29 Temmuz 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

29 Temmuz 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

29 Temmuz m Posfan nın tefrikası; 43 YAZAN: ZİYA ANY F erman dinlemez ocaklı Diye, homurdandı. Yumrukları kal- Şalarının üzerine mıhlanmış gibi, dim- dik bir yürüyüşle, odada dolaşmıya baş ladı. Aradan, beş on dakika geçti. Kapının önünde evvelâ bir ipek hışırtısı işitil- di. Ve sonra, haremağalarının açtığı kapının aralığından, uzun bir şala bü- Tünmüş olan Hatice Sultan belirdi. Kabakçı Mustafa, aklından ve haya- İihnden geçmiyen bu manzara karşısın- da o kadar şaşırdı ki, bütün iradesi sar- Sıldı. Kalçalarmdaki yumrklarını in - fi, Oradakilere göz gezdirdi. Elleri |” klüm divan duran harema; hi görür görmez, oda ellerini ö kavuşturarak başını önüne eğdi... kadının huzuru, bu çelik gibi adamı, birdenbire balmumu gibi yumuşatıver- işti. Şimdi oda, derin bir sükün de İdi. Bu sükünu, Hatice Sultanın tan - Ban ve mühtez sadası fhlâl etti: — Bu adam, yaraları sağalıncaya dek, (1) burada yatacaktır. Eğer bizle- Ye emniyetin yoksa, yanına bir döşek de sana sersinler. Sen de gir, yat Kabakçı Mustafa, bütün hay Du derecede tok ve katı bir emir işitme mişti. Bu emir, öfkeden titreyen bir kadın tarafından verilmekle beraber, o İnes ve zayıf seste öyle bir kuvvet ve mehsbet vrdı ki, Kabakçı Mustafa, ba-| $ını biraz daha eğerek yutkunmaktan başka cevab veremedi. * MİNNET VE ŞÜKRANDAN DOĞAN BİR AŞK N Hatice Sultanın şelânjlik dairesine Beçmesi, o zamana kadar misli görül- Memiş olan barikulâde bir hareketti. yi onun bu harekti, sebebsiz de- idi, | ya Sobakçı Mustafanın saraya geldiği-| Bi ve Turna Mehmedi alıp götürmek İstediğini kendisine haber verd Yaman, bu barut gibi sert ve ta © adamın (Ferman dinlemez) bir 0- Saklı olduğunu da söylemiş — Yazık-.. O levent misali dilber de Mkanıı, yolllarda can verip gidi Diye de, Sultanm şefkat İshrik etmişlerdi. Hatice Sultan, s5 Yına kabul ettiği yaralmın (Levent mi- #li dilber bir delikanlı) oldu- Mu, daha o gece haber almakla #cikmemişti. Ve, damarlarında taşi-! IĞ! ihtiras ve şehvet kanının icabatıma| kiplarak bu delikanlıyı görmek İ kabinde şiddetli bir merak hi ; Fakat mevkit ve şahsiyeti, selâmhk dairesine geçerek onu görmiye müsald öle. Buna binaen, © hissettiği bu rak yenmiye çalışarak yaralının bi- AZ iyi olmasını beklemiye karar ver- mm Eğer yaralı, yürüyüb gezecek P iyileşirse, onu bir bahane ile ha- bahçesine aldırarak orada doya do Ya görebilecekti. ge ikin, Kabakçı Mustafanın saraya İmesi ve yaralı kardeşini slıp gö - ik istemesi, vaziyeti derhal de- a miti. Ve, Sultan arzusunu ye- ti etirmesi için iy bir vesile teş - Stmigti. Hatice Sultan, bu vesileden istifade Sinek istedi... Büyük bir hiddetle ye e fırlayarak: “> Bakındı, hele. kim imiş o ferman! 0 ocaklı?.. ona nasıl söz geçiri- | srereremmsmemenman »* imdi görürsünüz. tez, bana bir Verin, by Ve getirilen gala bürünerek;| o'nun ölümü karşısında Samsun — Mu - İ(İt dalaması) na (2) benzetmekle çok bu, kendisinden başka, hiç kimseye! malüm değildi. * Hüce Sultan, Kabakçı Mustafayı mağlâb ederek, büyük bir vekar ve aza metle harem dairesine dönerken, çeh- vesindeki neşeli bir tebessüm belirmiş- ti. Çünkü, Kahbakçıya hitab ederken, bir saniye zarfında Turna Mehmedin yatağına kayan gözleri, bu genç ve a - teşli dul Sultanın merakını tetmine kâfi gelmişti... Tuma Mehmed, her genç ve ateşli dul kadının ihtiras işti- hasını kabartacak derecede cazibdi. Bu gürbüz delikanlının esmer çeh- rTesinde, daima kor gibi parlayan göz- leri o kadar bariz bir tesir ve nüfuza malik idi ki; onun hayatına karışan bü- tün kadınlar: — Mehmed... Ah, şu gözlerin yok mu .. İnsanın kalbini bıçak gibi kesi- yor. ateş gibi ykıyor. Demişlerdi. Çok tabiidir ki, Hatice) Sultan da harem dairesine avdet eder ken, aymi tesiri hissetmişti. * Tura Mehemde gelince... O benüz, gördüklerini tal edecek | vaziyette değildi. Çünkü, (büyük bir!'; metanet göslermesine rağmen, yarala- rından son dercede müztaribdi. Kabakçı Mustafa, onun yaralarımı büyük hata ediyordu. Aldığı bıçak ya- ralarımdan birinin, zavallı delikanlının ciğerine kadar işlediğini bil imiyordu... Eğer Hatice Sultan ona sarsyının ka- (1) Köpek ısırması PısıM açmasaydı.. ve koşup gelen he- İkimler olmasaydı hiç şüphesiz ki Tur- na Mehmed, şimdiye kadar sağ kalmı- yacaktı. Mehmed, yaralarının vaziyetindeki vahameti anlıyordu. Bütün vücudü, a- teşler içinde yan:yor.. o ve çok iztırab çekiyordu... Vakit vakit kendisini kay- betmekle beraber çektiği can acısını hekimlere ve etrafında dolaşan saray ağalarına bildirmek istemiyordu. Sa - dece: — Hay allah, bizim İbrahim yoldaş. tan., sizden de Tazı olsun. Beni, ayak- lar altında komadınız. Diye, söyleniyordu. Saraya nasl kabul edil. miş. ve buna, hayret etmişti. Demek ki kendisini sokak kaldırımları üzerine can vermekten kurtaran, Hatice Sul * tan idi. O Hatice Sultan ki.. Boğazın hırçın dalgaları üzerinde bembeyaz bir mar- tı gibi kayan, akşam güneşlerinin kes. yaldızları kayığınn zarif köşküne, tıpkı bir güvercin gibi kuru- Irak Rumelihisarının önünden geçer. ken, kaç defa kale burclarının üzerinde derin bir zevk ve haz ile onu temaşa et- miş.. vücudu, çelik bir yay gibi gerilir- ken, kalbi iştiyak ateşlerile yanıp tutu- şarak bu muhteşem genç kadına karşi ititreye titreye hasretle içini çekmişti. Düşündükçe, iyice hatırlıyordu., bat- metle geçerken, (Arkası var) Günün Bulmacası 8456789 10 SOLDAN SAĞA ve YUKARDAN AŞAĞI: 1 — Olur olmaz lâf söyliyen. 2 — Meşhur cins ulamdan biri - Şart lâ - bikası, 3 — Yağma - İsimlerden sıfst yapmak 1 - çin isimlere eğlenen Yhika 4 — Bir nevi kalın palto - Çocuk doğur - muyan. 5 — Bir göl kenerindaki vilâyetimiz « Kı- yatet. 6 — Beygir - Soğuk mevsim. 7 — Ziğürd - Saf. 8 — Gevşek olmıyan. 9 — Ağızla düdük sesi çıkarmak - Yalan 10 — Ziyaret eder - Tuttuğu çeyi kıran, Geçen bulmacanın halledilmiş şekli: SOLDAN SAĞA: 1 — Büyükada - A — İri - İkamet, 3 — Rüya - Masa, 4 — Anemi - Alan, 5 — Nadirat. 4—Bo-Çay-R..B. 7 —At - Rih - KL 8 — Do - Selâmet, * 9 . Kalll - Çi, - İkilik. — Bir doktorun günlük noliarından “Asabi ç çocuklarda : 8 İnstabiliğe yani kararsızlık, bu da ya hareket ve yahud ruhi şekli de tamamen müte - arın halidir. İkinci halde ıkluktur ki ço - cuğun melekâti akliyesinin inkişafı üze- rine çok fe ve moi gelirir. H allienleri — ve mürebbileri ne kadar meşgul ettiğini bilir. Mekteblerde ve diğer ilmi müesseselerde talim ve terbiye mesleği ile alâkadar olani çocukların bir nokta üzerine dikkati, ni teksif ettirmenin one kadar müşk pek *yi bilirler. Habiğ bu dik - kati teksif gayrel (çok kısa bir zaman Için mümkün ve muvaffak olsa bile he- men derhal kaybolur. En ağık ifadelerle en güzel tarzda takrir edilen dersler bu gocukların ruhlarına bir türlü nüfuz e - demez ve nihayet derse bağladılar ya- rım saat geçer geçmez artik çocuk mey» zu Ve tamamen mlâkasını keser, sonsuz bir rüyaya dalar. Adeta kaybolur. Bitta- bi hafıza kuvveti böylece pek fena işle- diğinden derslerden elim randıman da feel bir dereceye iner. Asahi çocuklarda görülen diğer bir hal vardır ki çocuk gayet kolaylıkla ve gür. atle herhangi bir mesele Ohakkında ag veya çok şiddetli olmak Üzere bir takım kavga, patardı, ve gürüğü &ibi sahneler ortaya kayar ki buna (kapris) diyorlar. En ehemmiyolsiz şeyler bu kaprisi tah - Tik eder, Çocuk böylece kapristen kapri. se göçer. Hiddet ve şiddet tepinme, sağa ala körükörüne savrulan o yumsuklarla Ortalığı altüşt eden bu çocukları etrafta bulunanlar teskin etmekten bu fırtınayı durdurmaktan tamamen © aciz kalırlar Böylece çocuğun kardeşleri, kız kardaş - leri ve bütün ev halkı daimi bir gergi lik içinde bunalır kalırlar se saray halkının hayretleri ara-İharrir Vedad Ürfinin bu eseri nefis bir şe- *, selimlik dairesine geçti. al, ice Sultanın bu hareketi, sare İki tarafından iki suretle tefsir edi diz Biri, yaralı adama karşı şefka! “ri de, (Ferman dinlemez ocak SMrine itaate mecbur etmek.... Li Sultanı merak ve ihtirasa sev- — üçüncü bir sebeb daha vardı ki “makam ay | ölüm haberi alındığı gün kilde intişar etmiştir. Ebedi Şef Atatürk'ün duyulan beye — canları kuvvelli bir üslüpla ve canlı tablo - nrla tesbit eden eser, Ata'nm eldöen güzeli »ir tablosuyla ve mübenddid klişeler ile büs-! bütün zenginleşmek'edir. Yalnız Samsun - uların değil, bütün yurddaşların kütübha - İ nasl için bir kıymet teşkil o edecek olan bu eseri tavsiye ederiz. Konya — Konya Halkevinin neşrettiği bu İmesnuanın 28-29 uncu saydagı bir arada in- tişar etmiştir. Burların tedavilerine ald 'sahatı bilâ- Bare hep birden vereceğiz. Asabi çocuklar bahsi bügün bitmiştir. * Alya okuyucularım mektublarına ad - unutuyorlar, Ve bittabi ce. ei kalıyorlar. Gerek Gerab pulu yol laniasının, gerek Sâre yazılmasının Kımal edilmemesi Yâzendir. Cevab istiyen ookuyucularımın porta pulu yollamalarını rica ederim. Aksi tak- dirde istekleri mukabelesiz kalabilir. ta bir defa gene böyle haşmet ve aza -|P” Evvelâ elçi efendimiz haşmet- lü imparatorumuzun hünkâr hazretle- rine olan selâmlarını arzettikten son- ra itimadnamesini öperek hükümdara takdim eyledi. Padişah da Bunu, Sad İrazam (Il) Mehmed Paşaya verdi ve Imparatorumuzun sıhhati hakkında su İaller sordu. Bu sual ve cevablardan sonra sabık elçi Herr Petsch 'ayni tarz ve şekilde iki paşa tarafından içeri ge- tirildi. Padişahın elini öptükten sonra 0 da bir tarafta ayakta kaldı. Bundan sonra da bizler ki evvelce üzerimizde hançer, bıçak vesair bulunmasın diye İaranmış ve esasen padişah huzuruna kabul olunacağımızı bildiğimiz için bu gibi silâhlardan tecerrüd etmiş bulun- duğumuzdan - birer birer mabeyinciler tarafınran hünkârın bulunduğu odaya sokularak ve elini öptükten sonra gene dışarı çıkarıldık. Hükümdarın; yerden yarım metre rükseklikte, altın, inci vesair giranba- ha mücevherat ile işlemeli diba bir s€- dir üzerinde oturduğu odayı tasvir et- miye muktedir olamıyacağım. Çünkü kısa bir müddet içinde odayı gözden ge çirmiye imkân yoktu. Esasen ben de ©- |danın güzelliğini ve ihtişamını görüb İtetkik etmekten ziyade bu fırsattan bil- tifade hükümdarın yüzüne bakmış ve onu tetkik etmiş bulunuyordum. Yak nız odanın tavanından sarkan ve pırıl pırıl pırıldayan bir takım yuvarlaklar me çarptı ki bunların kıymetli mü cevMer mi, yoksa billür mu olduklarını anlıyamadım Bu suretle Osmanlı Padişahı tarafın- dan kabul olunm. öreni hitama er- dikten sonra get z şekilde dı. İşarı çıkarıldık. Bu esnada elçi efendi- Jular. Ve ayrı bir odaya alına- asa etrafında sandalyalara Jotur rak yemek yediler. Türkler san- e oturarak yemek yemiye aliş- »rrdir. maiyetleri ola bulunan döşeme üzerinde yemek ik - mezden önce Osmanlı hâ ştırıldığını görmek fırsatını ı ipek elbiseler giymiş lerinkinden, bâ- şın bir karış arısı altın işlenmiş ol- makla farklı külâhlar geçirmiş iki vüz kadar hademe mufak ile padişahın da- iresi arasında, bir sıra halinde yer ala- rak orada bulunanları bir baş eğmesile selâriladilar. Soüra bir'birine yakın 0- larak ve sanki boyanmış mankenler ve ya heykeller gibi, sessiz ayakta durdu- lar. Yemek zamanı gelince mutfak kâhyası, aşçı başıdan aldığı bir porse. len tabakla üzeri kapal: başka bir ye- imek kabını alarak kendisine en yakın bulunan bademeye verdi, o da yanın- dekine vererek bu suretle elden ele ge- çen yemek, Padişahın dairesine en ya- kın bulunan son hademeye ulaşıyor - du. Burada ise başka mabeyinciler bu İunuyor ve bu defa yemekler bun * İların elinden geçerek hiç bir ses çık - maksızın, hiç bir çıt bile olmaksızın ve süratle hünkârın masasına varmış 0 - layordu. Bu adamlardan (bir çoğu da ayni tarzda paşaların ve elçilerin bu - İlunduğu daireye doğru dizilmiş idi - ler. Yemekler de bunların ellerinden geçerek misafirlerin sofrasına getiri - liyorlardı. On altı kişi de, yemekleri bu mimwal üzere elden (ele geçirerek bi önümüze, masa örtüsü yerine ha hlar üzerine yayılan ve gayet san'at - kârane işlenmiş acem meşini üstüne koyuyorlardı. Yemeklerimiz kayna - (1) İstanbula (o murasalatlarında Ferhad bir el öpmekten ibaret olan bu kadar|sı lerimiz paşalar tarafından yemeğe da-|Yi 16 ncı asırda İstanbula gelen Bohemyalı Baron Wratislaw'ın hatıraları: 22 Türkçeye çeviren: Süreyya Dilmen Sarayda ziyafet mış ve kızartılmış O tavuk eti, pirinç çorbası, fırında pişmiş koyun eti, sa - İlata ve bizim alışık olmadığımız ve ho- İşumuza gitmeyen bir takım sebze mekleri idi. Kaşıklarımız ise boy a mış tahtadan olup sofrada biçak ve şa. rap yoktu. İçimizden biri su içmek as zusunu izhar edince, bir hademe be - linde acem meşininden mamul, gâyda gibi şişirilmiş ve üzerinde gümüş yal- dızlı borular bulunan bir kaptan gü « müş taslara (Arab şerbeti) Odedikleri şeker ve limonla yapılmış bir nevi tat- lı su akıtıyor ve misafirlere sunuyordu ki ben bu şerbeti pek sevdim. Yemek yeme bir yarım saat kadar devam ettikten sonra sofradan kalk. tık. Bu arahk bazı Yeniçeriler, Padi . şaha takdim edilmek üzere getirdiği * miz hediyeleri bizden alarak götürdü- iyeler şunlardan ibaretti: gümüş yaldızh liğen ve ibrik, ikinci bir (gümüş yaldızk), burmalı ve kalemkâr © elinden çıkma güzel bir ibrik; ük su maşrapa- (Nar ve çiçek şekillerile ve minelenmiş, gümü; Z kavuğu şeklinde iki dızlı su tası, iki büyük gümüş yaldı yaldızlı mum makası; iki bi dızh yemek tabağı; ay biç yük, yaldızlı sürahi; altı köş vurduğu zaman şayanı hâyret surette kendi kendilerine kıvrılan ve san'at - ne zincirlerle müzeyyen o bir top yuvarlak); kule biçiminde. bir ç saat ki vurduğu vakit muhtelif bücre- lerden “Türk hokkabazlar çık rafta koşuşmakta ve tekrar başka bir saat; bü ce bir san'at çaldığı zaman Türk o süva i dışarı çıkmakta ve harb hareketler rak çalma bitince tekrar içeri (ogirmekte - dirler; uzun bir çalar saat ki ü ağzile bir kaz yakalamış bir kurt bu - İram ettiler, Fakat bize yemek getiril-İde bir tüfekle kendisini anına nasıl İdışarı çıkarak bir Türkün ö Tunmakta ve saat çalınca bu kurt, elin- urmak için inde kaç” nda tüfek iz bi makta ve saatin son vuru patlamaktadır; dört köşe, di saat ki bunun da tepesinde akla ve saatin vuru rini ve kafasını kımıldatmak amam Arkasi VA yar). “Belçikada bir bir Türk Gencinin Muvaffakiyeti Brükselde münteşir Te Solr gaze- tesi üniversite imtihanları sütununda genç bir vatandaşımızm Belçikada tahsil hayatında kazandığı muv sattaki, yeti kaydetmektedir. Bu habere nazaran Belçikada tahsil- de bulunan gençlerimizden Faruk E - remin üçüncü hukuk doktorası imti » hanını muvaffakiyetle bitirerek «bü - yük imtiyaz» derecesile hukuk deokto- Tu ünveanım kazanmıştır. Belçikalı ve ecnebi tahsil arkadaş - ları arasında Türk gençliğinin istide. dına parlak bir misal olan bü zeki ve

Bu sayıdan diğer sayfalar: