7 Şubat 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Kalan görüntüleme: 0

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. Daha yüksek sayfa görüntüleme limiti ve diğer özellikler için abone olun!

Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

aei YA “Son Posta,, Eski kanape Lüdmille Nikolayevna kızı” Lelyanın yatıp kalktığı odada eski bir kanape var- dı Bu, lüzumundan fazla yıpranmış, yü- Zü yırtılmış, yayları bozulmuş, demir ka- burgaları, yer yer, şuradan buradan baş Vermiş bir kanape idi. Aile efradı büyük bir ihtiyatla bu ka- Dapeye otururdu. Hatta kanapenin öyle bir kısmı vardı ki, şeytan gibi kara gözlü ve sinirli Mak-Mahonu büsbütün sinir- lendirmemek için buraya oturmak kat'i Bürette yasak edilmişti. Kanapenin bu kısmındaki yaylar, ağırlık altında öyle acı, öyle elemli bir surette feryad eder- lerdi ki, Mak-Mahoön adeta deli olur, sa- lîğerce hiç durmadan havlardı. Zavallı kf)'pek herhalde kanapenin bu kısmına bir yabancının girip saklandığına zahib olurdu. Lelya sık sık bu yasağı unutur, yorgun argm konservatuardan gelince, gençlere bas delişmen bir eda ile kanapenin bu hastalıklı kısmına kendini atardı. Tabii, kanape derhal esnemeğe koyulur, Mak- Mahon 'da bir kuduz gibi kanapeye sal- dırmağa ve havlamağa başlardı. Bunun tabili bir neticesi olarak evin içerisi altüst olur, Lüdmilla Nikolayevna, Mak-Mahonu susturmağa çalışır; Lelya- nn babası Grigori Naumoviç, elindeki ilmi mecmuayı bir kenara atarak iki elile kulaklarını tıkar ve: — Lelya, gene mi? feryadını basardı. Bu hareketinden fena halde utanan A.ffet babacığım, unuttum, diye yal- Bütün bu kusurlarına rağmen bu ka- napeyi değiştirmeğe, veyahud fırlatıp at- mağa hiç te teşebbüs etmiyorlardı, Çün- kü ona karşı herkeste tuhaf bir alışkanlık vardı. Bir gün Lelya konservatuardan, her zamankinden geç döndü. Fevkalâde neş'eli, yanakları alaldı. Sofrada, çorba- sına aktığı tuzu, erisin diye karıştırırken, anasına ve babasına hitaben: — Size mühim bir havadisim var, dedi. Konservatuarın bu seneki mezunlarından Kolya Petuhin ile evleniyorum. Havadis © kadar beklenmedik bir şey- di ki, Lelyanm annesi hafifçe bir feryad koparmaktan kendini alamadı. Babası ise, ıyı::;îğı zamanlarında bile elinden düşür- bağı içmr:e:orr;ı;îmı yanlışlıkla çorba ta- _ * z Bir hafta snora Lelyanın evindeki ha- yat, gene eski şeklini aldı. Kolya Petuhin, iç güveysi olarak Lelyalara geldi. Fski| ğ d:p;enııcnç;lğtğng ğ::îğî oturma şeklini arkadaş olmasını da unutmadı. İşte ancak Lelyanın evlenişinden son- radır ki evde, yeni bir kanape almak za vureti baş gösterdi. Bu zarureti ilk idral; eden Lelyanın annesi Lüdmilla Nikola yevna oldu. Kadıncağız, evdeki eski ka: nın Hikâyesi napenin, kendisinin Grigori Naumoviçlel evlendiğinin ikinci günü satın alındığını | hatırladı ve bu hatırlayışının bir netice- si olarak, yeni bir kanape satın almağa ve bunu yeni evlilere hediye etmeğe ka- rar verdi. Ve bir gün, sabah sabah bu maksadla sokağa çıktı. Üstüste beş mobilya mağa- zasına girdiği halde, işe yarar bir tek ka- nape bulamadı. Lüdmilla Nikolayevna: — Kuzum, siz hiç kanape satmıyor musunuz , Kanape bulamıyacak mıyız . Dedikçe, satıcılar manalı manalı gü- lümseyerek: — Tabif kanape de satıyoruz, diyorlar- dı. Meselâ dün bizim mağazada on tane kanape ve şezlong vardı. Bunların hepsi de bir gün içinde satıldı. Lüdmilla Nikolayevyna izahata girişe- rek: — Canım, diyordu, kızımı evlendireli iki gün oluyor; bunun için yeni bir ka- nape satın almak bir zaruret halini aldı; anlıyor musunuz?. * Satıcılar gülüşerek: — Anlamaz olur muyuz?. Tabil anlıyo- ruz, diyorlardı. Fakat gelgelelim işte bir türlü kanape yetiştiremiyoruz. Anlaşılan bugünlerde herkes kızını evlendiriyor.. Lüdmilla Nikolayovna mobilya mağa- zalarından ümidini kesince, neş'esi kırı- larak evine dönmeğe karar verdi. Tam ana caddeye çıkmak üzere iken, son gir- diği mobilya mağazasının kapısı önünde, âm-mllllI-IIIIIIII-IHHHI-IHIIİI_IIHh.. Çeviren: Hasan Âli Ediz AMNEMENİZ Bu hâdiseden takriben on gün sonra idi. Lüdmilla Nikolayevna kanape işini artık unutmuştu bile. Bir sabah kapı acı acı çalındı. Kapıyı açtıkları zaman içeri Foma Spiridov girdi. Adamcağız nefes nefese: — Aman madam, dedi, çabuk gidelim. Şimdi iki kanape getirdiler. Renkleri de pek nefis... Kadıncağızla Foma acele acele çarşıya yollandı!'ar. Filhakika mobilya mağazala- rindan birinde tirşe renkli iki güzel ka- nape duruyordu. Lüdmilla Nikolayevna, kanapelerden kapıya yakın olanının üze- rine oturarak: — Ben bunu alıyorum, dedi. Mağaza satıcılarından birisi, yanyan bakarak: — Rica ederim, dedi, kanapenin üstüne oturmayınız!. Onu şu dakikada satmamı- za imkân yok. Çünkü daha faturaları gel- medi. Fiatlarını bile bilmiyoruz. — Zarar yok. Ben faturaların gelmesi- ni beklerim. — Fakat faturalar akşamdan evvel gel- mez ki.. — İcab ederse ben gece yarısına kadar da beklerim. Aradan bir saat geçti. HÂİÂ faturalar- dan ses sada çıkmamıştı. Bu arada başka lalıcılar kanapeye yaklaştıkça, Lüdmilla Nikolayevna, sinirli sinirli: — Kanapenin satıldığını görmüyor musunuz?, Üzerinde insan oturuyor. kadına kırmızı suratlı, sarı bıyıklı, siyah gocuklu bir adamla tanıştı. Bu, o civarın tellâlr imiş!. Adı Foma Spiridoviç olan bu adamı herkes tanı- yordu. * Foma Spiridoviç kadının derdile alâ- kadar oldu: — * | — Madam, dedi, doğrusu sizin halinize pek acıdım. Elimden geldiği kadar size yardım etmek isterim. Siz bana beş rub'e kadar bir avans veriniz, ben size bir ka- lardayım. Kanapelerin geldiğini — görür görmez, derhal bir tanesine talib olur, yalnız adresinizi bana bırakınız!, Oradan birkaç adım ayrılır ayrılmaz yere itimaddan dolayı kendi kendine lâ- net etmeğe başladı: — Hay budala karı, hay, diye söylendi. Mak-Mahonla | Bu adama beş ruble kaptırdığım yetişmi- lyormuş Bibi üstelik'te adresimizi de öğ- rettim. Haydud kılıklı adam mutlaka ge- lip evimizi soyacak.. ben ne haltettim de ona evimizi öğrettim.. Zaten adamın yü- zünde meymenet yoktu. Bu hâdiseden sonra kapılarını iki defa kilidtemeğe başladılar. Mak-Mahonun |şi1tesîn1 koridora, kapının yanına çıkar- nape bulmağa çalışırım. Ben daima bura- , bu beş rubleyi de pey olarak yatırırım. Sizi Lüdmilla Nikolayevna adresini yazdı | ve beş rüble ile birlikte Fomaya verdi. ı | aklı başına geldi; ve gösterdiği lüzumsuz. Satıcılar buna fena halde içerliyorlar, fakat onu kolundan tutup zorla da dışarı atamıyorlardı. Kadın, dükkân kapanmcaya kadar ka- napenin üstünde oturdu. Aksi gibi fatu- İçalar.o akşam gelmedi. İşi yarma bırak- " gÖenı | mak icab etti. Kadm evine dönerken Fomayı bula- rak: Yarın, sabah sabah buraya gelerek, ben gelinceye kadar bu kanapenin üze- 'rinde oturmanız lâzım. Buraya geldiğim 'zaman sizi mutlaka bu kanapenin üstün- 'de oturur bir halde bulmalıyım. — Merak etmeyin madam; otururuz.. Iişi.miz ne!. ğ Lüdmilla Nikolayevna ertesi sabah mo- bilya pazarına geldiği zaman kalbi dura- cak gibi oldu. Çünkü uzaktan, birçok insanların bir şeyler beklemekte olduk- larını farketmişti. Kendi kendine: «Acaba bütün bunlar kanape mi bekliyorlar?» diye düşündü. Fakat oraya yaklaşınca, kalabalığın gazete beklediğini farketti. Yüreği biraz ferahladı. Kadın dükkâna girip te kanapesinin yerinde durduğunu görünce — büsbütün sevindi. Foma, kapının ağzındaki kana- penin üstüne oturmuş, uyukluyordu. Ka- dını görünce ayağa kalkarak: — Görüyorsunuz ki madam, oturup duruyorum, dedi. Dedi. Musa Çelebinin dudakları müs- tehzi çizgilerle gerildi: — Paşa baba.. rahat ol.. padişahımızın siz devletlü vezirine sevgisi vardır, beni size Tanrı emaneti etmesi delildir.. nan Güllü Fatma, söze karıştı; bu, bir bostancı neferi için fevkalâde bir cüret idi, odada bulunan sadrazam hizmetkâr- ları, gözlerini hayret ile bu esmer deli- kanlıya diktiler: — Devletlü vezir. —Musa Çelebi sana Tanrı emanetidir, kılına hata gelse vallah billâh size ölüm müuhakkaktır... Receh Paşa yetrinden fırladı: — Bre yıkıl asılacak!.. Bre yıkıl kâ- Diye bağırdı, fakat, ne kendisi, ne de adamları, Güllüye yaklaşamadılar. Güllü Fatma şimşek gibi doğrulmuştu. Çingene rakkasenin güzel esmer yüzü, mütebes- sim idi, koştu, vezirin eteğini öptü, sonra, vezir ile beraber ayağa kalkmış olan Mu- sa Çelebinin ayağını öptü: — Devletlü vezir... dedi, beni padişa- hımız bu Musa Çelebiciğe can yoldaşı et- miştir, vallah gece bile yanında, ayağı u- cunda yatarım.. Receb Paşa, israr edemedi, yalnız an- laşılmaz şekilde homurdandı: — Bre asılacak uğursuz, bre kudurmuş köpek!... Dedi ve içinden ilâve etti: — İnşallah Musa Çelebi denilen bu u- Bu sırada idi ki, dışardan bir gürültü, bu bağrışma aksetti. Musa ile Güllü ba- kıştılar. Receb Paşa, sahte bir telâş ve hiddetle içoğlanlarına bağırdı: — Bre oğlanlar koşun görün nedir, ne olur! Bre tiz varın görün bu gürültü, bu bağırışma nedir!... Fakat, paşanın hitab ettiği iki oğlanın dışarı çıkmasına meydan kalmadan, oda- ya, soluk soluğa başka bir oğlan girdi. Koşup paşasının eteğini öptükten sonra: — Devletlü efendim... Sipahilerle ye- niçerilerin ileride a? ve çorbacıları ayağın toprağına yüz sürmeğe gelmişler- Dedi. Receb Paşa Musa Çelebi ile Gül- lü Fatmanin yüzüne eben bundan hayır ummuyorum!» der gibi baktıktan sonra haber getiren oğlana karşı kaşlarını ça- tarak sordu: — Bre bu asılacak heriflerin benim ile ne işi vardır.. var git oğlan paşa harem- dedir, soyunmuştur diye savuştu. Var git söyle sabaha gelsinler... Oğlan çıkar çıkmaz da Musa Çelebiye döndü: — Bre oğul bu ne iştir?!.. Dedi. Kapi yanında diz çökmüş buhı-| «Son Posta» nın tarihi tefrikasır 133 NBİRDİREK Yazan: Reşad Ekrem Veziriâzamın konağında Dedi. Fakat Musa Çelebi cevab verme- di. Bunun ne iş olduğunu Receb Paşa kendisinden iyi bilirdi. Güllü Fatma muhteşem gözlerini sadrazama dikti: — Devletlü vezir... Bu Musa Çelebi sana Allah emanetidir.. kılına hata gel- 'dikte vallah billâh kendini dahi yok bi- lesin!... " Dedi. Paşa, biran dondu kaldı, sonra sahte bir telâş ile: — Bre sus asılacak... Bunda Musa Çe- lebiye bir şey yoktur. Diyebildi. Fakat dışardaki gürültü, bi- lâkis, artmakta idi, Sipahi ve yeniçerile- rin ileri gelenleri aşağı taşlığa dolmuş- lardı, Aşağı taşlık ile yukarı kattaki s0- fayı örten kubbeli ve yüksek tavanda, bu sesler bir kat daha büyüyüp karışıyordu. İlk haber getiren oğlan ikinci girişinde, evvelâ Musa Çelebiye bakıvermişti. Bu küçük hareketi yalnız Güllü Fatma farketmiş ve elini hançerine atmıştı. İç oğlanı: — Devletlü efendim... Ağalar ve bey- ler ve çorbacılar sabaha kalmayız derler, padişahımız Musa Çelebiyiı göndermiştir, le görürüz derler... Dedi. Musa Meleğin güzel yüzü sapsa- rı kesildi. Ortalığa akşamın alaca karan- lığı çökmek üzere idi. Işıkların yakılması için daha en azdan yarım saat lâzimdı. Sevgilisinin ve küçücük kocasının geçir- mekte olduğu can korkusunu bütün deh- şeti ile duyan ve gören Güllü Fatma, bo- ğuk bir sesle: — Musa Çelebi Sultan Murad Han ©- ğulluğudur, eşkiya karşısına varmak ana gerekmez... Dedi. Receb Paşa bu esmer delikanlı- nın Sultan Murad tarafından bir baş be- lâsı olarak Musa Çelebinin yanma kattı- ğını çoktan anlamıştı. İçoğlanına: — Bre oğlan var git o ağalara, beylere ve çorbacılara... Benim selâmımı söyle, bir muteber ağaları gelsin buraya. Beni görsün, Musa Çelebiyi görsün... Bre ça- Diye bağırdı. Sonra Musa Çelebiye döndü: — Benim seni harem2 götürmekliğim lâzımdır.. amma bu bostancı yiğiti hare. me bi'e girmek olmaz... Dedi. Musa Çelebi Güllüyü gösteterek! — Ya sultanım bu yiğitin benden ay- rılması olmaz... Dedi. — Bre oğul hareme er kişi girmez... Musa Çelebi az kalsın boş bulunup: «Bre o er kişi değildir, kadındır!» deyive- recekti; kendisini derhal topladi. (Arkası var) — Alaman mağazaya geldi: ğ fiat» diyor. Kaçın kur’asgıyıd: : î:,nğe .ıt:: yutar mıyim ben onu?. Hemen kı: A yaparak: — Çelebi, çelebi, bana bak: j rası Türkiye., eski Türkiye ği;îım, K var. Herif ürktü. Malı vermedi de yaptım ha!, Buyur?.. SĞ n Yeni gelen hizmetçiden bu ailenin &s- rarını öğrenen diğer aile; yarın ayni ha- lin kendi başına da geleceğini hiç hesab- lamadan ayni yoldan yürür, Şimdi biz radyolar da ayni muameleye maruz kalıyoruz. Herkes bize bir odun parçası gözile bakıyor. İnsanlar hıç dü- şünmüyorlar ki ağızdan çıkarak havaya giden sesler kaybolmuyorlar. «Baki ka- lan bu kubbede hoş bir sada imiş» derler de sözlerinin, seslerinin baki kalacağına ve günün birinde radyolar vasıtasile ya- kalanarak bar, bar bağırtılacaklarına inanmazlar. Yarın, yeni bir makine ile, Şirazlı Ha- ftız Sadiye baştanbaşa Gülistanı okutmi- yacağınız ne malüm?, Bu adam eğer sağ- lığında kendi şiirlerini yüksek sesle oku- duysa günün birinde sesini mutlaka ma- kinede bulacaktır. Siz insanlar gene düşünmüyorsunuz ki icadlar tesadüfün mevlüdüdür. Meselâ beni sadece elektrikle yollanan sesleri a- hp versin diye yaptılar; fakat içimdeki ikt vidanın biribirine temasından doğa- zar gibi yenisi dılar. (Devamı 11 inci sayfada) r—| “Son Posta,, nın tefrikası ği İ .6 |— Sihirli göz konuşuyor! cak neticeyi hesablamadılar. Ben bu yan- lışlık sayesindedir ki elektrikle yollansın, yollanmasın; alelıtlak bilâmum — sesleri alıp veriyorum. Yarın bendeki bu sır meydana çıkacak ve yeni bir icad namı altında tekmil radyolara teşmil oluna- caktır. İnsanları da tesadüfler yükseltip alçaltmıyor mu?. Dört tarafınıza bir göz gezdirin bakalım: /|-Bütün bun'ara tesadüf derler aziz sa- hibim!.. Nitekim beri tarafta beş meb'üs kuvvetindeki bir adamın elli banknota avukat kâtibliği yaparak ekmek peşinde koşması da bir tesadüftür. Geçenlerde ölen profesör Freud'ü Almanyanın koğ- ması nasıl çirkin bir tesadüfse İngiltere- nin kabulü de öylece, fakat güzel bir te- sadüftür. Adam vardır ki tesadüfün sevkile ta- Hihin avucuna oturarak sıra memuriye- tinden fevkalâdeliğe yükselmiştir; enayi bunu kendi kıymetine hamleder. Gene adam vardır ki eşöyle-bir yaslanıp ta ki- tab okuyayım» derken altındaki koltukla beraber arkasındaki uçuruma yuvarla- -İ Yazan: Zeynel Besim Sun | — Imr; enayi olanlar bunu da kıymetsiz zan- nederler. Bunlar hep tesadüftür; olur. Eski harfler zamanında «perükâr» 1 «pervekâr»; «damga pulu, levhasını «temga poli»; «musalli, mütteki»yi «maslı, matkı» okurken şimdiki yazılarında «ras- yonel, normal, realize,» gibi allah allah kelimelerden geçilmiyen bazı muharrirle- rin «efkârı umumiyeyi idare» ye memu- riyetleri tesadüf değil de nedir?, Tahri- rat kâtibliğinden meb'usluğa yol olur da matbaa mürekkebinden niçin bal ola- mazmiş?. Tesadüf bunu da yapamaz mı?. Nitekim beni de bir tesadüf bu hale koydu. İki vidanın biribirine değerek i- çimden ikinci bir elektrik cereyanı geç- mesine sebeb oluşu yüzünden bu hale »| geldim. : Ve bu halim sebebiledir ki matmazel Maryora Nikoleskonun, ucu burmalara ka- dar dayanan, macerasına muttali oldum. Mühendisler bizi son muayeneden ge- çirerek «mükemmel, bulduktan sonra deste deste, posta posta sevkiyata — tâbi tutulduk. Fabrikalarda radyo. debboyda- ki asker çantası gibidir; nerede, kime nasib olacağını bilmeden gider. * Benim de nasibim Romanyada imiş. Bükreşteki dükkândan ikinci defa Ga- lasa gelerek eve nakledildiğim zaman Ni- koleskonun karısile dilber kızı Maryorayı kavga halinde buldum. Kadın, kızma müttasıl çıkışıyordu: — Babam kim, babam kim?. Baban Nikolesko işte.. kaç tane baba istiyecek- sin?. Kıza dikkat ettim: Cennetteki huriler bunun eline su dökemezler. O kaş, o göz, oçd,re,oadım.okılçı.obauk.oa— yak, o el; aman yarabbi'.. Ben makine olduğum halde nur yüzüne bir dakika bakamadım; tek gözüm kamaştı. Hiddetten yüzü allı, morlu bir şeyler olmuş, bu halile güzelliği bir kat daha artmıştı. — Anladık; babam Nikoleskodur. Ben sâna onu değil, asıl babamı soruyorum.. — Utanmaza bak; benim kaç kocam I vardı?. — Resmen kocan beştir. Nikolesko be- şinci kocan.. — Terbiyesiz!. — Beni fazla söyletme anne; babami istiyorum.. lâdım; Nikolesko dedim işte; orada kal.. — A kör olasıca, ben nereden bileyim?. Acaba kendi babamı biliyor muyum?. Romanyalı bir ana ile Türk bir babadan vücud bulan annem bana bir Bulgardan anne olduğunu iddia ederdi. — Orası beni alâkadar etmez; sen be- nim babamın kim olduğunu behemehal bileceksin!. “— Bilsem söylerdim... Öyle mi?. Pekâlâ; ben anlatayım! Neyi anlatacaksın? Gavrileskodan duyduklarımı... Yalandır!. — Pekâlâ doğrudur. Sen bir akşam Yunanlı bir Garidis varmış ta onunla be- Taber yaşamışsın! Bi — Dur, ben anlatayım: Gençtim, gü- — zeldim, papaz mektebinde de değildim; ra Bükreşe geçtik. — Bana bü tafsilâtın lüzumu yok am — ne; Galastaki maceraya gel'.. * - (Arkası var) —— elbet ki veziri ve Musa Çelebiyi gözümüz- — Bilmiyorum kızım, bilmiyorum ev- — — Kalmam!. Babam, asıl babam kim- ğ on altı yaşında ikem annemin sevgilile. — rinden birisi beni kaçırdı. Köstencede — «Rejina otel» de bir hafta kaldıktan son- —

Bu sayıdan diğer sayfalar: