3 Ocak 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

3 Ocak 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresı :; Onlar Kasa ArandığınıSanıyorlardı a9 Ben Dükkânda Bomba Arandığını Söyleyince Birdenbire Sarsıldılar, ve Oldukları Yere Yığıldılar Asker, polis, zaptıye, hafiye ol- mak üzere tam yetmiş kişi Ah- nan tedbirler, yapılan jestler be- ni hem güldürüyor ,hem de kizdı- tiyordu. Bir küçük ile ihtiyar bir Barba ve orta yaşlı bir rum kadı- minın bulunduğu söylenilen bu dükkânın içinde, Beşiktaşı Yıldız sarayı ile beraber havaya uçura- cak kadar büyük ve kuvvetli bir bomba varmış. Bu söylenilen var- hktaki göze çarpan büyültme de i- çin için güldürmüştü beni, Titrek bir elin korka korka açtığı dükkân kapısından içeri ben de girdim. » Başlarında Süreyya olduğu halde Fehim Paşanın bendeleri köşs bu- cak, sürme dolap, sandık sepet di- dikleyip karıştırmışlar, bir şey bu lamayınca dükkânın üzerindeki o- dalara saldırmışlardı. Ben de dükkân sahibi ihtiyarla kadının hallerini gözlüyor, yüz. lerini süzüyordum. İki dakikalık bir inceleme ile ikisinin de -suç- suzluğunu anlamış, yüreklerinde hainlik değil, hainlerin korkusu olduğunu kavramıştım. Ağlıyorlar, titriyorlardı. İhtiyara rumca sor- dum: — Barba bunlar ne arıyor bu- rada biliyor musun?.. Kr ihtiyarın cevap verme- sine meydan © bırakmadı. Kirpiklerinde tane tane toplanan göz yaşlarını elinin tersile sildi ve; — Biliyoruz kirye, dedi. Para kasası arıyorlar. Acı acı güldüm ve: — Yanlışmız var madam, de- dim. Kasa değil bomba arıyorlar. Bomba sözü karşısında kadın da, ihtiyar da titrediler, Sallandı- lar ve sarsıldılar. Kadının kçısının dibinde bana her şeyi an- İattı ve sonunda: — İşte, dedi. Bu Süreyya ile Paşası varlıklı sandılar da üç bin altın istediler bizden, Veremeyin- ve de bu kara lekeyi sürdüler. Ak lah baba acısın bize. B en kadınla konuşurken Yu- karıki kattan acı ve açık küfürlerle karışık bir yaygara tu- fanı koptu ve yağdı başımıza. Bom ba bulunmuştu. Bir gaz ienekesi içinde olduğu halde korkudan be- nizleri kül gibi aklaşmış iki me- mur merdivenden indiriyorlardı ki, madam da ihtiyar adam da ol- dukları yere yığıldı. On dakika sonra bomba da, biz de Beşiktaş karakolunda, muhsfiz Hasan Paşanın odasındaydık. Fe- him Paşa, Çerkes Mehmet Paşa, zaptıye nazırı Şefik Paşa da bir- biri ardına karakola gelmişlerdi. Ömründe bomba görmiyen, atmı- yan adamlar gaz tenekesinin etra- fında toplanmışlar, içindeki bom- banm tesirini ölçüyorlardı. Yahudi Süreyya bombacılıkta Mtisas ve salâhiyet sahibi bir #- dam kurum ve durumu ile bir /0- nograf kovanı gibi söylüyor, paşa” lar da dinliyorlardı. Onun dedi- Eine bakılırsa, bu bomba yalnız Yıldızı ucurmak değil, Boğazı ka- Payıp Üsküdarla Beşiktaşı birleş- tirecek bir kuvvetteydi. Acera mü- balâğasını bile çok geride bırakan bu ölçüsüz sözler karşısında mu: hafız Hasan, Çerkes Mehmet, Fe- him Paşalar yan gözle zaptıye na- Zir Şefik Paşaya bakıyor, tavırla File onu kayıtsızlık, idaresizlikle göçlamak ister gibi görünüyorlar- 3 Tabil zaptıye nazırı da bu imalı bakışlardan hele yahudi Süreyya- hin attığı taşlardan fona halde s- kılıyordu, Bir aralık bayağı Yar- din diler gibi hüzünlü bir çehrey- © bana baktı ve: &çi7 Sadık efendi, dedi. Siz bak mz mı bu bombaya?. * Patlamanın sırası gelmişti artık. Asık bir suratlar ş.darben Büyük bir sirke — Hayır Paşa hazretleri, de- dim. Bana göstermeğe lüzum gör- mediler bu beyler ve efendiler. 'azır Paşa birden Oköpürdü. Bakışı ile, kızım sanı söy- Tüyorum, gelinim sen anla, kabi- linden söylediğini açıkça o hisset- tirerek bağırdı: — Sen, dedi. Buraya boy gös- termeğe mi geldin. Senin işin bu. Haydi sırık gibi dikilip durma karşımızda. Bir de sen bak şuna. Gaz tenekesinin başına geçtim. Bir bakış, çevrilmek istenilen yâ- hudi dolabının, zaptıye nazırının başına örülmek istenilen kibar çorabının bütün hakikat ve ma- hiyetini anlatmıştı bana. Padişahı korkutan, ortalığı telâşlandıran, bu kadar Paşa ve Beyleri başına toplıyan bu nesne bir bomba tak- lidiydi. “İçi tutkallı; bozuk âv ba- rıtı dolu, ortasına da bildiğimiz adi bir taş fitili sokulu, üzerine, Varlak bir mukavva kutudan iba- retti bu. Kutuyu tenekeden çikar- dım, odanın ortasındaki masanın üzerine koydum. Çakımla kena- rından keserek bütün içindekileri. ni oracığa döktüm. Alaylı bir ta- varla: — Paşalar, dedim. Bu, Allah korusun Yıldızı havaya uçurmak değil a, içi boş bir su fiçisıni iki metre yükseğe bile kaldırmaz. Kuvvet itibarile şenlik #ecelerin- de atılan top fişeklerinden de a- sağı, Sözlerim hazır olanların. bir kısmını güldürmüş, * bir kısmını da küstürmüştü. Son perdesi komediye çevrilen bu #sclanın oyuncuları ile bera- ber, iki saat sonra sarayda, baş kâtip paşanın odasındaydık. Zey- tinburnu fişek fabrikasından çer- çabuk getirtilen Miralay İbrahim Beyle parlayıcı ve patlayıcı mad- deler mütehassısları da bu bom- ba benzerini yoklamışlar, incele- mişlerdi. Sonunda verdikleri ra- porla beni de yalanlamışlarıı. Çünkü onlar, bu kutudaki barutta patlama kabiliyetinin de bulunma- dığını söylemişler, yüreklerdeki endişe ve tereddütleri büsbütün silmişlerdi, Facianın vicdansız ak- törleri, ihtiyar bakkal ile karısı ve ben o gece sabahlara kadar, Gazi Ethem Paşanın batkanlık ettiği hususi bir heyet tarafından sorgu- ya cekilmiştik. © Sonunda yahudi Süreyya vle bir arkadaşının, çok © zamandanberi ihtiyar bakkala göz dağı vererek öç bin lira istedikleri, dükkânda bulunan . bombanın da tenekesile beraber; araştırmadan bir saat ev vel, yine Süreyyanın adamların- dan o civarda zeytincilik eden İ- zak tarafından bırakıldığı anlaşıl- aştı. resi sabah, sersy adaleti 'İU gözleri yasartacak, yürek- leri mızlatacak bir şekilde görün- müstü, Suçsuzlukları anlaşılan #h- #yar bakkalla karısı yüz Jira ih- sanı şahaneye, zaptıye nazırı Se- fik Paşa itimat ve selâmi şahane- ye, Süreyya ile arkadaşları da at- f: şaheneye kavuşmuşlardı. Nasi beğendiniz mi sayin okuyucula' rım?... Bu hâdise açıkça bana anla miştı ki, zamanın padişahı da ruh ve duygu itibarile, tıpkı benim gi- | bi sakattı. Bu ruh ve duygu beni büsbütün korkutmuş, bayağı con ve ati kaygısına düşürmüştü. O gün, Fehim Paşanın, yardak- çılarının hınçlı, hırsh o bakışları altında ezile, büzüle saraydan çı- karken kararımı vermiştim. Artik bir fırsatını bulup İstanbuldan u- zaklaşacak, bu kahbelerin diyarın- dan kaçacaktım. Fakat yapama- dım ki, O günden sonra Fehim Paşanıh kızıl kanlı eli yakama sa rılmış, yardakçıları peşime takıl mıştı. Benim için rahat, huzur kal (Devamı var) (DÜNDEN MABAAT VE SON) yuyan bir karınca yuvası- nın o derinden derine ho- murtusu, toprağın bağrının, top- rak olan Alinin bağrına konuşması 4di. Alinin bağrı o sesi iç etti, Uzak bir yerde duymuş olduğu Ole! nin çınlayışı o sese örülerek gönlünün nescini dokuyordu. İşte bu musiki ile Alinin gözleri aydınlandı, Göz- lerinin aydını ile Ali uzakta ümidi görüyordu. Ali bütün özleyişlerile o ümide tutunup serbest kalan, diş, tırnak, kol ve bacağile köstebek gi- bi çabalıyor, kazıyor, ekiyor, bi- çiyor, yetiştiriyor, olanca varlığı İle, durmadan, dinlenmeden bakış- larile tutunduğu ümide, ufka doğ- Tu karış karış, kanaya kanaya ve kanadıkça, kana kana sürükleni - yor, ve tırmanıyordu. Nereye? Bu güzel güneşli, mavi yöklü yeryü - züne lâyık insanlara, şeffaf gözlü insanlara lâyık bir yeryüzüne doğ- ru karınca kaderince çabalıyarak gidiyordu. Dünya o kadar süratle değişiyordu ki, artık atadan kalma zeytinliği, babadan kalma bağı bek liyecek vakti yoktu. Ali acele eki- yordu, vaktin harıl harıl geçtiği- ni içinden çınlayışlarla duydukça, bir eğlencede vakit öldürmek ona bir işkence, toprağa bir tohum da- ha serpmek, ona saadet oluyordu. kşamleyin bir çardak altın- da rençberler, ekiciler, $op- lanımca, Ali artık topraktan başka bir şeyden bahsedemiyordu. Kar- şısındakilerin dinleyip dinlemedik- lerinin bile farkında değildi. O bo- yuna mesafelere,uzaklara, etrafında oturup onu dinliyen insanların u- AKM HEKİMİN XOGĞUTLERİ Reçele Kepek Katılır mı? Kadıköylü bir okuyucumuza, Enet ilâcı olarak, dik reçeline » daha doğrusu marmelât halin. de erik ezmesine - biraz kepek katarak yemeyi tavsiye etmişler, Okuyucumuz da tecrübe etmiş? — Faydasını da görmedim de- Diye yazıyor. Hem de, kendi- si gibi, bu türlü ilâca ihtiyacı o lan başka okuyuculara da iyilik etmek için, gazetede fikrimi yaz- mamı İstiyor... Kepekten deva aramak, bir zamandanberi havlice moda ol - muştur, Fakat doğrusunu İster. seniz, ben bu türlü devadan hoş- lanmam. Bir kere, bu moda - aci- larını hâlâ unutamadığımız - bü- yük muharebe içinde çıkmıştr: O zamanda Fransada bulunan A - merikan ordusunda buğday - her orduda olduğu gihi . bir aralık azalmış, askere verilen ekmeği kepekli undan pişirmeğe mecbur olmuşlar. Kepeksiz ekmek yer - ken Amerikalılar inkihazdan çok şikâyet ederken kepekli ekmek yiyince birdenbire ferahlamış - lar.. O vakittenberi de inkibaza karşı kepekli ekmek yemek me- da olmuştur. Bu sayın okuyucu yaklaşmış olduğunu yazdı- ına göre, büyük muharebede be- del vermiş ve buğday o unundan Karsa bulmuş olsa bile İstanbul. ardan bir çoğunun süpürge o- tundan ekmek yediğini elbette hatırlar, O zaman Ame rın kepekli ekmek yemeleri bizim burada süpürge otundan ekmek yememize muadil olduğundan, ke pekten deva ummak modasının de neden aciklı bir hatıra uyan- dıdrığını şüphesiz takdir eder... Vakia, okuyucumuza sağlık ve- rilen şey, kepeği ekmekte değil, tatlı içinde yemektir. Fakat ke- pek ne içinde olursa gene kepek- tir. Buğdayın kabuğu olduğu için ekmekte yenilmesi yakışık alır da, erik ezmesine karışması, da- ha ziyade, Nasrattin Hocanın kar- la ekmek yemesi gibi olur sanı - rım. Kepek bizim her mer olan buğdayın emr makla beraber, medeni İnsanlara gıda olmaktan artık Gerçi, maddedir; yüzde İkisi, üçü de vağ ı fakat yüzde kırk bes, kırk yedisi de insanlar icin gıda olmı- Yan sellülozdur, On şfram azot bulmak için elli gram selüloz ye- meğe razı olsanız da o on gram a- zotun da hazmedilerek kana kari- şabileceğini kimse temin edemez, çünkü kepeğin - medeni insanın midesinde - hazmedilebilmesi pek güçtür. Daima kepekli ekmek yiyen İnsanların mideleri üzerinde şim- diye kadar tecrübe (yapılmadığı için onların kepeği hazmedip e- demedikleri bilinemez... Ancak hayvanlardan bazılarına kepek verilmesi onlara gıda olsun diye değil, “serinlik, versin diyedir. Hayvan yalnız kuru ot yediği va. kit zaruri olarak inkibaza tatu- Tur, Kepek hayvanm da karnında hazmedilmediğinden orada kala - balık eder ve bundan dolayı bar- saklarım boşalmasına sebep olur. İnsanlarda da inkibaza karsı hiz- met etmesi başka türlü değildir: Sellüloz olduğu için hazmoluna - mıyarak kuru kalabalık ettiğin - Medeni insanlara da kepeğin değerli hizmeti vardır: Nazik ten. Ti bayanların fenlerini yumuşak olarak muhafaza etmelerine ya - rar. Onun için sabahları yüzlerini yıkarken, bir litre suya İki yüz gram kepek koyup. suyu on daki. ka kaynattırarak süzdükten son- ra onunla yıkanırlar. Kimisi de girerken bezden bir içine bir kilo kepek dol durtur, onu banyonun içine ala- rak arada sırada torbayı skar, böylece hem eğlenir, hem de na zik teni dalma yumuşak kalır. Onun hu kadar hizmeti de bü- yük ve kâfidir. Ekmeklerimizden çıkarıldıktan sonra | tatlılarımıza karışmak iddiası artık fazla gelir, İnsan oğlu kısın bile taze seb- xe yemek için konserveleri icat ettikten sonra - bu mevsimde ku- ra ottan başka bir şey bulamıyan İar gibi - neden kepek yemeğe muhtaç olsun? zaktaki varlıklarına konuşuyordu. Yüreği toprakta idi. Sevgilisinin güzelliklerini sayıp (dökmekten zevk alan bir âşık gibi konuşuyor- du. Samimiyeti sözlerine bir şar- kı mahiyeti veriyordu. Dinliyenler “Yine kötürüm Ali dalga geçiyor!, diyorlardı. Dinliyenlerin en bece- rikli, en kurnaz ve komşularını en fazla mantara bastırmış olanları &- se, “uç baba torik!, diye bağır yorlardı. Fakat onlara da tuhaf bir hal oluyordu. An; tan sava sava gör güzelliğini, yavaş yavaş uyanan ha yal kuyvetlerile kavrıyorlar, gör- dükleri işin tadına varıyorlar ve © işte artık can ve baş verdikleri i- çin alay alay mandalin ağaçları, tabur tabur limon ağaçları, ordu, ordu portakallar, ökaliptösler, yıl- dırım Bayezidin çala topuk, zorlu yürüyüşlerle getirip da Niğbolu otları arasına gizlediği yeniçerile- rin birdenbire otlar arasından irki- işi gibi, topraktan fışkırıyorlar, rak olan güneşin ışığını topluyor. kuması, Hidrokarbon bombası, al- tın yemişlerini bir trampet ateşi- le ölümün suratına fırlatıyorlardı linin ağaçlara karşı duyduğu sevgi, ona o kadar için için bir anlayış ve pürdikkat bir sabır veriyordu ki, fidanların usareleri- nin savrulüşunu kendi kan damar- larında duyuyor. Ağacın kök. leri, toprak içinde bir orkestra gibi kulağına çalımyor. Bu musiki ancak ana toprağın Soluğu olan masmavi göklerde dallanıp budak lantyor. Şah salıp çiçekleniyor, kopuvermiş ve uçmuş ciçekler gi- bi kuşlarda, renk oluyor, ötüş o- luyor, kanat şakırdayışları ve ma- vilerin mavisi oluyordu. Ali ağaç- larının büyüdüğünü kulağı fle i- şittikçe, gönlü sevinçle zağlanıyor, uzuyor, ve sanki bir el salışı ile e- bedi bir musikiye el veriyor ve yi- ne koşuyor, yine dikiyordu ki, ö- Tümden dakikalar çalsın.. HACI Merkezi: Bahçekapı, Şubeleri: MEŞHUR HACI BEKİR TİCARETHANESİNDE — Fevkalâde leziz e MEYVALI Fiyatı 120 Kuruş ALİ MUHİDDİN BEKİR Beyoğlu, Karaköy, Kadıköy Kendi bir çiçeği veyâ diklli bir ağacı yoktu. Neylesindi o saksıda- ki çiçeği? Denizci idi, ümit ufku- nun ötesindeki çiçeğe doğru engin- liyor, yol aldıkça hürriyetleni- yor, ferahlıyor ve seviniyordu. İ- çinden bir Ole! çınlıyordu. Grana- lada yanak üzerinde gördüğü kasyı demetini hatırlıŞordu. O bakış hâ- lâ içinde ötüyordu. Alinin kendi ik Timi de tıpkı orası gibi limon ağa- cıma çiçek açtıran, koyu yaprak kümesinin arasından altın yemiş - ler veren, püfür püfür rüzgürları- nı, uyuyan bir çocuk soluğu gibi tatlı estiren bir iklimdi, Ali ne yapıp yapıp İspanyaya doğru giden kayıklarla kasya to » humlarını getirtti. Ekti. Yetiştir. di. Fidanları yollara, sağa, sola, herkesin batapu sahip oldukları bahçelere dikti, Aradan yirmi beş sene geçti. Ali artık ihtiyarlamış- tı. Bir gün topallıya, topallıya bir sokak kenarından yürürken uzak- tada gördüğü Morenita gibi gülüyorlardı ve te- pelerinden tırnaklarına kadar, kim tarafından ekildiğini bilmiyerek, fakat hoşlarına giderek koparıp kendi ellerile takındıkları okasya çiçeklerine donanmışlardı. Ali yü- reğinde bir sancı duydu. Gözleri karardı. Bakışlarını mavilere doğ ru döndürdü. Gözlerinde sevinç vardı. Yıkılıp ölürken yanıbaştaki kahveden imdadına koşan Mutaf Hasan, son nefesi olarak gerilip Ole! dediğini ve rüzgârı kesilen bir yelken gibi kollarında sarka kahverdiğini söyled B U toprak ne tuhaf şeydi. Ne- bat olurdu, insan olurdu, bakış, özleyiş, sevgi, ve sevinç 6- Turdu. Şarkı olurdu, elektronları uçar, güneşe gider ısık olurdu. Am- pulde yanar, yıldızda çakar, şim - şekte yıldırır, kehkeşanda parlar, insanın başında ve bakışında ay- dınlanırdı. —— NUGA Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma: Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızi derhal k MANN İcobında günde 3 lr P kaşe alınabilir. Bammmma a EĞİMİ süz İM İğ

Bu sayıdan diğer sayfalar: