19 Mart 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

19 Mart 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ie na Kisi Yakın Tarinin En Esrarlı Çehresi: 120 Düşmanın Taarruzu Başlamıştı 1937 Temmuzundaydık, Fırkamız Aldığı Emre Göre srekete Geçmiş, Düşmanla Savaşmıya Başlamıştık | Atk İnegöl ovasına girmiş - My, 4k. Tıpkı sivri birer ok gi- alayı dan vınlayarak o fırlyan hiç giz ve bölüklerimiz, yalın erliyor, düşmanın bağırla- si tiyo ği, sırtlarım deliyor, de - K » deviriyor ve eziyordu. Kuv- eri bein, niz bütün cephede, zafer MW,,DİN kanatlarına yapışmış gi- Mi uçuyor, düşmanlarımız tak kaçıyordu ve Bini Bece giren nisan ayı düş- mıza sabahleyin kanlı bir gp,» davril yapıyordu. ay, EĞ akşam üzeri, geç vakit pi Tüy girmiştik. Düşmanın kol - i Ny zancıdaki müdafaa batti- oğr, uştu. Artçıları da İnegöle g le, Sârkan sırtlardaki çamlik - el iş tag tu Ve bu süretle inki- öy, himizi şereflendiren ikinci Zaferi de nihayetlenmişti. * B #N bu büyük zaferin sevinci ©i| ke, | Ve kendimi unutmuştum. Srkadaş gibi ben de yürümüş, m. Fakat, İnegöle gir - akşam, hayvandan iner ? Olduğum yere yığılmıştım, 1 £>* çağrılan fırka hekimi Beyin tavsiyesi ile, beni Çı- “ # | Üy lamna götüre arkadaş - # ei 11 iz âyaklarımdan © çıkarmağa aylak olamadıkları çizmeleri- konçlarını kesmek mecburi » kalmışlardı. Ayaklarım şiş- İN Sağ kesilmişti. Hamamın m salonundaki gücudümü Mng, ildetli sıcaklık dizlerimi 8 # E şti bile, baha kadar ve mütemadiyen sıcak sular içinde kal. halde ancak biraz şişi inen 2- sabahleyin bir parça kı- İmiştim. İnegölde tedarik iç ba kalçınlar üzerine geniş ii, 8İ geçirerek yavaş yavaş İlmiştim. Meşe köyünde kumandanım, beni bem mek, hem de düşmanı göz“ “çin Boğaz köyüne gönder- Üşmana karşı cephe aldığı- Büzel köyde istirahatte ka- tüğüm arslan gibi canlan - Ben de yakın mesafeleri bir Yardımı ile yürüyebile- hale gelmiştim. Düşmanm Muzafferiyetimiz ile neti- Umumi taarruzuna kader, ÜR ay bu mevkide geçirdiğim ki, bİr istirmhat ayaklarıma ve hareket kabiliyetini İİ fi ii fi #£ ie İR £ 7444 Mi. beni sık sık rahatsız et- Mit, Nihayet harp sonunda büs- Üy, ldetlenen rahatsızlığım bu w tin kesilmesine bile muva- *decek bir hale getirmişti Ta Yı temmuz ayının İlk ani aftasında idik. Birkaç za- Ye dillere düşen düşman , m ilk ateşi parlamıştı. kyn otuzuncu günü bütün Min başlamıştı. Fakat | in Z geçen üç ay içinde bü- Small sarfetmiş ve diğer İk artmızdan gördüğü büyük ağ fevkalâde bir hazırlık Cephe gerilerine yeni Tyler, bol cephane yığmıştı. Makineli tüfek adedini art- vii Bu sebeple malzeme ba- Ng bizden çok üstün idi. Ger kn, İman itibarı ile biz düş- A 2dan çok kuvvetli idik. Fa- Jasanca, « silâhça ve bilhamsa Miz ii Vamtalarmca çok noksand- tüy edi. Bu ciheti gözden kaçır “lk,” büyük kumandanlarımız, Mağ hirpalıya hırpahıva içeriye Sekmek, üssülbarekelerinden mak, türlü türlü zorluk- oi Si, Karşılaştırmak esasını takip B,ti anlaşılıyordu. taarruza obaşlaymea- da aldığı emre göre hare kete geçmişti. Düşman öncüleri ile teması muhafaza ederek Kurşunlu, Mezit deresi yoluyla Pazarcık sırt- larma gelmiştik. Gerek bu sırtlar- da ve gerekse Tilkişi taraflarında düşmanı birkaç gün oyaladfktan sonra da istikametimizi değiştir - miş, Kütahya ve Altıntaşı taraf- larına geçmiş ve nihayet Eskişehire doğru çekilmiştik. B: esnada fırkamız Seyitgazi tarafına gönderilmişti. Va- zifemiz, oricat halinde bulunan fırkalarımıza zaman kazandırmak, düşmanın ileri hareketini, wümkün olduğu kadar, ağırlaştırmaktı. Bu harekette bölüğüme Seyitgazi bo- ğazmı tutmak, geride cephe teşkil edilinceye kadar düşmanı oyelamak ve durdurmak vazifesi verilmişti. Fakat, düsman çok çekinerek ve hattâ çok düşünerek ilerliyordu. Ba veziyetten istifade ettik. O sırada Seyitgazide kaymakam (bulunan Kerim beyle beraber, mevcut bü- tiin erzaki geriye naklettirdik. Üç gün devam eden bir teraddütten sonra, düşman yine şiddetli bir ta- arruza geçmişti. İki piyade fırka- siyla (Cevizli) boğazından geçerek Sivrihisara doğru ilerlemişti. Bu vaziyet üzerine aldığım bir emirle tuttuğum boğazı bırakmış, Hamldi- ye köyü sırtlarında yetiştiğim fır. kamla beraber, faik düşman kuv- vetleri ile harp ederek Sivrihisara gekilmiştik. Düşman ileri hareketi- ni yine ağırlaştırmıştı. Beklediği- miz iki gün içinde Sivrihisara ge- lememişti, Bn sırada alınan bir emirle fır. kamız Polatlıya geçmişti. Birkaç gün ihtiyatta ve istirahatte kaldık- tan sonra yeni tutulan cephenin solundan Haymanaya doğru sark- mak teşebbüsünde bulunan düş- manı, Mangal dağı arkasındaki Ker- piçli köyünün ilerisinde bulunan sırtlarda, önlemeğe memur edil - miştik.Gittik. İlerlemek istiyen bu kuvvet prens Andreanın kuman- dasındaki kolordu idi. Kumanda- nunız İbrahim bey, bu kolorduyu önleyip isgal etmekten ziyade, ge- rilerine düşüp sıkıştırmak yolunu tereih etmişti. Hemen Gırgır dağı ile Çifteler çiftliği arasındaki bo- azdan düşmanın gerilerine sark- tik ve çok faydalı bir baskın yap- tik, Birçok erzak yüklü bayvan ya- kaladık. Fakat bu hareketimizle düşman ileri bureketinden sarfına- zar etmemişti. Düşman önde biz ge- ride ve fırsat buldukça tâciz ede ede Sakaryaya doğru ilerliyorduk. K samdan İterahim bey, plân yine değiştirmişti. Bu sefer de düşmanm önüne geç- mek istemişti. Bir yıldırım sürati ile Mangal dağının sağından, Hay- mana üzerinden geçmiş, “Baltacı- ini" köyünü tutarak karşısma di- kilmiştik. Burda yaptığımız muha- rebe ile düşmanı bir hayli hirpala- mış ve olduğu yerde durdurmuş- tuk. Bu fırsattan istifade ile “İn - lerkatrancı” nın şarkmda tutun- muş ve düşmana karşı cephe al - miştik. Birkaç gün sonra, fırkemiz cen- hesini ikinci süvari fırkasma tes- lim etmiş ve yine Mangal dağının garp sırtlarma çıkmıştık. Süvari kolordumuzun kumandanı Fahret- tin Paşa da o sırada bulunduğumuz sırtlara gelmiş ve bütün kolarduyu oraya toplamıştı. Biz Mangal da - ğında iken bütün cepbelerimizde mukabil taarruza geçmiştik. Düş- manm vaziyeti müşkülleşmişti. İ- ki fırka ile bulunduğumuz Mangal dağmi tutmak ve tutunmak İste - yen düşman, ateşimiz karşısında dağılmış ve bu teşebbüsü terk et- mek mecburiyetinde kalmıştı ve İnlerkatranerdan Sakaryaya doğ- ru kaçmağa başlamıştı. ii kolordumuz artik Man- gal dağından fışkıran lâvlar Elbi ovaya yayılmış ve kaçan düş- manın peşine takılmıştı. Bu yaman kovalama hareketinde fırkamız da (Uzunbey) ve (Beşköprü) istika - metinde ilerliyordu. Bu sırada ku- mandarım beni de bölüğümle, İn- lerkatrancı ile Sakarya arasındaki sırilarda kalan perakende düşman kuvvetlerini temizliyerek Sakarya- nın Beşköprü mevkiini tutmak ya- #fesine memur etmişti, Bu mevkie geldiğim zaman düşman kâmilen Sakaryayı geçmiş, köprü tombaz- larmı kaldırmakla meşgul bulunu- yor idi. Hemen hâkim noktaları tuttum. Şiddetli bir tüfek ve ma- kineli tüfek ateşi açtım. Bir taraf. tan da birinci ve ikinci takım za- bitlerim Osman ve Asım efendiler- le bereber, yüzme bilen yirmi beş neferimi Sakaryaya soktum. Şid- detlendirdiğim ateşin himayesinde bu arslanlar karşıki sahili tutmuş- lardır. Tombazların başında bulu- nan düşman efradı bağrışarak ka- gıyorladı, Bizimkiler de, su kena- rmda buldukları, arabalardan a - Irp indirdikleri tombazları suya a- tıyor, bulunduğumuz tarafa geçiri- yor, sazlıkların arasına gizliyor - Jardı. (Devamı var) * Cevaplarım : Zonguldakta (N. Tekin) e 1 — Müracant etmedim 3 — Emekli polis başmemuruyum. Saygılarımla, K öy zenginlerinden Zülfü A- Ba ne zaman sorulsa, av- da idi. Çocukken, ağızdan dolma bir $ü- #ekle avlandığı sırada kendi ken. disini yaralamış, bir gözünü kay- betmişti. Bunun intikamını şimdi, tek gözüyle bir teviye kuş peşin. de dolaşarak çıkarıyordu. Fakat çocukluğunda yaptığı ilk kazalı av ona fena bir lâkap takmıştı; halk arasında Kör Zülfü diye anılırdı. Kör Zülfü, bundan kurtulmak için bir çare buldu, hacca gitti ve dönünce artık Hacı ZüMü Ağa oldu. Bir bahar sabahı şehirde kendi- sine rast geldim. Tüfeklerile, kö- peklerile, heybeleri ve adamlari! otomobiline biniyordu. — Uğurlar olsun, Hacı Ağa! Dedim, Beni iyice görmek için sağlam gözünü yüzüme çevirdi: — Buyur, dedi, keklik avlama ya gidelim! — Dağ, tepe dolaşmaya mecalin yok, diye cevap verdim, gripten yeni kalktım. keklik avi değil... Bir “mahfazalı” yere otu- kuşlar takım takım se e gelecek, atacaksın, U- $ak avı mi sanıyorsun? Paşa avı! — “Alaca” ile mi avlanacaksı- niz? — Hayır, kancık sesile.. Bak, bahar vaktindeyiz. Bahar sade in- sanların değil, kuşların da aklım başından alır. H âlep içinde bahara delâlet eden işaret yoktur. Sıcak iklimlerin ağaçsız ve ki- remitsiz her taş şehri gibi tek bir renk ve değişmez bir ışık ile kap- İiyız; mevsimleri içeriye sokmu- yoruz. Düşündüm ki şimdi Hacı a- ğanın gideceği yerlerde bademler çiçek açmıştır; tarlalar yeşermiş- tir; şurada, burada, köpüklü bulut- ların akisleri sallanan su birikinti. leri görülmekte, kurb sesleri 3 SAFRA NE İŞE YARAR? Safra eski zaman hekimliğinde meşhur “ahlâtı erbaa,, dan biridir. O zamanlardaki fikirlere göre bü- tün tabiat ve onun içinde bulunan İnsan dört unsurdan yâni toprak ile su ve hava ile atesten mürekkep sanılırdı. Fakat bundan başka İn- sanın dört tane de ahlâtı bulundu- ğu kabul edilirdi. Bu meşhur dört ahlâta kan, safra, sevda, bal- zam denilir ve insanın sağlık ha- nde kalması dördünün de hirbir- lerile müvnzene halinde bulun” masına bağlı tutulurdu... Bu zamanda unsurların da, ab- latın da sayıları kırkı çok geçi se de bunların arasında safra hâlâ eski mühim yerini muhafaza et- miştir. Bunun hakkında fikir bile dönüp dolaşıp gene eski şekline gelmiştir. Eski zamanda olduğu gibi bugün de salrayı çıkaran karaciğerdir ve ©- ki zamanda olduğu gibi, bugün de insanın sağlığı safranın yolun- da çıkmasına ve yolunda akması- na bağlıdır. Safranın işi, bir kere, barsaklar- da yağların ve şekerlerin hazmına yardım etmektir. Vâks, safra kendi kendine hiçbir seyi haz- mettiremez, fakat o bulunmayınca yağlarm erimesi gücleşir, ondan başkaca da üzüm şekerinden baş” ka türlü şekerlerin de üzüm şeke- ri haline girerek kana karışabil- mesi için lüzumlu olan mayaların barsaklardan çıkması da güç olur. Safra bu İki işi de kolaylaştırır. Yediğimiz yağlar barsaklarda hazmedilmiş olsa hile, onların ka- na karışması gene safranın yardı- mı ile olur. Karaciğeri yolunda işliyerek lüzumu kadar safra çi- karan bir adam yediği yağlardan yüzde 89 dan 93 e kadar nisbette İstifade ettiği halde safrasr yeti- şecek miktarda olmaymca ancak yüzde, 20 nihayet 40 nisbetinde Btifade eder. Halbuki yediğimiz gıdalar ara- sında yağ bulunması ve bunun ka- na karışması vücudün tabii sıcak- Iığını dalma ayni derecede tut- mak icin pek lfizumludur. Kanda yağ olmayınca vücut kendini s0- Euğa karşı müdafaa edemez, On- dan dolayı karaciğerleri yolunda işlemiyen kimseler çok üsürler ve gittikçe vücutlarını eritirler... Ka- raciğer yolunda işliyerek lüzumu kadar safra çıkarmayınen'bir ta- aftan da üzüm şekerinden başka şekerlerin hiçbiri, meselâ her va- kit yediğimiz pancar şekeri, unlu tatlılardan vücudün istifadesi da- ha az olur, çünkü bu şekerin şeke- ft barsaklardan içeri giremez- Er, Onun bir işi de barsaklarda gi- dalarm çürümesine ve fena koku çıkarmalarına sebep olan mikrop- ları telef etmektir. Halbuki cürü- ropların çoğalmalarını kolaylaştı- rir. - Ondan dolayıdır ki karaci- gerleri bozuk olanların karınları, gazlardan, gerilir ve ne- fesleri bile kokar, - Safra, yolun- da işlemeyince inkıbaz gelmesi de bunun neticesidir. Yemeklerle yediğimiz vitamin- lerden bir kısmı ancak yağ içinde eriyerek kana o karısacaklarından safra yetişecek miktarda olmayıp yağlar iylee vüdudümüze girin- ce vitaminlerin de hepsi vüvudü. müze yarıyamazlar. Bundan do- Jayıdır ki kemiklerin hayatı İcin lüzumlu olan kireci vücnde yar- yacak hale getirecek vitaminler bulunmaymes kemik hastalığı ge- lir, Bundan baska yedikleri yağ- lardan tamam İstifade edemİyen- lerin tırnakları düser, sacları bütün kılları sertleşir ve nihayet düşerler... Safranm bu kadar büyük iyi- liklerine karşılık pek büyük bir de fenalığı vardır. O da barsakla- rm İçine sığmayıp ta kana karış tığı vakit olur. O vakit safra tam münasile bir zehirdir. Bir tavşa- nm kulak derisinin İçine biraz safra şırınga edince tavşanın ku- lağı düşüverir.. Sarilik hastalığı da İnsanm kanına safra karışması demektir. Sarılığı tutulan, vâkıâ, tavşanın kulağı gibi, hemen düsü- ile vermezse de, bütün vücudü safra | zehirlenir. Hâtıraları Keklik gor... De .... a duyulmaktadır, Halepte güneş taş duvarlı ak sokakların cenderesine tıkandığı için bir nevi ışık düma- nıdır; duman gibi fazla koyu, bo- Bucu, âdeta isli, göz yumdurucu ve şaşırtıcıdır. Halbuki kırlarda genişliğe serilmiş, incelmiş, renk- lerle youğurularak, süzülerek el - * A v yeri e seçildikten sonra Zülfü Ağa emir verdi: — Getiriniz “Nazlı” yıl Sonra bana döndü; — Çığırtkanın adını Nazli koy- dum. Bir zamanlar keklik sekişli yosma bir Nazli da benim ve be- nim gibi bir çok delikanlıların ca- nini yakmıştı! Biraz sonra kâhya, kucağında üstü sımsıkı örtülü bir şey taşıya- rak ve yaş topraklarda düşmeme. ğe çalışarak yanımıza geldi. Örtü- yü usulcacık, sarsmadan, sallama- dan ağır ağır kaldırdılar: Örme daldan dar bir kafes için- de bir anaç keklik... Kuş açık havaya çıkınca şöyle bir kabardı, ayağının birisini, tir- naklarını açarak İleriye uzattı, sil- kindi, kırmızı halkalı gözlerinin beyaz perdelerini aça kapaya bize baktı; hafifçe gıdgıdladı. Götürüp uzakta bir çalılığın a- rasina sakladılar. Beklemeye koyulduk. * D işi keklik, yeşil dekor için- de, gevrek gevrek, istekli istekli, bir operet maşukası kadar Süslü ve sevimli çağırmağa baş- lamıştı. Neden sonra, yamaçlardan ka- lın ötüşlerle bir çok cevaplar du- yuldu, Akşam üstleri kırlarda kek- lik sesi işitmemiş olanlar bu sa ata ve bu tabiate yakışan en hoş nağmeyi duymamışlar o demektir. Gölge düşmüş sulara, ürperen ot- Isra, ovada sürülerin dönüşüne ve havada tütsülenen bahar kokusu- na yaraşan en güzel ses! Hacı Zülfü “hazır ol beyim!” dedi. Dişi davetine can atan bir iri keklik çahların arasından önümü- 26 çıkıvermişti. Bana hırsından ge- rilmiş gibi göründü; pençelerinin üzerinde yürüyordu; sese doğru gi- derken cakal, hovarda, başari bir hali vardı. Ne zarif, ne mert, ne dinç bir kuştu; her tarafından ha- yat taşıyordu. Yanımdaki fısıldadı: — Haydi! Tetiğe dokundum. Yerde bir Yazan; eserse : o Refik Halid Böyle, bir ikinci erkek kuş gel- di, bir üçüncü, bir dördüncü... Top- rağı eşeliyerek, kanlar içinde, tüy- leri dağıla dağıla uğurunda can verenlere dişi kayıtsızdı. Hattâ se si, bu zulümden zevk alıyor gibi gittikçe tatlılaşıyor, civelekleşiyor, gittikçe naz ve cilve kesiliyordu. İçimden susmasını istiyordum; fa» kat, Hacı ağa ile uşaklarına kar- şı merhametli, mühallebici, İstan. bul çocuğu görünmekten utanıyor, vuruyordum, B ir aralık Eki erkek keklik ayrı ayrı çalıların içinden ortaya atıldılar; birbirlerile boy ölçüştüler. Kızıl kurdelâl: boyun- ları şişmişti; gözleri kor kesilmişti, ateş saçarak bakışıyorlardı. Sonra kanatlarını yere sürdüler ve ho. murdanarak tutuştular. Dişi hâlâ ötüyordu; daha keyifli ötüyordu; kıkır kıkır, kıvrak kıy. rak, neşeden katılârak, zevkten ta- şarak ötüyordu. İşte o zaman müthiş bir şey gördüm: Ortada üçüncü bir keklik vardı; bu keklik kavga sırasında gelmiş ti, tüfeğin patladığını işitmiş, kuş. ların vurulduğunu görmüştü. İşte bu keklik ölüm tehlikesini hiçe sayarak pençeleri üzerinde yüksel- miş, göğsünü dikmiş, dişinin giz- lendiği çalılığa-doğru, o kahpe se sine doğru, önüne geçemiyeceği bir cinsiyet hırsile pervasız yürü- yordu. Onu da vurduk. Hacı Zülfü; — Bizim Nazlı bin altın değer! diye öğünüyordu. * gündenberi, insanların di kadınlar için vuruşup dö- vüştüklerini, - mücrim ve maktul olduklarını işittikçe hep bu kekliği hatırlar ve kulağımda hep o çı ğırtkan sesi duyarım. Şef Diyor ki Milletin mürakabesi, ida- re üzerinde hakiki ve fiili ol. madıkça ve böyle olduğuna milletçe kanaat edilmedikçe halk idaresi vardır, denile- mez. Onun için Büyük Mü- let Meclisinin vazife ifa et- mahal vermiyecek salâbetle | | | olacaktır. | —— —— mesi en ufak bir tereddüde |

Bu sayıdan diğer sayfalar: