19 Eylül 1938 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 7

19 Eylül 1938 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tercüme ve iktibes hakkı mahfuzdar. Yalnız Son Telgr Sultan Hgm?d' SÜPg dilecektir. ünleri Yazan: Zlçı_ş—ıîıı' Efendimiz, Fuad Paşayı vapur — hümayunun salonunda öfkeli öfkeli dolaşırken gördük Sultan Hamid, Ancak bu haberi aidıktan sonra, ancak içi ftemamile rahat etmişti... — Nasıl olur?. Ne — demek?.. med Paşa, şimdi — vapurdan Bülmişti. Çağırın. çabuk... Mehmed Paşa, süklüm püklüm huzura girmişti. Tez, hiddetli bir sesle: — Paşalar vapura - gitmişler.. :ım.ıu içeri almamış.. Ne demek .. Dedi... Mehmed Paşa, korkudan Kükir sakır titriyerek: — Ftendimiz!. - Fuad Paşanın, herhangi meçhul bir kuvvet tara- fandan kaçırılması ihtimalini dü- Tünerek kulunuz ihtiyatlı hareket titim. Kaptana, bir parola verdim. Bu parolayı vermiyen hiç bir ferd, Remiye kabul edilmiyecek. Diye, cevab verdi. Sultan Hamidin vesvese ve ev- hamı bir süküt kesbetmişti. — Parola, nedir?. K Etendimiz!, Parola, (Sakal) Sultan Hamid, büsbütün geniş nefes alarak memnuniyetle Külümsemişti: — Herhalde, senin kaba saka - ilham alarak bu parolayı Verdin, değil mi?. — Evet Efendimiz. Bu sefer Sultan Hamid, Tatar '_n.,..,..* ve Şakir Paşalara döne - — Anladınız ya... Parola, (sa- Kal) imiş. Çabuk, gemiye gidiniz. haber getiriniz. İki Paşa, İzzeddin vapuruna Bitmişler... Parolayı vererek va- Pura girmişler. Fuad Paşayı göz- lerile gördükten sonra, Yıldız sa- Tayına avdet edip Sultan Hami - din huzuruna çıkarair — Efendimiz!, Fusd - Paş Bözlerimizle gördük. Vapurü hi Tayunun salonunda, öfkeli öfkeli Beziniyor... Kendi kendine bir #eyler söyleniyordu... Muhafız- yların kâftesi, yerlerinde bulunu- Yorlardı. Vapura kömür veren Tavna da, artık işini bitirmek ü- Üre idi. Sultan Hamid, ancak bu haberi Aldiktan sonra arlık içi tamâmile Tahat etmiş... Sarayda bir gürül- Çikarması muhtemel olan Fuad iyI, Sessiz sedasız başından * İüvdığına memnun bir halde, ha- Pem dairesine girmişti. Foad Paşayı hâmil olan İzzed- vapuru, Kumkapı açıklarında uştu. Abdülhamidin müsa - Adesi ile, Fuad Paşa şu küçük Kezkereyi yazmış; konağına gön- lşti: — , /Merak etmeyiniz. İzzeddin yatı Şama gidiyorum. Askeri, sivıl K kundura ve çizmelerimi, f Bümaşır, beş bin lira para; bir rö. — Völvor, bir de uşak gönderiniz, Ullarımdan biriniz de beraber Reliniz, Validemin ellerinden, he- izin gözlerinden öperim. 28 kânunusani 1317 — Pederiniz Fuad Puad Paşanın istedikleri geti- | llmişti. Vapur da, Çanakkaleye Müteveccihen hareket etmişti. Sultan Hamid, Fuad Paşa tama- yerine yerleşinciye - kadar TReseleyi tatlılıkla idareye karar üş; bunun için de, İzzeddin runuzn direğine (Müşir) bay- “TAğı çekilmesine... Beyrut ve Şam t â', da Fuad Paşanın - sanki, va- Ükbal edilmesi için irade etmişti. . k:'lbild:ı ki bu irade, aynen tat- O Çik edilmişti. Fakat birkaç gün 'a, sarayda toplanan bir (di- Vat harbi mahsus) Fuad Paşa Bktnla ga kaçın vernişiz '& ile gelmiş - bir Müşir gibi is- * (Fuad Paşa, Derssaadette bir ihtilâli dahili ikan maksadile bir kimseleri teslih, ve memurini zabıtadan üç kişiyi cerhettirmiş olduğundan, silki celili askeriden tardile rütbesinin rel'ine ve hâ- mil olduğu nişan ve madalyaları- van istirdadına heyetimizce karar verildi.) Bu karar, Şam valisi ile beşinci Ordu müşiri vasıtasile Fuad Paşa- ya bildirilmişti. Ve ondan sonra da, Şamın tenha bir küşesinde, etralına yüksek tahtaperde çe - kilmiş bir köşkte, bir müfreze as- kerin muhafazası altında hapse - dilmişti. Fuad Paşa, meşrutiyetin ilânı- na kadar burada kalmış; hürri - yetin ilânından sonra, büyük te- zahürat ile İstanbula avdet et « Mişti. ... Bu hâdise, yalnız Fuad Paşanın İstanbuldan Şama gönderilmesile kalmamıştı. Fuad Paşanın oğul - larından, akrabasından, taallüka - tandan, samimi dostlarından — bir çokları da, Anadolunun muhtelif yerlerine sürgüne yollanmıştı. Bunların içinde, sonraları Harbi- ye Nazırı olan Nazım Paşa gibi mühim şahsiyetler de vardı. MÜHİM BİR SÜRGÜN PARTİSİ Esas, 1309 senesinde, askeri tıb- biye mektebinde konan ve sonra- ları (İttihad ve Terakki) adını a- lan cemiyet; az zaman zarfında İstanbulda muhtelif şubeler teş- Kil etmiş... bu cemiyete bazı mü- him zatlar da iştirak eylemişti. 1312 senesinde, bu şubelerin en mühim merkezlerinden biri de, (Nümune Terakki) ismindeki hu- susi mekteb idi. Bu mektebi, Nadir Bey isminde biri idare ediyor; ve cemiyet na- mına, büyük bir faaliyet göster- yordu. Cemiyetin gayesi; asker kuvve- tile Sultan Hamidi saltanat mev- kilnden ıskat etmek, Veliahd Re- şad Efendiyi tahta geçirmekti. Cemiyetin bu şubesini, Koca- mustafapaşadaki Bedevi tekkesi- nin Şeyhi ve Kabataş camisi ha- tibi Şeyh Nalli Efendi, biraderi İsmall Hakkı Bey, Harbiye Ne - zareti levazım dairesi muhasebe kalemi müdürü Hacı Ahmed Bey, Nümunci Terakki mektebi tarih 've coğrafya muallimi İhsan Bey, Doktor Sabri Bey, Ragıbpaşa kü- tübhancsi hafızı kütübü Hacı Ha- fız Ali Efendi, Mekteb ders nazırı (Devamı var) Yirmi senenin inkılâbı (4 üncü sahifeden devam) mış, oradan çıkarılmış, şimdi ki- rası daha ucuz bir yer arıyormuş. Rus hanedanının Grandükleri pek zengin diye şöhret almışlardı. Bunlar çok olan paralarını her sene Avrupa seyahatine çıkarak ği kendilerine âdet edin- Bunların her birinin Rus-| yada Öyle cesim yerleri, çiftlikle- Ti vardı ki hududu yoktu. ÂAsker ve köylü onlar için çalışırdı. Me- selâ bir yerden muhteşem araba- larile geçerlerken bütün yoldan geçenler durur, herkes onlara yol verirdi. Şimdi bu Grandükler, Prens'er, Romanof hanedanının bakiyesi Avrupanın şurasında, bu Tasındadır. Rus inkılâbında Çar ile ailesi kurşuna dizildi. Roma - nofların kurtulabilenleri Avrupa- ya kaçabildiler, Bütün bunlar a- <aba 1910 senesinde kimin hatırı- na gelebilirdi?. Habsburglara gelince; asırlarca Avusturya imparatorluğunu elle- rinde tutan, milyonlarca insana hükmeden bu hanedanın uğrıya- cağı âkıbet de 1910 da kimin ak- lna gelirdi?. Umumi Harbin son senelerine kadar imparatorluk eden ve uzun zaman saltanat sürmüş olan im- parator Fransuva Jozef acaba dü- şünebilir miydi ki bir gün gelecek koca imparatorluğu darmadağınık olacak ve nihayet müstakil bir A- vusturya artık tarihe karışmış o- lacaktır diye? İmparator Fransuva Jozef U - mumil Harb bitmeden, daha Avus turyanın mağlübiyet felâketini görmeden bu dünyaya vedâ edip gitmişti. Yerine geçer genç impa- raor Şarl de Avusturyanın mağ- lâbiyeti üzerine memleketen çık- mağa mecbur oldu. Artık Avus « turya Urnumi Harbin galiblerinin eline geçmişti. İstedikleri gibi tak- sim edeceklerdi. Bu taksim işi de olup bittikten sonra tamamile kâ- rar yerdiler ki Habsburg haneda- nından hiç kimse bir daha Avus - turyaya gelerek tahta çıkamıya - caktır. İmparator Şarl 1921 de hal kı denemek istedi. Gizlice Avus- turya hududundan içeriye girdi. Tanınmamak için yüzüne bir tak- ma sakal takmış ve üç gündenberi açlığını biraz gidermek için öte- kinden, berikinden ekmek istiye- rek aldığı kuru ekmeği suya ba- tırmak suretile yemiş, yoluna de- vam edebilmiştir. Genç impara - tor Şarl nihayet Fransuva Jozefin Amirallarından birisine müracaat ederek: — EFodadımın tahtını, tacını tek rar ele geçirmek için bana yar - dım ediniz!. Demiştir. Bu Amiral Macaristan Devlet Reist olan A- miral Hortidir. Fakat Amiral Hor- ti bunu yapamazdı. Onun için gençi imparâtor Şarl bir daha Avustur- ya tahtına geçemedi. İspanya adalarına götürülerek ölünciye kadar orada kaldı. Oğlu Arşidük Ottodan çok bahsedilmiş- tir. Bu Arşidük gençtir. Kendi- sini Avusturya tahtına tek mi - rasçı olarak gören Arşidük Otto- nun bir gün tekrar Viyanada tah- ta çıkacağı çok söyleniyordu. Fa- kat artık Avusturya Almanyaya geçmiştir. Müstakil Avusturya ta- Tihe karıştığı gibi Habsburgların son mirasçısı da tahta geçemedi. İmparator Şarlin eşi olan İmpara- toriçe Zita e çocukları İspanya- da bir balıkçı köyüne yerleşerek fıkaralıkla mücadele ediyorlar, - sınmak için yakacak şey bulamı- yarak üzerlerindeki elbise ile ya- tıp kalkıyorlardı. İmparatoriçe kıymetli elmaslarını rehine ko - yarak eline geçen para ile çocuk- larını büyütmeğe çalışıyordu. İm- paratoriçe Zitanın çocukisrını büyütmek, hele en büyük oğlu ö lan Arşidük Otoyu yetiştirmek 1- çin sarfettiği gayret, gösterdiği fedakârlık Umumi Harbden sonra ki senelerin vekayii içinde ayrıca bahsedilen mühim bir fasıl teşkil ediyor. Fakir düşen İmparaoriçe bu za- Furet içinde uğrasıyor, çocukla - Türk kadını nasıl çalışıyor ? (3 inci sahifeden devan vise ihtiyaç olduğunu söylemiş - tim. Bu beş servis de Türk kızı - nin ellerinde tam verimini yapa or: n İlk defa fabrikaya — gelen işçi (üstik makiı denilen basit fakat çorabın en mühim kısmını yapan makineye veriliyor. Bura- da ustabaşısının nezareti altında çalışmağa başlıyor; bu makinenin işi hafif olduğu için ara sıra boş kalan işçi diğer makinelerde ça- lışan arkadaşlarının yanına uğ rayor, onlara da yardım edebil: yor. Böylece işini — geliştirdikçe tecrübeler de anttığından lâzım olduğu zaman hemen öteki ma - kinelere geçebiliyor. Çorabın kan- cunu yapan yani tamamlıyan ma- kinede daha usta işçilere ihtiyaç vardır.. Binaenaleyh burada ça- Tışanların — yevmiyeleri de daha fazla oluyor. Çorab fabrikalarında en sayılan kısım burünları ©! makinede çalışmaktır. Bu makine- lerde çalışan işçiler en fazla yev- miye alan ve en usta olan işçi- lerdir. Koncu özüldükten sonra lâstiği takılan ve burnu kapatılan çorab artık yapılmış, bitmiş demektir. yalnız makineden çıktığı gibi ka- ba saba bir halde elinize verseler Amkânı yok bunu çorab diye aya- ğınıza giymezsiniz!... İnsanlar da ve bütün mamul eşyada olduğu gibi çorablarda da tuvalete çok itina ediliyor. Her tarafı tamamlanan bir ço- rab ütüleme servisine gönderi - liyor. Burada madenf — kalıblara geçirilen çorablar ütüleniyor, bil- diğimiz biçime konuyor ve san kısma geçerek çiftler — birbrine renkil Horişimlerle bağlandıktan sonra etiket konularak kutulara yereştiriliyor; ve piyasaya çıka- rılıyor. Fabrikada 25 iççi çalışıyor. Bunların iki ustabaşı müstesna 23 kşisi genç Türk kızları... Müessesenin ustabaşısı işçi kız-| lar hakkında malümat verirken ihtiyaçların sevkile burada çalı - şan Türk kızları arasında henüz okuma çağında bulunanların mik- tarca fazla olduğunu anlattı. Evet, düne kadar umacı gibi bir eve kapatılan, bir erkeğe öm- rü oldukça esir gibi hizmete mah- küm edilen, eski İstanbulun köh- ne ve gayrisihhi evlerinde dört duvar arasında hapls hayalı ge- çiren Türk kızı bugün — tam bir hül t ve vicdan serbestisi için- mabedlerde yani fab - rikalarda iş başında ha; iç hayat demek olan ihtiy karşılamak için çalışıyor. dün ekmeğini erkek elinden ye- | mek — mecburiyetinde — bulunan 'Türk kadını bugün ekmeğini ken-| di elile, alnının terile çalışarak kazanıyor!... İşçi kızlardan birisi | rının tahsil ve terbiyeleri eksik kalmasın diye her türlü gayreti gösteriyordu. Arşidük Otonun di- ğer kardeşlerile beraber düşüp kalkması caiz görülmüyordu. On- larla yüz göz olmasın diye anala- rı Arşidükü ayırıyordu. Müsaade almadıkça kardeşleri Arşidük O- tonun yanına giremezlerdi. Girdikleri zaman da ona: — Majeste!, diye hitab etmeleri mecburi idi. İmparatoriçe Zita Arşidük Oto- ya daima şunu telkin ederdi: — Macaristan bizimdir. Papa bütün Macaristanı sana verecek - tir!, Çocuk bunları işiterek büyü - müş, hele Macaristanın harbden sonra değişmiş olan baritası ken- disine çocuk iken hiç gösterilme- miştir. Arşidük Oto büyüyünciye kadar bu değişiklikleri bilmemiş, annesi kendisine ne telkin ettiyse onunla kalmıştır. Fakat sonra her şeyi öğrenmiş olduğunu tabii söy lemeğe lüzum olmasa gerek. İm- paratoriçe Zita çocuklarına şunu öğretirmiş: — Fakirlik içinde izzeti nefis sahibi olunuz!. İşte bunlar Umumi Harbdea sonraki senelerin bütün tükenmi- 'yen vekayii içinde en ziyade göze garpanlardır. Bu bahsin diğer ya- risı da yarına kalsın!. | muhatabım hayatından çok mem- | esaretinden kurtulamamıştı: Tu- ile konuştum: İri siyah gözlerinde Türklüğün Sal ve başarıcı manası parıldıyan nun olduğunu hazla anlatıyor... sabahları şehrin uzak bir semtin- den kalkıp işinin başına koşan, akşam geç vakit bütün bir gün- lük çalışmanın yorgunluğunu dim-i lendirmek — üzere evine dönen, Türk işçi kızları arkadaşlarının tercümanı olduğu hislerini şöyle anlatıyorlar. «Ellerimiz yumuk ve yumuşak değil maalesef, fakat kalblerimiz Türk kadınına has şefkat hissinin bütün yumuşakığını taşıyor!.. Ne mu' bize ki ellerimizde maki - nelerin bıraktığı siyah izleri, u- fak tefek pürüzleri zevkle. hazla seyrediyoruz!... Bu siyah izlere baktıkça biz de hayata karşı olanı mücadelemizdeki zaferin, galibi - yetin gururunu lemsil ediyoruz!.» Ustabaşıya sordum: — Türk işçi kızlarile ecnebi ve 'Türkten gayri işçiler arasında ka rakter ve kabiliyetçe fark buluyor musunuz!.. ve sonra ifti- selen başını dik tutarak cevab verdi: — Türk işçis eşi bulunmaz bir sınıftır... Dürüst, muntazam, ça- lışır, dikkatli iş görür, hulâsa ve bir cümle ile her işte her sahada olduğu gibi iş sahasında da Türk kızıkızı, Türk işçisi «beceriklir ve seşsize kelimelerile ancak ifade edilir. Senelerin verdiği tecrübe, ya- mirada çalışan yüzlerce yerli, ya- bancı, Türk ve gayri Türk işçi - lerine mukayesesini yaptığım za- man her vakit Türk işçilerinin yüksek kabiliyet ve karakterle- Tini görüir ve haz duyarım... Artık fabrikadan ayrılacaktık.. Göze çarpan intizam ve mükem - meliyetten ziyade Türk — işçileri hakkında ustabaşının - tezkyesile ben de haklı bir gurur düyüyor - dum!... Tam kapıya yaklaştığı - mız sınada fotografçı kulağıma eğildi: — Kaya Han; dedi. Senin için çok enterosan bir poz tesbit ettim. Bir şey anlamamıştım; sordum: — Hayrola, ne pozu?.. — Şu kenardaki makinede ça- lşan işçi kız makinenin üstüne bir de küçücük ayna sıkıştırmış; nasıl hoş değil mi?... Güldüm!... Evet, dürüst, mun- tazam karakterli ve becerikli Türk işçi kızı da ezeli bir derdin, ka- dınlığın biricik düşkünlüğünün valet!. Hem ne olursa olsun; kadın de- Bil mi?... En büyük dostu ayna, €en yakın sırdaşları pudra kutusu, rimel ve rujudur... Yalnız 35 ine kadar!... MURAT KAYAHAN Fennin Mucizeleri (8 ei sahifemizden devam) olduğu kadar uzaklara saçmak i- çin kabarır. Binsenaleyh çilek ve mantar gibi şeyleri yıkamadan yiyenlerin zehirlenip öldüklerine hâayret etmemelidir...» Kara kurbağanın salyesi dalma öldürmez. — bazan şifa da verir. Romalı bir kadın, kocasını öldür. mek için bir kara kurbağayı kurut- muş ve toz haline getirerek ye - dirmişti. Fakat bu, kocasını öl- dürecek yerde, üzun müddetten- denberi müptelâ olduğu hidropizi hastalığından kurtulmasınas se - beb oldu. 1992 de kara kurbağa bir çok hastalıklara karşı ilâç olarak kul- lanılmıya başladı. Kara kurbağa, zehirini bir mü- dafaa âleti gibi kendisine taarruz| eden, )sırmak istiyen hayvanlara karşı kullanır. Bu salye, müteca- vzin derisine dokununca yakar, ve 2.—SON TELGRAF — 19 EYLÖÜL 198 Istanbul Leblebicileri £8 inci sahifeden devam) larıdır. Akşamları dükkâna töp- dandıkları vakit, hepsi bir araya gelerek ellerinde birer tayın ek- mek olduğu halde kuru - fasulya tenceresinin başına geçerer... İşte yirmi dört saatte yedikleri sıcak yemek budur. Sabahları da birer tayın kıvı - rırlar... Bütün yedikleri adam ba- şına azami önbeş kuruşun için - dedir. Bir leblebicinin kahve ve çay içtiği görülmemiştir Başka hiçbir masrafı yoktur. Soğuk ve sıcak dükkânda yattıkları için yer pa- rası da vermezler. Bütün şahsi masrafları ayda azami beş liranın içindedir. Modern bir leblebici görmüş var mıdır? Hayır; buşekil leblebiclerin işi- dükkânı he gelmez Sonra leblebicilik bir san'atlır. sır olarak — saklarlar. Bu san kimseye tmezler.. Lblebicilerin hemen hepsi çan - girılıdır. Ve bunların yaptığı leb- lebiyi hiçbir millet ve hiçbir kim- se yapamaz. Bazı açıkgör hıristiyanlar leb « lebicilik san'atını öğrenmek için çalışmışlar ise de hiçbir suretle bu san'atın sırrına vâkıf olaa - | zışlardır. Hiç bir Çangırılı leblebici us- tası ve kalfası binlerce lira ver- seler esnaf sırcını kimseye ver - mez, Ve yüzlerce senedenberi İs- tanbulda ve mühim vilâyet mer- kezlerimizde temerküz eden leb- lebiciler adeta bir sır halinde ya- şarlar. Hul iç aldırış etmediğmiz leblebicilik mühim bir san'attır. Ve kazancının bütün sırrı kıl hey- besinin içindedir. M. SAMİ KARAYEL Ü B İRADYO| İSTANBUL RADYOSU Akşam neşriyatı. 18,30 Dans musikisi (Plâk), 19 İnci ve arkadaşları tarafından 'Türk musikisi ve halk şarkıları. 19,350 Dans musikisi (Plâk), 19,58 Borsa haberleri. 20 Saat ayarı: Grenviç rasathanesinden naklen. Hamiyet Yüceses ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları. 20440 Ajans haberleri. 20,47 Ömer Riza Doğrul tarafıne dan arabca söylev. 21 Saat ayarı Orkestra: 1— Delibes: Lakme. 2— Valtenfer: Vals. 3— Berje: Kovboy libe, 21,30 Fasıl saz heyeti: Okuyan- lar: tbrahim Uygun, Ali Bülbül, Belma. 22,10 Hava raporu. 2213 Sıvas saati: Ömer ve üşık Osman, H. şarkıları, 22,50 Son haberler ve ertesi günün programı, 23 Saat yarı, İstiklül marşı, Sop. ÇO AA Tiyatrosu Nuri Genç ve Arkadaşları 19 Eyiül Pazartesi akşamı Beylerbeyi İskele tiyatrosunda BAYKUŞ Sabriye Toksez Ertuğrul Sadi Tek TİYATROSU Bu gece (Suadiye - Şenyol) da Yarın gece (Taksim - ALTINTE- PE) de (NUR BABA) Vodvil 3 perde HAVALANDIRILMIŞ PUDRA Pudra hususunda yeni ve cazib bir fikir, en son pudra şimdiye kadar ta- mudığımız pudralardan daha ince ve daha hafiftir. O kadar ince ki cildde mevecudiyeti bile farkedil- mez, şayanı hayret bir ten temin eder. Gündüz, rüzgür ve yağmu- Tun bozamıyacağı bir tazelik ve- rir, gece de en sıcak bir dans sa- lonunda bile kat'iyyen terden mü- teessir olmaz. İmtiyazlı bir usul dairesinde krema köpüğü ile ka- rıştırılmış olduğundan bu yeni 'Tokalon pudrası saatlerce — sabit kalır ve cildin tabii yağlı ifraza - fını massetmesine mâni olur, ku- rumaktan muhafaza ederek bu- ruşuklukların teşekkülünü mene- der, Terkibinde Krema köpüğü bulunan bu meşhur Tokalon pud- rasını tercih ediniz. Bir kaç gün zarfında teninizde husule getireceği şayanı hayret güzelliği görünüz. Kadınların one da dokuzu tenlerine uygun olmie yan fena renkte bir pudra kullar — Dir ve yüzleri makyajlı ve ağıt bir manzara kesbeder, Teninize uygun renkteki pudrayı bulma - man yegâne çaresi, yüzünüzün bte tarafına bir renk ve diğer tarafı- na başka renk pudra tecrübe et. mektir. Bu suretle en muvafık pudrayı intihab etmiş olursunuz. — Şayet rengin intihabında tered- düd ediyorsanız müessesemize müracsat ediniz. Tecrübe - için — muhtelif renklerde ve — parasız olarak nümunelik takdim ede » — ceğiz. kurbağayı bırakır. Kurbağalar bir | ae ——— — ——— tecavüze uğramazlarsa uzun müd- det yaşarlar. 50-100 sene yaşıyan- lar vardır. Kara kurbağaların derilerinden intişar eden ter de bir nevi ze - hidir. Fakat bunun insanlara te- siri yoktur, | cukları — yetişme, — gelişmedekl Son yılda yapılan araştırmalar-| güçlüklerine karşı büyük bir de da kara kurbağanın kalb bozulma- sı, kan cereyanı, damarlarda, böb- | reklerin harekâtında çok mücs - sir olduğu, ve bilhassa küçük ço- | vo olduğu unlaşılmıştır. Hafif, ya rım baş ağrıler, iştirasızlık, hal | sizlik gibi hastalıklara karşı da * i kullanılmıya başlanmıştır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: