Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.
DA e * İkincikânın OA Af SON FOSTA | n ae — * —İ— Felâket mıntakasına hareket Çarşambanın Perşembeye ilmiklendiği gece... Saat 23... Karabükteyiz. Kaloriferli, aydınlık bır oda, yumuşak temiz iki yatak dinlenmek için bizi bek - liyor. İki gündür trendeyiz. İstanbul - Ankara ve Ankara - Karabük yolu iki ge- ceyi trene verdiriyor.. kirk sekiz saattir bir nefes alamıyan ayaklarımı pabuçla - rımın cenderesinden kurtararak, yatağa atılmağa hazırlanıyorum. Kapı vuruluyor. — Buyurun! Karşımızda elindeki kocaman renerile Karabük fabrikasının idare memuru İh- san... Gülüyor. — Sizi yolcu ediyoruz. Bü söze bir mana vermek müşkül.. Foto Cemal bana bakiyor, ben bakışlarımı ikisine taksim ediyorum. Gece vakti pa - buçlarımızı önümüze çevirecek ne ka - bahat yaptık acaba?.. | Bir kâğıd uzatıyor. Mavi ve küçük | bir kâğıd.. ucundaki etiketten tanıyo — rum: Telgraf.. yüreğimi ağzıma getiren bir heyecan.. — Bize mi?.. Açıyorum. Bir yıldırım.. gazete derha! | Erzincana hareket etmemizi bildiriyor... Gündüz ötede betide duyduğumuz zel- zele haberi, radyonun matem neşriyatı.. hakikati öğrenememekten mütevellid me rakımızı gideriyor. Demek ki.. bir felâket karşısındayız. Saate, tarifeye bakıyo - ruz. Yarımda Zonguldak treni var... «İr- mak» ta Etzincan trenile karşılaşıyoruz. | Haydi bakalım, tası tarağı toplamalı... Fabrikanın otobüsü gelip vaktinde bizi a- | Jaca" | Kismette (Karabük) — fabrikalarında | (Son Posta) okuyucu'arı için cazib rö - portajlar yapmak değil, bir milli felâke- tin hikâyesini yazmak varmış.. ee DB Erzincan treninde «İrmak>» istasyonundan Erzincan tre - nine biniyoruz. İlk işimiz vaziyeti öğren- mek.. ilk haber: Erzincan tamamen Ve bazı vilâyetler kısmen mahvolmuştur. Tren Erzincana giden vatandaşlarla do - lu. Hepsi felâket haberini alır almaz at- lamışlar. Kiminin ailesi, kiminin oğlu, kiminin anası babası orada... Dahiliye ve Sıhhiye Vekillerinin de trende olduğunu haber alınca, en sağlam malümatı Dahiliye Veki'inden alabilece - Bimi düşünerek, Vekili hususi vagontunda Ziyaret ediyorum. Yanında müsteşar mua- vini Şefik Bicioğlu, Erzurum valisi Ha - Şim İşcan, iki mülkiye müfettişi var. Sıhhiye Vekiline de içtimaf muavenet u - Mum müdürü refakat ediyor. Dahiliye Vekilinden öğreniyorum ki, Memleketin şark bölgesile, bu bölgeye yakmlaşan orta Anadolu kısmından bazı vilâyetlerimiz misli görülmemiş bir zel- zele felâketile karşılaşmışlardır. Bunla - rın içinden en talihsizi Erzincan çıkmış.. şehrin tamamen yıkıldığı ve insanca Za- yiatın çok fazla olduğu anlaşılıyor. Dahi- liye Vekili çok müteessirdir. Mütemadi - /| yen öteye beriye çekilmek üzere te'graf Müsveddeleri yazdırıyor. hnmı ;îîî bir imdad. katarı z çadır. yiyecek, en- kazı kaldırmak üzere amele götürüyo - ruz. Fakat ne ağır... Erzinana koşan Erzican'ı'er Yolculara sorarsanız, tren koşmüyor,; âdeta topallıyor. Dakikalar asırlaşıyor, yol bir serab sanki... Hakları var zavallı'arın. Şu genç a - vukat heyecan içinde... — İhtiyar annem orada, diyor.. bu ka- dar yıldırım telgrafı çektim cevab yok!.. Zayıf, sapsarı yüzlü bir başka yolcu: — Sekiz kişilik ailem orada.. diye derd Yyanıyor.. ne oldular, kim bilir? Kimi kızını, kimi ailesini, kimi baba » sını, anasını merak ediyor. Kurtulan pek azmış.. iki gün sürecek bu zalim intizarı de bir iki dakika konuşamıyorlar. Nerede ise inip trenin arkasından itecekler, Yataklı vagonda birkaç aylık çocu - ğile genç bir bayan var. Kocası Erzincan- da doktormuş: — Ya, diyor, çocuğum Erzincanda ba - basını bulamazsa... Kayseri, nihayet Sivas... Uğradığımız her istasyonda, felâket mıntakasına yaklaştıkça felâket büyü - yor. Bu dünya mikyasında büyük bir fe- lâket, milli bir ıztırab, yarım bir kıya - mettir: Kayseri valisi Şefik Soyerden bir mik- tar malümat daha alıyoruz. Felâket mın- takasının hududları genişliyor. Fakat za- va'lı Erzincan haritadan silinmiştir. Sabaha karşı dörtte Sivastayız. Herkes uyanık ve herkes ayakta.. yeni bir haber? Kara, soğuğa rağmen tren is- tasyona boşalıyor. Büfeye hücum — var: Bir fincan sıcak çay içip ısınmak, bir fin- can kahve yuvarlayıp asabı yatıştırmak için mi? Hayır.. elektrik feneri mübayaa- sı.. Erzinean zifiri karanlık.. gece y;rısı herkes ölüsünü, dirisini nasıl arıyacak? | #'vastan kalktık. Trene Ankaradan bir yıldırım telgrafı geldi. Bütün yolcuların yürekleri oyna - yıp bu telgrafın üstünde âdeta birleşti. Herkes haber bekliyor. Aranılan sahıs vok. Acaba isim yanlış olmasın. D;—ğil.. Trene bulunamıyan zatın bir çocuğu ol- duğunu müjdeliyorlar. çe ee Tren kara saplanıyor Sabahın yedisi... Trenimiz kefenlik bez kesen kara bir makas gibi bembeyaz karlar arasından koşuyor. İki buçuk metre kar olduğunu söylüyorlar. 1700 metre irtifaa tırmanı - yoruz. Katarın önünde iki heybetli maki- ne.. kar tren yolunu kapamasın diye, iki tarafa tahta siperler yapmış'ar; tipi öy- le şiddetli ki; müthiş bir uğultu ile tre - nimizi sarsalarken bu tahtaları koparıp koparıp fırlatıyor. Vahşi, korkunç dağlar arasında insafsız bir tipinin elindeyiz. Dı- şarıda (—18) soğuk. Pencereden parma- ğinızi uzatsanız donacak. Kalorifere, pal- tolarımıza rağmen âdeta titriyoruz. Bir - den olduğumuz yerde sallanıyoruz. O ne?. Bir te'âş, pencerelere hücum, Kar yolu kapatmıştır. Makineler teke inadile bir- kaç tos vuruyorlarsa da iki buçuk met - relik mânia bir Manerhavm hattı salâ - betile karşı koyuyor. Kompartimanda bir hat müfettişi var. — Kara saplandık! Diyor, ve muşamba ceketini, kasketini geçirerek trenden fırlıyor. Ne olacak şimdi.. ameleler küreklerle yola dökülüyorlar. Fakat bir kürek kar ka'lkmadan rüzgâr bir tonunu yığıyor. ÂAl- lahım o ne dehşetli tipi.. bir dakika için- de bütün pencereler örtüldü. Vagonları tekerleklerinden sarsalıyor. Rüzgâr bu halimize kahkahadan boğulur gibi ıslık- lar çalarak, yerlerde yuvarlanıp karları havalara kaldırarak treni mıncıklıyor. Kompartimaın camı hamarat bir bayan elinden çıkmış, ağır işlemeli bir masa ör- tüsüne döndü. Şimdi iri delikli bembe - yaz bir cibinlik içindeyiz. Dışarısını gö- remiyoruz. Ne halde olduğumuzu göre - yim, dedim. Vagonun kapısı bu cür'etimi yürüs carptı. Adım atamadım. 5 va yürüdüm. İki bayan babası Erz: olan yavruyu — battainyeye koymı salıncak şeklinde sallıyor'ar. — Çetin sus, Çetin uyu! Hakkı var yavrunun: Üşüvyor.. Vagonlar gittikçe soğumağa — başladı. Bir hamle daha.. korkune haber, lokomo- tif ve furgon yoldan çıkmıs,. dünyanın yolunu şaşırdığfı bir zamanda bir maki- nenin avağının kayması mühim — mesele değil.. fakat burada donmak, felâketzede- lerin imdadına yetisememek te mevzill- bahs.. bu kerlı stepin ortasında münhe- zim bir imdad kolu ha'indeyiz. u e gA Yeniden hare'at Yedi saat sonra.. aşağıdan gelen bhir im- dad lokomotifi evvelâ Vekillerin vagon- larını, sonra da bizi, biraz evvel kalk - miış: olduğumuz - (Eskiköy) — istasyonuna düsünün.. bir yerde oturamıyor, bir yer- çekiyor. Burada âkibetimizi bekliyeceğiz. Erzincan istasyonu ve bir felâketzede Yolcuların sabırsızlığını, bu münasebet- siz sürpriz önündeki infiallerini nasil an- latayım? Herkes istasyon şefinin odasına dolu - yor.. Telefon, telgraf işliyor: İmdad... Saatler geçiyor, imdad trenleri geli - yor, o tipi altında ameleler ve teknis' - yenler, vazife üstünde insani ve fera - gatkâr çalışmalarına devam ediyorlar. Tam 36 saat. Ekmek bitiyor. Fakat ka - zazedelere giden ekmekten bize dağıtı - yorlar. Bay Çetinin sütü ve maması bitti. Restöranda bir parça pirinç varmış. Kay- nattılar, suyunu içirdiler, Kar, tipi, rüzgâr ayni şiddetle devam ediyor. Kurtarma hareketini telefonla idare eden işletme müdürü sabırsızlanı - yor. Ya biz? Dahiliye Vekili bir an evvel Erzincana varamadığı için — müteessir. Mütemadiyen ne zaman hareket edebile - ceğimizi soruyor. Müdüriyeti umumiye - den bir haber; mademki vagon yola ko- namıyor, şu halde devirip geçiniz. Bir he- sab, o da imkânsız. Daha çok vakit ister. Yolcular, gidip, ellerimizle karları te- miz'iyelim, sabrımız tükendi, diyorlar. Nihayet kurtuluş.. vagon raya kon - muş, kar makinesi yolu temizlemiştir. Yolcular bitkin bir halde: — Tahammül edemiveceğim artık.. bu heyecan beni öldürecek! Diyenler var.. sert, çatık kaslı bir step aksamı baslarken 36 saatlik bir bekle - meden sonra kalkıvoruz. Hüz Kemahda Üçüncü mevki kompartimanlardan bi- rinde orta yaşlı bir kadıncağız hıçkırık - tan boğulacak: — Allahım diyor. bu ıztırab daha ne ka dar sürecek? Bu kadıncağızın kocasile iki ma eğiliyor: vuşmuşlar... Yüreğimde bir yanar dağ... — O halde niçin götürüyorsunuz? — Dinletemiyoruz ki. sında bir tünelden bir diğerine giriyo - ruz. Bütün dekor, kaya ve peri bacaları... Kulağımızda (Çetinkaya) istasyonun- da karsılastığımız yaralı treninden yük - selen feryadlar. Dünyanın en büyük hai- lesine vaklaşıyoruz. İste Kemah.. Erzincanın kapısındayız. Heyecan son haddini buldu. Artık tre- nimizin yolcuları kendilerini bek'iyen müthiş ve mukadder akıbeti pek az sonra öğrenecekler.. ç Daha tren durmadan atlıyan atlıyana.. Nahiye müdürü ve bazı köylüler is - tasyona gelmişfer.. yolcular bunların et- rafımı sardılar.. Nahiye müdürü sorulan sual'erin hangisine cevab vereceğini şa- sırıyor. Herkes kendi ailesini soruyor. ka- lanların miktarını öğrenmek istiyor, ya- çocuğu Erzincandadır. Yanındâki adam kulağı- — Haberini aldik. Üçü de Allaha ka - Saatlerce eteklerine deli Fıratı dola - miş, mağrur, heybetli, vahşi dağ'arı ta - vaf ediyor; çıplak, korkunç tepeler ara- ralıların ve sağların ne vaziyette olduk - larını araştırıyorlar. Nahiye müdürünü bu telâşlı kalabalı - ğın elinden kurtararak bir kenara çek - tiğim vakit: — Vaziyet çok korkunçtur, dedi.. size İne söylesem hakikati ifade etmiş olamı - yacağım. Şu kadar söyliyeyim ki, cesed- leri yememeleri için köpekleri öldürüyor- lar. Elân enkaz altında yaralılar mev - “uddur. Ölü miktarı tahminleriden çok daha fazladır. Şehirde taş taş üstünde kalmamıştır. Biz yolda iken Kemahın çok mühim hasarata maruz kaldığını duymuştuk. Halbuki Kemahta hiç bir bina yıkılma - mış.. iri kaya parçaları kopup yuvarlan - mışlar, bunlar da kasabaya bir zarar ver- memiş.. fakat köylerde ölü ve yaralı a - dedi bir hayli kabarık.. gy gT Erzincan kapılarında Erzincana bir istasyon kaldı. Trenimizde çıt yok.. kimse tek lâf ko- nuşmuyor. Herkes biraz sonra karşılaşa- cağı âkıbetin endişesi içinde.. Fırat boyunca koşuyoruz. Aşifte Fırat.. kâh bize sırtını dönüyor, kâh omuz omu- zayız, kâh uzaktan bir dolanıp göz kır - pıyor, vahşi, ayni zamanda yosma bir ka- dın sanki.. Yaklaşıyoruz. Dakikalar sayılıyor. Bütün tren pencerelere yüklendi. Bağt sız Erzincan sana geliyoruz. Fakat bize uzanacak kolların kaldı mı, bağrında bi- zi basacak bir yer kaldı mı? Erzincana u- zanan demiryolu iki kol gibi bizi kendine çekiyor. Bir an evvel, bir ömür boyunca, manzarasının dehşeti hafızadan silinmi - yecek olan Erzincana kavuşmağa can a- tıyoruz. Trenimizde Erzincanın çocukları, ekmek, çadır dolu.. bir an evvel gidersek biraz sızısı dinecek, sanıyoruz. S ee Erzincanda Nihayet... İşte nihayet Erzincan... Yanımdaki pencereden yarı beline ka- dar eğilmiş bir adam haykırdı: — İşte, işte Erzincana geliyoruz. Diğer kompartimandan bir feryad kop tu: — Vah anam Erzincan!... Gösterilen istikamete bakıyorum. Kup- kuru ağaçlar.. uzaktan gözüken yalnız bunlar.. Bana anlatırlardı; evler, bahçeler, a - ğaçlar arasında idi hani... Ağaçlar ara - sında seçilen bir ev yok.. Yaklaşıyoruz. Rastladığımız her adama hayretle ba- kıyoruz. Burada sağ adam bulmak bizde öyle tuhaf, ifade edilmez bir his bıra - kıyor ki.. Makasları geçtik. İstasyon gözüktü.. şehirlikten bir anda mezarlığa inkılâb etmiş olan zavallı Erzincanı iyi seçiyoruz şimdi.. bir enkaz yığını.. Tren acı bir çığlık kopardi. Raylar üzerinde bu manzara karşısın - da ürpermiş gibi sallandı, yavaşladı, is - tasyona giriyoruz. Şehrin sağ kalabilenle- ri yola dizilmişler, pek çoğunun kolları, bacakları, başları sarılı.. hepsi bağrışı - yorlar. Ne diyorlar? Bilir miyim? Umumi bir matem, feryad ve figanı.,, Bir delikanlı trenden haykırıyor: — Hepiniz sağ mısınız?.. Bu feryada muhatab olan bir kız çocu- ğu çığlık koparıyor: — Anne, abla, eniştem geliyor. Ve alabildiğine geri koşuyor. — Sağ mısınız, hepiniz sağ mı?.. Çadırdan fırlıyan iki kadın bağrışıyor- lar. Trenin penceresinden. bir sevinç say - hası: — Allahım çok şükür!.. İki — taraftan bağrışmalar karışıyor: — Anneciğim sağ mısın?.. — Bizimkilerden ne haber?.. — Oğlumu gördünüz mü?. 'Tren pencteresinden aradıklarını bula- mivanlar tarif eAilmez bir veis - içinde hrekırmağa başlıyorlar. Asım isimli genç bir avukat, yumruklarile başını dövüyor: birbirine Erzincanda neler .görd Bedbaht şehre ilk gidip gelen gazeteci, “Son Posta,, muharrirdğ oldu, tarihin kaydettiği en büyâk haileyi an latıgor — Anam yok, benim anam bunların içinde yok! Durduk. Sağ kalanlar, karşılarında buldukla « | rile saatlerce çözülmiyen bir kavuşma çemberi atıyorlar birbirlerine.. — Annem sağ mı, babam nerede, hani karım! . — Çocuklarım nerede? # Artık hiç bir haberin sigortasına gir « meden hakikatler ifşa ediliyor. Feryadlar, bayılanlar, istasyon taşları üzerine çö - küverenler.. İstasyonda kimsesini — bulamıyan'ır, şaşkın, mütelâşi öteye beriye koşuyor, karşılarına çıkanlara aradıklarının âkı -« betlerini soruyorlar, ' si Bu satırları yazarken, gözlerimin alev olduğunu hissediyorum. Hâlâ kafamın içinde anasına ağlıyan, delikanlı çocuk: larını bulamıyan baba, kocasının ölüm ha berini alınca taşlara yıkıln kadın var. Bir kadın tren penceresinden avazı çıktı- — ğı kadar bağırıyor: — Büyük Allah ne olur bir tanesini bana bıraksaydın! Bu kadıncağızın iki çocuğu ve kocasile anası enkaz altında kalmıştır. z v M Tarihin kaydetmediği facia sahneleri Perişan bir halde trenden iniyorum, Etraftaki bütün evler bir yığın taş, tahta, — toprak halinde.. Aralardan tek tük ça - dırlar gözüküyor: ğ — İşte diyorlar, bütün Erzincan şu gördüğünüz halk! | Bakıyorum, beş dakikada, teker teker sayabilirim hepsini,. başımı çeviriyorum. Üstüste konmuş insan cesedleri. Kaç ta « —| ne? Her halde birkaç bin! Artık hassasi « yetim uyuşmuştur. Gayri iradi yürüyo - rum. İstasyonun şark kısmını kaplıyan geniş meydandayım, Allahım bu ne feci manzara? 4 Yüzlerce, binlerce cesed, üstüste, yan yana konmuş.. birçok kadınlar, çocukln'ş erkekler bir albüm Yyaprağı çevirir gibi cesedleri kaldırıp ka'dırıp kendilerine aid olanları arıyorlar. Zaman zaman, aradı - ğını bulanların canhiraş bağrışmaları ku- lak zarlarını yırtıyor: — Babam, babam benim!. h — Anne babamı büldum, anne baba - mı uldum. 4 Morarmış cesedlerle veda kucaklaşma- 4 ö Biraz ilerliyorum. Birden bir tabanca patlıyor. Silkiniyorum. Elinde tabanca » sının namlusundan dumanlar çıkan orta yaşlı, yarı çıplak, saçı başı dağınık bir — adam avazı çıktığ kadar bağrıyor: $ — Allahım dirisini aldın, ölüsünü bize bırak! Bakıyorum. Ateş ettiği bir köpektir.. köpekleri öldürmüş olmalarına rağmen — tek tük rast'anıyor. Bir kısım cesedler taaffün &€tmeğe başlamıştır, kokuya ci - varlardan geliyorlar. K n di Bir adam görüyorum. Bembeyaz sakalı var. Bir ihtiyar kadın cesedini omuzla « mış. Yaralı sanıyorum. Yakla_şınca deh - şetten gözlerim büyüyor. İhtiyarın sır « tındaki yüzü parçalanmış bir ceseddir ve | ihtiyar bu cesedi geniş, bol çizgili alnın. — dan, yumuşak yanaklarından terler ve — göz yaş'arı süzülerek taşıyor: — Nereye götürüyorsun baba? ü Dönüyor. Son gayretini sarfeden in < sanların bitkinliği... z ğ — Ayalim oğul.. kırk senelik karım,, onu kendi elimle gömmek bana kismet . miş.. Sonra hayatiın yükünü beraber sırtla . —— dıkları hamulesini omuzünâ daha iyi yep, — leştirerek, gözlerini gök yüzüne kaldırı . — yor: — Allah öyle istedi.. Allahın işine ka Tışılmaz. e K Nusret Safa C“ğfıcun YARIN _ Erzincanın içinde : neler gördüLl—w ğ