16 Şubat 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

16 Şubat 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Gündelik Gazete Kam TAN'ın hedefli Maber- de, fikirde, herşeyde temiz, o dürüst, samimi otmak, — karlim gazetesi olmıya çalışmaktır. ARONE BEDELİ Türkiye Ecnebi 2800 Kr. 1508 1400 Kr. 1 Sene 6 Ay 3 Ay 800 » 1Ay 300 » Milletlerarası posta ittihadına dahil yam memleketler için sbone i müddet sırasiyle 30, 16 9. 3,5 liradır. Abone bedeli peşindir Adres değiştirmek 25 kuruştur. Cevap için mektuplar 10 kuruş wk pul ilâvesi Iğzımdır. poem se seem een i GÜNÜN MESELELERİ i Jübileler Ve İhtifaller ye bizde manası çok yanlış anlaşılmış kelimelerden bi - risidir. Jübile yapanlardan, ve jü - bileleri yapılanlardan çoğuna soru - nuz: Size müsbet bir cevap veremi - yeceklerdir. Nitekim, sanatına veya mesleğine uzun bir emek vermemiş. ve sanatında, mesleğinde, uzun ö- mürlü bir İz, veya parlak bir eser bi- Takmamış birçok kimselere jübile ya- pıldığım görüp duruyoruz. Hattâ ben, kendisine, 25 senede bir defa değil, senede dört beş defa jübile (!) yapılmış kimseler bile ha - tırlıyorum, Halbuki, jübile, bir sanatta, bir meslekte kıdemlenmiş, kıymetlen - miş, şöhretlenmiş şahsiyetlere öden- mesi lâzım gelen asil bir saygı bir şükran ve minnet borcudur. Her akla gelen insana, ve her ak- a estikçe jübile yapmağa kalkışmak, bu saygının kıymetini sıfırın altına düşüren bir lâubaliliktir. Bir çoklarına sorarsanız, “jübi - le,, herhangi bir fukaraya, bir mağ - dura, bir zatallıya iane toplamak ga- yunudur. Ve zaten, bu yanlış telâk- ki yüzündendir ki, bugün artık, kâr. lanmak kaygusiyle sık sık istisma: olunan “jübile, kelimesi; © bahsi: duyanlarda müsbet bir tesir ve alâ - ka uyandıramıyor, Bunun zararını da bittabi jübileye hakkiyle lâyık o- lan şahsiyetler çekiyor: Çünkü on - lara yapılan jübileler de, hazin bir lâkaydi ile karşılanmağa mahkâm kalıyor. Tıpkı jübileler gibi, rastge- lene yapıla yapıla iptizale uğratılan ihtifaller de ayni acı alâkasızlığa mu- hatap olmuyor mu? Bize, bunları, meşhur ve değerli bestekâr Bimen Şene yapılacağını duyduğumuz “jübile,, hatırlattı. Bizce Bimen, kendisine bir jübile tertip olunmasına çoktan Jiyakat ka- Tanmış sayılı sanatkârlarımızdan bi- risidir, Türk tam yarım asır durmadan, dinlenmeden hizmet et - miş olan Bimen Şen, çok parlak bir jübile,, ile mukabele görmeğe hak kazanmış hakiki bir üstaddır. > Türk müsikisine beş yüzden fas- şarkı hediye eden Bimen Şene, Yahya Kemal 77 Sen Bimen değil, Bimenent” - sin! bi çok haklıydı. şarkıları hâl ba sorulmayan üzüm saklar PE tadılıp duran Bimen Şenin, Sir asırlık emeğine gördüğü mu- bele, bir kaç meşhur münevveri - pden gördüğü bu kabil kuru met- yelerden ibaret kaldı. Bu itibarla dir ki, ona daha müsbet ve daha fay- lı bir mukabelede bulunmağa te- şebbüs edenlerin isahetini takdir et- mek bir vazifeği; ——a.. Mersinde Feci Bir Kaza ya etsin — Şehrimizde feci bir ka- ma ştur. Tarsusun yeni Ömerli En balesinden Ahmet oğlu 17 yaşın- la Sak, bayram münasebetile de gen Eelmiş, şimendiler iskelesin- €nizi seyrederken, manevra ya- per bir trenin kendisine doğru gel- stan Börmüştür. Emin, diğer tarafa Ayıp kurtulmak isterken, rampa le Yağonlar arasında kalıp ezilmiş, bastahanede ölmüştür. TAN MUHARRİR, BU YAZIDA, İSTANBULUN İMARI VE ŞEHRE YENİ GELİR KAYNAK- LARI TEMİNİ İÇİN ALINACAK TEDBİRLER HAKKINDA, VALİ VE BELEDİYE REİSİ LÜTFİ KIRDARIN ŞEHİR MECLİSİNDEKİ SON NUTKUNDA VERDİĞİ İZAHATI ELE ALARAK FİKİRLERİNİ VE DÜŞÜNCELERİNİ ŞU ŞEKİLDE GÖZÖNÜNE KOYUYOR : 1 a Istanbula Yeni Gelir Kaynakları Bulurken abah keyfi gazetemi açtım. İlk sayfada mutantan bir resim. Keyif ile bir süzdüm; pür- izzet ve ihtişam bir meclis.. Yapıca heybetli, simoca sevimli bir zat nutuk irat ediyor. Yazısına bak - tam: “İstanbul Vali ve Belediye Reisi Şehir meelisinde açış nutku. nu söylerken.” Belki, ayıplıyacaksınız; İkinci Vilhelm'in on üç milyon insan ö- Tüsline ve bir kaç yüz misli de sile faciasına ve dünya felâketine vesile olan meşum mutuklarındanberi (söylev) dediğimiz şekerlemeden hiç hoşlanmıyorum.Hele düşünüle, bezenile hazırlandığı deste deste kâ #ıtlara istif edilişinden besbelli nutuklar, büsbütün gönlümü bu - landırıyor, yirmi beş, otuz yıldır gördük ve bittecrübe anladık ki, hep tatlı ses ve tatlı sözlerle ciha- na sokulan bu şekerlemeler mut- laka büyük bir külfeti, parsca, ve- ya insanca fedakârlıkları istilzam edecek fıraklı birer maksat veya âkıbetin mayalarıdır. Allahın bildiğini mi sakfıyalım. Bu nutkun da tadı bana kekremsi geldi. Muhterem valimiz nazik ()- tifatlarla sağı solu okşadıktan son- ra seleflerinden farksız bir itiyat ile yabancı hükümetlerin vergi is- tatistiklerini orlaya koyuyor ve bu- lâsaten hulüsa; — “Belediyenin yalnız kaldırım- larla lâğım faslında yüz bu kadar raya ihtiyaçı yar.” diyor, | ediyor: “Lümisimi yok. Borç pata bulmıya mecburuz. Bilömüm bele- diye resimlerini arttırmak İzm. Bundan başka yeni vergiler de tarhetmeliyiz. Teredöüde mahal yok. İşte diğer devletlerin ista- üstikleri meydanda: Atinalılara, Sofyahlara nisbetle İstanbullular daha az vergi veriyorlar. Bu İste- diğimiz parayı da versinler, Sabah keyfim akşamın alaca hüz- nuna büründü. Satırları görtmez oldum. Gazeteyi bir köşeye fırlat- tım. Garip garip düşünmiye baş- Tadım: — Bu mantık doğru mudur? Bir milletin bütçesi diğerinin mi - yarı, yani, zenginin refahı, fakirin mikyası maişet! olabilir mi? Benim mantiğım bu davaya “e vet!,, diyemedi. Diyemezdi de. O da biliyordu ki tasdike yeltenirse: —— O halde, niçin yalnız vergiler mikyastır da, halkın refahı; me » murların ehliyet ve randımanları miyar değillerdir? Diyecektim ve iskât edecektim! * en İstanhulluyum. Bu ik - Timler dilberinin kucağında büyüdüm. Onu yalnız yurt olarak sövmem. Hüsnüne, emsalsizliğine de hayranlığım var. Aşağı yukarı dünyanın yarıdan fazlasını dolaş- tam. Hiçri yer beni İstanbul gibi sar inadı, Meselâ, “dağ” denmiye bi- hakkın seza şahikalar, en p şakrak göller, çağlıyanlar. nb bağlar ve bahçelerle süslü İsviçre, garbın sihirkör göğ- sünde (tılsımlı bir o gerdenlığa benzetilebilir. Fakat ben İstanbula kıyas edince foyası bozuk yalancı elmaslar mertebesinilen yüksek bir kıymet biçemedim. “La Cote d'Azır,, diye işveli telâffuzunda bi» le güneşli bir deniz çağlıyan ma- mur ve meşhur kıyıları, Marma - ranm “Fatinli” veya “Kapıdağ” eteklerile muhayyelemde yanyana getirince şekerleme kutularında - ki uydurma resimlere benzettim. Hasılı; ne sülün gibi hurma kafi- İelerini pesine takarak denize sec- de eden gümüş ehramlı Afrika, ne bin steran've 2 bürünmüş şahane Ayrupa bana bikes yüzlü, İstanbulu unutturamadılar,Onlarla Yazan: RESSAM İstanbul İçin Tarhedilecek Bir Vergiyi, Sarfedilecek Bir Parayı İstiksar Edecek- lerden Değilim. Elverir ki, Para Bihakkın Mahalline Sarfedilsin ve Masraf Mukabili Övmiye Değer Eserler Meydana Konsun. mesti visal iken dertli dert'i yi ne İstanbulu düşündüm. Fakat o- nun da balini visalinde hicrandan kurtulamadım. Bu dilber yart gön- Tümde hem gururlu bir sevgiye, hem tükenmez üzüntülere vesile oldu, Hüsnüne baktım, gurur duy- dum. Nasibine baktım, hüztin duy- dum. Hüsranına baktım, ağladım. Bu sözlerimden de anlaşılır ki, İstanbul için tarhedilecek bir ver- giyi, sarfedilecek parayı istiksar edeceklerden değilim. Elverir ki, para, bihakkın mahalline sarfedil- sin, Masruf mukabili övünmiye de- ğer eserler meydana konsun. Bu güne kadar sarfedilen paralar ma- alesef kısmen fuzuli, kismen tabi güzellikler aleyhine harcandı. Mes tiyaçlar, bir o kadar da idari yolsuz luklar gözönünde durup dururken sabık belediye reislerine, vileuhu- na binlerce lira nakdi mükâfatlar verildi. Niçin? Bu efendiler vazi- felerinden üstün, mafeykalmatlüp işler mi başarmışlardı? Saravbur- nunda, Üsküdarda etek dolusu mas- rafla havuzlar yapıldı. Neden? Su- ya hasret çeken bir çöl ortasında mı yaşıyorduk? Meram, topu bir gecelik fıskiye ve ışık eğlentisin. den ibaret ise ve bu millet servet» çe, hal ve istikbalce hakikat sefa- hat edebilecek mertebede emnü re- faha kavuşmuş ise biraz daha âti- endiş davranıp daha az bir masraf- la denizden fıskıyeler püskürterek maksat temin edilemez miydi? Co- evrenin meşhur fıskıyesi için ha vuz mu yapmışlardır? onra, bugünkü kötü manza- rayı vilcude getirmek kas- tile mi Rumelihasrına kazma vu- ruldu? Bir çok gürbüz serviler, er | MIZAH KÖŞESİ: guvanlar devirerek kefenleri bile solmamış ölüler makberelerinden atıldı? Matemli yüreklerin tesel- Jaları ellerinden alındı? Dünya ka- dar masraf. Bütün bir yaz gelen geçen her insan oğluna göz ve yü- rek İşkencesi. Ciltlere sığdırılamaz ıstıraplar, göz yaşları. Hep bu mis- kin duvarlar için ve koskoca dünya tarihi parçalamış yeni bir kalemle yazmış şanlı kaleyi dekorsuz bı - rakmak için miydi? Daha kaç ta- ne sayayım bilmiyorum ki. Yenicami etrafında yapılan ka- zının da gurura değer bediaperest- Uk hamlesi ifade edebileceğine ka- ni olanlardan değilim. Çünkü, bir mabedin veya herhangi tarihi bif şaheserin kendi hususiyeti bedii - €vsafı asliye ve meğrutasına ha - le) getirmemekle münikün olabi- lir. Helbuki bugünkü halile ma- bet aslına ve meşrut evsafına naza- ran muhteldir. Zira harimsiz kal- mıştır. Vakıa bu taksir bu güne ait bir suç sayılamsz. Su son yüz #ene zarfında ve belki daha evvel, her kimlerse, beyinleri kurt lok - ması olsun, mabedin harimini çal- mışlar, şuna buna satmışlar, hem bir sanat şahına hıyanet etmişler, hem bugünkü nesle kasa dolusu para ödettiler, Günah onların olsa bile hatayi eltmek bize ait va- zife değil midir? Sonra, o haşmetli eser, açılacak meydana sığmaz. Ona yapılacak çerçevenin dılıları hiç değilse sa» hil boyu (Yemiş) ten Sirkeci tram- vay İstasyonuna, Köprüden de Sul- tanhamamıns kadar uzanabilmeli- dir ki, beri yandaki Misir çarssı, arkadaki zaviye ve türbeler, diğer yandaki kasır ve berideki sebil gi- bi karin ve müştemillerile tam bir cemiyet halinde meydana çıkâ- rılabilsin ve bihakkın şanına lâ - yık bir çerçeveye yerleştirilmiş ol sun... Ama diyeceksiniz ki: “Biz bu ka- darını yapalım da, öte kısmını ço- cuklarmız düşünsünler.” Belki pek haklısınız, muhakkak ki, hüs- nü arzunuzla da takdirlere şayan- sınız. Fakat, bilmem ki, asil ve kârgâh bir atanın vazifesi çocuk- larına illetsiz bir eser veya miras bırakmak değil midir? Ve, her na- kıs, mükemmele nisbetle kıymetsiz veya heder edilmiş bir emek veya servet örneği sayılmaz mı? * © İstanbul ahalisinin ödediği vergi bahsine gelince: Zan- nediyorum ki, bu hüküm de bir hayli haksız olsa gerektir. Belki, yalnız çöp ve fener pa- rası nüfusa taksim edilirse az gi- bi görünebilir. Fakat insaf ile düşünmeli değil midir ki, beledi- yeye verdiğimiz para yalmız çöp ve fener tesminden ibaret bulanmu- yor. Muayyek vasıflardaki vergi - lerden başka içtiğimiz sudan, ye diğimiz ete, ekmeğe velhasıl gel- diğimiz mehden gideceğimiz me- zara kadar her şey için belediye resmi ödemekteyiz. Bilhassa şu noktayı da unutmamak icap eder ki, ancak yedi yüz küsur bin nü- fuslü bu dağınık koskoca memle - ketin temizlik ve işık parasını, mün hasıran Eer içleri, yani had- dizatında ağır vergilöre ve masraf» Isra bağlı mahdut mükellefler ö- demektedir. Geri kalan yüz bin - lerce kiracı da fisebilillâh şehri kirletmekle meşguldürler. Dahası da var: Vergi vermekle mükellef olanlar bu parayı nasıl tedarik edebiliyorlar? Emlâkin ek- seriyetle merhun bulunuşu ve 80- kak içlerinde sık sık rastladığımız. len mahcuzen eşya satışları güçlüğün derinliğini işarete kâfi $- $e de hakiki münlehasını yine Al lah bilir. Fakat bariz hakikat şu - dur ki, mali müşküllerde yegâne mesned vergiler olageldiği halde henüz salim bir tahakkuk ve ciba- yet usulüne kavuşturulamamış en üzüntülü mevzu da yine vergi me- selesidir. Bugünkü ve yarınki mü- kellefiyeti miktsrım santimi santi mine bilen ve tahsil şubslerince münasebeti tertemiz bir halde bu- lunarak emniyet ve huzur içinde yaşıyan kaç bahtiyar vardır bile - mem. Fakat tarh ve cibayet tarz- larının her sene diğer bir şekil al mıya başladığı tarihtenberi- “ Bir dokun bin ah dinle kâsei fağfur- dan,, mısraının bu mebhasta en be- liğ bir vecize olacağına eminim, Bu seneye kadar tahsildarlar ge- Wir vergiyi devşirirlerdi. Şimdi, me- selâ Boğaziçinin Kandilli köyünde oturan bir mükellef, çöpünü deni- ze kendi döktüğü, yolunu el feno- rile aydınlattığı halde çöp ve fe- ner parasını vermek için tâ Üskü- dara, evkaf hesabım görmek Üzere de tâ Beykoza kadar gidiyor. Hem zaman kaybına, hem vergi derece- sinde masraf ihtiyarına mecbur ka- lıyor. Karşılaştığı üzüntüler, re vasız muameleler de caba! Muhterem valimiz. lütfen tasdik buyurmazlar mı kl, bu tarz mükel lefiyet ne Atinada, ne Solyada, hat- tâ bu dünyanın diğer bir diyarın- da yoktur ve olamaz? Şu hale göre, vergi kısmından evvel asıl bu cihetleri kati ve sa- lim bir tarzda düzeltmek, iletiza e- den parayı da fuzuli masraflardan ve ücretlerden kısarak biraz da tabii kaynaklardan temine çalış - mak daha rahimane ve her halde daha vatan ve milletperverane bir hareket olmaz mi dersiniz? GOPÜŞLED Suçun Büyüğü Kimde? Yazan: Sabiha Zekeriya Sertel üşvetin tarihi yazılsa, milât - tan kaç yüz bin sane evvele dayanır bilemeyiz. Fakat insanlar toplu yaşamağa, toplu insanları ka- nunlar ve nizamlar idare o etmeğe, ferdin malından devlet öşür isteme- ğe başladığı gündenberi rüşvet var - dır. Fuzuliyi şikâyetnamesinde yanık yanık bağırtan “selâm verdim, rüş - yet değildir diye almadılar, dedir - ten, devrinin ne kadar rüşvet ve ir » tkâp içinde yüzdüğünü gösterir. Nasrettin Hocanın fıkralarındaki in- ce telmihler rüşvetin ikinci bir ka - nun, ikinci bir nâzım, ikinci bir akit olduğunu işaret eder, Yüz çadırlı aşi- retin içinde çıkan, sekiz milyon nü - fuslu şehrin içinde çeteleri faaliyete getiren rüşvet, haniya medeniyet ma- dalyonunun, arkasına hakedilmiş çeh residir, diyebiliriz. Nevyorkta beş dolara bir insan öldürülebildiği ha- 'kikatini duymayan kalmamıştır. o Yalnız ne var ki, büyük mıkyasta verilen rüşvet meydana çıkmaz, a - lan refah ve huzur içinde yaşarken, veren dişlerini gıcırdata — gıcırda verirken, küçük rüşvet çok ihtiyatlı davranmağa lüzum ( görmediği için midir nedir, o meydana çıkar, ahlâk nizamını bozan bu kötü işe karşı he- pimiz ateş püskürürüz. Ben rüşvetin ne küçüğünü, ne de büyüğünü zur görecek değilim. Kanunların u- mum vatandaşlar için müsavi hak temin etmesi için, kanun adamları - nın, devlet memurlarının, devlet ni « zamlarını harfi harfine tatbik etmele- ri şarttır. Rüşvetle bir takım arka - daşlara imtiyazlar verirken, rüşvet İvermiyenleri gadre uğratmak, devle- İtin kanımlarına karşı olan © itimadı sarsar, Rüşvelsiz yürüyen bir devlet mekanizması kurmak, devlet memu- Tunu kanunların insafsız bir bekçisi yapmak, mesul hükümetin — tzerine aldığı en büyük mesuliyettir. Bu me- selede hassas olmayan bir devletin karşısına kin besliyen bir halk çikar ki, rüşvetin bütün kapıları açan ko - laylığına rağmen bir gün bu halkın bu kapıları kırdığını, ve mesulleri teşhir ettiğini görürüz. Tarihte bu - nun misalleri az değildir. e İstanbul Emniyet müdürlüğü es - nafı haraca kesen beş memur ve bir komiseri meşhut suç üzerinde yaka - ladı. Binniyet müdürlüğünün rüşvete karşı gösterdiği bu hassasiyet, vazi- fesini bilen bir devlet adamının gös- terdiği hassasiyettir. Rüşvet, her memlekette olduğu gibi, hattâ belki daha az bir derecede bizim memle - ketin de her kapıyı açan maymun - cuğudur. Kanun bunu affetmez, Kit. le halinde, hattâ fert olarak konuş - tuğun zaman ferd de halk da bunu affetmez. Bir tilecarla konuşuyordum, ba - na dedi ki: — Rüşvet verene de, alana da kızıyorsunuz. Bir defa hesap ediniz, bu işle tavsif edilen memur ayda kaç lira kazanır? Bu kadar mesuli yetli işleri bu gibi karnı aç adamla - ra tevdi ederseniz, bu neticeyi de beklemelisiniz?.. Sonra devlet, tile. cara vergi isimleri, ceza isimleri al « tında o kadar külfet yüklemiştir ki, zararına çalışmaktansa, üç beş ku » ruş bir rüşveti, esnaf ve tüccar güle güle verir, Memur ve tüccar, istiyerek veya istemiyerek kanunun üzerine bastığı dakikadan itibaren, ayağının altın » daki emniyet toprağının kaydığını duymalıdır. Bugün güle güle verdiği bu rüşvet, bir gün gelir, Demestokli- sin kıber gibi başının üstüne takılır, kendi arzusu ile taşıdığı haraç yükü. nü taşıyamaz olur. O zaman soluğu emniyet müdürlüğünde alır, Suçun büyüğü alandan ziyade verendedir. mmm EE Bir Manda Bıçak Altından Kaçtı Dün Karaağaç mezbahasına götü- rülen bir manda, tam kesileceği bir sırada birdenbire yerinden fırlamış, ve boğazından kanlar aktı halde sokaklarda dolaşmıya başlamıştır. Ye tişen polisler mandayı kurşunla öl dürmüşlerdir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: