17 Şubat 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

17 Şubat 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

e 8 Sayfa SON POSTA Manakyanı nasıl tanıdım? (Büyük iman), onun son oynadığı oyun olmuştu. Tiyatroya koltuk- larına girilerek getirilmişti. Suflörün sesini güç işitiyordu. Aksilik bu ya, suflör de piyesin son kâğıdını kaybetmişti. Piyes böylece hiç de parlak olmıyan bir şekilde bitti eğ eye Manakyan Pek küçük yaştanberi hayranlıkla sey- rettiğim büyük dram artisti Manakyanla Harbi Umumi sonlarında bir müddet ça- aşmak fırsatını elde ettim. Vakia kenâi- sile ayni oyunda, karşülklı oynamadık; buna zaten imkân yoktu. O yalnız ağır dramlar oynardı. Benim bu gibi piyesler- de rol almam mümkün değildi. Zira ar- tık (komiki şehir) olmağa başlamıştım; yalnız Manakyanın bazi temsilleri arka- sından komedi oynadığım için çalışma tarzımı yakından gördüm. Manakyan son senelerini yaşıyordu. Çökmüştü. Müşkü- Wtla yürüyordu. Hele son oynadığı (Bü- yük iman) piyesine adetâ kollarına giri- lerek öyle getirildi. 'Manakyana, devrinin ve birçok devir- Terin en yüksek dram aktörü demekle hata etmiş olur muyum?.. Zannetmem, O, Güllü Azobdan sonra en ciddi ve en #mürlü tiyatrolardan birini kurmuş olan azimkâr, çalışkan bir san'atkârdı. Ciddi, terbiyevi, ibretli oyunlarla da memleket temaşamına olduğu kadar, zevkimizin art- masına, kültürümüze, hattâ mübalâğa zannetmeyiniz, ahlâka yardım etmiştir. Çünkü, umumiyetle onun seçtiği oyun- Jarda, zalimlik, fenalık yapanların ceza-| #z kalmadığı, adaletin dalma tecelli et- tiği, masumların, iyilerin nihayet saadete kavuştukları görülüyordu. Manakyanın tiyatromuza yaptığı büyük hizmetleri anmak bir vazifedir. Temaşa zevkimizin yükselmesine de yardım etmiştir, Halk VW apur Bakırköy hizalarıma ge - ince, yüzbaşı nazarlarını, 0 X- lik yaz gününün sisleri içerisinde ya » vaş yavaş kaybolmağa başlayan şehre son bir defa tevcih etti, İstanbulun o anda harikulâde bir güzelliği vardı. A- ğır ve yayvan kubbelerin yanıbaşında, hakkı işaret eden birer mümin parma « ğı gibi göklere yükselen narin mina « reler, biribirlerinin üzerine, geçmiş se- nelerin yükünü taşımaktan bezmiş gi - bi, abanmış kat kat ahşab, köhne ev * ler, herhengi bir türbenin, bir medre « senin bahçesini teşkil eden yeşil ağaç öbekleri, sırıtan bir cadı ağzının çürük ve seyrelmiş dişlerini andıran surlar. bunları, Talât bir daha acab ne zaman görecekti” Kalbi coşmak üzere iken, Hürmüzün ayağı takılıp (o yuvarlarmasile, ayıldı, kendini topladı. Ruhunda âni bir aks. mel hasıl oldu: İstanbulun kendine değil, fakat içinde yaşayan bazı insan- lara karşı derin bir nefret duydu. On- lardan #yi ki uzaklaşıyordu Gideceği yerde kendini mesleğine — hasretmek imkânını bulacaktı, Zabliye nazırının yaveri olmaktan ne kazanmıştı? O va- zifede bulunduğu (dört yıl müddetle sade zulilin görmüş, haksızkklara, şe - naatlere şahid olmuştu. Mektebi Har - bivede iken, bir takim hür fikirli arka- daşlarından gizlice alıp okuduğu Na - mık Kemalin eserlerinden bir mısra i « Manakyan ciddi eserleri onun tiyatrosunda dinle- meğe alışmıştır. Bir takım yenilikleri 0- nun tiyatrosunda görmüştür. Bugürkü telikkilerimiz, görüşlerimiz- iman) sanırım onun son oynadığı eser- dir, Burada Makascının babası rolünü oynadı. Fakat çok birkindi. Bir et ve ke- mik o nisbette de bir san'at enkazı idi. | Bu münasebetle Tercümancı Hüseyin | Kâzımdan da bahsedeyim: Merhum - kendisini tanıyanlar çok iyi bilirler - tiyatrolara bol bol eser yetişti- rirdi. Fakat nasıl?. Birinci perdeyi ya- zar verir, ikinci perdeyi altı ay sonra Çi- karırdı. Bazan eseri proveların biteceği- ne yakın yazıp bitirdiği çok vakidir. — Siz başlayın provalara, ben yetişti- ririm der!.. Ezberlenir, sahneye konur, arkanı bir türlü gelmezdi. Onun da böyle garib ta- bistleri vardı, (Büyük iman) bir cemiyeti hayriye menfaatine oynanıyordu. Manakyan da çıkacaktı. (Büyük iman) bermutad par- ça parça kâğıdlara yazılıydı. Galiba kim- se bir deftere temyize çekmeği akıl et- memişti. Süflör de gene rahmetli Fahri.. güzel süfle ettiğinden zum oldukça kendisi. ni yakalar, süflör deliğine sokarlardı. Eline (Büyük iman) ın pa'ça parça müsveddelerini vermişlerdi. Bizim önü müz sıra bu piyes temsil edilecek, arka- le Manakyanın birçok sekat taraflarını | sından biz komedi oynıyacaktık bulabilir, kıymetinden belki bir miktar) Manakyanı getirdiler. Kollarına tenzilât yapabiliriz (Fakat o devir içi gir- mişlerdi. Ayakta duracak hali yoktu, O- Manakyan büyük aktördü, kudretli bir| yun başladı. İhtiyar san'atkâr canını di- rejisördü. İşine takmış, büyük bir gayretle oynu- Kendisile Harbi Umuminin son senele-| yordu. Kulağı biraz âğır İşitiyordu. Bir rinde sayılı birkaç temsil verdik. Tercü. | çok yerlerde: mancı Hüseyin Kâzımın yazdığı (Büyük sında şehid düşen bubasının kan fışkı- ran ağzı gözlerinin önüne geldikçe, o» nun o ölümüne gıpta ediyordu. Bir gün, icab ederse, ons se » ve seve İltihak ede- cekti. Şehidliği, in » sanı cennetin My» hayyel lezaizine u - laştıran (o bir vasıta diye değil, şeref ve. ren bir âkibet oldu - ğu için özlüyordu. Şehrin silueti si- linmiş, onun yerine canlı bir hayal ka - im olmuştu. Yüzba - şı, karşısında kıt'a » sını görüyordu. Çöl güneşinin yakıcı. (Devamı 10 uncu sayjada) Idarei mahsusa vapuru Marmavaya doğru açıldı Son Posta'nın Romanı :50 kışın var, EDEBİYAT | Bizim derdimiz Yazı san'atkârı bugün de dünkü kadar yetimdir, dünkü kadar yeis ve hüsran içindedir; artık yetişir! Yazan: Halid Fahri Ozansoy Her fırsat düştükçe bu sütundan hay») fikirde birleşirler: Kitab az satılıyor! kırdım, şikâyet ettim: yazı san'atkârı bu- gün de dünkü kadar yelimdir diye... E- vet, edebiyata hayatını vakfeden san'at- kâr, muhitin bu alâkasızlığı ortasında ya melâike gibi yemez içmez cinsinden, gö- rülmemiş, işitilmemiş bir hilkat garibesi olmalıdır, yahud da... Yahud da, bu meslekte hemen bütün! tanıdıklarmız gibi hayatlarını iyi kötü buşka bir çalışma ile kazanacaklar ve € caklardır. İşte Türk edebiyalçısı, bunun için, bü- tün dünyadaki meslektaşlarından dahâ gönüllü şair, gönüllü romancı, tiyatrocu| veya münekkiddir. Maamafih görüyorum ki, bizim bu nan- kör meslekte de arlik derdini yananlar çoğalmağa başladı. Başta kıtapçılatınki olmak üzere, kendilerini istismar eden her türlü sermayeye karşı artık teessür ve nefretlerini gizliyemiyorlar. Kendile- rini bir yere toplıyacak şefkatli bir ei, yükseltici bir himaye bekliyorlar. Çün- kü biliyorlar ki, şimdiye kadar devam €- den bu zekâ ve enerji israfını, memleket nsmına, memleketin san'at ve edebiyatı namına önliyecek başka çare yoktur. Bürhan Toprak, bir ankete cevabında pek haklı olarak «Bugün edebiyat, bizde, , salonlardan ve hayattan koyulmuştur» İdiyor, Yaranın tem üstüne parmağını ko- yan kiymetli münevverin bu sözünde bir fantezi değil; hakikatin bütün acılığı ile tâ kendisini bulmalıyız. Peki amma bunun şifası nereden gele- j cektir? San'atkârlar arasında gittikçe ta- raftarları çoğalan bir edebiyat akademi- si ve edebiyat mükâfatıarı suretile hü kümetten mi? Hayır, ız o kâfi de- gil. asıl lâzım olan, Bürhan Toprağın da işaret ettiği gibi, münevver geçinen bir çak refah sahiblerinin san'atı ve san'at. kârı ve bu meyunda en fazla ihmal eğil miş olan edebiyatı ve edebiyatçıları ta- nımaları, sevmeleri ve onlara ellerini u- zatmalarıdır. Kitapçılara sorun, hepsi hsklı veya haksız bir cepheden size şikâ- yet ederler. Neticede hemen hepsi şu recektil, Öteki arka- ifihar (o duyacaktı. 'Harbiyede biraz Ak manca oöğrenmişti. cek, bir yandan da bilgisini artıracaktı. şiğile kavrulmuş, yağız, aslan çehrele «| kin bu yüz Kişiden, yarm bin kişi. on| Bütün bu hayaller, bu emeller zih - ri, önünde dizilmişti. Her biri tığ gibi,| bin kişiden de daha bir çokları vatan, | ninde kaynaşıyor, bir nevi tatlı sarhoş- debiyatı sadece bir zevk olarak tanıya» | “İlâ anlamadın mı? daşları gibta ede- cekler, o kumandan Bir yolunu o bulup Almanyadan askeri kitablar © getirte - yavuz Anadolu uşakları, dimdik, silâh omuzda durmuşlar, yeni bölük ku - mandanının emirlerini (dinliyorlardı. Ve yüzbaşı, söylüyor.. söylüyordu. Va. tanın kudsiyetini, sancağın şerefini, as“ kerliğin yüksek manasını İzah ediyor. du onlara.. Neferler de dinliyorlar.. Can kula - öile dinliyorlerdı. Bu sözleri, ömürle - rinin sonuna kadar (o unutmıyacaklar, yarın öbür gün köyde Karılarına, ya -| Böyle bir ihtimali düşünmüş olmak- vuklularına kavuştukları zaman onla.|tan bile utanç duydu. Ne demek? E| - Ta, sonra da onlardan doğacak çocuk -|'bette mesleğini üstün, kat kat üstün larına öğreteceklerdi. tutardı. Askerliği uğruna Rânânın ölü- Bir bölük. yüz kişi. çok değil, LA .İsünü çiğnemek icab etse, bir lâhze te- kide bir hatırına geliyordu: «Köpektir zevk alan seyyadı biinsafa hizmetten!» « Kendisi gerçi zevk alarak değil, mec buren hizmet ediyordu. Bunu bildiği halde utanıyor, azab duyuyordu. İşte, şimdi bu hicabdan ve bu azabdan kur. tulmuştu. Hamdediyordu. Orduda ça - Uşacaktı; temiz ve asil ruhlu Türk er - lerini talim ettirecek, yetiştirecek, on - Jara vatan aşkı aşılayacaktı. Mesleğini ne kadar tebci) ediyordu! Onun üniformasını taşımaktan ne bü - vük şeref duyuyordu! Düşman karşı - sancak ve askerlik sevgisini dolayısile kendisinden öğrenmiş, tatmış olacaklardı. Bunun hazzını şimdiden duyuyordu. Bir aralık, zihninde oObir mukayese yaptı: Bir tarafta mesleği, öteyanda Rânâ.. çok sevdiği, uğurunda mevkii « ni, huzurunu, ünvanını ve belki de is- tikbalini feda ettiği bu kadın. o şayed birini öbüründen tercih etmek vaziye- ti hasıl oisa, ne yapardı? Juk hâsıl ediyordu. Nimetihüda, Marmaranın çırpıntıh sularının Üzerinde, otura otura ham - laşmış bir mütekalid gibi nefesnelese ve ağır bir ezgi İle yürüyordu, Otur - dukları yerden, Talâtla Rânâ, gemi - nin dümen sularını gözlerile takib et- mekte idiler. Akşam yavaş ysvaş or - talığı istilâya hazırlanıyordu. Gökyü- zü parlaklığını kaybediyor, uzaktaki dağlar, adalar, gitgide koyulaşan bir morluğa bürünüyorlardı. Her iki gen cin gönlüne, önot bir huzur, sonra da bir hüzün çöktü. Günün bu saati, esa- sen, başeri heyecanların tesiri altında Evet, kitab az satılıyor, edebi mecmu- alar yaşamıyor, yahud zorlukla masraf- larını koruyorlar. Fakat çok satışı da ol- sa bundan edebiyatçının kazanacağı, şimdikine nisbetle, belki bir haftalık faz- la bir geçim parasıdır. Aslan payını gene o, camekânlarının arkasında müşterisiz- Ukten şikâyet eden tâbiler kazanacaktır. Yalnız ne var ki, mühim bir nisbette €- debi ve ilmi eserlerin satışını çoğallınak la birçok kültür adumlarile yazı san'at- kârlarının bugününü ve yarınını hiç ol- mazsa bir dereceye kadar düzeltmiş olu- ruz, Kör talih onların da bir parça yüz- lerine gülmeğe başlar ve neticede Türk İilim ve edebiyat hayatı şimdiki sessizlin ğinden, yoksulluğundan biraz olsun kur- tulabilir. Bu, bir rüya mı? Hayır, az zamanda bir hakikat olabilir, mes'ud bir hakikat... Yalnız özlenecek cihet, yukarıda söyledis ğimiz gibi, zengin oldukları kadar okur yazar da olmaları lâzım gelen bir kısım vatandaşların, herhangi zevkleri için fğ dadan esirgemedikleri paralarından yüz de ikisini, hattâ birini de edebi bir mec muaya ve her ay bazı kitablar satın al- mağa hasretmeleri, bu işi kendile bir vazife bilmeleridir. Fakat gene Bürhen Toprakla beraber şu teessülü ben de a- çıkça kaydedeceğim: onların çoğu, na zarlarını, kumar masasından ve kübik 4» partımanlarının göz okşayıcı dekor ve çaşıklarından daha yüksek bir zirveye kaldırmak istiyorlar. Ne yapmalı? Hangi sözle, hangi irşadla böylelerini uyandır. malı? Heyhat ki, bu, bir dereceye kadar içtimaf bir ıztırabdır. İçkı, kumar ve Yüks! İyi amma bu hayatta bundan başka aranacak bir zevk yok mu? Sadece servo- | tin verdiği bir hodgâmlikla yaşıyanlar için hangi milli idezl takdire lâyıktır? ve bütün bu idealler içinde bilhassa milli dile ve edebiyata hizme edenlere karşi bu umürsamayış nedendir? Maamefih belki de haklıdırlar, belki böyleleri güs zel bir eseri tam manasile anlıyacak, zev- kine, inceliğine varacak bir zümre teşkil (Devamı 13 üncü sayfada) bulunan kalblere melâl verir. SüküN kadar ruhu melâle hazırlıyan bir şef yoktur... — Rânâ! — Ne var, Talât — Söyle: Benimle bahtiyar mısın? — Çok! — Sürgüne giden bir adamın karı# olmak gücüne gitmiyar mu? — Niçin böyle söylüyorsun, Talât Seninle, ateşe bile atılacağımı, seni © kadar sevdiğimi bilmiyor musun? Hİ — Ne bileyim? İnsanlar. — Sus, TalâV Beni başkalarile ölğ me, Ben alelâde bir insan değilim, Sef beni insanlığın çok fevkine çıkardım Hem sonra, sen sürgün de değilsiW Bak, şurada kendi kendimize, rahat r# hat gidiyoruz. Anan, ben, bütün se diklerin yanında. Terfi ettin. Gittiği yer, gene vatann bir köşesi, Oradt kısmet ne kadarsa o kadar kalacak, d* ha da lerfi edecek, inşallah binbaş kaymakam nişanları takıp, tekrar İs“ tanbula döneceksin. Ve ben sana ha” yatta destek, teselli olacağım. Sevgi” senin çalışma kudretini artıracak. 2 ten aslan gibisim oVazifeni seversif? Mesleğine bağlısın. Trablusta ufsf bir ev kurarız. İçerisini ben sana bi yuva gibi süslerim. Orası bize mes bir yuva olur, Günlerimiz, hiç duy dan geçer.. Görürsün. — İçimde bir garib'sıkıntı var, Ri nâ. — Gurbet, başlangıçta ber zama? böyledir. Yarım açılırsın. — Sen de benim gibi misin?. — Ben mi? Ne münasebet? Beri? İstanbulda kimsem yok ki, Olsa ÖĞ senin varlığın bana hepsini unuttu! — Haydi, birez da annemin yan gidelim. — Gidelim, Talât. Esaseri, güverte serin olmağa vef hıyordü. (Arkan var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: