20 Ekim 1942 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 5

20 Ekim 1942 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA HİKAYE Körlerin tür küsü Yazan: Maksim Go'kiy Bir yaz akşamı şehrin dış ma-'İlyan bir İnsanm bahtiyar ve ha hallelerinde, yararı yumru dar Zin tebessümile gülüyorlardı. İri sokaklarda, yarı yarıya çürü -|Yarı ve dolgun vücudlu olan bu müş küçücük evlerin arasında Kadm, kocaman göğsile masaya serseriyane dolaşırken, bir mey. abanmış, gözlerini kapıyarak ve hanenin yarı açık (o kapımadan| kederli kederli başmı sallıyarak İçeri bir göz attım: Meyhanesin| konuşuyordu: kalabalık olmasına rağmen her-| — Prem vatamı kadar hiç bir esin sessizce oturuşuna hayret Yor iyi olamaz! ettim. Biri, ince bir sesle: Meyhaneyi - eğri döşemeli ve| — Fukara için ekmek nerede sarkık tavnl küçük odayı - şöy-|i3€ vatm oradadır, dedi. lece bir gözden geçirdim. Alaca | Kadmın karşısında oturmakta karanlıkta, saçları darma dağı-| olan adam, bir kadeh votka dol. nik başlar, kemersiz basma göm) durarak kadına uzattı: lekler, yalınayaklar veyahud es! —— İSİ: ki püskü, yırtık pırtık kundura:| Bu, uzun boylu, zayıf, siyah lar farkedehildim. Köşede, bir|#açh, kasketli bir adamdı; sr - Mazanın etrafında sıkışık bir kü-|tında yaksı açık yırtık bir göm me halinde beş altı kişinin otur-)lek vardı. Gözleri iri idi. O, bu iri © makta olduğunu gördüm. Onlar- sözlerle dört bir tarafı telâşlı dan biri, boğuk ve kısık bir ses telâşlı süzüyor, ve hiç durmadan le konuşuyordu: İsiyah, sık, karma karışık sakalı — Bizim taraflarda öyle ka- nı sıvarlıyordu. Bunun yamba - vak ağaçları var ki, sizinkilere şında basık burunlu, kızıl saç, hiç benzemez!. Dümdüz.. Hani burma bıyıklı, başı kayışk biri o- Vu Meryem ana kandili önünde turuyordu. Bu, her halle bir fı- ki mum gibi Kapının inden bir adım atım, İlki kişi, şöylece bana ba kıp, sesin geldiği tarafa başları Mi çevirdiler. Tezgâhın arkasın. da oturmakta olan ihtiyar mey haneci, beni karşılamak üzere #ewizce ayağa kalktı. Yavaş ses İe bir şise bira ısmarladım. — Bizim taraflarda her şey Başka, her şey sevimildir. Yalnız fukaralık tıpkı buradaki gibidir | Bir diğeri farklı bir sesle: — O ber yerde birdir, dedi Pencerenin altında, masanın aşma oturmuş, insanları ve bun İrım başı üzerinden, kavaklar - dan bahsedenin yüzünü tetkik *liyordum. Ben de kavak ağç Yarını severim. Onlar başlarını öyle dosdoğru, öyle mağrur bir “da ile söğe kaldırırlar ki. Kavaklardan bahseden bir ka Kem biraz çakır keyifti, Kahn dudakları iyi şeyler hatır. İnancı olsa gerekti. Kadının kar panda üçüncü olarak oturan İ Nüşka isminde bildik bir teneke ci idi, Nüşka adamakıllı sari tu, Bulanık gözbebekleri üzeri - se büyük bir ağırlıkla düşen kir- pikleri arasından, kör gözlerle kadına bakarak © uyukluyordu. Bazan o,, oltaya yakalanmış bir balık gibi ağzını açiyor ve geve | lyordu: İ —CGüüü... vercinim... Şar- kı söyle!... Söylelele canım! Geri kalan altı kişi, sigara du- manlarının bulutları ve yarı ka- ranlık içinde hayal meyal farke- diliyorlardı. Bunların hepsi de hareketsiz oturuyor, ii ka ve bira içiyorlardı. Ancak za man zaman bunlardan biri hava- ya bir kelime fırlatıyor, bu keli- me sessizce, bir kuş gibi, odanın bir köşesinden diğerine uçuyor du... Kadın anlatıyordut hoş yaz kilisede... | — Panayma gidersin, bir del İbekarsın ki körler şarkı söylü - jyor! Onların şarkılarını dinle - mek o kadar hoş ki... Çok hos.j | Karşımda, diğer (o pencerenm | yanındaki masa başında yüzü Di yakosa benziyen bir adam olu ruyordu. Uzun saçları omuzları- na ve biraz kanburca sırtına dö- külüyordu. Demeti andıran İur- muzı sakalı, göğsünü bir yelpaze İhalinde örtüyordu. Saç yığım al- tında yüzü, çirkin denecek kadar küçük © görünüyordu. İn bumburusuk siyah bir ceket, ve gene bumburuşuk, leke içinde ko lalı bir gömlek vardı. Çözülmüş olan kravatının bir ucu, sakalı- nın altından görünüyordu. Sol gözü mor bir şişlikle örtülmüşlü; sağ gözile ise, israrla kadına ba- kıyordu. Bu adam, birdenbire, boğuk ve kükrer gibi bir sesle: — Ben orada bulundum! Dedi, ve kocaman elinin avu- cile masaya vurdu. Herkes o tarafa baktı. Kadın başını kaldırarak boynunu adam dan yana uzattı. — Kiyefte bulundum... Be - Ve daha birçok diğer şehirlerde.. Şimdi artık isimlerini bile (hatırlamıyorum. | Bütün bahsettiğin şeyleri gör - düm, biliyorum. Dinyepr.. Hey İbenim geniş Dinyeprim. Opera korosunda bulunduğum zaman ba şarkıyı söylerdim. , Sesi, yer altından gelme boğuk bir gürültü halinde meyhaneyi kaplıyor, hava ile beraber, kud- retle insanın göğsüne doluyordu. Bu hazin, bu ümidsiz sesten göğ süme bir ağırlık çöktü. — Yanıma otur, kadın, sana bira ikram edeyim. Esmer, zayıf adam ayağa kalktı ve: — Olmaz, dedi, ona ben ik - ram ediyorum. — Ne çıkar, hepsi bir, Sen ve ya ben - hepsi bir, Tenekeci: — Söyle, cinim, diye inledi. Kadın, tatlı bir bakışla gözü siş adama baktı ve: — Orada bulunduysanız, bi - Hirsiniz, dedi, — Aptalın kalbi kırık bir su kabına benzer, kadın!. Orada hiç bir bilgi durama: Bunu İsa söylemiş!. Sen şarkı söyliyebilir misin?, Sana yirmi kapik vere - yim! Ağır bir hareketle pantalonu- nun ceblerini arama, &oyuldu. Gözleri telâşlı telâş etrafı üzen esmer adam, istikfafls ve gücenmiş bir eda ile haykırdı: — Onun parasını senden baş“ ka verecekler de var... — Hepsi bir!. Hepsi, he; !. Sen, ben, o!... Biz hepimiz, Kudüse giden çöl üzerindeki eşe- ğin fışkısı gibiyiz!, Kızıl saçlı mujik, tehdidkâr bir eda ile filozofa baktı. Cebin den kesesini çıkararak havada salladı, paralar şıngırdadı. O, —Gördün mü?. Diye sordu, sonra tekrar ke - sey cebine koydu. Kadın gözlerini kapadı ve ba- şmı sallıyarak konuşmağa baş ladı: — Oh, şimdiki gibi gözümün önündedir. Yola yakın toprağın üzerine .otururlar.. Güneş beyin- lerini yakar, rüzgâr üzerlerine toz yağdırır.. . Yüzü şiş adam, âdeta çekiçle vuruyormuş gibi: — Doğru. Ben de hatırlıyo - rum, dedi. — Ahali etraflarını almış Onlar, işte bu körler, şarkı sör- lerler... Kadınınk ocaman göğsünden dolgun ve titrek bir sada koptu: — Aaa-narcığım. K Operanın eski korocisi? — Doğru!.. Diye mırıldandı ve elile masa- ya vurdu. Siyah saçlı adam sinirli bir e- da ile: — Mâni olmamanızı söyleme- me müsaade ediniz, dedi. Ben de şarkıcıyım. Vâlaâ sesim sizin ki gibi öküz sesi değildir. Fakat buna rağmen her zaman kendi- mi müdafaa edebilirim. Öküz sesli adam ağız dolusu ç sarkı söyle, il ij gibi, alçak, fakat —aten weaktn Canhis'nin saree, dedi. Bundu öfke- lenecek ne var? Kızıl saçlı köylü Oo arkadaşile işaretleşirken, dirseğile onun boş | böğründen dürtmeğe başlamış ve İ gömleğinin kollarını sıvanra, İ girişmişti. Esmer zayıf adam dişlerini kilidlemiş ve yumrukla- rını sılemıştı. Fakat bu sırada köşeden ince bir ses yükseldi: — Efendi, şayed siz okumuş bir adamsanız başkalarının eğ lencesine mâni olmayırız!. İyi sözler söylüyor ve küfrediyor ti ve yeniden gözlerini kapadı. Sonra, başını geriye atarak bir elini göğsüne koydu ve tıpkı bü. yük bir madeni borudan çıkar kudretli bir sesle şarkısına başladı: — Oyyy, savallı körcüklere acıyırız! Biz çalışamyıoruz, Gözlerimiz görmüyor!.. Meyhanedeki insanların hep- si de sükünet buldu. Esmer adam oturdu ve bu melodiye tempo tutmağa başladı. Kızıl saçlı a mun yüzü ciddileşti; ehemmiye etrafına bakınarak parmağını kaldırdı ve: — Sussas! diy: fısıldadı. Halbuki lüzum da yoktu. Her-| Sayfa 1/1 © acı inliyen bir insanın taham- mül edilmez ıztırabı sakh idi. — Oyyy, nereye gitsek hep karanlık!. Kadının sesi, karanlığın esi ri olan bir insanın muztarib fer- i yadını çok güzel veriyordu. Şar- Jkısının kelimeleri | yuvarlakmış gibi görünüyor ve kendilerinde İ gizli olan hislerin kudret ve iztı- İrabım ifade etmelc atı İyorlardı, Meyhane sesi dının gür sesi bütün odayı doldu- sİruyor, meyhanede oturmakta © .İ Tanlar âdeta bir katran taba - örtüyor, ve geniş, titrek İbir sel halinde açık kapıdan 80- kağa akıyordu. Ben meyhanedekilerin eğil miş başlarına, şarkı ve karanlık- la kaplı yüzlerine, pencereye, göğe bakıyordum. Güneş batmış tı. Batıda gökyüzü kırmızı renk- lerle bezenmişti. Gün batımının alevinde, kanadlarını açmış mu- azzam bir kuşa benziyen garib şekilli küçük bir bulut eriyordu. Ufkun erguvani perdesi üzerinde siyah ağaçlar açıkça görünüyor, kuşa benziyen bulut ise, âdeta bu ağaçların dallarına konuyormuş issini veriyordu. Ova ıssız ve sessizdi. Yalnız şeftaf gölgeler yerlerde sürünüyor. ve toprağın içine, çok derinlere giren güne- şin sağında ve solunda görün - kes, güneşte ısınan dermansız)mez bir sekilde titreşiyorlardı. ihtiyarlar gibi, hareketsiz olmu. | Kadının titrek, boğuk sesi, kabı yordu. Ceketli adam boynunu u-İdolduran br su gibi beni doldu- zattı, kulağını kadının sesine ver di ve kendinden geçerek dikkat le dinlemeğe başladı. Alaca ka- ranlıkta bir gözü, bana, sönmüş bir kömür gibi kocaman ve siyah örünüyor, diğeri ise küçücük, dikkatli ve canlı ısıldıyordu. — Oyyy Allahın ışığın gör müyorlar... Oyyy, parlak günesi görmü - yerlar .. Oyyy, hörcüklere acıyınız! Şarkınm bestesi, bir | hıçlarık gibi yeknesaktı. Onda, belki de yalnız iki nota, ancak iki notacık vardı. Bu notalar, melodinin için de, uzun demir testeredeki dizler gibi sralanmışlardı. Fakat bun- ların yeknesak ksreketinden, şid detli bir ağrı ile yüreği parçalı - yan bir müzik doğuyordu. — Acıyınız Allahın kulları. Şarkının oabenginde © güneşi görmek istiyen fakat göremiyen ve ümidsizce başımı sallıyarak a- ruyordu. Galiba diğerleri de ken- dilerini o hıçkırıklı bir ahenkle dopdolu hissediyorlardı. Herker hareketsiz oturuyor; herkes su suyordu. Yalnız bir defa sarher Nüşkanın kısık sesi duyuldu: — O niçin feryad iyor) Fakat bu ses, tıpkı derin bir ırmağa tılan ve sukutundan çı kan sada bile zorlukla duyulan, bir taş gibi şarkının içinde kay - boldu. — Oyyy Allahın mukadder anası, Oyyy bizi niçin cezalandırdın? Kadın, başmı sallamak sureti. le tempo tutarak şark! söylüyor du. O âdeta ibadet ediyor ve zöğsüne dayamış olduğu elinin parmaklarını © suretle kımıldı hvordu, ki, güya bunlarla k binde gerili ve insanlarca şürün miyen tellere dokunuyordu. Basında kayış bulman o kızil (Devamı sayfa 4/2 de)

Bu sayıdan diğer sayfalar: