, gazyağı 320 kuruşken bi- ze kilosu 40 kuruştan.. diğerleri de bu- na mümasil tama ve rajbet uyandıra- cak fiatlarda idi. Fakat ilk maaşımız- dan erzakın tutarı bir hamlede kesile- cekti. Maaşı yetişmiyenlerin de iki ma- aşından kat'iyat İcrasile hesab kapatı- lacaktı. Karım mektebden vesik: ahp bana verdi. Ben de aldım. salı günü erzakı koyacağımız gaz kesi, çuval, zeytinyağı teneke veya şi- şesi gibi kabları hazırladık. O akşam karı koca bir hesaba oturduk. Bu bol erzak fukara evimiz için büyük bir ni- metti. Ama 6 av alacağımız maaşlar gürme gidiyar, bize ekmek parası ve hizmetci aylığı bile kalmıyordu. Karı- ma dedim ki: — Yahu! Maaşı ki daşlar vesikalarını elden sattılar, Biz de böyle yapsak. Meselâ; senin kakını okutsak, benimkini alsak. kinden elde edeceğimiz para zannede- tim ki aylıklardan edilecek — kesintiyi 1 eder. Etmese de benim al erzaktan bazılarını da piyasa fiatından beş on kuruş eksiğine versek kim olsa alır. Çayı satarız, şekerin bir kısmını satarız. Ne dersin? Rahmetli uysal refikam derhal mu- vafakat gösterdi. İyi ama, bu saatte bu- nu kime satabilirdik?... Biz harbin ikinci senesinde evin bir kısmını kiraya vermiştik. Şamdan mı, Halebden mi gelmişlerdi, oldukça va - kit ve halleri yerinde bir aile kirala- mıştı. Yirmi yaşında bir kız, yirmi beş yaşlarında bir oğlan, kırk, kırk beş yaş- larında bir valideden ibaret olan bu a- ile, harbin bize yüklediği zaruretleri çekmez gibi geçinirler, hattâ bazı ak- şamları küçük yavrularımıza ufak ta- baklar içinde bizim birkaç senedir ta- dını unuttuğumuz yemekleri verirler- di. Refikamın vesikasını satmak için bunlar aklıma geldi. Aralık kapıyı vur- dum. Oğlu cevab verdi, Ziyaretime mü- saadesini rica ettim: — Buyurunuz muallim bey, şeref verirsiniz!. Cevabı geldi. Kâğıdı cebime sokup geçtim. Bizim evde yüzünü çoktan gör- mediğimiz kahveyi içtik. Meseleyi an- lattım. Sonradan bir bakkal dükkânı açışından Aanlaşıldığına göre ticaret fikri kuvvetli olan bu genç, benimle çetin bir pazarlığa girişti. İşte bütün ömrümde var kuvvetimle malımı saf- makta bir Yahudi hasisliği gösterdiğim gece bu gece olmuştur. Bu his bana ne- reden geldi? Bunu pek de tahlil edeme- dim. Var kuvvetimle ben de çe! 'Tut aşağı, vur yukarı vesikanın bütün tutarını oraya tediye edeceğinden baş- ka on Jlira elli kuruş da kâr etmek su- retile sattım ve parayı derhal a!'dım. i|bir mesireye toplanarak eğlenti zı iğfal ettiğime zahib oldu. Oturdulür bir de ona besab döşettim. On lira kuruşa erzakımızı alan delikanlı yemi” yip de piyasa üstünden beş on kül eksiğine de satsa 350 kuruştan fâ kâr ediyordu. Yarın erzakımızı alacaktık. Ş'ımdl' ki halde on Jira elli kuruş da paranmtlf vardı. Geçirdiğimiz çok acı günle böyle gökten inmiş bir nimet, bir kud' ret helvası görmemiştik. Öyle ise B akşam olsun rahat rahat uyuyabilirdi Muallim Nihad (Arkası vur) Gelevi köyü cinayeti elevi köyü cınaye Köy bekçisini öldüren kur” İşun bir kızın da kafasın! delip geçmiş Silivrinin Gelevi köyünde bir cinif yet olduğunu, y isminde Jşahsın köy bekçisi Fahreddini tabandf ile vurup öldürdüğünü yazmıştık. Hidrellez günü olması münasebeti le Gelevi köyü halkı civarındı e ya |parlarken bir aralık Süleyman tabafi casını çekerek birkaç el havaya ;f&; miştir. Bunu gören köy bekçisi işe dahale etmiş ve Süleymanın tabai sını almak istemiştir. Nihayet köy halkı aralarına girefJ işi yatıştırmışlar ise de bekçinin bU; reketinden son derece muğber olan leyman tabancasımı bekçinin üıefi, tevcih etmiş, çıkan kurşun bekçi reddinin sağ memesi altından girip " , kasından çıktıktan sonra orada oynü | makta olan, ayni köy halkından 'Hasâ * nın 5 yaşında kızı Huriyenin yüzüf | den girerek kulağının ım;mdîıh% mak suretile onu da ağır ve t surette yaralamıştır. Hâdise hskk—“" zabıta ve müddelumumilik — tahki! tamik etmektedir. Nazillide bir ihtilâs Nazilli (Hususi) — Nazilli tayyare ÖŞ miyeti şubesinde yapılan teftiş netitf , sinde sekiz bin lira açık meydana G4 mıştır. Aydın tayyare cemiyeti relsi Ko vilâyet encilmen üyesi Ahmed Emin desine bu yıl mıntaka tayyare şube “ir teftiş ve kontrol vazifesi de verilince “ , med Emin Gürel derhal teftişlere b*?.' mış ve Nazilli şubesinde sezdiği yovâ luk üzerine derhal merkeze malüm&t V miştir. i Anhkaçadan gelen tayyare cemi; g müfettişi Bahri lle birlikte üç senelik sabatta yapılan tedkikat neticesind€ övt zilli Hava Kurumu kütib, ı.ıısud:J; odacısı üzerinde 8 bin lira kadar Zi Y mevcud olduğu anlaşılmış. kâtib ş yin Sezgin, tahsildar Etem oğlu v |odacı Hasan çavuşa hemen işten dğ; Fakat kararımız şu idi ki yarın bera-|emlâkine ipotek vazedilmiştir. Üç el ber gidecektik. Buna muvafakat ettim. Yüzüm güler bir halde bizim bölüğe avdet ettim, Fikret Adl | - Karım vukuuhali duyunca kiracımı- tirilerek hükümetçe bunların ema içinde bu para ödettirilecektir. TAY? şubesi işlerini buraya çağırılan (KÖT Bu) kâtibi idare etmektedir. Teftiş VE © kiklere devam edilmektedir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: