19 Nisan 1937 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6

19 Nisan 1937 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

F B | | | i ı | 6-SONTELGRAF — 19 Nisan 1937 Abdülhamit devrinde Istanbul: Ellerikasaturalı hamidiye aşiret ve zu haf askerleri kadınlara saldırırlar, ceza bile görmezlerdi! Başına kırk kışın karları yağmış — Yenicami arzuhalcılarının yazdığı mektuplar, hep selâmla başlar, kuyruksuz eşekle sarı ökü- zün sıhhatını sormak unutulmaz, “bu mektubu- muzu okuyup ta bize selâm yok mu, diyenlerin cümlesine selâm ederim,, diye biterdi olan İstanbul çocuklarının hafıza- sında bazan sisli ve bulanık, bazan da berrak sahneler ve hatıralar var. dır, Gerçi şimdi, bu günler ve yıllar la artık aramızda uzun mesafeler var, Fakat buna rağmen, © hatıra. ları yaşatan yerler, sokaklar, kö- şe ve bucaklar hâlâ burada, hâlâ mevcut. Ve eski İstanbul, hâlâ bizim içt. mizde!.. Çünkü tanıdığımız, içinde kara yünler yaşadığımız, acı vaka- lara şahit olduğumuz, zulüm göre düğümüz, azap çektiğimiz, kanun. suzluklara ve haksızlıklara uğra - dığımız ve nihayet zevkli günler geçirdiğimiz bir şehrin, kendi mem. leketimizin havası içimizde kokü- lu bir bahar havası gibi esiyor. Çocukluğğumuzun düşüncesiz, şen yıllarını, sıcak ve kokulu göğsün « de yaşıdığımız İstanbul, uzak, çok uzak beldelere mensup büyülü bir rayiha gibi içimize sinmiş!.. Ne z&nzan bu koku ruhumda yel. pazelense, aklıma gelen, padişahın ve kötü dalkavuklarının - zulmü, hafiyslerin rezaletleri, sokak baş « larından fırlayan elleri kasaturalı aşiret ve zuhaf askerlerinin he - yulâları ve şehrin mühtelif köşe - lerindeki bin bir çeşit, btn bir renk- li hatıralar ve bu hatıraları tamame hyan heyecan dolu panoramalar - dır. Hele İstanbulun şurasında, bu- rasında, bilhassa Ayasofyanın bir köşesinde, Yenicamiin arka mey- danında sıra sıra dizilen arzuhal « cılar, bu panoramanın en karakte- ristik «tip> lerindendi.. Önlerinde portakal, limon san » dıklarından yapılmış birer masa tas-| lağı, etraflarınad bir kaç kısa ba- caklı sandalyalar vardı. Uçları makta'lanmış kamış kalemlerle, çukur bir tabak içine doldurulmuş rih, Çanakkale işi yeşil mürekkep hokkası, yegâne demirbaş eşyaları. ni teşkil ederdi. Okuyup yazması olmuyan âşık » dar, sevgililerine burada mektup yazdırırlar, «tenne canım, konce dihanım, ruhu revanım, selvi et- damım, sevgili canım» diye başlı » yan vU «names ler, bu «nemikai â- şakane» ler ekseriya şöyle bilerdi; Likailmahbup Şifailikulup Gözüm yaşile Yazıldı mektup. İhtiyar analar, beli bükülmüş ba- balar, Yemen ellerinde, Arabista - mun naşin ve ateşin çöllerinde ö- mürlerini yıpratan, gençliklerinin en sıcak ve neşeli günlerini öldü - Ten <ciğerpare» lerine burada mek- tup yazdırırlar, bunların, kalb a- cılarına tercüman olacak — «yanık sözlerle» süslü olmasını arzuhal » cılardan rica ederlerdi. Gürbüz bahriye neferleri, deli « kanlı askerler, Anadoludaki baba- larına, anacıklarına hep Yenicamide, Ayasofyada mektup yazdırırlar, Ekseriya bu mektup - lar; «Evvelâ mahsus selâm edip ha« tırı nâzikânenizi sual ile mübarek desti şerilinizden pus ederim. Biz- leri sual edecek olursanız vücudü- muüz Allaha şükür sıhhat ve âfiyet üzete olup, sizlerden başka bir dü. Şüncemiz yoktur. Ol taraftan Ke - zimoğlu Mehmede, Recebin Hasa- na, Kozalak oğluna, Karakatırın Keleşe, Kulaksız Tosuna, Durmuş Bgülerin Aliye, Yengemiz Fatoş., İmam efendiye, Hatip Ömere, Paz- vant Akbıyığa, İnek Memişe, jan- darma çavuşu Niyazi Efendiye, tahsildar Kütburun Osmana çok çok selâmlar eder, hatırı şerifleri- ni sual ederim. Bu mektubumuzu dinleyip de bize selâm yok mu di- jyenlerin cümlesine firade firade se- lâm ederim.» diye başlar, hep se - Tâmla, sıhhat ve âfiyet temennisile biterdi. Bu arada sarı öküzün, be- nekli ineğin, kuyruksuz eşeğin sıhhatlerini de sormak unutul - Tmazdı. Yavuklunun tahassürü, sevgili - nin aşkı, baba mektuplarında yer bulmaz, analara gönderilen mek - tuplarda, o da ancak bir kaç satır- da bahsedilir, «nişanlım Gülsüme Çok çok selâm ederim» denirdi. , Arzuhalcilik içtimağ hayatımızda Kırk beş gıl evvelki Galata mühim roller oynıyan bir meslekti. Bu mesleğin hangi tarihte başla - dığını kat'iyetle tesbit etmek müm- kün değildir. 16 ncı asirda, İstanbulda sayısı hayli yekün tutan arzuhalci dük - kânları vardı. Bunlar arzuhalcı ba- şı denilen bir adamın emrine tâbi bulunurlardı. Arzuhalcılık bir ta- kım şartlara tâbi idi, «Divanı Hü- mayun» da hazırlanan talimatna - mede arzuhalcıların tâbl olacağı evsaf ve şerait tesbit edilmiş ve bu rüsta: «Müstakim ve ehli ırz ve kanunu münife ve gelen kaldel mi- riyeye vâkıf mücerrerül'etyar kim- selerden intihap> olunması mec - buri idi. Hiç bir arzuhalcı izinsiz dükkân açamazdı. 1764 te bu kak deye rlayet edilmemiye başlandı. Arzuhalcılar yine medreselerde, Kahvelerde ve cami avlularında mektup yazmıya başlamışlardı. Bu hal böylece yıllarca devam etmiş, biraz «Karacümle» okuyan, bir kaç satır yazı yazan bir arzuhalcı olup çıkmıştı. Eski devirlerin arzuhalcıları ne kadar mazbut, kâtip, hoşnüvis ise, yirmi otuz yıl evvelisi arzuhalcı » lar da o nisbette cahil, simsiyah bir cehl içinde yetişmiş insanlar « dı. Yazdıkları mektupların, aşkna- melerinin hepsi bir takım menşaat kitaplarından köpye edilmiş şey « lerdi. Hattâ bunlar daha ileri gi « derek, mektup yazmıya gelenlere ne tarzda mektup istediklerini so- rarlar ve evvelce yazılmış <hazır mektuplar» 1 verirlerdi. Bunlara bir imza atmak, yahut mühür bas- makla iş olur, biter, yeniden mek- tup yazmak külfetine hacet kal - mazdı. — Haydi beş, karlı, buzlu haydi 1 Nakaratile bardağı beş paraya boyalı şerbet satanların etrafında ihtiyardan gencine, çocuğundan as- kerine kadar her çeşit insan bir halka olur, bu yanık sesli satıcının #henkli nakaratına onlar da ses lerini uydurarak, hep birden söyle- miye başlarlardı: — Haydi beş, karlı buzzzzlu hay di beşşşş! O devirlerde Yenicami avlusu geniş bir alış veriş âlemiydi. Bir nevi alaturka (Luvr) dü. Orası, bir adamın, veyahut bir şirketin dükkânı değil, bir çok insanların ayrı ayrı, fakat İstanbulun her sı- nıf halkının tek dükkâm!, İstanbulun amelesi, polisi, aske- ri, odacısı, kalem efendisi, serse - risi, hamalı, zabiti, tekaüdü, kas dinı, çocuğu, renkli mendilinden kalos fotinine, lapçınlı ayakkabı - sından takunyasına, elmasından kandil fitiline, kuş yeminden tare hanasına, şekerinden sabununa, sakızından gicirina, yatak çarşa - fından donuna, çorabından gümüş saatine, hazır, kullanılmış elbise - sinden havı kaçmış redingotuna ka- dar yiyecek, giyecek her şey o ge- niş meydanda satılır, alınırdı. İ köprüsü ve Eminönü meydanı Seyyar ve sabit köftecilerin o » cakları sabahtan akşama kadar meydanı yağlı bir koku içinde bıra- kır, kebaplar, baş suyuna çorbalar, çerviş yağile yapılmış pilâvlar: — Âlâsıdır, şam kaysı!.. reklâmile satılan şerbetler, bakla» valar, börekler, ciğer tavaları, çe « Şit çeşit meyvalar, eski ev eşyaları, kerevetler, konsollar, uzun kollu şamdanlar, eski kilimler, orada bu. lunur, <enzarı rağbete arz> ölü e hurdu. İhtiyar kayyumun, camlin basa- maklarına yaydığı kitaplar arasın- da; değerli eserler de bulunurdu. 'Tevekkeli İstanbulun — şuhmeşrep we havasperest şairi Nedim, İstan « bul için: Kâlayı maarif satılır sokaklarında, Bazarı hüner, madeni ilim ve üle- madır, Dememiş!.. © devirlerde, «Şer'i şerife muga- yir» diktirilmiş diye, kadınların çarşaflarını makasla keserlerdi, İ- pek etekleri hışıldıyan hanımefen- diler, arkalarında şelpençe divan» yürüyen, başörtülerinin altından bellerine kürdelalı saç örgüleri i- nen <ahretlikler» le çarşıdan ge- gerken, çarşafının plerininden kol- ları dışarı çıkmış diye çevrilir, tah- kir edilir, üstleri, başları yırtılır » dı. Bunları kaba sofular, câhil halk değil, Abdülhamidin maiyet as - kerleri, Arnavut, zuhaf ve aşiret alaylarına mensup neferler yapar- lardı. Bir gün işitirdik, zuhaf alayına mensup bir kaç nefer, Kapalı çar- şının bütün kapılarını kesmişler, kadınların çarşaflarını kontrol e- derek: «Haddi şer'i» ye uymıyan- ları yırtmışlar, elleri kasaturalı, aşiret alayına mensup bir takım ne- ferlet, kadınlara saldırarak peçe « lerini yırtmışlar, arada yaralanan- lar da olmuş!. Padişah bu haberleri duyar, işl- tir, fakat alâkadar - olmaz, aldırış bile etmezdi. Payıtahtın kapısında çömelmiş, kin, arzu, haset, ihtiras we istilâ sürülerinin bizi, ateş sa- çan gözlerle beklediğini akla bile getirmez, çarşafları yırtılan, izzeti nefisleri kırılan kadınların feryat- ları ııuşuuı'dı sevinçler duyardı. Çarşaf parçalıyan zuhaf askerleri- ni, Köprü başında kamalarla ka - dınlara hücum eden aşiret alayı meferlerini cezalandırmak akla bile gelmezdi. Zaman zamean neşredilen şeyhülis- lâm beyannameleri, kadınlarımızın giyinmelerinde mübalâtsızlık gös- termemelerini tavsiye eder, aksi takdirde eşedid muamele» yapıla- cağını ilân eylerdi. Bu beyannameler karşısında el- bette küflü kafalar, riyakâr softa- lar, cahil askerler, küstahlıkların en eşnamı yapacaklar, çazşafları p:;llıymklır. peçeleri yırtacak - lardı. M. $. Kim? | v ee Kötü kadın (* üzcü sayfadan devam) yecektin. Bak susuyorsun, Susz, Hiç olmazsa yalan söylemek için dudağı oynamıyan, ağzı açılmıyan ilk erkek sen olasın... Ve konuşma ki ağzından yalan çıkmasın. Demin, biraz önce «şu kadını el« de etsem» diye düşünüyordun. Şim-. di bir an önce uzaklaşmak istiyor. sun, Önce katanlığı cesaret al « mak için istiyordun, şimdi gör « memek için... Aydınlığa geliyoruz küçük bay. Ayrılalım kötü kadın. la görmesinler seni... Aydınlık bir caddeye çıkıyor « duk. Düurduk, Parlak lüksün ışığı altında gözlerimiz karşılaştı. O « nunkinde yaş benimkinde atı var- &. Sonra ikimiz de hiç bir şey söye lemeden yürüdük. Ben caddeye çıkarken o soldaki dar, bozuk 50- kağa daldı ve kayboldu..,. ÖAELT K Bavidem n üeü K lÜNi ti Banana (S inci sayfadan davam ) Gaetant — Karımın köpeği! dedi, acaba neden böyle uluyor? Kapıyı açtılar, içeriye girdiler, 'Apartımanın içinde tıs yök! Orta. Tığı acafp bir sükünet kaplamış! Ö- daların kapılarını açtılar. — Vero « nika'nın odasındaki karyolada iki cesedin yatlığını gördüler, Veronis ka çırçıplak, anası da yarım çıp « lak.. Üzerine bir battaniye sermiş- ler, Her ikisi de boğularak öldü « rülmüşler. Köpek de bir taraftan mütemadiyen havlıyor. Gactan apartımanın öteki odala- rını da dolaşıyor, Bir başka oduda da Frank Birnes'in cesedile karşı- laşıyor. Koca apartımanda kimse şüp « heyi celbedecek en küçük bir gü rültü bile işitmemiş. Evden hiç bir şey çalınmamış. Kâtil hiç bir iz bıe rakmadan çıkıp gitmiş, Polislerin muhafazası altında bu- lunan evin önü kesif bir kalabalık- la dolu! « Vak'a mahallinde bulunan ci » nayet masası şeflerinden Oven'le konuşuyorum: — Cinayet hakkında aşağı yu « karı şöyle bir keşif yapmışsınızdır elbette? — Evet, yaptık! Üç kişinin de bir çok saat fasıla ile öldürülmüş ol « duklarımı anladık. Anlayışımıza göre vaziyet şudur: — Madam Gedeon evde yalnız. dı. Katil saat ona doğru gelmiş o- lacak, Evin tanıdığı insanlardan biri olduğuna şüphe etmiyoruz. Çü ne bir kavga sesi duyul « muştur, ne de köpeğin havlaması! Bu adam, Madam Gedeon'u gel. dikten az sonra boğuyor ve ırzına tecavüz ediyor, Sonra mutfağa gi- diyor, yiyor, içiyor, hattâ mum uç- larından bebekler yapıyor. Sabahın saat üçüne doğru Veronika geli - yor, Yanında da bir arkadaşı var, Veronika eve girince, hiç bir şeyden şüphelenmiyor, Hattâ ban- yo salonuna giriyor, soynuyor, yı- kanıyor ve çırçıpklak odasına gi- diyor. Fakat katil odada beklemektedir. WVeronika içeriye girince, hemen ü- zerine atılıyor, onu da boğuyor ve onun da ırzına tecavüz ediyor. Ka- G, bu işi de yaptıktan sonra, ce- setlerin karşısına geçerek, tekrar içkisine koyuluyor. Sabah saat be- şe doğru kiracı Frank Birneş işini bitirmiş, odasına dönüyor, Katil, bu hiç beklemediği ada - mın, cinayetini ifşa etmesinden korkuyor, Onu da, kafasına bir de- mir parçası vurarak sersemlettik- ten sonra, boğuyor. Parmak izleri- ni aldık. Katil bundan sonra elini kolunu sallıyarak çıkıp gidiyor. Karşı « mızdaki adamın cinâyette profes- yönel bir adam olduğunu zannet- miyoruz. Fakat bazan böyle ya « man amatörler de çıkarmış. — Öldürülenleri en son gören « ler kimlerdi acaba? — O taraftan da bir netice çı - karamadık. Birmes klüpten otomo- bille gelmiş. Madam Gedeon ak - şamdanberi hiç evden çıkmamış. YVeronikayı sabahın üçünde kapı » gına kadar getiren adam, her za » manki kavalyelerinden Butter is » minde birisidir. Bu adamın katil 0 —— Eski İstanbul batakhaneleri: : KUMAR.. — Yazan:ı M. S. ÇAPA! İkinci kısım — 46 - Poker hırsızlığının bir nev'i de, ortadâ biriken fişleri toplar gibi yaparak, bun- ların bir kaçını avucunun içinde sakla- yıp çalmaktır. Bunu yapanlar da ği Bunun içindir ki, dalma bunların karelerine sokuluyar ve istediği gis korkmadan, çekinmeden: — Hırsızlık! * Yapabiliyordu. Antraniğin yaptığı hile ne idi? Evvelce de yazmıştım. O devir- derde bugünkü gibi geniş ölçüde ve müteaddit poker hileleri yoktu, Yapılan hilelerin en başta geleni, iskambil kâğıtlarının köşelerinde. ki yumurtaları bıçakla kazımak, işaretlemekti. Kâğıtları işaretle « dikten sonra, bunların üstündeki işaretlerin delâletile cinslerini ve renklerini anlıyarak, ona göre kâ« Bit değiştirmek, karşındakilere ver- diği kâğıtları bilmek suretile: — Biötl Yaparak kazanmaktan ibaretti. Bundan başka, kâğıtları dağı » tırken, destenin en altındaki kâ » ğidi, yani: — Façayı! Görüp, bu kâğıt kendisine yarare sa, oradan çalmak o devrin birinci hilelerindendi, O devrin trişörleri, bir de: — Fiş hırsızlığı! Yaparlardı. Fişle oynanan poker. lerde, ortaya fiş, kendi hisselerine — Pas, past Oldukça yerdeki: ... — Pot! Kabardıka, dağınık bir hâlde bu- lunan fişlere, muntazam bir çekil vermek için, avuçlarlarken, par- maklarının arasına, belli olmıyacak bir surette, bazan liralık fişlerden, bazan mecidiyeliklerden saklıya « rak, önlerindeki fişlere karıştırır- lardı. Bugün dahi bu şekilde: — Para çalan! Poker trişörleri olduğu gibi, tri- pörlük bilmiyenler içinde de yine bu suretle fiş, para çalan oyuncu- lar vardiır. İşte Antraniğin, Hidayetin ba « ğında yaptığı bilekârlık, kumar hırsızlığı, bu. kabil trigörlükler » dendi, Çolak Antraniğin pokerde yap- tığı hilekârlığı, yazı Boğaz içinde geçirmek için Kahireden gelen ve Sarıyerde rıhtım boyunda — oturan Misırlı «gözlüklü Mazlum Dilmant ile, Sultan Reşad'ın kuyumcu ba » şısı Kosti Kostantaranın tezgâhtar- larından Diyamantiden başka kim- Be anlıyamadı., Sayısı elliyi altmı- şı geçen Hidayetin bağındaki po- ker oyuncularının içinde, yalnız bu ikt adam farkına vardılar bu fend- bazlığın... Mazlum Dilmaninin poker oyna- madığı gün yoktu. Bu, onda bir ma- ni, bir hastalık halini almıştı. Haf- tada iki gün yalısında, Boğazın muhtelif köşelerinden gelen Mısır- l dostları, arkadaşlarile poker oy- lamıyacağına kat'i kanaat hasıl et- tik. Veronikanın avucunda kırçalmış saçlar gördük. Her halde katilin sşaç- larıdır, — diye düşünüyoruz. e Bütün Amerikayı son derecede a- lâkalandıran bu cinayetlerin fai » li el'an bulunamamıştır. İrrvin is- minde bir heykeltraştan şüphe e- dilmektedir. Bu adam hem anaya, hem kıza korte ederdi. Bu adam ci- nayet günündenberi ortalıkta de - Kildir. Arıyoruz, bekliyoruz, elbet bulacağız, « ——— ——TL —— ————0ELİAe—— — trişör kadınlardır nuyor, sair günlerde de Hidayetifi bağındaki karelere giderek kurdur nu döküyor. Hastalığının ilâcını, 0* radaki poker masalarında arıyot” du. Mazlum Dümani ile, Diyamandi iyi poker oynayan ve bütün hileler — rini bilen oyunculardandı. Fakal, bilekârlık yapmak, sirkafla oynas — mak; façaya baktak ve sonra, at — çadan bu kâğıdı almak ellerinden — gelen bir iş değildi. Maamafih, kelif _*; di karelerinde bir oyuncu trişör * — lük yapmıya başladığı zaman aldr —— rış bile etmezler, yalnız hilenin faf* — kına vardıklarını hırsızlık yapâr! adama ihsas ederlerdi. Ve oyun bit —| tiklen sonra ondan pay istemekten — de çekinmezlerdi. Hele kayıplı Oltı — dukları zaman, kayıplarını tama * — | mgeıiııaıkuubqıu.wünd: oyuncunun kayıplarından hisselerit — ni alırlardı. Çolak Antraniğin, kendi bulusi” dukları karede ve başka karede kâ* — zıma sirkafla, elindeki kâğıdı gö | TÜp, onu oradan çalmak suretile — yaptığı hilekârlıklara ses çıkar * mazlar, fakat sonradan paylarını İ$“ temekten geri kalmazlardı, Yalnız, bunlar şa noktaya pek dikkat ederlerdi: 4 Çozak Antraniğin bulunduğu kâr reye ikisi birden girip oynamazlaf başka karelerde yer bulamadıklâ” rı zaman angaje olurlardı. Ekserk yetle, Antraniği üç acemi oyuncu arasında yalnız başına bırakmaylı aralarına girmemeyi tercih edef“ lerdi. Çünkü, ayrı ayrı karelerd& oyunlarının kuvvetile kazanacak* larına inançları vardı. Mazlum Dilmani, sazı, güzel s€“ Si sevdiği halde, ağzına bir miskâl içki koymazdı. Fakat, esrara kaf$i boynu büküktü. Pokerden sonfü sevdiği yegâne şey: — Esrar! çi İ &. ' ü Hele poker masasında, esrar İÇ*, mekten bir dakika geri kalmalı Mmütemadiyen neles çekip durur * du. Elinde kabakla, uzun çubuklar” la içiyordu. Hidayetin bağında bü” na imkân olmadığı için, bildiği * miz nargilelerden ısmarlar, sonrâ kimseye göstermeden, yeleğinin 66* binden çıkardığı diş diş esrarlâfi lülenin içine koyarak içerdi. $ Çok tiryakisi idi bu esrarın Mi sırlı Dilmani, Esrarın kokusu pek ağırdı. Bu * nun için Dilmant nefeslendikçör nargileden çıkan koku, diğer oyul" cuları ve seyircileri iz'aç ettiği hâ de o aldırmaz, mütemadiyen çe * kerdi. İlk evvel, bu kokuyu, töft bekinin fenalığına — hamledenlf oldu. Fakat sonradan mesele an * — | laşıldı, gayri memnunlar miril * danmıya, söylenmiye, şikâyet €& * miye başladılar. Fakat bizim HBAft hiç oralarda bile olmadı. Bir gün, yine, Hidayetin bağlf” da poker oynuyorlardı. — Karedti Çolak Antranik, 0 zamanın yedilerinden Süleyman Ali bey *” Boğaz muhafızı İsmail Hakkı şa vardı. ğ İsmall Hakkı paşa, aslında yet halim, selim, sâkin ve kibar zat olmakla beraber, böyle şeyif muarızdı. Esrar içenlerden yoşlar” mazdı. * Çolak Antranik, sirkattan İSt ? fade ederek, kâğıtların altına ÖL karak, paşayı da, Süleyman Ali yi de boğuyordu. Malum Dilmâ bunun farkında idi. O, Anu”'i'; boğuntu yapmasına aldırmıyöf: "i sa faslınlarla, yeleğinin cebindi çıkardığı esrardan küçük xüç gee parçalar kırıyor, nargilesinin V, rine koyarak habire tokurdatıYO” du. İlk âeferluuıde. paşat li — ÖL. Püf! diye memni k sizlik izhar etti. Fakat, nunı:'wç yet pişkindi.. Aldırış bile yoktu. . Halbuki paşa, her seferindt M raz daha sinirleniyordu. Müt .’ K kaybını da bu sinirlenmiye bütün nezaketine rağmen, J taşacak gibi görünüyordu. # 2 5! ü bir Sükymub(q,hiî var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: