1 Mart 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

1 Mart 1940 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

8 Sayfa. SON POSTA CEDEBİYATJ (Genç - İhtiyar) meselesinde “Horoz öttü, dava bitti!,, Ya ... Ne şudur, ne bu, ne masaldır, ne hayal, sadece hoş bir sadadır. Ve o sada, #an'at ikliminde, aksı devam eden bir «eser» dir. zan: İ Haniya eserleri? Yokmuş ki versinler, O halde ne idi o yaygara?.. ! Yarabbi! Neler dememişlerdi! lerce («Son Posta» daki anket cevabları Halid Fahri Ozansoy Jnamadı. «Serveti Fünun; iki nüshadan beri gene eski Mağazin şekline girdi. Ede Gün -'biyata gelince, ancak vaktile Üdebayı Cedide ve Fecriâti devirlerinde olduğu Ne yazık ki bu son edebiyat gürültü - meydanda) ne çirkin, ne gülünç sözlerle ! gibi, yalnız sayfalar ayırabilecek.. o say- sünde o lâtif ahengi işitemedikdi. hâlâ dünkülere hücum etmemişlerdi! Kimi falara da kılığı kıyafeti yerinde, manalı da işitemiyoruz. Kim bilir belki, edebi * tanınmış bütün edebiyatçılara bir keşkül yazılar girebilecek. yata yeni ses, yeni ruh, yeni canlılık ge-| açıyor, başkalarını ianeye (ve Kızılayı| tireceğiz diyenlerin içinden yarının bir « kaç san'atkârı çıkabilir diyorduk. Bun - yardıma çağırıyor, kimi şu istihzayı, ki- mi bu küfrü savuruyordu! «Serveti Fü - 'Tasfiyeci gençlere, bir buçuk aydır «e- serlerinizi bekliyorum» diye seslenmek - ten çenem yoruldu idi. Bakıyorum ki, | lar sadece dünküleri inkâr etmekle kal nun» da ise ben hallerine seyirci idim. benim her eserden baksedişimde karşım- mıyacaklar, herhalde bir şeyler yârata -' İçimden gülüyordum (da. ne resimler, daki genç kafalardan biri ortadan kaybo- caklar diye düşünüyordux. Başka türlü ne başlıklar! Birkaç şöhretli isim, isim -İluveriyordu. Her «Eser» kelimesi gittik - düşünmeğe de imkân yoktu. Çünkü id - Jerin üstüne de yeter damgası! Bir ser -İçe bunlara bir bomba tesiri yapmağa | diaları o kadar fazla, hücumları o kadar name: Edebiyatta anafor! güzel birkaç | başlamıştı. Hepsi birer sığınak arıyorlar» | yüksekten ve hattâ saygısızca, hele ken-! şiire mukabil bir sürü manasızlık! Hikâ-'dı. Neden? Çünkü, birkaç ıstisma hari - dilerine inanışları o kadar sonsuz görü “iye ise hiç yok! Fakat içlerinde (benim |cinde, eserleri yoktu. O halde ne diye e Düyordu. İ gibi gözlüklü bir edebiyat muallimi var İmüthiş gürültü ve iddialarla ortaya çık- » İşte bunun için, bütün bu iddinler 60- ki yaman: Aldı eline kalemi, Orhan Sey- mışlardı? Neticede, ben bile, bunlardan nunda neticenin bu derece hüzün verici! fi ile Yusuf Ziyayı batıracağım diye uğ-| karşımda kala kala üç ki olacağını kim kestirebilirdi? Bakıyorum, ortada hâlâ tek eter ve - renleri yok. Gürültülerine gelince, artık o da kalmadı. Zaten gürültüye devam etseler de kim dinliyecek ki? Ne hain bir iflâs! Amma ben onlara bu tehlikeyi evvelce de işaret etmiştim, iddianızı an- cak eserle isbat edebilirsiniz, yoksa işi - niz dumandır demiştim. Anlamadılar, ha ta ettiler! * Bu gençler, dünün eser bırakmış ve hâlâ da eser yaratmakta devam eden göhretlerine saldırırken ben onlara iti - dal tavsiye edenler arasında idim, Baş - kaları gibi hiç birini tehzile de kalkma- dım. «Son Posta» da çıkan yazılarımda onları verimli bir yola sevkelmeğe ça - ıştım. o İçlerinde —eğer varsa— hakiki değeri olanlar böyle ağabey ve baba ns- sihatlerinden pek âlâ istifade edebilirler- di. Yanık ki edemediler, Lİ Başlangıçda hepsinin bir ağızdan şikâ- yeti şu idi: Bize gazete sayfalarını kapı- yorlar, mecmualara yazılarımızı almak istemiyorlar. Kapıları açın, e zaman gö- receksiniz, ne eserler ortaya oçıkaraca - pir! İşte o vakit, ilk olarak ben, «Serveti fünun» un sayfalarını onları bıraktım: Haydi buyurun, dedim, eserlerinizi gös- terin! «Serveti Fünun; dan sonra Tan gaze- tesi açık bir davetle hepsini çağırdı: Ge- tirin eserlerinizi, neşredeceğiz! Fakat dünkülerdeki bu hüsnüniyetlere mukabil bu iddiscı gençler ne yaptılar? Son haftaya kadar tamamile serbest bi- raktığım yazılarında «Serveti Fünunsu bir takım acayib yazılar, resimler ve ulu orta lâkırdı yığınlarile doldurdular. Tan da İse yanız gülünç bir beyannameleri i- e bir karikatür neşredebildiler, Uzun bir mukaddeme yapmadı. kendisinin de hayatta yapayalnız bir insan olduğundan bahsederek, benimle evlenmek istediğini söyledi. Bu teklif benim nazarımdaki hüviyeti ile tezad teşkil etmekle berdber, çirkin değildi. Birdenbire red cevabı veremedim. Düşünmek için müsaade istedim. Ve. uzun uzun, düşündüm. Artık tamamen kani olmuştum ki, bir genç kız, bir genç kadın çalışamaz. Çalışmak için namusunu bir tarafta bırakması icab ediyor. Bir genç kız. bir genç kadın bir erkeğin himayesine muh taçtır. Evlenirsem. vaziyetimiz düze- Hnceye kadar beraber çalışırız. O kocam olunca herhangi bir şekilde rahatsız edilmem mevzuubahs olamazdı. Babamın hastalığının vahim bir saf- haya girmesi, bu tasavvurumdan ha- berdar etmekliğime mâni oldu. İhsan beye: — Peki! dedim.. yalnız babam gene buhranlı devrelere girdi. Biraz düze- lince kendisine açacağım. o Muüheflefet etmiyecektir. Fakat ona söylemek vazi- femdir. İhsan muvafakat etti: — Zaten biraz vakit kazanalım, müslakbel yuvamız için lâzım olan şey- leri tedarik edelim! Dedi. Bu kararın bende mayhoş bir sevinç e a İraştı durdu. Üç asır evvelki mısralarla Yusuf Ziyanınkileri mi karşilaştırmadı, her iki şairin başkalarından (intihalleri kadar kendi kendilerini taklidlerini mi isbata kalkacağım diye didinip terleme- di! Ben ise gene içimden gülüyor ve garb edebiyatında bir mukayese İle şöy- le düşünüyordum: Verlaine'in şu iki mısra: ne kadar sa- İdedir, söylediği fikir ne kadar herkesin düşüneceği ve söyliyeceği fikirdir, öyle iken nasıl oluyor da bütün antolojilerde bunlar, en mutena sayfalara giriyor? Çünkü musikisi var. i La İune blancha Luit dans les bois | Beyaz ay Parlıyor korularda Mısraları yoksa neden yaşasındı? İşte yeni neslin Ahmed Şuaybliğini, yahud Köprülü Fuadliğini üstüne alan baş münekkidin bilhassa anla; budür, Sanıyor ki, fikir fikre, hayal ha- İyale, his hisse benzemekle bütün eser - ler intihal edilmiş olurlar? A kuzum, o zaman dünyada kaç eser ortada kalırdı? Hele şiir denen cevher her şeyden ziyade musikisi ile ölçülür. Bir şair o kıymeti İibtimal elde ettikten sonra ötesi boş lâ- kırdıdır. Zoraki intihaller aramakla yo- bet te öylelerini bulabilirsin. Her şairde bulabilirsin. Fakat yalnız bununla da ne Yi isbat etmiş olursun ki? Mademki bir san'at eseri bir «bütündür, ancak bütün halinde tetkiki lâzım gelir. Aksi takdir de, dava, sadece bir batırma, bir hücum İların bir şey kazanabilirler? Nasıl ki ka- zanamadılar! Evet, nasıl ki hiç birisi bir şey kaza - rulacağına, tetkike girdiğin sahada o si) irlerin estetik zâflarını ortaya koy! El -| davasıdır. Bundan da ne sen, ne arkadaş-| işi kaldığını gö- İrürsem, başkaları, hiç (o beğenmedikleri, #hele okuyucuları onların mevhum eser » İlerini hangi meçhul deryalarda araya - İcaktardı? İşte artık bu bahiste son fikrimi lüyorum: Bundan gene ayni terane İle ortaya atılamıyacak- İlardır. Yani, dünküler (bize sayfalarını İkapamışlar, 'bağıramıyacaklardır. Biz işte onlara © sonra başka gençler | MİZAH İn Yazan: Dağınıklık fena şeydir. İntizamper- verlikse iyi, Fakat intizamperver fazia İlntizamperverlik gösterirse intizam de- Msi olur. O iyi mi, fena mı? Nümuneyi İntizamperver (bundan böyle bu ya- izam delisi | ge Ismet Hi i ... Dönsem söylesem nası olur?. ... Nasıl &leri rahat ediyor bilmem kil ... Hemen dönmeliyim, fena karşılar bize hak vermiyorlar diye göstereyim, bükmü vermek size kalsın. Jlarsa bağırır, çağırırım. ... Ah, ne diye kapılarını çalıp bu ne hakkı, fazlasile, hattâ kendi şahsımıza Z'da İntizamperver tâbirile fazla inti- /rezalettir diye bağırmadım. bile hücumları davet edecek kadar ver -, dik. Çünkü samimiyetle gençlerin eser yaratmasını, duk. Eğer bu davadan en sonunda böyle elleri boş olarak çıkıyorlarsa artık kaba-| hat bizde değildir. * Günah bizden gitti. Davaları ise suya düşmüştür. Dünküler, gene rahat rahat eserlerini yaratabilir-| (ler ve hiç değilse benim yüzümden ka -| İvuştukları bu rahat için bu defa olsun | hakkımda hayır dua ederler! Maamafih tekrar ediyorum, bu dava- nın bir tek faydası oldu: Ö da, yetişmek»; İte olan başka birçok gençlere kuru gü -! İrültü ile hiç bir şey kazanılamıyacağını! isbat etmesidir! İşin pedagojik tarafı da budur. Şimdiki halde, bu vaziyete ilâve edecek başka söz bulamıyorum. Horoz löttü, dava bitti demektir, Halid Fahri Ozansoy Limanlar Umum Müdürü Ankaraya gitti Limanlar umum müdürü Raufi Man- yas dün Ankaraya gitmiştir. Limanlar u-! mum müdürü Ankarada limanlar idare- sinin yeni sene bütçesi üzerinde Vekâ - İletle temaslarda bulunacaktır. Diğer taraftan limanlar umum müdür-| iâğüne bağlanan İskenderun Jımanı hak; kında da yeni bir proje hazırlanmıştır. Umum müdür bu projeyı alâkadar ma - kamlara verecektir. NUSRET SAFA C zamperveri kastedeceğim). İntizamperver, her şeyi muntazam İntizamperver evinden çıkarken mun- tazam hareket eder. Şapkasını sağ elile portmantodan alır, Sol elile başına giyer, ve sağ elile kapıyı açar. Bu hep böyledir. Tesadüfen bir gün sol eli portmantodaki gapkasına uzanacak olsa ve tam şapkayı tutacağı zaman işin farkına varsa, elini ateşe girmiş gibi birdenbire çeker, he. men sağ elini uzatır, şapkayı onunla alır. Sokağa çıkar. Eldivenlerini elinde tutu- yordur. Dikkatle bakar: — Eyvah! Eldivenin bir teki, öteki tekinden biraz fazla sarkmıştır. Durur, Üstüste koyar, dikkat eder: — Acaba muntazam tutabildim mi? Gene düzeltir: — Ha oldu. Birkaç adım atar, bir binanın önünde- &ir. Pencerelere bakar. İki pencereden birinin perdesi daha yukarıda kalmıştır: — Ne intizamstzlık! Bir kere daha bakar: — İnsan dikkat eder de ikisini de hi- zaya getirir. Başını iki tarafa sallar, yürür, Yürü- idükçe zihnine yer eder; — Ne diye kapıyı çalıp perdelerin bir İhizaya getirilmesini söylemedim?.. ENNETLİK di tevlid ettiğini söylemeliyim. o İçimde|mişti. Ben de gitmek mecburiyetinde|omuzun# dayalı kendimden geçiver- bir eziklik duyuyordum. Sevinmemiş-|kaldım. Bana İhsan refakat ediyordu. | mişim. tim; lâkin pişman da değildim. Acaba tam bir sevince içimde Tarıka aid si- linmiyen baz: hisler mi bu ezikliği ka- tıyordu? Bu karar yalmz başımı dinlemek, Erken dönecektik. Çok çok dansettiğimi, Üstüste şarab ve şampanya içtiğimi Tatlı bir serhoşluk içinde idim. İlk defa içimi tıka basa dolduran ö- Gözlerimi açtığım zaman... Oh, tüylerim ürperiyor. çıldırace- miyorum, Yabancı bir odada ve bir karyola | Tam bu sırada bir ayakkabıcı vitrini ne gözü ilişir, ayakkabıcı vitrine koydu- yaratabilmesini özlüyor - görmek ister. kendinde, başkalarında ve ğu çift çift ayakkablar arasından bir çift kadın iskarpininin bir tekini öteki tekin- den hir santim ileriye koymuştur. — İntizamsızlık bu olacak şey mi? Bir kere gözü takılmıştır. Yürüyemez, ayakkabıcıya girer: | — Vitrinde bir çift kadın iskarpini İ gördüm. Hani lâciverd, kırmızı bağlı, Ayakkabici anlamıştır. — Çıkarayım mı bayım. Raflardaki kutulara doğru yürür. — Hayır, hayır onlar olmaz, camekân- dakini verin. Ayakkabıcının tereddüdünü görünce kendi elile camekânı açar, İskarpinin tes kini eine alır, bakar: — Beğenmedim. Tekrar camekâna kendi elile bırakır ken öteki tekin tam hizasında olmasına dikkat eder. Gönlü ferahtır. Ayakkabıcıdan çıkar, Bir tramvay gelmiştir. Tramvaya biner. Tramvay tenhadır. Tek kişilik koltuk. İlardan en öndekinde bir kadın, en arka dakinde de bir erkek vardır. Boş yerlerin intizamını bozmamak 'için tam ortadaki koltuğa oturur, Kondüktör gelir: — Bilet! Cüzdanını çıkarır, muntazam sıralan- mış liralardan birini kondüktöre uzatır. (Devamı 11 inci sayfada) — Ne yaptın İhsan? Diye bağırıp kendimden geçtim. Şakaklarım. kollarım. göğsüm ko- Tonya ile oğuluyordu. Göz kâapaklarımı müşkülâtla araladım. İhsan bana bir canavar gibi gözüküyordu. : — Üzülme. kendini harab etme bu kadar! Nasıl olsa evlenecek değil mi yiz? . Diye beni teselliye çalışıyordu. Evet, biraz müteselli oldum. Bu gü- nahı ödemek, temizlemek mümkündü. Bitkin bir vaziyette eve geldim. İki gün yattım, Üçüncü gün rengim soluk İ hatırlıyorum. | ğim.. hatırlamıya bile tahammül ede. |kırık bir halde bankaya koştum. İhsan la bu işi halletmeli idik. Babam duyar- sa yüreğine inerdi. Lâkin havret., İh- biraz olsun Özüntülerden sıyrılmakİzüntülerden. ohatıralardan sıyrılmış, e Çırçıplaktım, Silkindim. Rüya | san bana gayet soğuk duruyordu. şeklinde İyi bir netice vermişti. İhsanla daima derdleşiyor. içimi dökebiliyor- dum. Hiç bir şekilde rahatsız edilmi- yordum. Bankada Dedikodular almış yürümüştü. Evlenmek tasavvurunda olduğumuzu söylememiştik.. benim İhsanın metresi olduğum şüyu bulmuş. tu. Aldırmıyorduk. Her saadet gibi, her ümidim her emelim gibi bu da bir serabmış meğer... Bankanın senel devriyesi omünase- dürü umumi. bütün memurların bu toplantıda hazır bulunmasını arzu et- hafiflemiştim. Gülüyor, mütemadiyen gülüyordum. Gece yarısı çıktık. İhsan beni evime bırakacdktı. Ayakta durs. cak halim yoktu. Başım müşkülâtla dik tutabiliyordum. Otomobile biner binmez başım İhsanın omuzuna düş- müştü. Göz kapaklarıma ağır cisimler yeri ai Başucumda İh- san duruyordu. Gözleri vi rlta larla ışıldıyordu. Ak Karyoladan fırlamak istedim. Ne mümkün.. belimin ortasından kalkan bir ağrı beni kıpırdamaktan menetti. Arka üstü tekrar serildim. Her şeyi anla mıştım. Simdi artık ben. her zamanki asılmıştı sanki. bir türlü açamıyordum. |ben değildim. Her şey bitmişti, kizli. Bundan sonrasını hatırlamıyorum. | ım. namusum. bunu da bana. en na- Şimdi, bu satırları yazarken hicabım-İmuslu, en dürüst görünen bir adam betile bir eğlence tertib edilmişti. Mü-İdan kıpkırmızı kesildiğimi hissediyo-| yapmıştı. Başım yerinden kalkmıyor- a ağ leylek en Mr Dedi Öyle bitkindim ki, başım Paydosta: — İhsan beraber çıkalım. Dedim. Reddetti: — Bu akşam işim var. — Muhakkak konuşmamız lâzım! — Vakit bulursak başka zaman ko MUŞUTUZ. : Donup kaldım. Bu ne alâkasızlık; bü ne barid bi# muameleydi. Ertesi gün ayni ricada bulundum. Beraber yürür- ken: — Benimle ne konuşacaksın? (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: