21 Mayıs 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

21 Mayıs 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“Tarihi tedkikler: Muhtelif devirlerde Osmanlı İmparatorluğunun Fatih zamanının varidatını 4-5 m KUĞ V B Muvafık olur. Kanuni Süleyman zamanında bile imparatorluk vari- datı sekiz on milyonu geçmemiştir. On yedinci astr başlarında tesbit varidat mikdarı on dört milyon altın liradır. Bu da şimdiki paramızla takriben yüz elli milyona muadild'r. devlet varidatı... ilyon altın olarak tesbit etmek Mbdem devlet, haktan aldığını halk â harcar. Memleketin günden gü- ünleşmesi bu hususta müsbet hü- ._:mıın kâfidir. Bu da devlet vari- artmasile anlaşılır. Çünkü ancak F olan verebilir. NM €ğer masrafını varidata göre a- *Ü* işleri çevirirse onu menfi ta- tenkide hiç kimsenin hakkı ola- Yeni Türkiyenin Lozandan sonraki _&Mmm büdeesi, «t0» milyonu â- .iı.,;:mk üzere «100» milyon varidat tdu. (Tarih, Cild 4, sayfa 216). Kamutaya verilen büdcedeki TMikdarı <250> milyon liradır. * Tilyon artış var. Âşarın da Cum- ük senclerindenberi kaldırıl- u hesaba katınca artan mik- milyona çıkar. On beş sene gibi ve devletin ömründe pek kısa zamanda bu derece İlerleyiş e- Bgörülmüş değildir. Büdcemizin da ayrıca iftihar edilecek SK âğğ ıi B ğ !ğ'!;f ! F bu vaziyette bulunduğumuz sı- imizi geçmiş senelere çevire- âanlı imparatorluğunun varidat £ İş %bıı küş bakışı atalım: —.n tililarda devletin varidatı şer'an N&ı *Cizye — Hıristiyanlara mahsus ile hıristiyan devletlerden alınan Aşar ile memlehalar hasıla- Ve ganaimin beşte birinden iba- Hükümetin masrafı az, varidatı Z Refik tarihi umumisinin altın- 432 inci sayfasında bunları birkaç satır sonra Yıldırım Be- inda sadrazam Âli Paşanın | ihtişam ve israfın başladığını YF li AA | daki devlet varidatının | altından - fazla olduğunu * den öğreniyoruz. (18 inci ki- 281). Kalkandilas bu mikdarı haklı Milyona çıkarır. Gene garblı bir tarihcinin Hadesine göre kuruştur. Tarihci İdris bir ü ıım «10> akçeden fazla oldu- » Kıbris adasını — zapteden uSlafa Paşanın beraberinde bulü- iye bakılırsa bir dirhem dirhem bir dinar yani al- —h.:;!lle «120> akçe bir kuruş ©- 1 Nlh «12» altın değerindedir. Bi- kllmvı.ımnı onun yanında ne b h—:"'lllı kalıyor. Tâan son garblı. tarihcinin bir yanlışlık olduğu mu- * Çünkü «l0» milyon kuruş âltındır. Kanuni Süleyman Osmanlı imparatorluğu- sekiz on milyonu geçmemiş- rivayetler neticesinde Fa- Varidatını «4-5, milyon al- fesbit etmek daha muvafık ETEŞE, Eğ!'ff HILİEFİ T ALELERİEİ, İA İ l Süleyman devrinin, Os- nun en kuüvyetli ve ğu zaman olduğunu her- Muharebesi olmadan evvel harb| 'i masraflarını karşılamak için fazla para lâzım geldi. Devlet yeni bir vergi çıkar- dı. Bu vergi nüfüs başına «15> akçeden ibaretti. Âlinin verdiği ölçüyü esas tutar- sak bir altın demektir. Şimdiki rayice göre 10-15 liradan aşağı değildir. Bugün şahıs başına hesab edilen vergi yalnız yol parasıdır. O da altı lira olup hem yal- nız erkeklere mahsustur, hem de adami- na göre alınmak üzere tadili. düşünül- Mmüştür. Bununla beraber Kanuninin koyduğu vergi Mohaç muharebesinden sonra kal- SÖON POSTA Garib YA AAA MA AAA YAAAAAAAAI NARARAARAARAZ İngiliz izcileri nesilleri âlicenab hissiyata alıştırmak istiyorlar Londra, #X(Mayıs) — İngiliz — izelleri lere münafi harekette bulunulduğunu işittiği zaman bu kartlardan birini çıka- rarak aykırı harekette bulunanın gözle- ri önüne tutacaktır. * Oğlunu tevkif eden jandarma Bükreş, (Mayıs) — Bir köylünün bey- dırild. Çünkü hem oralardan pek çok| giri çalınmıştı. Tahkikata memur edilen mal ve esir alınmış, hem de komşu dev- | Jandarma Abrudean ahırın civarında hi- letler haraca kesilmişti. O kadar ki Rüs- tem Paşar -Avusturyalıların padişahtan başka vezirlerin de başlıcalarına vergi zıldığı halde Avusturya imparatorluğu «Hediyei mefharetbahş» adını takıyordu. Fakat tabiatile bir teselliden ibaretti. Valiler, sancak beyleri, timar ve zea- met sahihleri devlete vergi vermezlerdi. Sadece 3000 akçe varidatı olanlar - bir, 5000 akçeden fazla varidatı olanlar da her beş bin akçe için birer atlıyı sefer vu- kuunda göndermekle veya getirmekle mükellefti. Rüstem Paşa, valileri, vilâ. yetleri varidatına göre vergi vermeğe mecbur etmiştir. Bu arada Fatih zama- nında Rum Patrikinin nasbında beş yüz altın alınması kararlaştığı halde Rüstem Paşa bu mikdarı üç bine çıkarmıştır. Kanuni zamanında emlüâk vergisi ev başına 50-60 akçe, sayım vergisi iki ko- yun başına bir akçeden ibaretti. Bunun- la beraber ayrıca gülâmiye adı altında Iınhsll memuruna da 3-5 akçe vermeğe | mecburdu. Bu izahatın sahibi 50-60 akçenin bir al- tına muadil olduğunu da not ediyor. An- laşılıyor ki Fatih zamanındanberi geçen 50-60 sene içinde akçenin değeri 4-5 misli azalmıştır. Dördüncü Murad ll yaşında tahta çık- tığı zaman hazine tamtakırdı. Buna mu- kabil gerek yeniçeri ve sipahilerin arası- na yarıdan fazla serseri karışması ve ge- rek sarayla vezirlerin işrafları yüzünden masraf pek kabarmıştı. Avâriz adı altın- da yeni vergiler çıkarıldı. Bu karara gö- re her nüfustan 240, her evden 300, her koyundan 1 akçe alınıyordu. Fakal iş bu kadarla bitmiyordu. Çünkü hududlarda idüşmınlı çarpışmaları lâzım gelen sipa- hiler mültezimlik yapıyorlardı. Sultan Mehmed camil avlusunda her vilâyetin veya sancağın avâriz vergisi haraç mezad satdlıyor, sipahilgre muayyen para ile ihale olunuyordu. Onlar da adam başına Ti küçük ayaklı, diğeri kocaman pabuclu iki kişinin izlerini gördü. Bütün köylü- leri çizmelerini giymiş oldukları halde köy meydanına topladı. Hırsızı bulmak- tan ümdini kesiyordu ki gözleri 16 ya- şındaki kendi çocuğunun ayaklarına iliş- t. Çocuğun ayakları hem ahır civarım- daki izlere tevafuk ediyordu, hem do to- puklarındaki kurumuş çamur ahır civa- rının çamuru rengindeydi. Jandarma ye- sine rağmen çocuğunun ellerine kelep- çeleri geçirdi, fakat kendisini bekliyen sürprizlerin büyüğü üç köy ileride baş- İladı. Baba oğul o köyden geçerlerken başka bir jandarma ile karşılaşmışlardı. Jandarmanın yanında bir mevkuf, bir hırsız da jandarmanın çocuğu değil, bu ikinci mevkuftu. Esasen adam suçunu da itiraf etmişti, yalnız suç şerikinin adını söylemekten çekiniyordu. Nihayet zorla- nınca onu da söyledi. Bu, ilk jandarma- nin karısı idi. Üç yıldanberi aralarında münasebet vardı ve çalınacak — beygiri kadın göstermiş, hattâ çocuğunun — çız- melerini ayağına giyerek âşıkına yardım etmişti. Jandarma hududsuz bir keder içiade- dir, fakat halk bu yiğit vazife kurbam- nn kederini tahfif için kendisine hiç de- ğilse bir madalya verilmesini iltimas et- miştir. * Kırk yıl vilcudde dolaşan iğne Londra, (Mayıs) — Tam kırk yıl ev- vel Credenkilde hizmetçi, Misis Elizap beth İzzard tahta siliyordu, dikkatsizlikle elini büyük bir dikiş iğnesinin Üüzerine bastırdı. İğne de tamamen etine battı. O tarihlerde X şuaı yoktu. Operatör- ler iğneyi aradılar, bulunmadı. Nihayet bir doktor merak edilecek bir şey olma- dığına kadıncağızı ikna etti. O da tamam 40 yıl müddetle hiçbir arızaya düçar ol- madan hizmetçiliğini yaptı. Artık ihtiyar olmuştu. Bir düşkünler yurduna girdi ve işte buradadır ki 40 yıl evvel kadının e- 240 yerine 700-800, koyun başına 1 yu—'mc: linde kaybolmuş olan iğne bacağında zu- 7-8 akçe tahsil ediyorlardı. Böylelikle| hur etti. Deri ile ancak örtülü idi Çeki- memleket yağma ediliyordu. Anadoluda- ki meşhur isyanların en mühim sebeble- rinden biri de bunlardı. Koçi Beyin tavsiyeleri ve ruznameci fbrahim efendinin ısrarları üzerine bazı ıslahata girişildi. O zamanki Venedik el- çisinin gönderdiği ve Hammere göre A- (Devamı 13 üncü sayfada) lip çıkarılması için ameliyata bile lüzum görülmedi. Maamafih bu hâdise ne ka- dar garib görünürse görünsün işitilme- miş şeylerden değildir. Öyle harb yara- hıları vardır ki vücudlerine girip te çıka- ryılması imkânsız telâkki edilen mermi- ler kendiliklerinden derinin sathına ka- dar çıkmıştır. SS Haherler Radyo ve san'at hayatımız a e& Şiiri, şairi ve bestekârı en asil bir heyecanla birbirine kavuşturacak olan artistik radyo neşriyatını ne kadar özlesek azdır. Bu, güzel ses ve'nağme kadar güzel şiiri de yurdun en uzak köşelerine yaymak olacaktır Yazan: Halid Dün gece radyoda başka bir dilden şar- kılar dinledim. İnce, hazin ve hıçkıran aşk şarkıları dinledim. Bu gönül nağme- leri sonsuz, karanlık boşluklardan, sanki en uzak yıldızların diyarından geliyordu. Her terennüm ve tagâanni arasında bir peygamber nidası gibi gaipten haber ve- ren bir ses, spikerin sesi, başlıyacak olan yeni şarkının en manalı birkaç mısraını fısıldıyor, sonra ya billür gibi kırılan bir kadın sesi, yahud bir erkeğinki (fakat daha keskin, daha asabi) zevk veya ıztı- rabını besteliyordu. Şiir, maveranın hu- duda sığmıyan derinliğinden perde per- de ahenklerle taşıyor, gökleri aşıyor ve aydınlık müstatil bir kutu karşısında ku- lakltrıma doluyordu. Fennin — mucizesi şiirin mucizesini yaratmıştı. Bu dinlediğim aşk şarkılart rastgele seçilmiş parçalar değildi. Çok anlayışlı bir kafa ve çok ince bir zevk bunları, ha- yat yolunda tam bir isabetle kavramış, sıralamış ve kalbin gençlikteki !t aşk çarpıntılarından son hüşsran dakikalarına kadar bütün günlerini, aylarını ve yılla- rını beste ve gülte halinde boşluklara dağıtmıştı. Her nağme bir tahlil, her ke- lime bir his ve her mısra bütün bir ömür- dü. Sanki dünyanın her köşesinde «Şiir artık öldü» diyenlere, mesafeleri aşan bir musiki dalgası, görünmez dudakların refakatile şiirin yeni bir canlanışını müj- deliyordu. Abdülhak Hâmid bir ştirinde: Şair odur ki sem'ine seşler gelir müdam Bir perdedara mutribe-i nağmesazdan Diyor. Ne doğru! Dâhinin hayali bu« gün işte hakikat oldu. Şimdi radyonun karşısında herkesi, az çok, gaipten sesler işiten o şairi andırmıyor mu? Yazıma başlarken, gece radyoda başka bir dilden aşk şarkıları dinledim demiş- tim. Biraz aşağıda da ilâve etmiştim: Her nağme bir tahlil, her kelime bir his ve her mısra bütün bir ömürdü. Evet, bu şarkılarda gençlikten ihtiyar- lığa kadar bütün gönül maceraları, en tatlı anlarından en hüzünlü dakikalarına kadar safha safha açılıyordu. Meselâ bir şarkıda, kalbi hazla titreten ve eriten bir ahenkle şu mısralar çınlıyordu: Kiraz mevsimi ne güzeldir! Ben o ta- man sevmiştim, sevilmiştim. Hayatım bu | hatıraya bağlı kaldı. Sonra ay ışığında ormanlarda, sevgili |de at vardı. Çalınan beygir buydu, asıl| !le kol kola dolaşılan gecelerin şarkısı... Arkasından, su başlarında, çamların al- tında, güneşli sulara karşı mes'ud ve aşk fısıltısı ile baygın saatlerin şarkısı... Ni- hayet, sıra ile, bütün aşk günlerinin, ay- Fahri Ozansoy larının ve yıllarının şarkısı... Bn sonra şefkat hissi ihtirasına galib gelen samimi, #akat heyecansız devrenin şarkısı ve.. Ve, hepsinin sonunda ayrılığın, ayrılık acısının, bir daha birleşmemek üzere son defa birbirini sıkan titrek, fakat soğuk ellerin şarkısı... Ah, en hazini, en fecii do, ihtiyarlığın ve ölüme yol alan yorgun, fa- kat hâlâ şeyda gönüllerin şarkısı... Böyle bir programı hangi hisli zekâ ter- tib etmiş, bilemem. Yalnız şunu söyliye- yim ki, bu programın, boşluklardan ge- len ve bir seri halinde bütün ruhi istiha- lelerile hayatı, aşkı, neş'e ve elemi te- rennüm eden bu şarkılarına hayran kal- dım ve bizim radyomuzda da en eskiden en yeniye kadar bütün o Jirik feryadları- mızdan böyle bir gece yaratılamaz mı di- ye düşündüm. Hattâ böyle bir tek gece değil, birçok geceler... İşte o zaman, şiir ve musiki, damla damla içimize sinecek, sessiz odalarımıza san'atın semalarından hiç sübhesiz daha yüksek, daha coşkun ve bilhassa daha insani bir düygu ve râşe dağılacak... Hakikaten, şiiri, şairi ve bestekârı en asil bir heyecanla birbirine kavuşturacak olan böyle artistik radyo neşriyatını ne kadar özlesek azdır. Bu, güzel ses ve naj- me kadar güzel şiiri yurdun en uzak kö- şelerine yaymak olacaktır. İstanbul rad. yosundan bilhassa bunu bekliyoruz. bunu değil: Milit kahramanlık yıllarını, istiklâl savaşının şanlı safhalarını milli türküler, destanlarla yaşatacak — geceler de bekliyoruz. Sonra halk türkülerinin psikolojik bir tarzda seçilip sıralanmas- nı, icab ederse bu işde müteçhassısş olan- larla çalışma birliği yapılmasını teklif ediyoruz. Fakat bu düşündüklerimiz bu sahada yalnız ilk akla gelenlerdir. Rad- yomuz şiirle musikiyi tam bir kavrayısla yarattığı gün; daha fazlalarını da isle- mek hakkımızdır. Şimdilik, gaipten başka dilden aşk şarkılarının korşisı yalnız bunları hissettik, bunları yazdık Maamafih ileride, bu mevzua, iyi bir fır sat düşerse tekrar gelmeği ne kadar öz- leriz. Halid Fahri Ozansoy Bir adam kendi tüfeği ile yaralandı Rümelifeneri köyünden balıkeı Kadir ye- ni satın almış olduğu dolma ve tek namlüs lu av tüfeğini teerübe ederken tüfek geri te- perek parçalarımış ve içerisindeki saçmalar ve bazı demir aksamı Kadirin yürüne gö- züne saplanarak ağır ve tehlikeli bir suret - te yaralanmasına sebeb olmuştur. Kazayı mütecakib bir motörle İstanbula — nakledilen yaralı, hastanede tedavi altına alınmıştır. Halkevlerinde e-hü:h kalıyor. î',î, Ğîıım' direktörü: Ücretle temsil Okuyucularımızın ş Verilir mi? cevablar Lüleburgazda Camlikebir mahallesinde Çıkmaz sokak No. 3 de oturan okuyuculu- zımızdan Mehmed Çetin yazıyor: a— Memleketin her köşesinde halkın küllür seviyesini yükseltmek, medeni bi- gilerini artırmak ve halkı uyandırmak gayesile açılan Halkevlerinin nizamname- sinde şöyle bir kayıd vardır: «Halkevlerinin verdiği temslllerden üc- ret alınamaz!» Halbuki geçenlerde Lüleburgarz Halke- vinde bir temsil verildi ve bu temsil için ücret alındı. Halkevi başkanımızdan bu hususun na- zarı dikkate alınmasını rica ederiz.. * Mektebsiz kalan iki köy Okuyucularımızdan Rizeli Nahid ya- zıyor: «— Türkiyenin güzel vilâyetlerin- den biri olan Rizenin Demirhisar ve Akpınar köylerinin 1500 nüfusu oldu- ğu halde, bir tek mektebleri yoktur. Köy çocuklarının şehre gidip okuma- Tarma da yolun uzaklığı müânldir. Hal- buki her yıl mekteb çağına basan bir gök çocuk yetişiyor. Hepsi de avare ve Bandırmada «Köylü okuyucusmuza: — Zannettiğiniz gibl bu paraların de - Biştirilmesi Imkânsız değildir. Köylü Arkadaşlarınıza söyleyiniz, ellerindeki pa- Taları toplasınlar içlerinden biri bir ban- kaya müracaat ettiği takdirde bunların kolaylıkla tabdil edebilir. zetemizde neşretmekle hiç bir şey yup- mış olmayız. Bizi mazur görünüz. e Bigada — şoför Tevfik Uzkana: — Dava neticelenmeden bir yey yazı- mayız, mazur görünüz. Bigada Bakkal Şerif Düzcana: — Mevzubahs meselenin sizce olan nlâ. kasını bümiyoruz. Meydanda olan hâdisy- nin bir cebhesidir, diğer cebhesi ne mer- kezdedir, ondan malümatımız yok. Binaen- aleyh yazmakta biri mazur görünüz. Ankarada Tahşin Gençere: Mektubunuza butdan bir müddet evvet cevab vermiştif Bu situnda gikünüse çarpmamış olacaktır. -a

Bu sayıdan diğer sayfalar: