26 Temmuz 1938 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

26 Temmuz 1938 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

fikirde, her- samimi olmak, iya (çalışmaktır. E BEDELİ : Ecnebi 2000 Er, 1500 Kr, 000 Ke, a mke kin 3, 1, 82 bedeli peşindir: Adres değiş- Cevap için mektup Mam, Küruşluk pul fâvesi lazımdır. SUNUN MESELELERİ Korilerden ilmi alarını k riz “an: M. Zekeriya SERTEL İeürelelerin okuyucu siltumu, kari- Slayt Ve fikirlerini anlatmak için küyügyerine verilmiş serbest bir ihtiyaçlarını, düşüncelerini bildir nı bulur, #7 Mek hnkân, ti ü5ete karlin mektubunda bildirdi! hn her vakit tahkik imkâ-| da değildir. Bunu karlin vie | bırakmış Mina Razer, tır. Bundan dolayı tin, esuliyet almak İstemez. Ka- Lol saklamaya lüzum gör- a çe ine » şikâyetinde şahsi menfa P, ü — her kapılmıyacağına inanır. ay De£ İşte olduğu gibi, bunda Alen hu, skuyucular kendilerine ve X suiistimal edebilirler, mide bizce tahkik ve tevsiki debiyi olmıyan vakalardan bahse- Deyleş7- Buna mlaal olmak üzere den hi, eMiryollarmın bizi İkaz e- Yaka, vektubunda bahsedilen bir &y, Bösterebiliriz. te pg İArihli nülshamızın okuyu- ON biz >da- İbrahim Emiroğlu im- Pilyoş ge mektup çıkmış, Okuyucu Bta, Zonguldak arasındaki me- tedir yp Bemuzundan şikâyet etmek bu şikg “let Demiryollar Müdiriyeti Yarağı :tİN sebepsiz yere vüki olmı- Bu tey, üsünerek tetkike girişmiş. bize bil Tür Sonra vardığı neticeyi “ iyor; # Pay BT arasındaki mesafeleri gös- Biye €siveller bütün istasyonla- oem eat olduğundan Karaköy is- Motta, TİİYos - Zonguldak arasındı- Sih e yin köç kilometreden ibaret ol-| Mesel, esi maddeten imkânsızdır. Katta, etrafında yaptırdığımız tahki- Fide, yl istasyonunun şikâyet ta- bilet , 7 #vvelindenberi Filyos için Bakliyyş eDAlığı gibi, bagaj ve diğer ha muamelesi de yapmadığı les- lt Demiryol Müdiriyetinin Karima ri kadar takdire şayansa, La böyle müşkül bir va- ar akması da o derece şayanı » Bu karlimize Devlet De- larına tahriren vaziyeti izah rica ederiz. Diğer okuyucu Yazacakları şikâyetlerde birtaraf olmalarını, mem- ni Bayesile yazı yazma- Ye ederiz, çlrda Mü şii Yaş ike yada iki kişi boğulmak ü- yüzenler tarafından Bi, i rap “denberi bütün plljlarda mu Mâaşlı birer cankurtaran rulmasında ssrar eder duru- bi, 707 Mevsiminde bu arzu- ) defa tekrar etmek ihtiyaç iye A nde kalıyoruz. Fakat hi, vİF türlü plâj sahiplerini Mmecburiyette bulundur. nu, emi katlanmaz. A öhmiyal vatandaşların hayatına *t vermemenin bir ifadesi Şüphesiz hayır. Hiç kimse giârın hayatım hiçe sayamaz. halkın sıhhat ve hayatını İsin birçok tedbirler alır. ilarda boğulma tehlikesine *İgorta etmek ihtiyacı he- ilmemiştir. Dünyanın her Plâjlarda bir, icabına göre Mila, e #hkürtaran bulundurulur. j Yıklarla mütemadi surette arasında dolaşır, ve ilk FF - 7 7 yi LE EM » Okuyucu burada arzuları: | TAN Sevim Zekeriya Sertel, Amerikada gazetecilik tahsilini bitiren iki arkadaşiyle Kapalıçarşıyı dolaşmış ve ken- dilerini Amerikalı seyyah zanneden esnafın nasıl aldatmıya çalıştıklarını tesbit etmiştir. Üzerinde dikkatle du- rulması lâzım gelen bir davayı böylelikle ortaya çıkaran bu yazı, ibretle okunack ve alâkadar makamları icap eden tedbirleri almıya sevkedecek mahiyettedir. Antikacılar Çarşı İçinde Yabancıları Ne Suretle Kapalı çarşınm bozuk sokakla- rındayız. Yanımda iki Amerikalı talebe arkadaşım var. Etrafa hay- retle bakıyorlar. Yavaş yavaş iler- liyoruz. Bizim yabancılığımızı gö- ren açik göz bir Yahudi derhal ya- nımıza sokuluyor. Bozuk bir İn- gilizce ile: — Bu tarafa geliniz, matmszel- ler, benim dükkânımda bütün 8- radıklarınız var, diyor, Mihaniki bir surette onu takip ediyoruz. Girdiğimiz dükkün kö- çük, basık, karanlık bir hücre. Bi zi dükkâncıya takdim ettiğini du yuyorum. — İşte yağlı müşterileri getir - dim. Yapış kuyruklarına, — Ne bunlar, Amerikalı mı? — Evet. Hem pek acemiye ben- ziyorlar. irden ben! şeytan dürttü. Dur, dedim, hiç sesimi çı- karmıyayım. Amerikalı olmadığı- mı meydana vermiyeyim, bakalım “mler masdanı awk hulunca orta A heler dölecemler” Bilene san bir mevzu çıkar. Bu arada bizim önümüzü bir sü rü antika ismini verdikleri kaba saba bir takım eşya ile doldurdu- lar. Kızlardan biri bir Ki ya va zosunu işaret etti: — Bu kaç para? Dükkâncı bizi getiren Yahud! rehbere döndü: — Hey, dedi, bu on lira eder am. ma ben yirmi beş diyeceğim, boz ma: — Yirmi beş lira Matmazel. Ben dayanamadım İngilizce a- tıldım. (Ha lâf aramızda, bu çar. şıdaki yahudi satıcıların hepsi Fran sızca ve İngilizce anlıyor). — Bu vazoya, dedim, sekiz lira veririz. Benim bu cevabım hem Ameri- kalıların pazarlık etmesine alışık olmıyan Yahudileri hem de haki- | katen pazarlığa alışık olmıyan A- merikalıları şaşırttı: Kurnaz dükkâncı hemen sırıtarak yanıma geldi, — Matmazel, dedi, bak tâ sul- tanlardan kalmıştır. Benden hayır olmadığını görün- ce arkadaşlara döndü. Vaziyeti on lar da çabuk kavramıştı. Dükkân. dan çıkarken adam hâlâ Sultan ma li diye vazo elinde peşimizden ko- şayor, yirmi beş liralık şaheser va zoyu on liraya vereceğinden bah- sediyordu. T iknaz yahudi genci, şu köşe de benim başka bir karde - şim var, onun dükkânına gidelim dedi. Bizi ötekilere nisbetle daha geniş ve daha temiz bir dükkâna götürdü. İçerde beş tane satıcı var dı. Bizi görür görmez baştan aşa- Bı bir süzdüler. Bir tanesi çorapsız —— —— — — tehlike ânında derhal imdada yeti. şirler. Biz her sene birkaç vatandaş kay. bederiz, Öyle olduğu halde bu tedbiri almayı ihmal ederiz. Bu para mesele si değil, sadece bir karar işidir. Plâj sahiplerini cankurtaran bulundurma ya mecbur etmek için Belediyece bir karar vermek kâfidir. olan arkadaşlardan birinin bacak larını göstererek; — Amma da nefis bacakları var ha.. Diye söylendi. — Yok canım sen de, şu büyüğü nün vücudüne bak, ne dolgun: Bir üçüncü beni göstererek: — Ya şu küçüğe bakın; ne se- vimli şey. Gözleri fırfır dönüyor. Satıcıların lâjibeliliğine canı $ı- kılan dükkân sahibi söyleniyor: — Yahu, bırakın gevezeliği. Biz mi kızları satın alacağız, yoksa onlar mı bizden mal satın alacak? Tıknaz rehber atılıyor: — Bırak canım, bunlardan hayır yok. Para vermiyorlar. — Hayır yok olur mu. Üzerlerin de tesir yapmasını bilmiyorsunuz. 'durun bir de beni görün şimdi. — E, haydi bakalım: Önlmiye acvalar hermitat vıhı. yor. Kızlar sadef işlemeli bir ner gile ile alâkadâr oluyorlar. Dükkâncı malını metkediyor: — Bu nargile Sultan Reşat Haz- retlerine Acem şahı tarafından he- diye edilmiştir. Fiyatı on beş lira- dır Matmazel! Kızlar bana dönüyorlar: — Bak Sultan malı imiş. Kulaklarına fislıyorum. — Atıyorlar. Aldırmayın. İki W- radan fazla etmez. Kendine güvenen dükkân sahi- bi kızlardan birile İngilizce, diğer YAZAN: Sevim Zekeriya Sertel Kapalıçarşıda antika eşya satan dükkânlardanbiri.. Aldatırlar ? A ereararee bir arkadaşı da ötekile Fransizca pazarlığa girişiyorlar. Yarım saat münakaşadan sonra dükkân sahibi le pazarlık eden arkadaş çantasın dan iki Jira çıkarıyor. Dükkân sa- hibi Sulin Reşat Hazretlerinin on beş llralık nargilesini iki liraya ve riyor. Fakat öteki kız atılıyor, — Ah, ne yapıyorsun, diyor, be nim yanımdaki adam bir buçuk li raya razı oluyor. Sonra satıcılara dönüyor, — Yahu diyor, haydi bizi alda tacaksınız, bari aranızda anlaşın da sonra biribirinizi bozmayın merikalının bu açık gözlü - jüğü yahudileri kızdır; Kabahati biribirlerine atmıya uğ- saşıyorlar. Aralarındaki münaka - şa şiddetleniyor. Ben mevzuu de- gişürmek ıçin duvara asılmış bir Bismillâh levhastna işaret ederek: — Bu nedir bu? Mukaddes bir levhaya benziyor. Amma bunu böy le asmak günah değil mi? Diyo - rum. Dükkân sahibi ile arkadaşı ara- sındaki münakaşa birden kesili - yor. Dükkân sahibi bu sefer ba- na kızıyor: — Yahu bak güvurun kızına di- yor, o bu levhalardan ne anlar. Bir de bana ders vermye kalkı- yor. GÖNÜL İŞLERİ SEVMEK BİR SANATTIR Sevmek bir sanattır, Bu sanati bilmiyenler, sevgide muvaffak ve mesut olamazlar, Her işin bir tek- niği olduğu gibi, sevmenin de bir tekniği vardır. Sevgide muvaffak olmak istiyenler bu tekniği bilmi- ye mecburdurlar, Geçen gün, bulunduğumuz bir mecliste ben aşk hakkında bu fi- kirlerimi söyleyince bir itiraz tw fanı koptu. Bir muharrir arkadaş: — Boş lâf, dedi aşk âni ve irade- nin haricinde bir şeydir. Bir kadın erkeği cezp ve feth için birçok cil- veler yapabilir. Fakat bu sevgi de- Zildir, Bunun hakiki aşkla alâkası yoktur. Bunu söyliyen arkadaşa sordum: — İşinizi sever misiniz? — Severim, dedi. — Yazı yazarken muayyen bir teknik takip etmiyor musunuz? Tabit ediyorsunuz. Teknik takip ederek yazdığınız yanı sanat ba- kımından güzelliğini * kaybediyor mu? Tabii hayır. Bilâkis, siz de bilirsiniz ki, yazı tekniiğine ne ka- dar hâkimseniz, yazınız o kadar mü kemmel olur, Kadınlar da yazı gi- bidir, onu sevmek hususunda ne kadar sevgi tekniğine uygun ha- reket ederseniz o kadar muvaffak olursunuz. x Mecliste bulunan bir kadın ar- kadaş itiraz etti: — Ben, dedi, kocamı elimden kaçırmamak için elimden geleni yapıyorum. Giyinişime, tuvaleti- me İtina ediyorum. Saçımı yaptı- rıyorum. Kendisine güzel görün- mek için ne lâzımsa esirgemiye- rum. Ona rağmen biliyorsunuz ki, kocamın gözü dışardadır. — Kabahat yine sizdedir, dedim. Kocanız ayni çehreyi, ayni tuva- leti, ayni insanı karşısında gör mekten hıkmıştır. Derhal berberi- nize gidiniz, saçınızın şeklini, yö- zünüzün tuvaletini değiştiriniz. Gİ- yinişinize başka bir şekil veriniz. Kocanıza başka bir kadın gibi gö- rünmiye çalışınız. O vakit kocanı- zin tekrar arkanıza düşeceğini gö- receksiniz. Görüyorsunuz ki, kocamızla ge- çinemiyorsak, sevgilimizi elimiz. den kaçırıyorsak, karımızı mem- nün edemiyortak bunun kabahati bizdedir. Her şeyden evvel sevmek sana- fini öğreniniz. Onsuz mesut ola- mazsınız. Gönül Doktora Arkadaşları müdahale ediyor - lar. — Yahu kızın hakkı var amma. Bak levha ne fena iğrilmiş. — Anlıyorum amma, o bunu ne bilecek? Sonra bana dönüyor. — Matmazel, diyor, sen onun mu kaddes levha olduğunu ne biliyor. sün? Eğer sen o levhayı okuyabi. lirsen, ben sana bu dükkândan bir yüzük veririm. Şimdi herkes bizimle alâkadar, Herkes dikkatle bana bakıyor. Ben biir iki nefes alıyorum Ve sorira İn- giliz şivesile ve kekeliye kekeliye levhayı okuyorum. — Vay! Bunlar ne yaman şeyler be! Benim arkadaş atılıyor. — Bravo, diyor, keşki şimdi A- merikadaki arapça hocamız bura- da olsaydı da senin bu muvaffakı- yetini göreydi. Dükkân sahibi elinde kırmızı aşlı bir yüzükle geliyor ve yüzü. GÖPÜŞLER Mavi ve Siyah... Yazan: Sabiha Zekeriya Sertel Üstat Halit Ziya, Mavi ve Siyah isimli romanını yeni harflerle bastırırkön, içindeki terkipleri de sadeleştirmiş. Lisanın geçirdiği tekâ- müle ayak uydurarak, edel didenin tanzlmat devrine na yaptığı sadeleştirme hareketini, bir daha retuş ederek yeni lisana, halkın lisanına uydurmayı istihdaf etmiş. Halit Ziya, edebiyatı cedide ile be- raber edebiyatımızda devir yapmış adamdır. Divan ve tanzimat edebi- yatının halktan uzak ağdalı İisanma karşı, garbin sadeliğe doğru giden e- debiyat cereyanlarından müteessir » bizim Tisanımızda da sadeli- ğe doğru giden bir edebiyat yapmı- ya da rehber olmuştur. Bu iki devrin edebiyatı arasında bir mukayese ya parsak, edebiyatı cedide, divan ve tanzimata göre epeyce sadeleşmiştir. Fakat cemiyet gibi, cemiyetin strue- ture'ünde, superstructure'ünde mey dana gelen değişiklikler gibi, lisan da onlarla beraber dalma değişmiş, ede- biyatı cedidecilerin yaptığı sadeleş» tirme hareketi, cemiyetin ve İlsanın tekâmülüne nazaran geri kalmıştı. i Bugünkü nesiller değil, biraz daha es kiye mensup olan bizim nesiller da- hi edebiyatı cedideyi okurken, mazi olmuş bir edebiyatı okuyor gibiyiz, ve bu lisandan hiçbir zevk duymu- yoruz. Lisanın yaptığı bu tekâmül karşi- sında, üstat Halit Ziya, kitabını, e- serini obir müstehase (vaziyetinde görmiye tahammül edememiş, bu e- seri yeni tesillere de maletmek İ- çin, kendi yaptığı hinayı bozan ve yeni baştan yapan bir mimar gibi, kalemi eline almış, bir zamanlar her kesin hayretle, zevkle okudukları terkipleri silmiş, eserine o bugünkü elbisesini giydirmiye çalışmış. Bu, lisanda yaptığımız tekâmölün ne mükemmel bir delilidir. Bir a- dam daha ölmeden eserinin öldüğü- İni, yeni nesillerin anlıyamıyacağı, turan gibi, Kur'an gibi, divan gibi bana veriyor. Bir yandan da bizi getiren yahudi rehbere söylen- diğini işitiyorum: — Yahu, bunlar ne nesne mah- lüklardır. Gidişe bakılırsa, biz on- ları değil, onlar bizleri yölacaklar. Vallah ben vazgeçtim. Bunlar benim şimdiye kadar gördüğüm Ameri- kalılara benzemiyorlar. R ehberimiz sayısız olan kar- deşlerinin o dükkânlarına bizlerden hayır. gelmiyeceğini an- Jamiş olâcsk ki bize başka bir tek- lifte bulunuyor, — Gelin sizi eski çarşıya götüre yim, diyor. — Pekâlâ... Bir takım eğri büğrü karanlık yollardan geçiyoruz. Bulunduğu - muz yerin havası birdenbire deği- şiyor. Artık ne birinci pazarın gü- rültüsü ne açık göz yahudilerin müşterileri taviz eden yaygaraları duyuluyor. Şimdi bir asırlık eski Istanbuldayız. Pazarda ses sada yok. Allahın kaderine boyun eğen müslüman dükküânci sedirin Üze - rinde bağdaş kurmuş müşteri bek- Jemektedir, Dükkânlardan birinde işleme bir kemer gözümüze İlişi - yor. Kızlardan bir tanesi kemeri işaret ederek soruyor? — Ne kâdar — 20 lira Çarşının pazarlık illetini daha iyi kavramış olan öteki arkadaş bi rinciye fıshyor: — 5 lira ver, B irdenbire tuhaf bir şey olu. yor. 5 lira kelimesini işi- ten boynu bükük şarklı dükkâncı birden canlanıyor ve oldukça düz- gün bir İngilizce ile pazarlığa gi- rişiyor. Geçen asırların nbulun dan artakalan bu öcra köşede ya- pılan bu İngilizce pazarlık tuhafı. ma gidiyor. Bu dükkâncı gibi diğer satıcıların da fransızca veya ingi- lizce bildiklerini anlamakta gecik- miyorum. Fakat onlar hâlâ benim türkçe bildiğimden bihaber, Bizi seyreden yandaki dükkâncı etrafın dakilere: — Az istedi o kemere, diyor. Sonra kendi başından geçen bir hi- kâyeyi anlatıyor. Bundan on beş sene evvel, diyor, benim elime an- | mazileştiğini görebiliyor. Halit Zi yanın eserini yazdığı günden bugü- ne belki kırk sene kadar bir zaman geçmiştir. Fakat kırk sene bu eseri öldürmiye kâfi gelmiştir. Bir lisa- nın tekâmülünde kırk sene çok bir mâna İfade etmez. Fakat bizim Ji. sanın kırk senelik tekâmülü yalnız edebiyatı cedidenin ruhunu, seyrini değil, lisanını da öldürmiye kâfi gel- miştir. Lisan ve edebiyatımızın sade. liğe, halk lisanına, romantizmden çi- İkip realizm gidişini göstermesi iti- barile, Mavi ve Siyahın geçirdiği bu istihale ehemmiyetle O kaydedilmiye değer bir hâdisedir. ——— tika bir semaver geçmişti. Eh, eder di 20 lira. Ben bu semaveri bir türlü satamadım. On beş sene bek ledim. Artık ümidi kesmiştim. Ge- genlerde akşam ezanında iki şap- kalı geldiler, Semaverin fiyatını O satılık değil dedim.,, iler, “Alamazsınız onu siz” dedim, fiyatı 125 liradır. Vallâh azizim tam 100 liraya alıvermez- ler mi? Hikâyeye kendimi o kadar kap tırmışım, birdenbire boş bulun - dum ve derin bir! — A!... Çektim. Eh orada olmalıydınız da zavallı dükkâncının halini göresiniz. Bir- denbire rengi döndü. Kaşları ça- tıldı, Gözleri büyüdü: — Galiba bu kâfir kız dilden anlıyor diye mırıldandı, büyük çare devirdik. Ticaret sırlarımı dışarı verdim. Eyvahlar olsun. G aliba çamı ikimiz de devir. miştik. Ben artık kendimi toplamıştım. Bu söylediklerini hiç duymamazlıktan gelerek orada bu lunan sakızlara işaret ettim, — Bu sari billürlar, sarı elmas mı? Birdenbire adamcağızın yüzün- deki endişe dağıldı. — Yok canım, anladığı filân yok, bak daha sakızı bile bilmi - yor. Diye sevindi, Beri yanda pazarlık devam edi yordu. Satıcı: — Bak Matmazel. üstünde Sulta nın mühürü var diyordu. Ben yine dayanamadım, atıldım: © (Arim: Sayfa 8, süten 6 da Sini sün zleri

Bu sayıdan diğer sayfalar: