12 Mart 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7

12 Mart 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Pa ia e sas Gurbet e — Bağdat arasında işli- Yen İngiliz şirketinin otokar. veya; çölü geçiyoruz. Bir ah- Yolcu, okuduğu gazelesini & bıraktı, bize döndü, dedi ki: rin Buz denizindeki son Rus se- 4, den sonra dünya yüzünde keş- miş yer kalmamış. aş amızda, ticaret için İraka gi- * Yeni tanıştığımız yaşlı bir Os. hag Zabiti vardı: otokarın kalın Ma camları ardından boş sine- Güyiekdi gibi kayıp giden kumlu re dalmış, o zamana kâ- ye karışmamıştı. Birden ba- Sevirdi; 4 Örle sanırlar, dedi, halbuki e Öğrenemediğimiz ne çeşit yer- de? ME biçim insanlar vardır! Hem ya uzâklarda, Kutuplarda ve kaygan adalarında değil. Bura- “ nah, şu çöllerin ardında, A- m içinde! Arabistan, emin o- karş büsbütün keştedilmiş, karış A,,; Sezilmiş bir kıta sayılamaz. Umumi Harpte bazı araştır- İİ RAE yapılmış, yine de tamamlar mar. Ya, benim dolaştığım sr- Tda içerisi alabildiğine meçhul şilan ibaretti; Avrupalı ayağı Mig “03 bir haritasız dünya kıyı- gi izin kendisini dinlemek is. tani görünce anlatmıya baş- — O zaman hünkâr yaveri i- tai, , Sim. gençtim, Atatürkün ilk Mi yg ktığı zamana alt resimleri, ta, Hrsiniz ya, redingot biçimi u- y, “tekli setre, ay yıldızlı parlak İ ko düğmeler, sırma püsküllü ve tie çı kabzalı kalış, adım attıkça tir N hg yen apoletler... Sonra uçla- yin külü kalıptan çıkma bıyıklar, bi kalıbı yerinde fes... Evet, fes, & bu mehabetiiaskör kıyafeti Üy hem © dimdik vücude iş, Set çehreye yumuşaklık, bön- v, , Sillklik, hiçlik. kalem efendisi sünepeliği veren fes! ben de öyle giyinmiştim, kor elbisemin içinde şanlı durmi- İ tai” kadar çalışsam insanı ayak. İİ Biyeli kadar lâübali yapan bu aki komik serpuşla yine eksik, beya ten uzaklım. Bir gece ma- ke, © çağırdılar, irade tebliğ etti- ki Pârphaneda yeni basılmış çil m dolusu altını Emir Sadu. aşar kend! elimle teslim e- eyi, : “Ferman ii Selâm aldıktan sonra » İkiler Sordum: denle Sadun da kimdir? Nere. İşte nl Büy ablatanda.. Ama biz de iyi Miş, gOTuz; Fellâha aşireti reisi i- Ülreyenaya gider, kumandanlıktan Ün in. İrade oraya da tebliğ e- Sari verilmiştir. DYirptene parayı, zor belâ ma. Yeri, liyeye yolladı; maliye, he- Yata etekeiz hörçlere koydu, kırk mühürledi ve bir ay sü- Ba Bözetklardan sonra (Ejderi Pan, ) adımda bir “vapuru huma. Ni, da Ahırkapı açıklarında de- çi bindik. Müzik isimli vapur sekiz mil dp, 2Yan bir ahşap, uskurla duba- alay aptan yerinin çürük kapla. Kay, 1, hâlâ üzerinde Batum ya- arti Okunan gaz tenekesi sandık- tamir etmişler. Bahar içinde köp Taya açıldık, fırtınalardan Dye, #h kötü iskelerere can ata uğ. Mg liye dinlene, islim vorularını taşi #lindirleri çöze sıkıştıra, ka- Sonu Hüdeydeye indik. yalan Fellahayı Yemende de diy, Silen yoktu: Necete doğru gi- hi, > imiş, Cebeli Tavnik aşıla: Yay; Nefudi Askar çölünde bir olmali imiş,, Asker arkadaş- Mİ birisi; tea, Yağmur mevsimi Basra kör N Gökülen Ermek suyunun Dm Zânnederim, bu vahadır! Başka birisi: Baymak Basra körfezine değil, Pu, ata akar! rinde di  a) İL ağ bulundu. Erkânı harp Haritaya bakıp uydurmayınız, a ie dedi, Ermek diye bir nehit yoktur, o, eski tulan devrinden kalma ır. mak yatağıdır. — Irmak yatağı olamaz, lâv ya- tağıdır, arazi volkeniktir. Kumandan acıyurak yüzüme ha- kıyordu: — Öyleyse, diyordu. Bu çocuk Medine yolundan gidecekti, burala. Ta neden geldi? Basradan daha kolay olurdu. — Zannetmem, Yenbuga inip, kestirme geçiverecekti. N Mhayet haftalarca süren araş- tırmalardan sonra bir “de- Ti, bulduk, bir hecin müfrezesi hazırladık, yola çıktım. Gün gelip te çölleri, böyle, otokarlar, otoşe- piller, tayyarelerle kolayca aşaca- ğımızı düşündükçe kaybettiğimiz o yerlere büsbütün yanarım. Sefer kaç gün sürdü? Şimdi he- sabını bulamıyorum. Aslan hücum. larına mi uğramadık, maymun İs- tilâsına mı? Putperest kalmış ys- bani kabilelerle mi vuruşmadık, aranit dağlar arasında ım çevrilip kalmadık.. Neler de neler! “Delil,, yaklaşıyoruz, demiye başlıyalı üç dört gün olmuştu, a cayip sinir buhranlarına tutulmuş- tum. Dizlerimdeki kesiklik arttık- ça artıyordu, İkide bir kendimden geçiyordum. sayıklıyordum, çırpını- yardum. Sonra bir uyuşukluğa dü. şöyor, gözlerim ileriye dikili, lâf söylemeden hareketsiz gidiyor, gi- diyordum. Başçavuşa talimat ver. dim: — Şayet, dedim, bana bir hal o- lursa, işte, şu iki heybeyi emire ve- rirr bu kâğıdıda mühürletirsin, mührü yoksa parmağını bastırlır. sinl Tedbirli olmak Jâzımdı, rıra, yol da benim gibi buhrana tutulmuş i- ki neferi kaybetmiştik. ir akşam üstü, tarçınlı aki de şekeri renginde ve sert- tiğindeki güneş, batmadan evvel, önümüzde, yine kendi renginde bir hurma ormanı tablosu aydınlattı. Sonra hasır damlı, kamış duvarlı yığın yığın evler, tüten dumanlar, başlarında testilerle sudan dönen kızlar gördük. Her şeyit hepsi deo akide kızıllığında cam gibi parlak, cilâlı, içi dışı aydınlık, ferah, hoş renkte idi, peri masalı kadar süslü, sevindirici, acayip, sanki yalandı. Yorgun, yaralı ayaklar bir ilik, sabunlu suya girince nasıl rahatlık duyar, gevşer, dinlenirse gözlerim de bu manzaraya öyle daldı. İçinde Yazan: « Refik Halid Hâtıraları Günes Çarpması aeaeesanesesesesee rahatladı, yayıldı. zevkinden ba- yıldı. At oynatarak gelen karşıcıları beklemeden, devemi çöktürmeden, boynuna asılarak yere atladım, o hurmalığa, o sulara, batmış güneş ışığında ayva peltesi gibi iç açıcı, tatlı, şuruplanmış görünen vahaya doğru koşmıya, başladım. Gelenler beni yakaladılar, kucakladılar, gö. türdüler, Neden sonra kendimi bir ziyafet Sofrasında buldum. Burada kadını erkekten ayırım- yan bir meclis kurulmuştu, . süs, servet, medeniyet içinde idim. De- ve tüyünden halılara üzanmıştık, kuştüyü yastıklara dayaniyorduk, yanı başımızda velpareler sallıyan halayıklar vardı. Daha sonra da düdükler, dabrukalar oçalınmıya başladı, erkekli, dişili danslar edil. di. Şaşıyorsunuz, belkide inan- mıyorsunuz. Fakat size daha fev- kalâdesini söyliyeceğim: Yaşlı E- mir, şerefime tertip ettiği vaha sü- varesine kırk kadar karısını da be- | gı çeşmelerin sayısı Teber getirmişti. Göz alan bir ipek hışırtısı arasında dünyanın en seç- me. incilerini, elmaslarını bu ke dınların gerdanlarında gördüm. O kadınlar zaten, dünyamızın en $6ç- me güzelleriydi. renk renk, cins cins, abanoz derilisinden papatya saçhsı ve gül tenlisine kadar OE- mir, bir aralık kadınlardan birisi- ne işaret etti. İşaret edilen yerin- den kalktı, körpe hurma ağacı gibi narin, ince endamlı, yarı çıplak bir vöcut.. Gergin, dar bir Hint ku. maşile örtülü ufacık, " toparlacık kalçaları ahenkle yalpa vurarak karşıma dikildi, bir kadeh uzattı ve gülümsiyerek şöyle dedi: — Buyurunuz, aslanım, burma rakımızdan tadınız! Bunu srapça değil, peltek bir Kaf kas şivesile, türkçe söyledi. Bir çekişte içtim. İçime bir kü- rek kor serpildi. ağzım taze kop- muş pişkin hurma kokusile doldu. Yüzüne, etrafıma, kendime baktım. — Rüyada mıyım? diye sordum. Kafkasyalı güzel kız gülümse. miti: — Dalının üzerinden süzülüp a- gacın lifleri içinden geçerek toprak testilere damlayan bu hurma rakısı gerçeği rüya gibi gösterir, aslanım! Demişti. İçerde dabrukalar ve dü dükler mütemadiyen çalınıyor, mü- temadiyen yelpazeler sallanıyor, bohurdanlıklar tütüyor, sofralar dolup dolup boşamıyor, hurma ra. kıları elden ele dolaşıyordu. Dışar- TAN TARİH YADİGÂRLARIMIZ Tahr Ss ui hayattır, bu bakımdan es- Ki felsefenin kâinatı terkip eden unsurların arasında ve ba- şında yer alır. Türklerin efsanevi atası Oğuz Han'ın oğulları arasın- da bir de “Deniz Han, vardır. Do- ğu Türk illerinin sahillerinde ya- Şayan eski dedelerimiz denizi kut- lu sayarlardı, Ölülerini tabut ha- lindeki bir kayıkla denize atarlar, mavi dalgaların ninnisi ie ebedi uykuya terkederlerdi. Büyük ta- rihçi ve âlim İbn-İn-Nedim'in 377 hicret yılında bize kadar gelmiyen bir çok eski kayraklara dayana - rak yazdığı “ELFihrist, adlı ki- tabında Orducu ismini taşıyan Türklerin suyu Tanrılaştırdıkla - rını ve suya taptıklarını söylü - yor (1). Mani dininin Arzinur ve Cevvinur gibi kabul ettiği iki um- deden birincisinin beş rüknü ba- şında su da vardır: Su, hava, rüz- gör, ışık, ateş. Mani dinide suyu mukaddes sayar ve yedi veyahut dört vakit namazlarını kılmadan övvel su ile temizlenmeyi şart koşar. Tarih bi- #e Fırat nehrini cennetten çıkaran ve onu takdis eden milletlerin bu- lunduğunu haber veriyor. Türk - ler temizliği ve suyu çok seven bir millettir. İslâmiyet temizliği ve onu ha - zırlıyan suya ehemmiyet verdiği için Türkler çabucak bu dine ısın- mışlar ve onun inkişafına çalış - mışlardır. Kuranda suyu öğen bir çok ayetler vardır. Tanrı her şeye sudan hayat ver- dik, diyor. Çarşıkapıdaki Koca Sinan Paşa sebilinin kapısına kazılan bir ha- diste; su vetmehin iyilikleri Şöy- le tasvti “Bir kâfiri suluyan © bir sene, bir hayvanı suluyan Yirmi sene, bir ağaca su veren kırk sene, ve bir müslümana su veren o yetmiş sene oruç tutmuş gibi olur.,, u vermek oeski adı sadaka olan içtimai yardımın ba - şında gelir, Türkler girdikleri yerlerde çeş me, sebil, musluk, sarnıç, havuz yaptırmışlar, kuyular ve kanallar kazdırmışlardır. Bizans zamanın. da İstanbulun Kırkçeşmeden baş. ka akar suyu yoktu. Şehrin suyu üstü açık beş havuzdan temin edi- liyordu. Fatih İstanbulu &lir al - maz, 200 çeşme yaptırdı — Oğlu Beyazıt, bu çeşmelere yetmiş da. i ha ilâve etti. Kanuninin yaptırdı. tam yedi yüz- dü. Vezirlerin, devlet adamlarının ve zenginlerin yaptırdıkları çeş - meler de başka... Dördüncü Murat zamanında ya- pılan bir istatistiğe göre, İstanbul aa era da, gece, limon küfü bir kadife ka- dar hoş, tüylü ve açık renkliydi. Üzerine durmadan atılan şenlik si. lâhlarının alevleri kızıl kar parça. ları gibi yağıp yağıp sönüyor, tut- madan eriyordu. Bu peri masalı, galiba, kırk gün kırk gece sürdü. Yine de, zihnimde hâlâ sürüyor! smanlı zabiti daha söyliye. cekti. Fakat içimizden biri acele etti; — Anladım, dedi, sizi güneş çarp muş! Kaşları çatıldı, neşes'zce dedi ki: — Evet, beni Sanaya getirdikle- ri zaman yatağımın başına üşüşen doktorlar da öyle söylemişlerdi, “teşemmüs,, demişlerdi. Sonra başını şüpheli şüpheli sal dadı: — Belki öyle idi,. Fakat belk! de değil! Sustu, otokar pencsresinden boş sinema şeridi gibi kayıp giden k çöle, hayalinde mi, hakikatte mi geçtiğini anlıyamadığım o tarçınlı akide şekeri rengindeki hurmalık- tan Iz arar gibi tekrar bakmıya koyuldu. 1 maa, YAZAN: ibrahim Hakkı Konyalı me da vüzera ve ulema adına yapıl- mış 4 bin çeşme, 9995 hususi ve umumi çeşme, 7889 su musluğu, 200 sebil, 600 bin su kuyusu, 55 sarniç vardı (2). Tİ Mehmet kendi adile şöhret bulan Fatih camiini ve etrafındaki kültür, sıhhat ve içtimai yardım müesseselerinin in- şasına başlamadan evvel Irgat ha- mamını yaptırmıştı. Kendi mües- sesesinde çalışırken terliyen ve yorulan areleninher'gün bu ha- ...... alarını temin et - da yıkan mişti, Ön birinci asirdâ İstanbulda 200 sebil tesbit edildiği halde Topka- pı sarayı müdür muavini merhum İzzet Kumbaracı, bütün mesaisine Teğmen İstanbulda ancak 122 se- bil bulabilmiştir. Fakat bunlardan ayakta durabilen veyahut enkazı kalanların sayısı 82 dir. Müteba- ki 40 sebilin ancak kifaplarda ad- | larına rastlamıştır. Istanbul çeşmelerinin bugünkü durumu daha acıklıdır. Bugün hal- ka bir bardak bedava ve temiz su temin edemiyen İstanbul üç, dört asır evvel sebillerinde Atina ba- Mindan ve şekerden şerbetler, Ke- Şiş dağının kariyle (o soğutulmuş buz gibi temiz sular ve ayranlar dağıtırdı. Her köşe başında gürül gürül akan çeşmeler şehre ferahlık verirdi. Mimar Sinan su yolla- rını o kadar itina ile yapmıştı ki, pislenmesine katiyen imkân yok- tu. Bugün tifo menbsı sayılarak kapatılan çeşmelerin suları sıhhat şurubu gibi tertemiz akardı, | ugün ayakta duran sebiller dedelerimizin içtimai yar- dıma verdikleri önemin yaşıyan âbideleridir, Bunların içinde sanat ve mlma- ri bakımından her vakit göğüsle- rimizi kabartabilecekleri vardır. Fakat bunların hepsi de ihmal yü- zünden tehlikeler © geçiriyorlar. Bize kadar yapı, renk ve ihtişamı asaletlerini muhafaza ederek ge - lebilenler son zamanlarda kiraya verilme bahanesiyle berbat edili- yorlar, Çarşıkapıdaki Oo Sinan Paşa sebilinden sonra Lâle Devri - nin pırlanta bir yadigârı o- lan Şehzadebaşındaki e Nevşehirli İbrahim Paşa sebili de seneliği 160 lira gibi az bir para ile birisi- ne kiralanmıştır. Bu sebilin haş- meti ve inceliği başta Nedim ol. duğu halde o devrin bütün şairle- rini dillendirmişti. Üstünde hâlâ şair Vehbi'nin ve Reşit'in iki man- xum tarihini taşımaktadır. — Beş mermer sütunun yüklendiği zarif bir kubbenin altında kordelâ gibi işlenen U taşlarile, & kitsbelerile, hendesenin en zor şekillerinden Şehzadedeki Ibrahimpaşa Ibrahim Pş. Sebili Ediliyor > SİLEREK sebilinden bir görünüş dokunmuş beş tunç penceresiyle, içindeki kalemkâri nakışlarile bü- yük bir kıymet olan bu sebile şim- di adi tahtadan çerçeveler yapı- mıştır, Her seyyahın o muhakkak uğradığı ve önünde vecd ile iğil- diği bu âbide şimdi, tahrif ve tah- rip ediliyor. İçindeki kiracı nefis hakışların bir kısmının üstüne ki- reçle badana çekmiştir. Tarihe, tarih yadigârlarına. gü- zel sanat eserlerine büyük bir yer veren Cümhuriyet idaresinde bi- rer pırlanta gibi mahfaza içinde saklanmaları lâzım gelen bu se - billerin hasis bir menfaat endişe- siyle şuna buna kiralanmalarını hiç doğru bulmuyoruz. Sayın Belediye Reisi Lütfi Kır. dar'ın ve eski eserleri koruma he- yetinin nazarı dikkatlerini çeke- riz. Ss... Ti) Sayfa 478 ve 465, (2) Evliya Çelebi Seyahatnamesi. Cİ 1, sayfa 510. Genç Amerikalı Kızın Kırdığı Garip Rekor merikalı Mis Helen Gerdey, Paskalyalarda daima krep tatlısı yapar ve dostlarını toplıya- rak onlara ikramlarda bulunur Süt lü unu kızgın tavaya döküp daha büsbütün katılaşmadan havaya fır. Tatmak, üstünü altına getirerek pi- şirmek pek kolay (değildir Fakat, Mis Helen bir saat içinde bu krep- lerden 7İ, tane pişirmiş ve bir rekor kırmıştır. Onu seyredenler pişirdiği krepi de pişireni de i

Bu sayıdan diğer sayfalar: