4 İkincikânın SON POSTA — Erzincandan gelen yaralılarla konuştum! Felâketzede kadın, babasız kalmış evlâaını bağrına basarken: “ Allah devlete millete zevat vermesin!,, dedi. Korkma kadınım! Böyle devlet ve millete zeval mukazider değildir. Yazan: Ercümend Ekrem Talu Ankara 2 Kânunusani 940 Bir haftadanberidir ıssı ve müşfik ku- cağında beni de barındıran Ankara Nü- mune hastanesine dün akşam, bağrı ya- nık Erzincandan ilk yaralı ve hasta ka- filesi geldi. Çoktan — unuttuğum — kendi — 1z - tırabımı. bir kere daha — yene - rek ve — bir — gazetecinin — vazife önünde, bir askerden farksız olduğunu düşünerek bu bedbaht vatandaşlarla ko- nuşmak ve dinlediğim şeyleri Son Posta okuyucu'arına duyurrimak istedim. Hastanede, yattığım gündenberi ses- siz, fakat hummalı bir hazırlık, bir faali- yet hissediliyordu. Doktorlar, hemşireler oradan oraya koşuyor, aralarında fısılda- şıyorlar, hastabakıcı ve hâdemeler, boşa- lan koğuşlarda temizlik yapıyor, tertibat alıyorlardı. Zaten hekim ve hastabakıcı kadroları seyrelmişti. Erzincan felâketi duyulur du yulmaz, başşehrin Nümune sıhhat mües- sesesi derdli yurddaşların imdadına en seçkin unsurlarından mürekkeb ekipler koşturmuş, zelzele mıntakasında sağ ka- lanların canlarımı kurtarmağa ve koru- mağa tehalük göstermişti. Sihhi durumları müsaid olan yerli has- talardan 47 fanesi peyderpey taburcu e- dilerek böylece boşalan yataklara şimdi felâketzede Erzincanlılar yatmış bulunu- Yor.. Bunların gelişleri pek hazin oldu: Be- lediye, şehir otobüs'erinin banketlerini kaldırıp bunları rahat birer hasta araba- sı haline getirmişti. İstasyondan bunla- rın içerisine sedyelerile beraber bindiri- len yaralılar ve hastaları, hastane kâpısı önünde, başta, hepimizin tanıyıp sevdi- ğimiz sertabib Dr. Rüştü Çapçı olduğu halde heyeti sıhhiye karşılıyordu. İnli- yen, hıçkıran, sükütu i'e daha ziyade e- lem veren kadın, erkek, çocuk.. cümle kapısından içeriye daha girerken — duy- dukları, gördükleri candan alâka ve şef- k'âtli ihtimamları bir teselli gibi kabul e- diyor, soluk ve kuru dudaklarile gülüm- semeğe çalışıyor'ardı. Sade, on, on iki yaşlarında bir erkek çocuk, uğradığı musibetin hâlâ dehşeti içinde muttasıl haykırıyordu: — Baba!.. Babacığım!-. l!tîıîîdlî kim bilir hangi taş yığınının e görmemeğe E:ğ;îb:âîlîrk yavrusunu müşfik eller Yatırdılar! Ve temiz, sıcak bir yatağa heîelen!ıerin çoğu hariciye servisinde. Ve en hepsinin de bir ve birk fında kırık ö ya birkaç tara- 3 var. Erzincan Ağırceza azasından Bay Hasan Fehmi beli Muztarib. elinden — O gete geç vakte kadar evde çalı SIP, gece yarısından biraz sonra vıtâm.. diyor; birdenbire z Üörlediter : » Şiddetli bir sarsıntı ile deki tavan ü dört metre ç Üüm h gök yüzünü — gör- - SOnra gene kapandı ve kendimi bir yığın enkaz altında bul d lum.. Bay Hasan Fehminin üulmuştur çoluğu — çocuğu da kurti mıştır. ve onlara bir şey olma- Kızılay müfettişi Bay Saidin de yarası belinden. O da, mıntaka : e a yı teftiş ile meş- gul imiş ve Erzincana o gece varm Ka ş. der bu! Diğer zavallıların da yanlarına birer birer sokuluyorum: — Geçmiş olsun! O meş'um gecenin dehşetini mtuhafa- Za eden muztarib nazarlar bana doğru dönüvor.. geçmiş olsun!. Fakat acaba sa- hiden geçti mi?. Neresi burası?. Erzin- canda kalan, hayal olmuş bucağın, dağıl- Miş yuvanın ve ölen sevgililerin hasreti- ni, matetmini taşıyan bu nazarlar yürek Parçalıyor,.. — Erzincanın içinden misiniz? — Evet, — Adımız? — Kerin — Orası şimdi ne hatde? — Hep yıkıldı; yerle bir oldu. Felâketten sağ ve sağlam olarak kurtulan halkı Haydarpaşa Gözler biran için dalıyor.. solmuş du- daklar bir hayal içinde cümleyi ikmal e- diyor: — Biz dokuz can idik.. bir ben kurtul- dum.. hepsi gitti! 'Yanı başında bir çocuk yatıyor. Adı Ömermiş.. on yedi saat enkaz altında kal- mış. Derdi başından. O da: — Anam öldü. Babam kurtuldu diyor- lar amma, nerede olduğunu bilmiyorum.. deyip deyip dalıyor. Genç bir zabit. O gece kışlada nöbetçi imiş. Yer sarsılır sarsılmaz evine koşmuş. Karşısına çıkan taş ve moloz yığınını el- lerile deşe deşe, altından çıkarabildiği yaralı eşi ile bir tek yavrusunun muzta- rib çehrelerine bakarak: — Bu akşam buradan İstanbula gide- ceğiz, diyor. Kayınvalidem bizi bekliyor. Kendisine yoldan telgraf çektik.. Gözleri yaşarıyor.. — Üç evlâdımdan ona yalnız buncağızı götürüyorum!. Fakat dinlediklerim yalnız faciadan i- baret değildir. Kahramanlık, fedakârlık ve feragat menkıbeleri de anlatıyorlar, Türkün ezet ve ebedi fazileti orada da kendini göstermiş. Vali Nuri Tekelinin cansiparane gay- retleri hepsinin ağzında. Müddeiumumi- nin, enkaz altında ölen veya yaralanan diğer vilâyet erkânının — vazifelerini de kendi üzerine alıp ayni zamanda jandar- ma kumandanlığını, emniyet müdürlüğü- nü ve vali muavinliğini ne türlü ifa ey- lediği bir hayranlık mevzuudur. Sonra, anlattıklarına göre, Erzincan- da inşaat işlerinde çalışan 40-50 kadar mahpus varmış. Bunlar cezaevinin dışın- da bir takım barakalarda yatıyorlarmış. Zelzele gecesi, bunlara hiçbir şey olma- sayılı bahtiyarlardan Erzincanlı bir aile istasyonunda tarmışlar ve kendi barakalarında iskân etmişler. Kaçabilirlerdi.. kaçmamışlar. Vazife karşısında Türk kaçmaz. İsterse cani ol- sun, onda vatan duygusu, insaniyet duy- gusu hiçbir vakit körlenmemiştir! Haber aldım ki, hükümet bu mahpus- ların bakiyel müddetlerini bağışlamak üzere aletâcele Meclise bir kanun lâyi- hesi veriyormuş. Bunu bana, yaralı ar- kadaşlarının hatırını sormağa gelen ad- liye memurları teyid ettiler. Erzincanlılara çorba dağılıyor.. şef- katli, hamarat, nezih hemşirelerin ncza- reti altında, hademelerin getirdikleri ve dağıttıkları mis kokulu sıcak çorbalar, heyecandan kısılmış gırtlaklardan aşağı kaşık kaşık inerken, dışarda, necib Türk hekimleri, felekzede yurddaşlarına bu ilk geceyi de rahat geçirtmek kaygısile ha - zırlıklarda bulunuyorlar. Hastanenin en kıdemli, mütehassıs tıb üstadları operatör Şerif Korkud, Nuret- tin, dahiliyeci Salâhi Vehbi, İhsan, Ba- yan Hatice Açıkalın ve daha bir çokları o yataktan ötekine koşarak, paralanırca- sına derman, teselli dağıtıyorlar. Bir kapının dibinde, yatağına uzanmış, gözleri enginde, hafif hafif inliyen kadı- na sordum: — Nasılsın? Koynundaki, babasız kalmış, nur topu gibi evlâdını bağrına bastı: — İyiyim! dedi.. Allah devlete, millete zeval vermesin!. Korkma, kadınım! Böyle, saadet gü- nünde olduğu gibi, felâket anında da, bir tek vücud olacak kadar kenedleşmiş bir devlet ve bir millete hiçbir zaman zeval mukadder değildir. Onların müşterek azmi, yarın, senin viran yurdunu da yeniden kuracak ve sen güzel Erzincana tekrar kayvuşacak- mış. Ve bu 40-50 mahpus bir anda mahal- lelere dağılarak 1000 kişiden fazla kur- sın!, Ercümend Ekrem Talu L Hâdiseler Kıqııındı I am ve cam eşyada da ihtikâr ya- pıldığı iddia ediliyormuş... Bvvelce sandığı 780 kuruşa satılan camlar, bugün bin dört yüz kuruş, hatiâ daha fazla fiatla satılıyormuş. Asıl işin garib tarafı bir kere cam almış olan, bir ikinci defa cam almak için müracaat e- der, ve bir de fatura isterse cam tüccarı, faturayı vermediği gibi camı da vermi - yormuş,. Tabil vermez; camı versin, faturayı da versin, ve sonra ihtikârla mücadele ko - misyonunda hesab vermiye mecbur kal - sın,., Bu hiç işine gelir mi? Amma camsızlık bizim işimize gelecek mi? Kış ortasında evimizin kırılan camını, nasıl yeniliyeceğiz? Köşe başındaki cam- cı: — Camiım yok, tüccar vermiyor ki! di- yecek, Ve biz çarnaçar,; camcıdan çıkıp kontrplâk tahtaların satıldığı dükkânlar- dan birine uğrıyacağız: — İnce, fakat sağlam bir tahta lâzım... Derhal intikal edecek: — Cam yerine kullanacaksınız. — Maatteessüf öyle! — Var, fakat biraz pahalı. — Çok mu pahalı? — O kadar değil, eski fiatının dört mis- 1i! — Ne dediniz, dört misli mi? — Maatteessüf, kabahat te bizde de - ğil, cam buhranından fabrikalar tahta yetiştiremez bir vaziyete geldiler. Verecek cevab çok, yahud da cam yok olduğu için kısa kesmeyi tercih edeceğiz. — Peki şu boyda, şu ende bir tahta ve- riniz. * ŞİMDI DE CAM miz, apartımanlarımız; tahta camlarile bir kat daha nahoş bir hal alacak. Eğer belediye bu arada, tahta camların ay- ni renge boyanmaları icab ettiği ve bu hususun bir an evvel teminini belediye şubelerine tamim etmezse, bazı tahta camlar olduğu gibi kalacak, bazıları da renk renk boyanacaktır. Tahta camdan dışarıyı görmek mümkün değil. Gerçi bir iyi'iği var: Mütecessis insanlar cam ar- kasından konu komşuyu gözetliyemiyecek ler... Gerçi gene bir iyiliği var: Perde ka- pamayı da ihmal eden ve evlerinin içi darmadağın, kendileri evlerinde saç baş dağınık, kılık kıyafet acayib dolaşanlar görülmiyecek, amma fenalığı yanında bu iyilikleri devede kulak kalacak. Sokağa, sofra örtüsünden bu'aşık su- yuna kadar her şeyi dökenler cam ol - duğu zaman bazan akıllarına gelir, cam arkasından sokağa bakıp, kimsenin geçip geçmediğine dikkat ederler ve öyle dö- kerlerdi. tahta camlar evlerde cam ar - kasından sokağa bakamıyacakları için gelen geçen var mı göremiyecekler, camı açıp bulaşık suyunu boca edecekler.. ve cam kapanacak. Artık camın altından geçen'erin halini gözönüne getirin. Cam ihtikârı da yalnız muhtekirlere yarıyacak; âfâka serçekmiş campalaslar gördüğümüz zaman ihtikârın “derecesini daha yakından anlamış olacağız. Fakat bu oampalaslar, camdan değil, en sağlam betondan olacaktır. İhtikârı, halkın bağrına taş gibi atan hiç bir zaman kendine sırça köşk yap - tırır mı? C sme Aattü Esasen hiç te güzel olmıyan evleri - Nasıl yas tutarlar? Yas tutmak bir çok memleketler - de ayrı ayrı şekil - lerde görünür. Si« yah giymek, sakal bırakmak, muay- yen bazı gıdalar « dan kendini mah - rum etmek gibi. Korenlilerin yaş A ları ise daha baş- — ka türlüdür. Karısı ölen her erkek muay- yet bir müddet için, kenarları gayet ge - niş bir şapka giymek mecburiyetindedir. * Kuyruksuz kediler adası İrlanda denizindeki Man adasında kuyruksuz bir kedi cinsi mevcuttur. Bu cins inkıraz bulmak üzere iken adanın hususiyetlerinden biri olduğu için, ye- Bunları biliyor mu idiniz ? — Dört boynuzlu koyunlar Dört boynuzlu ; koyunlar — evvelce Mavajo — yerlileri tarıafından yetiş - tirilirdi. Bu ko - yunlar, diğer ko - yunlardan boy »- nuz sayısile ayrı - lığı olduğu gibi süt verme husu - sunda da çok ayrıdırlar, Çünkü diğer en iyi cins koyunların verdikleri sütten bir misli fazla süt verirlerdi. * Büyük paralar Fransada en büyük parra bin frank: lıktır. Amerikada bin dolarlıktır, İngil- terede bin sterlinlik bunların içinde en kıymetlisi tabif 1000 sterlinlik olan- dir. Fransadakinin diğerlerinden kıy- metçe aşağı olması para' esasının frank ni baştan üretilmiştir. olmasındandır. Bir genç kıza Bir talib çıktı de mahfuz, mahrem kalacak, Bay M. F. D, diyor ki: sütununda çıkan, işleri Tim.» Bu mektubda yazanın Mersinden bir mektub aldım. Ya- zanın kullandığı inisiyal M. F. D. harfleridir. fakat mektubun altına hakiki adı ile sarih adresi de eklen- miş, yalnız bu isim ve bu adres ben- «2B yaşındayım, İlkkânunun 19 uncu günü çıkan gazetenizin Gönül Bigadan Süheyl imzasile gönderilmiş mek. tubu yazan genç kıza talibim. Mek- tubumu yazınız, bir cevab alırsanız adresimi gönderiniz, muhabereye gi- rişelim, mümkün olursa intac ede- içtimai mevkii tasrih edilmiş değildir, anla. şılan onu tanışmak istediği genç kıza anlatacak, Bigadan gelen mektuba gelince: Koleksiyonu açmıya lüzum görmedim. Hâdise yeni olduğu için hatırımdadır, bir köylü kızı olduğu. nu söylüyordu. Vaktile çıkmış olan taliblerini beğenmemiş olduğu için şimdi evlenememek tehlikesile kar- şılaştığını anlatıyordu. Galiba ben de bu mektubu dercettikten sonra bir köylü kız tarafından yazılmamış olmasımda şüphelendiğimi kaydet- miştim. Her ne ise Mersinden gelen mektub emrine âmadedir. * Beyan Makbuleye: — 38 yaşındayım, diyorsunuz, mü- saade ederseniz bir tarih yanlışlığı ihtimalini göz önüne alarak buna üç beş seneyi de ben ekliyeyim. 38 de, ğil, 43 yaşında da olsanız gene ihti. yar sayılmazsınız, şu şart ile ki #ören sizi genç görsün, yıpramainış, buruş_ mamış görsün, fakat bütün bunlar da kâfi değil. Kendinizi sahsen yo. rulmamış, ateşli, müteşebbis bulma- nız da lâzımdır. Yoksa ben hattâ 39 yaşında öyle genç kadınlar tanırım ki şimdiden ihtiyardırlar- Öyle 8. tünürler. Kendilerini öyle hisseder. ler. Eşasen kadın kaç yaşında pörü. nüyersa o yaştadır. nüfus tezkerasi, ne bakılmaz, derler. TEYZR