18 Temmuz 1936 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7

18 Temmuz 1936 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sümbül, İzmirin en güzel yerlerin- den o Çeşmeli idi, Köyün bir tanecik güzeli olan bu kız hemen bütün İzmi- rin yıldızı denecek kadar şirindi. Ka- Tr kaşlı iri kara gözlü, uzun boylu tatlı buğday renkli kavi vücutlu bir kızdı Sümbüle sahip olmak için birçok delikanlılar talip çıktı. Lâkin, yetim olan ve bir tanecik olan Sümbülü Anası kimseciklere veremiyordu. Sümbiülün gönlü lâkayt ve âvare İdi .O, sergüzeşt peşinde koşan ba- bayiğitlerden hoşlanırdı. Ama; ana Sına bu fikrini açmak kabil değildi. Bir kız bulunmak ayıp bir şeydi. Onun gön- | lünde yaşattığı dağlar efesi Gökçen vardı. Bu efe çok medeni Türk inki- lâbmın tam tertip bir evlâdı idi, Yir- mi bir yaşında iri yapılı, düzgün ve İlerce ağladı. medeni giyinişli, cesur bir efe idi. Gökçen, hiç köyde oturmaz, şehi- Pe ayda yılda bir inerdi. Bütün ömrü dağlarda, ormanlarda av peşinde ge- Gerdi Gökçenin yazlık ve kışlık iki dağ kulübesi vardı. Ormanda olanı yaz hik, bağlarda olanı kışlık idi. Gökçenin bütlin yediği av eti ve Meyva idi, Kulübeleri su başımda, Yeşillik çamlık yerlerde idi, Gökçen, kışm ayı, bozkurt, kaplan Avı yapar, postlarmı şehre götürüp #atardı. Yiyeceği için de geyik, Ka Taca ve kuş avları > yapardı. Yazm bağlara iner yaylaların buzlu sula- TI, serin çamları altında bol, bol 4Y- Tan ve üzüm suyu içerdi. Gökçenin ne anası, ve ne de baba- si vardı. Hattâ akrabaları bile yok” tu. Küçük yaştan öksüz ve yetim kalmış, dağlarda çobanlık ederek kendini kurtarmıştı. O, şimdi Çeşme dağlarının mert ve temiz yürekli ©8- sur bir efesi idi, Herkese doğruluğu Ye mertliği'ile kendisini sevdirmişti. üilkümetin - jandarmaları Gökçene *on derece itimat ederlerdi. Onun bulunduğu yerlerde tek bir hırsızlık olmazdı. Ve kimse fenalığa cesaret *demezdi Çünkü; Gökçen böyle s0Y- #uz ve fena yürekli insanları derhal Yakalar ve hükümete teslim ederdi. Belinde revolveri ve av fişenkleri, sırtında bir deri ceket ve mintan, mintanm yakasında boynundan atil- Mış kravat gibi öne (o düğümlenmiş bir büyük çevresi, ayağında keçi ki- İmdan örülmüş bir pantalonu, kalm ve oyalı çoraplarile bir bakışta her - kesin gözüne çarpardı. ... Herkes, Gökçenin Sümbülü sevdi - ğini bilirdi. Lâkin, Gökçen bir Okere olsun sevgisini kimseye söyleme - #misti. Hattâ, Sümbülün bulunduğu köye bile gelmezdi. Yazm yaylada Sümbüle rastladı. Sümbülün de Gök- çende gönlü vardı. Bu sevgiyi Süm- bülden başka kimse bilmezdi. ... Aradan aylar ve yıllar geçti, Ni- hayet, anası Sümbülü birçok zengin isteklerin aksine köyün kimsesiz ço- banı kel Ahmede verdi. Bunun se- Gökçen Efe... de böyle bir harekette | miştı. Altı ay sonra da, Ahmet İ r kara kışta hastalanarak inliye inliye bebi de; kel Ahmedin Allahtan baş - ka kimsesi olmaması ve Sümbülün kaynana ve görümceler elinde - ezil. memesi içindi, Kel Ahmet, o kadar yakışıksız bir adam değildi. O da, cesur ve iyi yü- rekli bir delikanlı idi. Hele, Sümbüle sahip olduktan sonra, büsbütün ça- lışkan ve daima yüzü güler oldu. Aradan bir sene geçtikten sonra, Sümbül ile Ahmedin Tosun gibi bir çocukları dünyaya gelmişti. Lâkin, Sümbülün anası çocuk dünyaya gel- dikten altı ay sonra, vefat etmiş İSümbül artık Ahmetle başbaşa kal-| bir ölmüştü. Zavallı Sümbül kuru başına kalmıştı. Ona bakacak, hâmi olacak, yiyecek verecek kimsesi yoktu. Gün- 7 Sızladı. Onu istiyenler çoktu. Lâkin, hiç kimseye varmadı. "Nihayet, bir gün kara kışta çoocu- ğunu sırthıyarak yola çıktı. O, artık Gökçene gidiyordu. İster kabul ister etmesin ona gidecekti. Eğer, Gökçen kabul etmezse bir semti meç hule doğru çocuğuyla uzaklaşıp gi decekti. Gökçen Sümbül evlendikten sonra, İhiç gam yememişti. Çünkü, o, erkek Da delikanlı idi. Haset, kıskançlık nedir bilmezdi. Hattâ Sümbilün kocasına elinden geldiği kadar uzaktan yar- dım ederdi, Onlarm geçinmelerine faydalı olurdu. Ve Sümbülün son za- manlarda anasının öldüğünden ha- berdar olmuştu, Lâkin, kocasının ölümlünden malümattar değildi. ... Gökçen ormandaki kışlık Kulübe- sinde avla meşguldü. Avdan gel - dikten sonra, ocak karşısındaki ye- meğini pişiriyor, sıcak odasında ayı pöstekilerine uzanarak yatıyordu. Bir gün yine avdan gelmiş oyatr- yordu. Birden kulübenin dışarısında- ki av köpekleri bağrışmağa başladı - lar, Bir kadın sesi de ince, ince baği- rıyordu: — Gökçen!.. Gökçe: Gökçen, hemen yerinden kalktı. Kapıyı açıp dışarı fırladığı o zaman, Sümbülü çocuğu sırtında boynu bü - kük karşısında buldu. Gökçen şaşırmıştı, Ona sordu: Tarihi bilgiler: Rumelihisarı Rumelihisarmı hepimiz İ Boğaziçinin en dar yerindedir. Kara- köy köprüsünden on bir buçuk kilo metre mesafededir. Bu kaleye eski. den “Boğuzkesen,, ismi verilirdi. Bi- zanlılar zamanmda İsmi “Mokop- n,, idi. iin bu kalenin yerinde “Lef,, kalesi isminde yayvan bir kale vardı. Bizans Imparatorlari burasını hapis hane olarak kullanırlardı. o (Lef) in manası unutulmuş demektir. Zaten bu hapishaneye dünyadan vilcutları kaldırılmak istenilen adamlar gönde- ritiedi. Istanbulu zapleden Fatih Mehmet bu kaleyi fetihten bir sene evvel yap tırtmıştı. CM. 1452) bu kaleyi inşa için üç vezir memur etmişti. Bu ve- zirlerdön ami “Zangos,, paşa diğerinin Sarica Paşa, öbürünün is- mi de meşhur Sadrazam Halil Paşa- dır. Zangos Paşa Bebek tarafındaki kalenin, Sarıcn paşa Fatih kalesi de- nilen kısmın, Halil paşa da “Istavri,, kalesi denilen yeri yaptırmağa me- mur edilmişti, Bu kalelerin yapılması İiçin iki bin işçi çalıştırılmıştır. Ka- İleler gece gündüz durmadan çalış İ makla tam kırk günde bitirilmiştir. | Çünkü; Patihin kat'i emri bu idi. Sa- İ rica paşanın yaptırdığı kalenin üstü- ne hâlâ çıkılabilir. Kalenin içinde merdiven vardır. Bu kale inşa edil- dikten sonra Eyüp civarmdakı Ali bey köyline ve Kâğrthaneye kadar muntazam şoseler yapılmıştır. . Es kiden Bulgarlar Bizansa bu yollar ü- zerinde hücum etmişlerdi. Kalelerin kalınlığı on, yüksekliği de otuz beş metredir. Bu kalelerin biliriz.. | bulunduğu yer hakikaten gelip geçen İ gemilere hâkinidir. Vaktiyle Sisamlı iMüândrokles) ismindeki mimar Iran | Şahı meşhur (Dara) nım yedi yüz bin neferden ibaret ordusunu Rümeliye geçirmek için Anadolu ve Rumeli kaleleri arasmdaki deniz kısmı üze #ine bir köprü kurmuştu. (Dara) askerlerinin geçişini Rumelihisarı nm yüksek bir tepesinde oyulmuş bir kayadan yapılan bir tahtın seyretmişti. Bu kayanm bulunduğu tepeye Hermeton tepesi Sonradan ehlisalip orduları da Ru- melihisarına köprü kurarak bu yer- den geçmişlerdi. Rumelihisarı ile A- nadoluhisarmın mesafesi (520) met- redir. Rumelihisartin en yiksek te- pesi Bizanslıların Hermeton Türkle- rin şehitlik dedikleri yerdir. Bu tepe 140 metre yüksekliğindedir. Bugün hâlâ Sarica paşa kalesinin dibinde bir kütüphane görülür ki; burada Osmanlı tarihinde büyük nam #lmış olan meşhur (Lehçe) sa- hibi Sadrazam Ahmet Vefik Paşa o- tururdu. Sultan Aziz Rumelihisarımı yıktı. tip yerine saray yaptırmak İstemiş- ti. Hattâ mimarlar ve işçiler işe baş- lamıştı. Bunu işiten ihtiyar Vefik Paşa hemen bastonunu kaparak; “Burası ne padişahım malıdır. Ne de Osmanlılığın. Burası Türk milleti- nin insaniyete bıraktığı bir tarihi ya- digârdır. Bende buranm bekçisi- yim. Gidin Padişahmıza böyle söyle yin.,, demiş ve gelenleri söpasiyle kovmuştur, Sultan Aziz bu doğru söz karşısında saray yapmaktan vazgeç- miştir, —— — Burada ne işin var? Sümbül boynunu bükerek şu ceva” bı verdi: — Kocam da öldü.. Şöyle bir. £e- gerken son bir Allahaısmarladığa geldim Gökçen... Gökçen, kederlendi, Ona | sağlık diledi. Sonra, şunları mırıldandı. — Peki, şimdi ne olacak? — Bilmem? — Benim olur musun? — Evet! Gökçen ellerini sevinçle havaya kaldırıp ona yürüdü. Ve çocuğuyla kulübesine aldı. M. 5. KARAYEL içinden | derlerdi. | Zololar dünyanın en vahşi kabile- | (lerinden biridir. Bu vahşi kabile ço- cuklarmı nasıl terbiye ederler bili- yor musunuz ? Bakınız size yazayım: "“Zololar kız çocuklara hiç ehem- miyet vermedikleri gibi ihtiyarlara da kıymet vermezler, Zoloların en büyük işleri muhare- bedir, Civarlarında bulunan kabil İlere mütemadiyen hücum edip talân yaparlar ve bu yağma ile geçinirler... Zololar, çocuklarmı muharebeye falıştırmak, cesur kılmak için on İki İyaşına gelir gelmez kolay, kolay çık- | maz bir boya ile vücudunu boyarlar, | Vücudunü boya sürülen çocuğun eli- İne bir kargı verirler, Birde ok. Bundan sonra; ormana sahıverirler, Böyle bir çocuğun hayatı çok tehli- kelidir. Çünkü; Zulolara herkes diş- mandır. Çocuk civar düşman kabile- lere gözükmeden ormanlarda ya mağa yiyeceğini, içeceğini tedarike de mecburdur. Vücudundan boya ta- mamiyle çıkıncıya kadarda kendi Fakir, arapçâ kimsesiz dilenci de- | | mektir. Hindistanda kendisine bir takım eziyetler yapan mucizeler gös İteren kimselere fakir ismi verilir. | Hindistanda Isa doğmadan binlerce İ sene evvel fakirler vardı. Bu fakirlerin saçları uzun, tarnak ları kesilmemiş çıplak ayak gezer - ler. Kendilerini, Allah için eziyet çe kiyormuş gibi gösterirler, Kimisi on sene, yirmi sene tek kolu havada, tek ayak üzerinde durur. Sandık i- çine konup suyun içinde haftalarca duran ve ölmüyenleri vardır. Bir Ingiliz doktoru bu fakirlerden birini imtihana çekmiş, Mister Gra- görün isminde olan bu askeri doktor bir fakiri kendi eliyle kulaklarımı; | burnunu balmumu ile tıkamış gözle | rini katranla kapattırmış. Sora, bir mezarda İki ay, aç susuz kalmış. Ba kınız doktor ne diyor: — Iki ay sohra askeri kumandanda ve birkaç zabitle mezara geldik.. Ben fakirin kat'iyyen ölü olarak çıkacağı | Da kani idim. Yanımdaki arkadaşla- rım da benim gibi düşünüyorlardı. bile gözlükmemeğe çalışır. Eğer gözükürse derhal vururlar. Aylarca dağda dolaşan Zolo çocu- ğu boyasmı tabiatin yardımiyle kay- beder. Vahşi hayvanlarla vuruşur, dövüşür. Düşmanlarile çarpişir ka çar kovalar, Nihayet, boyası çıktık. tan sonra kabilesine döner. Kabilesi bunu törenle karşılar. Merasim yapılır, evlendirilir. Sonra cengüverler sırasına sokulur, İşte; bir Zololu çocuk böyle terbi- ve olunur, Zolo çocuğunun mektebi ıssız vahşi ormanlardır. Bu meli ten diploma alarak kabilesine dönen- lerin adedi azdır. Bir çoğu vahşi hay vanlarım midesinde, düşmanlarının kargısı altında can verir. Bir çoğu da kendi kabilesi tarafından gözük- tüğü için öld İki ay ölmeden mezarda yasıyan fakirler... Askerler mezarı açtı. Tabutu da aç tık. Baktık fakir çürümemiş olduğu gibi yatıyor. Biz şaşkın, şaşkın ba. karken, biraz sonra, hafif, hafif kı- pırdadı. Doğrusu korkunç idi, Son- ra, gözlerini, burnunu açtık... dirildi ve ayağa kalktı, Yavaş, yavaş yürü yüp gitti, Hepimiz şaşırmış ve inanmıs kal- dik bu fakirlerin mucizesine. Gülmez misiniz? Ne yapmış ? Feridun annesine: — Anne bana iki kuruş verir misin? Annesi — Peki, fakat dün im paraları ne yaptın? — Ihtiyar bir kadma verdim. — Aferin oğlum: Fakat söyle ba- kayım, o fakir kadına niçin bu sada- kayı verdin? — Çünkü, o kadın karamelâ satı- yordu. verdi- 1 —Bir harf 2 — Bir hayvan ismi 3 — Fena ve ıztırapiı bir gey 4 — Geceyi aydınlatır 5 — Hiç 6 — Hayatımızla alâkası olan bir şey 7 — Sekize yardımet bir harf yu- kardan aşağı 8 — Bir hayvan ismi 9 — Altıya yardımcı bir barf 10 — Hiç 11 — Uçe yardımcı bir harf yukar. dan aşağı 12 — Uçe yardımcı bir harf yukar dan aşağı 13 — Yukardan aşağı sekize yer. dımcı bir harf ve bir renk İsmi 14 — Bir şeyi toprağa saplamak. Temmuz müsabakamız ni 15 — Bir insan reögi 16 — Bir harf 17 — On beşe yardımcı bir harf 18 — Aydınlık veren bir madde 19 — On beşe yardımel bir harf Müsabakamızın müddeti dört haf tadır. Yani bir Ağustosa kadardır. Müsabaka gönderen okuyucularımız resimlerini gönderirlerse gazetemiz » de neğredeceğiz. Müsabakalarımızı kâğıt üzerine yapmayınız. müsubaka resmi Üzerine doldurup yollayınız. Hediyelerimiz Birinciye: Bir pijama Ikinciye: Bir ayakkabı Üçüncüye: Bir roman Uçüncüden yüzüncüye kadar muh telif hediyeler,

Bu sayıdan diğer sayfalar: