Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.
Di S L T F” - Tet olduğunu söyledi. — kabuüllendiği bir fikir hâsıl oldu: SON POSTA M a m,,, E Yazan: Halid Ziya Uşıklll"E l&l!!ğııısmql!ıyn!!&_l; BeşinciMehmed Arnavudlukta İttihadı anasır davasına bir bakış Arnavudların ssevinci - Üsküp yolunda - Asi reislerin dehaleti - Priştinede - Hakkı Paşanın nutkunu tercüme için ta İstanbuldan getirilen Âyan azasının Arnavudca bilmediği anlaşılıyor Meşrutyetin ilânı üzerine pek ziyade' revaç bulan bir tabir vardı: İttihadı ana- sır. Her hükümet ricalinin ağzında, her yazı yazanın kaleminde, hemen her meb'usun ve hülyaların arkasına takıl - mak tiynetinde olan her ferdin di'inde, daima tekerrür eden bu idi; anasır ara - sında ittihad... Fakat bu nasıl müyesser olabilecekti, bu gayeye vüsul için nasıl tedbirler alınmalıydı, ne yollar takih e- dilmeliydi? Bunu keşfeden bulunmadı. Muvakkat çarelere tevessül edildi, vâd- ler yapıldı. gösterişlere tesebbüs edildi. İste bu gösterişlerin en mühimmi de pa- dişahın Rumeli seyahati oldu. Bu seyahatin vukun esnasında öyle te- zahürlere şahid olduk ki başta hünkâr ol- duğu halde kendisinin refakatinde bu - huinanların hepsi, sadrazamı, harbiye na- zırı, bütün saray erkânı hep inandık ki bu, yalnız bir gösteriş değil, hakikatte şu kaç yıldanberi her vesile ile işitilen itti- hadı anasır ümniyesinin bir fi'le inkılâ- bıdır. Hattâ pek iyi tahattür ediyorum, hünkâr bile Üskübde bir nutka mukabe- le ederken bu tabiri kullandı, şu seya - hate çıkmaktan maksadının anasır arâ- sında ittihadın husulünü görmekten iba- Bu mümkün olur muydu, bu hülya ha- kikat kisvesine girebilir, elle tutulur, gözle görülür bir kesafet alır mıydı? Ru- me'ide değil, Anadoluda bile, Asyanın muhtelif mıntakalarında bile, başka' mez- heblerden olanlar bir tarafa bırakılsın, islâmiyet camiası içinde toplanan müte- nevvi ırklar arasında bile bu ümniyenin vücude gelebileceğine artık kimsenin inanmadığı bir hengâmda Rumeli seya - hati vukua gelirken bu hâdiseden doğan tezahürat onlara şahid olanların muha- kemesinde öyle bir tatlı uyuşukluk hu - sule getirdi ki onun arasından hakikatin acılıklarını duymak mümkün değildi. — | Asıl bizleri sarsan Arnavudlukta gö - rülen heyecan oldu. Üskübde, Priştine - de, sonra Meşhedde Arnavudların nasıl çılgın bir sevinç'e şişip, kabarıp taşan dalgalarla çıldırdıklarını görürken - hep kendi kendimize «nasıl olup da büu yü - rekleri saf adamlar teshir edilemedi, e - vet, nasıl olup da Arnavudluk daima is- yana müheyya bir fesad membat halinde | kaldı?» sualini irad eder, ve bunun ce- vabını vermek imkânını bulamazdık. Buralarda görülen şeyler gözlerimizde hep zor zaptedilen yaşlar biriktirirdi. Üs- ne şahid olduk. Yolda bütün mevkiflerde |lan miktarın pek dununda idi, fakat gene kurbanlar kestiler; halk kütleleri, mek -|meydan tamami'e dolmuştu. Kalabalığı teb çocukları can ve gönülden bağırıştı -| tahmin etmek mümkün olmamakla bera- lar, alkışladılar, nutuklar irad olundu ki Eber şöyle bir göz gezdirmekle hükmettim viedanların en derin noktalarından gelen ki elli bin kişiden az değildi, belki bu bir muhabbet feryadı gibiydi. miktarı daha fazlaya çıkarmak mümkün- Üskübde ikameti şahaneye Mektebi dü. Sureti mahsusada bir kürsü yapıl - Sultani tahsis olunmuştu. Burada tebrikifımışu. Sadrazam hünkâr namına bura - kudum için gelen muhtelif heyetler na - | dan güzel bir nutuk irad etti. Fakat onun mına öyle sözler söylendi, ve hünkâr bun- | güzel sözlerini anlıyacak kim vardı. Su- lara öyle münasib bir talâkatle muka -|reti mahsusada nutkun arnavudca ter - bele etti ki artık Arnavudluk bir daha cümesini yapmak için maiyeti şahanede çözü'emiyecek bağlarla hükümet mer - getirilmiş olan âyandan Manastırlı İs - kezine sıkı sıkı kenedlenmiş diye hükmo- |Mmail Hakkı Efendi bu vazifeyi ifa etmek lunabilirdi. ç Üzere kürsüde sadrazamın yanında bu- Hele o günün gecesi!.. İkametgâhı hü- 'lunuyordu. Bütün hazır bulunan Arna - kübe varıncıya kadar, sonra orada hep Arnavudluğun, sadakatine, merbutiyeti - mayunun önünde meşalelerle alaylar ter vud cemaati padişah namına sadrazamı- tib ettiler. Muhtelif iırktan ve mezhebden mekteb çocukları bayraklarla, birbirinin koluna girmiş o'arak takım takım bir geçid resmi yaptılar; hünkâr balkonda göründü, onun namına sadrazam güzel bir nutuk söyledi. Cocuklardan, müslü - man ve hıristiyan bir zümre huzura çı - karıldı. Hünkâr bunları okşadı, ellerine parlak altınlar koydu ve güzel bir hita- be ile: «İşte daima böyle kardeş o'unuz, ben de sizin babanızım!..» dedi. Bu geceyi takib eden günde, İstanbul- dan avdet eden Mahmud Şevket Paşa da hazır iken, Arnavud'uğun en meşhur asi reisleri gelip dehalet ettiler. Hünkâr bütün merasim esnasında hiç yorulmadan, nes'esinden bir zerre bile ek silmeden, idare etti; halkın muhabbet te- zahürleri ona yeniden taze küvvetler ve- rivor gib'vdi. Burada da semahatinin en büvük mikvasını gösterdi. İcab edenlere, ve fakirlere dağıtılmak üzere mühim bir nara biraktı. Üskübden sonra Priştine... Burası Ar- navud'uğun göbeği mesabesinde idi ve â- | sıl en büyük rasime Hüdavendigâr' Sultan Muradın şehid edildiği Kosva sah rasına buradan gidilerek icra olunacak - tı, Priştinede ikametgâhı hümayun için mutasarrıflık konağı tahsis olunmuştu. ! Burası ahşab ve-oldukça harab bir bina | idi, fakat mahalli hükümetin gayreti ve mefruşat idaresinin faaliyet ve dirayeti sayesinde öyle bir hale getirilmişti ki hünkâr ve maiyeti burada pek rahat ede- tir. bildi'er. Nihayet ertesi gün, büyük gün ıçın müdebdeb bir alayla hünkâr Cüma selâmlığını icra etti. Meşhedde namaz kılınmak üzere top - | nın neler söylediğini anlamak için kendi ıu'klm'ındın olan u zatın kendi lisanlarile Iağzmdan çıkacak sözlere sabırsızlıkla muntazır iken, işte bu dakikada hiç bek- lenmiyen bir hâdise oldu. Meğer İsmail Hakkı Efendi hiç arnavudca bilmezmiş. Bunu evvelce söylemiş olsaydı elbette başka bir çare bulunurdu. Böylece, nutuk sanki irad edilmemiş oldu ve bu büyük günün ikinci sakat tarafı da böylece vu- kua gelmiş oldu. Halid Ziya Uşaklığil Bir matbuat davası dün EERR “ neticalandi Nasuhi Baydar tarafından tercüme edi « İlen sAfrodit» kitabı hakkındaki malüm da, vanın rüyeti sırasında bu mevzu etrafında Cümhuriyet gazetesinde yapılan muhtelif netsriyat üzerine muharrir Peyami Safa, Sa. lâhattin Güngör, Mekki Sakl ve gazetenin mes'ul müdürü Hikmet Münif haklarında ]muddeıumu'nîlla tarafından ikame olunan ! 'davalar bir müddettenberi tevhiden asliye 6 nc: ceza mahkemesinde görülmekte idi. Dün, bu davalar kül halinde tetkik edil. miş ve karara bağlanmıştır. Çok uzun ve ,Mmüdellel mucib sebebleri ihtiva eden bu ka, rara göre; muharrir Peyami Safa, Salâhat- tin Güngör ve Mekki Saidin bu — vadide yazdıkları yazıların o sırada duruşması ya., pıımakta olan «Afrodit» davasının mahiyet |ve seyrini değiştirecek tarzda olmadıkları İkabul edilerek üçünün beraatlerine, mes'ul müdür Hikmet Münifin de bazı neşriyat se. bebile 7 ay müddetle hapsine hükmedilmiş. Belediye esnaf hıstanesine yardım edecek İstanbul Belediyesi Esnaf hastanesine lanıldı. Evvelce anlatımıştım ki İstanbul- 3748 liralık bir yardım yapmağa karar dan verilen emrin yanlış telâkkisi netice- sie burada teraküm eden halk me'mül o- vermiştir. Bu para dün hastane emrine verilmiştir. Birinci gımarık erkek çocuğuydu.. Bü- yümüştü. Mesleklerden meslek beğendi, doktor oldu. Muayenehane açtı. Hasta geldi, muayene etti, muayene ücretini aldı. Eski günleri hatırladı. Kendine komşu beş kuruş verse: — Almam! Demezdi. Aldıktan sonra da; , — Bir tane daha versene! Derdi. İçinden geçti: — Bir muayene ücreti daha verseydi. Kendini tutamadı. Hastasına döndü: — Üç gün sonra tekrar geleceksiniz, muayene edeceğim. Dedi. Hasta çıktıktan sonra düşündü: — Hele üç gün sonra gelsin, üç gün sonra bir daha gelmesini söy'erim. bir İkinci şımarık kız çocuğu idi. Büyü - müştü. Kocalardan koca seçmiş, talihi de yardım etmiş, kocası zengin ve cö- merd çıkmıştı. Eski günleri hatırladı: Çok maymun iştahlıydı. Her şeyden çabuk bıkardı. Bir bebek alsalar, ertesi gün: — Bu bebeği istemem, başka bebek a- lın. Diye ağlar, sızlar, başka bebek aldı - rırdı. Kimde ne görse de isterdi: — Fatmanın tahta arabası var, ben de isterim. . Haticeye annesi oyuncak vapur al- maş, ben de isterim. .. Annesi, Selmanın saçlarını iki ör- gü örmüş, benim saçlarımı da iki örgü örün. Şimdi çocuk değildi. Fakat huy canm a'tındadır. ni biliyordu. — Kürk manto isterim. Dedi aldırttı. n İki gün giydikten sonra: — Bundan bıktım, başkasını isterim. Dedi, aldırttı. Hergün bir şapka, gün asırı bir cift iskarpin aldırttı. Her mev - simde beş on rob yaptirttı. Tanıdıklarından birinin bir otomobili olduğunu haber aldı; — Ben de otömobil isterim, Dedi aldırttı. Bir başka tanıdığın bir deniz motörü olduğunu haber aldı:; — Ben de deniz motörü isterim, Dedi aldırttı. Kimini sarı saçlı gördü, Berberlere saçlarını o renge boyattı. Ki- minin saçlarını kırmızı gördü, saçlarıni o renge boyattı Huy canın altındadır, dedim ya, may- mun işhatlıydı. Dedim ya.. günün bi « rinde kocasından da bıktı, bırakıp kaçtı. Üçüncü şımarık da erkek çocuğu idi, büyümüştü. Şair olmak hevesine kapıl « mişti, Şair olmak için birçok şey lâzım- dı. Okumak, öğrenmek, eski şiirleri tet- kik etmek, hissetmek ve çalışmak. Eski günleri hatırladı. 0: — Her şeyi ben bilirim! İddiasında idi. Babası annesi, eve ge « len misafirler konuşurlarken daima sö « ze karışırdı: Babası, annesi, misafirler siyasetten, meselâ Umumi Harbden — bahsediyorlar değil mi, o daha umumi kelimesini du « yar duymaz; — Bildim, bildim, bizim yanımızdaki evde oturuyor. Ö umumi müdür değil mi? Derdi. Babası, annesi, misafirler baha- rın güzelliğinden bahsediyorlar değil mi, o hemen atılırdı: Ş — Güzel mi, hiç te değil, acı, dün çor- bama biraz fazla koymuştum, içemedim. Derdi. Babası, annesi, misafirler yeni itfaiye teşkilâtından bahsediyorlar değil mi? O hemen atılır: — Ben çok iyi biliyorum, Dün bir it - faiyecilik oynadık görmeyin. Derdi, Şair olmuştu. — Vezin bilirim tartı, kafiye bilirim, (Devamı 9 uncu sayfada) Buna karşı Rozelin'in aksülâmelleri daima her şeye tahammül göstermek' şeklinde tecelli ediyor ve ortada bunun daima yalnız iki türlü izahı kalıyordu: ya kat'i, reddi imkânsız bir samimiyet, yahud sahte gösterişte misli görülmemiş bir maharet. Ve bun'arın ikisi de, şimdi kendisinin bulunduğu vaziyette kabul e -dilebilir şeyler değildi. Hakikaten cahil bir kızın, hiç bir hata, hiç bir unutkanlık, işi meydana vuracak bir eksik bırakmadan bu derece hilekâr, | şeytan buluşlu ve sahtekârlıkta ka - «Son Postu»nın edebi tefrikası: 20 TERC ME AŞKA INHNM[—WHN ADAM EDEN : HALİT FAHR! OZANSOY sır gibi taşıyordu; nası! ki ekseriya demi- rugos (1) fikirleri, meselâ, hiç şüphesiz top'ar satmak, fakat ayni zamanda bazı denberi onu böyle çağırmağı âdet edin - mişti - artık kendisine itimad bağladığını ve hakikati kabule razı olduğunu düşü - Te garlanmış olman nasil kabul edilebirirdi? ğdoğru faraziyeleri, yahud öyle zannedi - nüyordu, Bu kadar fena muamelelere mukave - met edecek bir rabıtanın mevcudiyetini | farzetmek de o derece akla sığmazdı. İşte o zaman, baronun zihninde, önce müphem surette doğup geri ittiği, sonra ölüm Ölüm, neticede, ulvi izah , mukaddes — delil, hürmet edi'lir mihektir, kahraman, ' İlenleri tam hakikat üstünde denemek Bundan o kadar bahtiyar oldu ki, bir piçin zihninde muharebe kombinezonları gün, ona korkusuzca söz söylemek cesa- ta.şımışa' Zihninde geniş bir ibdala bu fikre vu- zuh veriyordu; şaşmaz bir mizansen mi- sali, bunu nasıl tahakkuk ettireceğini he- Isablıvor, tanzim ediyordu. Kafasını bu yeni mesele sarınca, artık, ölümünü irade buyurmuş olduğu hind gehid, şöva'ye, ana;- şampiyon bir iman; | |domuzuna işlgence etmeği unuttu; ve â- runa can venmeğe razı olurlar, Şerefleri — bir dava, bir aşk, yahud bir fazilet uğ - 'deta, aylarca müddet, göze çarpan tam bir şuursuzluk içinde yaşadı. Hiç bir va- gibi kıymetleri de, bu suretle, hiç itiraz- kit bu kadar sevimli bir ahbab olma - sız misal olarak kalır. Gönül rızasile, şuurlu ve kat'i olursa, kendisini feda ediş şüpheleri dağıtır, ar- — şiâ'ânın kapılarını açar ve gülenleri sus- turur. Kafasında böylece teşekkül eden fik -| /| rve gittikçe ısınmıştı. Bunu kendisinde bir İdan. mıştı. Artık ne sertlikler, ne garabetler gösteriyordu. Rozelin tecrübe devrinin bittiğini ve, «sevgili sinyor» unun - Ko- medi Fransez'de Berenis'i seyrettiğin - (D Eflâtun'ün felsefesinde: Hâlik, yara - retini gösterdi. Yalnız olarak Paris civa- rında bir gezinti yapmağa gitmişler ve âşıkdaşlık için Sen kenarında bir koltuk meyhanesinde tevakkuf etmişlerdi. Hasır bir koltukta dalıp gitmiş olan Rozelin, güneşte parlıyan durgun suyun akışına bakıyordu. Sonra, bir saadet dü- şüncesi gibi berrak o güzel mavi naza - rile sevgili sinyorunu baygın baygın te- maşa ediyordu. — Eh eh! küçük kız, buğgün mes'ud ha- Hn var. — Sevgili sinyorum, size rastladığım- danberi ben daima mes'udum. — Maamafih ben sana karşı fena idim, hattâ zalimdim; hiç şüphesiz, haksız ye- Yazan: Jorj Delaki — Bunun için size kalbim kırık değil.| | Bu, sizin hakkınız ve iradenizdi. Çünkü bu, sizin hoşunuza gidiyordu. Biliyordum ki, bu, anlamak içindi. — Neyi anla;rna_lc, küçük kız? — Sizi sahiden seviyor muyum diye... O halde, şimdi artık anladınız: size söy- liyebilirim. — Neyi? — Sizi sevdiğimi... — Ne?.. Ne dedin, küçük kız? ... . Nehrin üstünden, yassı şalupaları- nı çekerek, bir romorkör kayıp gitmedey di. Geminin küpeştesinde ayakları çıp - lak bir adam, nehre bir halatın ucunda bir kova daldırıyordu. Kovayı hafif el hareketlerile dolu olarak çıkarıyor ve güverteye boşaltıyordu. Güverte, dökü- len sudan gümüş bir şal gibi parlıyordu. — Fakat ben bundan hiç şüphelenme- dim ki, küçük kız... — O! ettiniz!.. Fakat ihtimal şimdi ar- tık şüphe etmiyorsunuz. — Beni bu kadar mı seviyorsun? — Bundan daha fazla... — Rozelin.., Onun hafifçe elini tuttu ve kendi e e linde taze bir kalb gibi çırpındığını his - setti. — Benim için hayatını verir mi idin? Bunu, dünyanın en basit bir suali gi- bi, yumuşak, okşayan, ahenkli bir sesle rahatça söylemişti... Ufak elin kendi elinde bir müddet çırpındığını hissetti, kendisi ise titremi- yordu. Fakat nefesi, idam hükmü oku - nan bir mahkümun nefesi gibi boğazın. da tıkanmıştı. Çocuk: — Niçin vermeyim? dedi. Baron, tebessümü herhangi bir mana '|ifade etmeksizin gülümsedi. Sonra kalktı — Gel artık, eve dönelim! Giyinme - miz lâzım.. Bu akşam Operaya gidece « ğiz. Volani yakaladı ve kendisinden emin, acelesizce yola koyuldu. Manzaradan, ra- hat yaşamanın zevkinden başka bir şey düşünmüyor görünüyordu — ve yanında henüz yirmi yaşına gelmemiş olan ve kendisi için hayatını fedaya hazır oldu - ğunu söyliyen bir kızı da beraber götür- mekten görünüşte gurur duyuyordu. (Arkası var). y ğ Küit sesiliğei z ” e l İ