5 Nisan 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

5 Nisan 1940 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| 5 Nisan MİZAH Kadıköy vapurumun salonunda, genç| — Yok kısa keserim. Bugün sabahle- SON POSTA Dİ Mievsim sonu (“Son Postanın,, tiyatro münakkidi yazıyor ) Şehir tiyatrosu: Teşrinievvelde başlıyan Şehir otiyat- rosu temsilleri Mart sonunda hihâyete erdi. Şehir tiyatrosunun dram ve kömedi kısımları ayni zamanda kapılarını kapa- dılar. Her İki trup bir Anadolu turnesine | çıkıyorlar, Geçen sene Şehir tiyatrosunun Şehir | Meclisinde müzakere edilecek bütçesi e- lime geçtiği zaman bir yazı yazınıştım. Esastan temas ettiğim noktaları şimdi! pek iyi hatırlıyorum, Bütçede tiyatronun zararına bulduğum fasıl, sahne omusra- fından yapılan tasarruftu, Ben o zaman sahne masrafından tasarrujun tiyatroya karşı olan rağbeti azaltacağını iddia et- miştim. Bütçe esbabı mucibesinde, yeni tiyat- ro binası yapılacağı için halkın bu yeni tiyatroya fazla rağbet göstereceği, bu da yazılıydı ki > e Si İyüzden hasılatın arta ki LEE İbuna hiç ihtimal veremediğimi, tivatro ve güzel bir kadınla karşı karşıya otur-| yin çok hırpalandım da. i muştuk. O da yalnızdı, ben de yalnızdım, Kadıköye gidinciye kadar onunla dere- den, tepeden konuşsaydık. Vakit ne gü- zel geçerdi. Yazık ki, ben onu tanımıyor- dum. Yazık ki 6 hemi tanımıyordu: — Bayan gerçi danışmıyoruz amma bundan me çikar, sizinle konuşsak? Deseydim. Belki kızardı. Harfendazlık ediyor diyerek beni polise teslim etmese bile, yerini değiştirmesi muhtemeldi. Fa- kat bende de konuşmak, ona sormak, on- dan dinlemek arzusu pek fazla idi. — Adam sen de, dedim, konuşmak için muhakkak ağzımı açıp söylemem, onun ağzını açıp cevab vermesi lâzım değil ya. Ben daha başka türlü de konuşmasını bilirim. Ayakkablarına, mantosuna, şap- kasına daha ne bileyim, saçlarına, du- daklarına sorarım. Onların o cevablarını dinlerim. Ayaklarında yüksek topuklu, podüsü- et iskarpinler vardı; baktım ve sordum: — Kaça alındın? Cevab verdi: — Bir kavgayla Mr ağlamaya. İskarpinin dediklerinden mana çika- — Anlıyamadım. — Sahibim bayan beni bir camekân- dn görmüştü. Almak istiyordu. Parası yoktu. O günün akşamı kocası eve gelin- ce beni almak istediğini söyledi, Kocasi itiraz etti, sahibim bayan bağırdı. çağır- dı. Kocam da bağırdı, çağırdı. Sahibim ağlamaya başladı. Kocası, sıhibimi sus- turmak için beni almaktan başka çare olmadığını anladı. Gözlerimi iskarpinlerden © çorap'ara kaldırdım. Bunlar bir çif* ipek çoraptılar: — Ne var ne yok, &iz nasılsınız? — İyiyiz bay. daha doğrusu iyi gibi- yiz. — Neye iyi gibisiniz? — Belli olmaz ki, herkesin birçok gizli derâleri vardır. — Sizin, sizi rahatsiz eden gizli bir derdiniz mi var. — Var ya. çok şükür ki sokakta iskar- pin yardım ediyor da herkese rezil ol. »> Tuhaf şey, bu pası! bir derd? — Her ikimizin de tabanlarımız ya- malı, Gözlerimi biraz daha kaldırdım. Siyah ipek etekliğin eteklerini gördüm. — Ne sinirliyim bilseniz — Garib şey. sizin dene derdiniz var Ke Dalma saklamak, gizlemek mecbu- riyetinde kalmak kadar, asab bozan ne olabilir. — Ne saklıyorsun? — İçimdeki kombinezonun eteklerini saklıyorum. Ne kadar gayret etsem ara- da sırada görünüyorlar. O zaman sahi- bim bayan bana kızıyor, çekistiriyor, ca- nımı yakıyor. Kombinezm kirli imiş. Kabahat benim mi. eli yok değil yâ. Yr- kasaydı. Gözlerimi biraz daha kaldırdım. Bays- nın bluzunu gördüm. Beyazdı. Dikişi gü- zeldi, Göğsünde bir «Hs markası vardı. — Sıra bana mı geldi? — Konuşuyoruz, vakit geçiyor. — Orası öyle.. benim de esasen söyle- mek fhtiyacım o kadar fazla ki. .— Pek fazla ise dinliyemem. — Çok mu hırpalandın? — (Evet, sokağa çıkarken. Az kalsın görmek için tiyatroya rağbet gösterilece-|mağa ik yanacaktım. — Ya. ocağa, sobaya filân m düşü- | nü yordun? — Hayır, ütü altinda fazla kaldım da. Bunu bir yana bırakalım. Bu sene tiyat-|bir röportaja maledeceğim. Nihayet: bayanın kabahatı.. fazla savruktur. Ge- çende beni çıkardığı zaman bir kanane- nin üstüne koymuştu. Nasıl olmuştu bil- mem, oradan kanâpenin arkasına kayi- vermiştim. O zaman da ütüm bozulma- mıştı amma, benim Orada olduğumun farkına varamamışlar, Üzerime öteberi | atmışlardı. Tozlanmıştım, buruşmuştum. Bugün bayan beti aradı, orada buldu, E9DİlMİŞtİ. Çünkü kendi janrında beğe-| fstediğiniz yerde, istediğiniz kıza tatbik hiddetlendi. Ceza olarak bir masaya ya- | 7i1€bilirdi. Fakat bir eserin iyi temsil €-| edebilirsiniz. *ırp kızgın ütüyü kollarıma, yakama sürdü, Bluzun markasına bakıyordum; — Bayanın adı Hadiye mi, Hasene mi? «H> markasının hayır, bir hali vardı: — Bayanın kocası nasıl bir adamdır? «H. markasının, hoyrat demek istiyen bir hali vardı. — Yazık olmuş, uysal, iyi bir erkeğs düşseydi. «H» markasının hayır etmezdi, demek istiyen bir hali vardı: | — Herhalde bu bayanı beğenenler çok olmuştur. «H» markasının, istiyen bir hali vardı: — Ben bile çok beğendim, *H> markasının, baltettin, demek İsti- yen bir hali vardı, Gözlerimi biraz daha kaldırdım. — Settariluyubuz. İnceli kalınlı sesler hep birden söyle-| mişlerdi: — Peki amma siz kimsiniz? Teker teker söylediler; — Krem, — Pudra, — Ruj. — Kirpik boyasr. Settariluyubuz demişlerdi. — Çok mu ayıb örtüyorsunuz? Cevab: vermediler, sualimi (o tekrarla- dimi — Çok mu ayib örtüyorsunuz? Hep birden söylediler: - Sırları ifsa etmek âdetimiz değildir. Onlardan bir şey kapamıyacaktım. Bayanın şapkasına baktım; — Hiç bakma. — Neye? — Daha çok yeniyim amma modam geçiverdi. Biz çok talihsizizdir. — Güzelsin, bir kelebeğe benziyorsun. — Ömrümüz kelebeklerin ömürlerin- den de sz ya. — Şimdi ne olacak? — Olacağı bu sabah bavan evden 5i- karken öğrendim. Beni hizmetçisine ve- recek. Düşünün he'e. bundan yirmi gün! evvel beğenilerek alındım. Gardrobda en iyi yer bana tahsis edildi, Sokakta baya- »ımın sarı ipek saçları üzerine kurulur gezerdim. Bayanın sarı ipek saçlarından, hizmetçinin pis kafasına düşmek. Gar- drobun en İyi verinden atılıp mutfak ra- göğsüme, hesabsız, demek binasının yapılmasının gecikeceğini de ilâve etmiştim. Hattâ tiyatro binası kısa bir zamanda yapılmış olsâ bile yeni bina ği hiç zannedilmezdi. Tiyatro binası yapılmadığı gibi, he- üz yerinin bile tayın edildiği şüpeli, ronun hasılatı nedir otlu da bilmiyorum. Fakat bize yeni ve iyi bir şey vermediği dinle alâkanız yoksa en mukaddes bildi- muhakkaktır. Dram kısımında perde, Romeo-Tülyetle çalıştığım yeri, ismimi yazmıyacağınıza?! l açıldı, bu, mevsim için bir vâdolabilirdi.| dedi. | Yelpaze temsil edildi. Azrail, Şeytan, da- a sonra O kadın. İki ay O kadın'a hasre- ine kendi ismi lâzım! Çünkü, her sinema dildi, Eser sahneye konulduğu zaman dilmesi, o esere karşı biraz rağbet tek tiyatronun iki ayın işgal etmesi için kâ- fi olamazdı. Mademki tiyatro tektir. Ma- demki bü tek tiyatro, senelerdenberi, ti-| demek istiyen | Yat9 san'atının her kolundan eserler; vermek suretile çi tadır. Bu sene de ayni şevi yapmaisydı. Arzuyu umumi Üzerine temsili uzatmak yoluna gitmeme- liydi, Hasılat meselesi ise, o bizi alfka- dar etmez. Tiyatroyu müstahsil değil, müstehlik olarak tanıyoruz. Sinemalarda (Baştarafı 1 inci sayfada) send müşterilere yer beğendirmek için dil ve ter döktüklerinden ötürü değil. neden olduğunu kendi ağızlarından din- leteceğim. Karşınıza getirdiğim bu ateşböcekle - rinden birini konuşturmadan evvel, size tarif etmeliyim; Saçlarına Allahin koyduğu rengi, ku- Jun boyasile değiştirmiş; zayıf, hahif bir kızcağız. İnce dudaklarınm, tabii enini İrujla bir misli taşırmış. Üzerinde siyah bir göğüslük, yakssında beyaz kolalı bir yaka var, Belini ihtiraslı bir kol kadar sıkmış yeşil kemerinin daha koyusu bir kordelâ beyaz yakadan sarkıyor; elleri - nin manikürlü ve ojeli olduğunu elbette söylemeğe lüzum yok, Yaşı, her halde çok küçük. Dışarıda bir lise talebesi sanıla- bilir, Sinemanın ölü günlerinden bizi. tek tük gelen müşterilerin arasındaki vakti konuşmağaı veriyor. Patronuna gö- rünmemeğe çalışarak birkaç cümlelik, Jsayfalık değil, birkaç cildlik mana yüklü jiki üç kelime fısıldıyor, Kendisini konuş: | , tahmin edeceğiniz veçhile bir | hayli müşkül oldu, Ak'ıma koyduğum şe! İyi yapmalıyım. Sinemaların esrarını ve iyer gösterme vazifesinin hususiyetlerini — Müslümansanız Allahın üzerine, giniz bir şey üzerine bana yemin ediniz, Söz verdim, Bana ne sinemanın ismi, İbu sinema, her ateşböceği, bu genç kız. İlk sua'im şu: — Gündüzün 11 inden gece yarına kadar çalışıyorsunuz, ne ücret alıyorsu - nuz? Gülümsedi. Bu gülümsemenin, ağlama kadar acı olduğu muhakkak, her halde biraz da istihza serpil... — Ücret aldığımız yek! — Ya!. Elindeki kırmızı renkli, zevksiz baskılı Son mevsimi gecen tiyatro mevsimle «|ikişer yapraklı ilânları gösterdi: rile mukayese edersek alacağımız netice muhakkak son mevsimin aleyhinedir. * Komedi kısmı: Şehir tiyatrosu komedi kısmı, inhitet devrini yaşıyor. Hattâ ku devri de geçir- İmiştir. Destekle ayakta durduruluyor. Bütün bir mevsim ne verdi? Sahneye ko- mulan birkaç yeni eser muvaffak olmadı. Eski 'eserler tekrsrlandı. Fakat bu eski jeserlerde de artık yalnız bir mevzu kak mıştı. Artistler eserlere uymuyor, eser- leri kendilerine uydurarak oynuyorlar- dı. Yegâne maksad güldürmekti. Her ne pahasına olursa olsun güldürmek, Şehir tiyatrosunun komedi kısımı bu yüzden bir tulüat tiyatresundan farkedilmez oldu. * Komedi Fransez:. Şehir tiyatrosu temsillerini bitirirken, İstanbulda Komedi Fransezi seyrettik, Tepebaşında beş temsil verdiler. Tiystro sevenlerden pek âz kişi ancak gidebildi. Temsile ve artistlerin san'a: kudretleri- ne dair bir şey söyliyecek değilim. Dün- yanın en kuvvetli tiyatrosu, en kuvvetli artistleri bizim sahnemizde göründüler, oynadıkları eserler de dünya edebiyatın- da meşhurdur. Daha başka bir şey söy- lemek abes olur. Burada temas edeceğim nokta Kome- di Fransezin lisanı meselesidir. Bu artist- ler fransızcayı en güzel konuşanlardır. Türk tiyatrosu mecmuasının, Komedi i Franseze tahsis edilen son nüshasında Jan Mavva''ın bir makalesi var, Makale- nin sonunda muharrir: «Lisanırmzı korumak ve edebiyatımı- zın yükse'mesini temin için, iki buçuk a” sırdanberi kendisini bu işe hasretmiş Komedi Fransez.» fına konulmak, çok acı şey. Bayan kürk mantosunun önünü kapı- vordu. ş — Benim maceram vek uzundur. — Olabilir, Kıymetin. de yüksek. N (Devamı 9 uncu sayfada) Diyor. En basin Tisan, Halbuki bizim tiyatroda lisan en sond3 geliyor. Seyrettiğim temsillerde güze! lisanı zevkle “dinliyordum. Bu Jisen aktörün ağzında tam âhehsini buluyor ve insan gayri ihtiyari başka bir şeyle alâkadar — Bunlardan kaç tane satarsak... 'Mese'e orada değil... Ben kendi hesa- bıma bu ilânların bana temin ettikleri kazancın yarısına razıyım. Tek bu kâğıd parçaların uzatıp, terslenmek vaziyetle- rine maruz kalmıvayım. Birçok müşte - riler de bü ilânları fena arzularına elet olarak kullanıyorlar maalesef... — Mese'â! Sayfa ? YATRO| | MESELELER | yer yösteren bir yenç kızın ifşaatı mizde musevi, Ermeni, Rum kızları var ki, zavallılar sırf drahmoa biriklirmek için buranın kahrını çekiyorlar. Çok cür'etkâr insanlere tesadüf ediliyor. Yal nız cür'etkir mı? Binlerce insan geliyor sinemaya. içlerinde her çeşidine rastla- niyor. Boş yer aramak için lâmbayı ya - karsınız, asabiler vardır, bağırır! bayı gözümü! ne ne sıkıyor: korku ile müşteriyi yeri götürürsünüz, Bu defa da müşteri kızar, söylenir. «Biraz dikkat etsene, acelen ne, önümü görmüyorum! Başka bir suale geçmeli. — Sinemaya en çok kimler gelir? — Kadınlar ve mektebli kızlar. mek» tebli çocuklar da âz sayılmaz. Benim en çok şaştığım tarof, hep ders saatlerine rastlıyan matinelere gelmeleridir. Elle - rinde çantaları olduğu halde gelir'er, Az daha unutuyordum; müşterilerin ekse « riyetini de âşıkler teşkil eder. Sinemadan daha rahat ve daha emin hiç bir yerde başbaşa kalamazlar. Bunun için, biz ar- tık işin ustası olduğumuzdan, onlara en kuytu köşeleri gösteririz. Bu bir mecbu- riyettir de zaten.. öyle manzaralara te » sadüf ederiz ki, bu meselede en güç iş le- calara bakmaktır. Çünkü.. — Çünkü. — Bunu söyliyemem! — Meslek sır: mı? — Hayır! Tahmin edebilirsiniz... — Zabıtai ahlâkiye memurları kontrol etmezler mi?.. — Ederler, iskat her gün bekliyecek değiller ya!.. Sonra her locaya girenden şüphe edilemez tabii,. — Daha başka garib ne gibi vaziyetler le karşılaşırsınız?.. — Daha başka, daha başka. ha, bir İde bazı filmlerin öpüşme sahneler! güzel olânlar vardır. Birkaç matine kalarak — Meselâ, film başlamış, bir erkek | hattâ birkaç defa gelerek, bu sahneyi tak, müşteri geliyor. Koltukların ilerisinde |lid eden Aşıklara sık sık rastlarız. boş yer vardır, herkesin önünden geçirip oraya götürüyorsunuz. Zaten kanapele - rin araları dardır. Sıkışık bir vaziyet hö- — Velhasıl güç iş değil mi? Başını salladı: — Hem ne güç.. aydınlıktan ksranlığa, sıl oluyor. Müşteri kâğıdı alıyor, dakika-| karanlıktan aydınlığa gire çıkı gözleri « lata para arıyormuş gibi, dizlerinizi diz- lerile kanape arasnda sıkıştırıyor. Parayı verirken elinizi sıkamlar da pek çok. Ve daha 'neler,.. Lâf etmek bahanesile, mec- masanin $ kuruşa verilip verilemiyeceği- ni sorünlara da rasthyoruz. Hergün yüz: leree tip insanla kârşı karşıya geliyoruz. İçlerinde öyle gerib olanları var ki. me- selâ sizi ilk deta görmüştür. Hemen ad - res verineğe, randevu İstemeğe kalkan - lar, «gece oyundan sonra kapıda bekliye- yim mi?. diye soranlar, «yanımda otu- run, filmi beraber seyredelim-> diyenler. ne bileyim aklıma gelmiyor, daha birçok inanılmıyacak şeyler... Nedense bir kızın ciddiyetle bu işte çalışabileceğini, ekmek parası kazanacağını düşünmüyorlar. İçi- ————————> olamıyor. Bir de şunu düşünün, fena yazılmış, fena tercüme edi'niş eseri, türkçeyi gok fena konuşan aktörden dinlemek. Matine poetikte bulundum: Aktörlerin hepsi şiürler okudular. Yonnel şiirler haşlamadan Pariste her on beş günde bir şiir matinesi tertih e- dildiğini söylemişti Ne yalan söyliyeyim kıskandım. türkçe şiir dinlemek isteyip te dinlivemivenler hesabına üzüntü duv- dum. Siir okumak. bir bestekârın eserini çalmak ve söylemek kabi'inrlen bir şey oluvor. Fakat bizde aktör şiir okumaz ki... neden okumaz? Bunu anlatmak sürer, Amma okuması elzem. Tİ. zum | tr. WL© Yaral kadın Haseki hastanesine kal » miz bozuluyor, Başka bir iş bulsam, aca- ba bir gün kalır mıyım? Bazı genç kız « Jar bana, söyledikleri ifimleri ve artist. leri doya doya gördüğüm için benim va- zileme gıpta ettiklerini, benim yerimde olmak istediklerini söylüyorlar, Halbuki bir cefasını bilseler. — Demek sevdiği artisti doya doya görmek için işinize göz dikenler de var? — Evet.. bilhassa bazı kizlar sinema * dan çıktıktan sonra da camekânlardaki fotoların karşısında saatlerce kalırlar. İç- lerinde artistlere âsık olanlar pek fazla- dır. Matine bitiyordu. Kırmızı kaplı ilân- Jarımı, elektrik fenerini kapıp kapı per « de'erini açmağa koştu. Hakikaten işi güçtü: Telâkkisi ne olu sa olsun daima perdeleri kapyacak, per- deleri açacaktı. Nusret Safa Coşkun Eir kadına otomobil çarptı Lâlelide saka İbrahimin evinde misa- fir olarak bulunmakta olan Bursalı Es ma adında bir kadın. dün kucağında iki yaşındaki çocuğu olduğu ha'de köprüden geçerken şoför Rahminin idaresindeki 3051 sayılı otomebilin çarpmasile vücu * dünün muhtelif yerlerinden yaralanmış» dırılmıs. soför yakalanmıştır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: