30 Ekim 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

30 Ekim 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

12 Sayfa ğmnw Son İ edi: Rakı içilmiş, en bol bol bal Po ey kalmamıştır. Hattâ ev sa - can sıkıntısını bel dela üstüste k 165 yaşına Zaro ağanın * tığını bile hiç de yan gözleri Meşbur Zarö ağ yaşıya: alı değildi kı şişesine bakmak- taklid etmeğte ldu. Ey - savalar tekrar ısındı. dışında bir Uzunlukla bütün teşrin a; © Temmuz günlerini andıran bır sıtmakta devam etti. lün yağmurlarından ürkerek şehre Mmeğe hazırlananlar bu niyetlerinden vaz geçtiler.. Tam herkes bu sıcağa yeniden ağı bir sırada, havalar hem de artık olarak, gene birdenbire bozdu. Â - deta kış gelir gibi oldu. Can sıkıcı, bir « enmez yağmurlar başladı. Soğuk r esti. İlk sarı yapraklar yerlere düştü, Sayfiyelerin ağaçları, — gürültülü bir şekilde uğuldamağa, korkunç bir ta- kım sesler çıkarmağa başladılar.. Bu halden ürken sayfiye halkı, âdeta Ey in - — Ssöz birliği etmiş gibi, motörize kolonlar halinde şehre göç etmeğe b celeri kırlarda, ormanlarda dolaşan genç- lerin au!, Au! ları, tâ gelecek yaza ka - dar birdenbire indi. Gramofonla: — sus - tu, radyo sesleri işitilmez oldu. Her yer Ve her şey sessizleşti. Apartımanlarındaki bitmediği için Tunç Tun Taber şehre göç etmemiş, sayfiyede kal- ilar., Ge- tamirat — henüz ailesi - Mehmed Karı - koca, paltolarına bürünmüş bir halde, sayfiyedek! evlerinin vera da akşam yemeği yiyorlardı. Karı ko- cadan maada sofrada — bir de delikanlı vardı.. Bu, bilhassa Fatma Tunç'un 1sra- rile şehirden davet edilmiş, Ziya Yüreği- pek ismindeki sporcu akrabaları idi., Fat ma Tunç, birdenbire boşalıyeren sayfi - Takvor başını önüne eğdi ve hiç ce- — vab vermedi. Fena halde mahcub ol - muştu. ©O önde, öteki - ler arkada, ağır ezgi fıstıkt ma - kam, kâh ©o so - kağa, kâh bu so - saparak, â - vare âvare dola - şıyorlardı. Bö lece - bir mağazanın önü « ne geldiler. İki kanadı birden, ardına kadar, açık duran kapıdan içeriye mut- tasıl kalabalık dolup dolup boşalıyor, girenler bir takım camlı dolabların önünde birer lâhza tevakkuf ettikten sonra, ellerinde çeşid çeşid yiyecekler le dönüyorlardı. Mağazanın içinde masalar duruyor- du, Fakat ortada hizmet gören ne gar- son vardı, ne de başka bir kimse, Sade kapının dibinde bir vezne, veznenin ar- kasında da bir genç kadın görülüyordu. Halbuki o oemaat muttası! yi i yor, tabak doluları yeyinti alıp, lacın birer tanesine ilişiyordu. Bu manzarayı, eşiğin üzerinde bir müddet durup, giren çıkan tarafından itilip kakılmıya aldırmadan seyrettiler, Nihayet İfakat hanım dayanamadı.. — Girelim! dedi.. girdiler. masa- işliyen mekanizmayı tedkike koyuldu- lar. Takvor alargada duruyordu. Önce, herkes vezneye baş vurüyor, i, içerilerinde muh! r bulunan camlı dolap köşesindek: daki ya f yiye - ların birer yıktan atıp, alt kısmın - ağa düşen porsiyonunu alıp götürüyordu. Koca karı pastalara, Gurabi efendi de arpa suyuna imrendiler. Dönüp, 'Takvora sordular: — Acaba bir pasta, bir kadeh bira kaç paraya? Pahalı mı?, |— Üzerinde yazoar: Bir pasta, bizim. sta'nın hikâyesi ! ilmiş, arlık könü -| ü -| küntü duy a karısı Fatma Tunç « herkesle be- | SON:POSTA W KÜKLAN ll | | | yede tekbaşlarına secelemekten bir ür -| a başlamıştı.. Ziya Yüre - ğipek, sporcu idi,, Güçlü kuvvetli — idi... Bu vaziyetlerde bundan iyi bir arkadaş olamazdı.. Mehmed Tunç, Ziyanın boşalan ka - dehine rakı doldurarak: — Galiba bu sene sayfiyede en geçe kalan biz olduk, dedi. Bir şey değil, ha- va fena halde soğudu.. Âdeta buzların ü- zerinde kalan ve akıntıya kapılan kutup seyyahlarına döndük.. Öyle pis pis dü - şünme; iç bakalım şu kadebi!. Ziya, suratını buruşturarak kadehini yuvarladı.. Buz gibi olmuş bir tanesini ağzına attı.. Mehmedin karısı Fatma, sinitli sinirli oynatarak: — Şu ağaçlar da ne fena dedi Yakında yaya olarak bir Anadolu tur- nesine çıkmağa hazırlanan Ziya: — Evet, dedi, sonbaharda — ağıçla kendine göre bir sallanışları, bir uğul |yışları vardır. Nitekim yazın da başka |türlü uğuldarlar. — Marş köşeye, dedi!. Burada oturup Sporcu gencin, kendilerinden çok da-| da şunu bunu korkutmal!. ha iyi bir şekilde tabiatı bildiğine kani| — Canı sıkılan Bob içini çekti. Gösteri » bulunan Mehmed Tunç: |len köşeye giderek gürültülü bir şekilde Tabii, dedi, kışın da büsbütün başka | kaşınmağa başladı.. türlü uğulduyorlar, doğil mi?, | — Bobun köşeye gidişini, oraya oturup — Tabli, kışm da başka türlü uğul -| kaşınmağa başlayışını dikkatle takib © - duyorlar.. den Ziya: — İlkbaharda ise gene başka türlü? — Geçenlerde, dedi, benim ahbapla - Evet ilkbaharda da bâşka türlü Binirliliği gittikçe artan Falma: - Burası âdeta korkunç bir hal aldı, dedi. Ve, birdenbire, âdeta hafif bir çığlık koparırcasına: — Ayy.. Bu da kim? diye haykırdı. Mehmed Tunç çatalını yere düşürdü ve hafif bir küfür savurdu: — Hay Allah belâsını versin!. Ne olu - yor?, Fatma, elini kalbinin üstüne koyarak ve gülümsiyerek: — Aman, ne kadar da korktum, dedi, ağımı masanın altına doğru hafifce u- iştım. Birdenbire ayağım — sıcak ve li bir şeye dayanmasın mı?, Kalbim uracak gibi oldu. Meğer Bob'muş.. Bi tamamen unutmuştum.. Bob. yaramaz, seni!, Buraya gel bakayı köftelerden omuzlarını uğulduyor, seni m.. Masanın altından, pek de istemiyerek güzel bir köpek çıktı.. Esneyerek savı ba- a |şını Fatmanın dizine koydu. Fatma, yap- nacık bir ölke ile hayvanın tüylü kıç - larına vurarak: |rımdan bir kadını gene böyle bır köpek korkutmuş; kadını korkudan bir hıçkı - rık tutmuş.. üç gün üş gece hiç durma - dan hıçkırmış!. Az daha hıçkırıktan ölü- | yormuş.. Fatma Tunç, büyük bir hayretle: | — Ne diyorsunuz Allah aşkına vex, Hıçkırdı.. Ahmed Tunç gürültülü — bir kahkahu attı.. Kocasının bu mânasız gülüşü, Fat- manın hıçkırığını kesti.. Arada ufak bir sessizlik oldu.. Ahmed Tunç, düşünceli bir eda ile: — Tam hırsızların ve hava, diye söylendi.. Ortalık zififi ka- ranlık!. Ne In var, ne cin var! İnsanı kı dedi m Gözü istediğin gibi bir de cana soğana çevir!, İstersen Fatma ürkek bir eda ile yalvardı — Kuzum Ahmed, böyle — şeylerden bahsetme!, — Korkacak ne var? Yanında iki er - kek var,. Yahıız Ziya on kişiye bedel... Ziya Yüreğipek birdenbire gözlerini Jaçtı — Bir dakika susunuz, dedi. Galiba bi- ri haykırıyor. Sofra baş birbirine bak rek dinlemeğe Rüzgârın ve ağaçların uğultuları ara- isından, öfkeli bir erkek sesile yalvaran ndaki ibu üç kişi bir an için onra hep kulak kesi hoşlaştığı bir yer / Birin-i! —-in 20 üdhiş bir cinayet İ , Nakleden H. Alaz aillllilllil n kulağına ka « ayırd etmek pek İbir kadın t1â onli kocası uT r üçüncü gündür kavga ediyorlar.. Matlübe ile kocası, Ali İbeyletle beraber üç gün evvel şehre göç ettiler. Ziya tekra .. İşitiyor musunuz? Kadın ağ- ki şehirde Sus n, büyük bir ümids makta olduğunu işi içindi Şu ke | 1 Fakat herhalde ser rmezsin!. lar gibi bir sesle fı — Aman ya beni gimdi ö — Muhakkak kadini soyuyorlar.. He men gidip onu kurtarmak zım.. Ziya, çabuk koş orayat Ziya fısıltı ile: — Neden bir tek başıma oraya koça - cakmışım? | Rica ederim koş!. Sen erkek değil misin ?, — Ahmed de erkek!, — Onun k? Yanınıza Bobu de biçak. tılan kör ekmek bi. Diğer elile de Bobun ndan tuttu ve hüyük bir cesaret. iğin içine atıldı. Fakat bir dakika geçmeden tekrar ga ri döndü. Gene fısıltı ile: n, Bobu gönderdim, dedi. Tahta parmaklıktan biraz havlasın, belki kati- li kork da kaçırır, bizim gitmemize hiç Nizum kalmaz!. Biz şimdilik m* . ağa çalışalım.. Bi- raz daha sesleri dinleyelim.. nin ne olduğunu anıla! Üçü de kulak kesilerek yeniden sos: leri dinlemeğe başladılar.. Bot dense h vlamıyordu.. Ağaçlar — kor. ilde uğulduyorlardı.. Bu w an kulaklarıma, korkune boğuk, kısık bir erkek sesi geldi.. Ses « kadar korkunçtu ki Fatmanın — gözleri, (Devamı 13 ncü sayfada) her ne para ilen bir kuruş.. bir kadek bira beş kuruş.. — Kuzum Takvor efendi! Şuradan bi- ze o pullardan alı - versene, Biz bu işin edebini, erkânını hilmiyoruz. Bak, kendine de, ne arzu edersen, al. Örme keseden ç- kardığı romen pa - rasını, Gurabi efen- di, Takvora - uzattı. O da alıp veznede - ki kadına götürdü. Aralarında bir ko - nuşma oldu; Takvor geri geldi ve parayı Gurabi efendiye i « ade ederel musluğun altına tutup, düğmeye bas - — Teessüf ederim.. velâkin bu, bun-| tı. da geçmeor.. dedi. || Ay! O ne?! Biraz evvel, şu sünape — Neden? |kılıklı herifin uzattığı saplı bardağa | — Ne bileyim? Karı öyle demiştir. |şarıl şarıl aktığı halde, hikmeti huda, — Para geçmez olur mu? |Gurabi efendiye bir damla dahi yok, — Buranın parası değildir. Adamcağız: — E, ne yapacağız? — Sübhanallah!, diye taaccüb etti — Dur bakayım! Bende bir Fransız| Ve Takvorun “yüzü elli frangı olacak, Belkim de, Fransa / zah eder gibi baktı. buraa yakındır deyi onu alırlar, Takvor da hayrette idi. Filhakika, Fransız banknotunu vez -| — Bilmem! dedi. Ağnamoorum.. A -| nedar kadın kabu! etti, bözdu ve Tak-'ceb ey; basmadın? vora istediği fişleri verdi. | — Bastım. Hem de kuvvetle. | Tezgâhtan birer boş bardak alıp,| — Öyle ise neden akmoor? Vakide önce bira çeşmesinin önüne gittiler, |bu makinalarla otomatik, yani ya kendi Gurabi efendi aldığı talimat mucibince | kendine madik eden derler amma, o fişi yarıktan içeriye atlı, kadehini de!bizim İstanbulun eski — telefonlarına i. e nazarlarile isti | 7 v maksuz bir sıfattır. | . Onlar, filvaki konuş” san da konuşmasan da, sene sonu hi - sabı başabaş getir - mek için kendi. ken- | dine mükâleme ya - zardı. Bunda böyla olacağını sanmam. — Bir de sen de - he, — Ver bakayım. Belkim de benim e- lim uğurludur. Gurabi efendi ge- riye çekildi; yerini 'Takvora terketti. O da, kemali - ehem - miyetle —makinenin yanına kadar sokul- du, fişini attı. Musluk gene akmadı.. — Vay babasının aşığına, be! Başı - cayır cayır gitti! Köpoğlunun oğulları ikimi- zi de çürük tahtaya bastırdılar.. — Sakın.. aklıma bir şey geldi! | — Senin aklına bazı bazı bir şey gel- İdiği olur, demek? — Neye gelmesin? — E, haydi bakalım! Ne gelmiştir? — Çeşmenin hazinesindeki bira tü - kenmiş olmasın? — Sayi be! Bunu eyi düşün: dip de şikâyet edelim. — Kime? — Helbette ki bu K...f oğlusunun bir kontrolü vardır. Koskocam mağaray! ecciniler çevirmoor ya? Olmazsa, fiş | İma hiç de gelmemişti. Paralar in, Gi- aldığımız kasyere müracaat ederiz. Ed bi az. Bize günahtır. — Behn ne de kasavet etme! ilikledi, karıp sol eline aldı, kızgın bırakılmış hindinin yürü- b — bir ezgi 'le tti. Bir, iki Öök - — Pardon, matmazel! Kadın başını kaldırdı, baktı: — Parlevu Franse? Kadın, başile, menfi cevab Takvor di kendine söylendi: y se hapı yutmuşuz. Şimdik tırmak, devee hendek at- ırmaktan da zor olacak. siz kaldığını görünce, işa - retle meram anlatmağa çalıştı. Nafile! Kadıncağız bu pandominaya — sadece gülümsüyordu. Takvor ise, behemehal hakkını ihkak etmek azminde oldu - ğundan, çırpınıp duruyordu. — Bira! Birt, Biyer!, Bu — canabetın seksen tane adı voklur ki.. Her yerde, az çok ayni kelimeyi kullanırlar.. Mat- mazel! Sil vuple'.Bak: Bu, bir kadektir, ön veri. Ağnadın? 7o, amma da kalın kafalı karı imişin! Nah! Bir daha deo- rum: Ön ver.. ver, glas.. Hah' babanın canına ırahmet! Ağnadın.. tamam.. pa- ra, arjan.. attık ise.. İrira.. mafişi — * Elile de, kadehin içine bir şey akı - tıyormuş gibi yapıyordu. — Bu esnada Gurabi efendi de yanlarına yaklaşmış, havan dövücünün hınk deyicisi — gibi, 0 ne söylerse, tekrarlıyordu. Takvor köndisini dirseğile itti: — Sen sus! Zaten karı mangafanın biri. Lafı büsbütün karıştırıp, her iki « mizi de divaneye çevirme, Avevu kom- pri, matmazel? / Bira, bir.. ilniyapa.. finiş!. verdi. (Arkan var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: