22 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

22 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Türk Safosunun Hayatı Safoya Kin Bağlamışlardı TEFRİKA No. 50 Nuru Banü, Safiyeyi Tarassut Altına Aldırmış ve Töhmet Üstünde Yakalamak İstiyordu Murat, yine Safonun bakışla - 'ındaki ibrama boyun eğdi, mü- nakaşayı genişletmekten vaz geç- ti ve yüzünü anasına çevirdi; — Valide, dedi, size gelininizi torununuz Mehmet sultanın anası- ni tanıtmak istediğim için haber yolladım, buraya gelmenizi 'dile- dim. İşte gelininiz Safiyel Ss afo; Avrupa saraylarında ya- pıldığı gibi, ana İmparato- riçenin önünde zarif bir reve- ransla eğildi, sonfa onun elini öp- tü ve kocasının; “Halam hazretle- rinin de ellerini öp!,, Demesi üze rine ayni tavırla, Mihrimabın ö- nüne geldi, reverans yaptı ve say- gi büsesini titiz kadının yumuşak- lığı kaybolmağa başlarmış olan si- Birli eline bıraktı, Padişahtan sert ve ters bir mu- amele görmemek için her iki dul kadın, Safoya güler yüz gösteri- yorlardı. Fakat, iç yağlarından bir kısmı o arda hasetten erimiş- $i. Çünkü Safoyu umduklarından da, duyduklarından da yüzel bul. muşlardı. Nuru Banü, yedi düvel ülkesinin altını üstüne getirse, bu ayarda bir kız elde edemiyeceğini ve o takdirde de oğlunu Safonun pençesinden © kurtaramıyacağını düşünerek üzülüyordu. Mihrimah ise, eski ve yeni sa- rayda elli yıldanberi yaşıyan ve Nuru Banülar gibi yüksek seviye» de güzellerin kuvvetli —varlikları karşısında bile kiymetini kayb miyen bir destanın . âztık diller- den düşeceğini düşünüp elemleni- anası Hür- rem sultanın güzelliğini terennüm ediyordu. Safo, - tasvir ve tasav- vur çerçevelerine sığmaz görünen tantanalı sabahatiyle, muhteşem melâhatiyle o destanı da varak va- rak yırtacak bir kudretteyedi ve Mihrimah işte bu kudretten elem duyuyordu. Bununla: beraber kaynama da, hela da bizzat tahta çıkmış ve İmparatorluğun idaresini kendi e- line almış gibi garip bir gurur hissettiren Safoya karşı — nefis- lerini zorliyarak — nazik davran dılar. Uzun uzun onün güzelliği- ni övdüler, zekâsını ve terbiyesini alkışladılar, sonra hep birden şeh- zade Mehmedin dairesine gittiler. Küçük prens orada Raziye hatun- Ja dadışının saçlarını yolarak, ö- telerini berilerini çimdikliyerek eğleniyordu. Büyük sna ve büyük bala bir müddet te onun kasidesi- ni terennüm ettiler ve bu cemile- lerle sultan Muradın sinirlerini yatıştırdıklarına “emniyet “getire. rek yerlerine döndüler. Hünkâr, kendilerini oda kapısına kadar teş- yi ederken şu sözleri söyledi: — Safoyu hoş tuttuğunuz müd- detçe hoş tutulacağınızı unutma yınız, Anamı da, halamı da seve- rim. Fakat Safonun incitilmesine müsaade edemem. Benim tarafım- dan sevilmek istiyenler onu can: dan sevmelidir. Nuru Benü da, Mihrimah ta, bu ihtara gevap vermediler, padişa- hı selâmlayıp yürüdüler. Lâkin içlerinde kıskançlık yangim © baş- lamıştı, yürekleri ve idrâkleri alev alev yanıyordu. Onun için Valide dairesine girer girmez, birbirleri- nin ellerine yapıştılar, göz göze gelerek ruhlarını karşılaştırdılar ve Safoyu düşürmek çarelerini a- ramağa koyuldular. Mihrimah, “Çiviyi çivi «söker, kadını da kadın yıkar, Diyerek taçdar yeğenine güzel kızlar tak» dim etmek ve onların delâletiyle Bafoyu ezmek fikrindeydi. Nuru Banü, bu fikrin pek iyi ve pek doğru olduğunu kabul etiriekle be- raber, başka tedbirlere de başvur- mak icap ettiğini ileri sürüyordu. Onun düşünüşüne göre, Safoyu bir tarassut şebekesi içine almak, âdım adım murakabe rltında tut- mak lâzımdı. O hem genç, hem mağrur olduğu için sık sık hata işliyebilirdi, saray ânânelerine ay- kırı hareketlerde (o bulunabilirdi. Hele para, yahut şehvet hirsiyle devlet işlerine burun sokmağa kal- kıştığı takdirde töhmet altıma düş- mesi daha kolay olacaktı. Bunun İ- çin de kendisinin tarassuda bağlı bulundurulması görekti, ihrimah bu lüzumu münaka- şasız kabul etti. Yalnız bir nokta ya parmağını koyarak sordu: — Onu kime gözetleteceğiz?.. Araya kendisinin tanımadığı biri- ni sokarsak kuşkulanır, yanını yö- nünü örter, sırrını keşlettirmez. Nuru Ban, hain hain güldü: — Arslanımın kâhya kadın di. ye sancaktar beraber getirdiği ka- dını torunumun yanında görmedin mi?.. Göziyle âdeta" bize arzuhal sunuyordu. Safoya da wırır gibi bakıyordu. O kadından bir çok fayydalanacağımızı O umuyorum. Eski sarayda bir “Canfeda,, var. Genç, güzel bir kızdır. Şeytana külâhmı ters giydirecek kadar da akıllıdır. Kendisini buraya getirip oğlumla tanıştıracağım. Bir yan - dan arslanımın kâhyası, bir yan- dan bizim Canfeda, Venediklinin çanına çabuk ot tıkarlar. Yalnız kendilerini okşamamız, şevke ge- tirmemiz lâzim. 'u karar hemen tatbik olun- du. Raziye hatun ele alın- dı. Eski saraydan getirtilen Can- feda kalfa ileri sürüldü ve Safo- nun lokmaları sayılmak, adımları ölçülmek, uykusu tartılmak, gü lüşleri arşına vurulmak imkânları temin olundu. O, büyülü bir ağ içindeydi ve bu ağın görünmiyen, sezilmiyen telleri içinde yavaş ya» yaş sıkıştırııyordu. Fakat-bu taz- yikin müessir olması, müsbet bir NietiEE” verebilmeyi “icin uha Muradın da iradeşi üzerinde te- sirler yapmak icap ediyordu. Nu- ru Banü ile Mihrimah, bu “okta- yı gözönünde tuttuklarından sağa” sola adamlar çıkarmışlardı, paşa ve ağa konaklarına, zengin evlere casuslar saldırmışlardı. Esir pa zaflarına gözcüler koymuşlardı. Harıl harıl “Safodan güzel,, bir kız araştırıyorlardı. Ayni zamanda, başka bir şebe- ke, sarayın dışında, musahipler ve nedimler dairesinde kurulmuş- tu. Şeyh Şüca, Kadı Üveys, Kara Mehmet gibi Manisa yâranı baş başa vererek ve sultan Süleyma- nın, Sarı Sultan Selimin teveccü- hünü kazanmış olan Şemsi Paşa- YAN yı da, padişaha hülül ettirerek * sadrazama karşı bir cepbe almış lardı. Murat, babası gibi davrâ- narak, devlet işlerini Sokulluya bı- rakmak fikrindeydi, Fakat onun iki kere elini öpmek suretile gös- terdiği küçüklüğü unutamıyor ve eniştesi hakkında garip bir hınç besliyordü. Şeyh Şüca ile ârka- daşları işte bu hıncı körükliyerek padişahla başvekilinin aralarını 8- çıyorlardı ve vezirin derece dere- ce azalacak nüfuzunun kendileri için derece derece yükselen bir nüfuz yaratacağı mulâhazasyile, sultan Muradı hiç durmadan S9. kullu aleyhine kışkırt.yorlardı Şeyh Şüca ile'arkadaşları, ken- di aralarına Şemsi Paşayı almak- Ja gerçekten ik bir kiyaset göstemişledi. Çünkü o yaman bir düzenbaz olup Hürrem sultanın kocası ve suç orlağı Rüstem Pa- şanın yetiştirmelerindendi. Kanu- ni Sultan Süleymanın, veliahtını öldürmek suretile evlât katili ol. ! masını mümkün kılan câniler şe bekesinin belli başlı uzuvlarnıdan ydı, Sonraları Se- kavgasında birinci- nin lehine vaziyet aldı ve onun tahta çıkması üzerine nedimler a- rasına girdi. Şeyh Şüca ve arka- daşları bu hâl tercümesini bildik- leri için onu, Üçüncü Murada da nedim olarak kabul ettirmişlerdi. emsi Paşa, İsfendiyar oğul- larındandı. Kizil Ahmetli diye de anılan bu aile bir zaman- lar Kastamoni ve bavalisinde, hü- kümet sürmüşlerdi. Tarih sahne- sine çıkış bakımından onlarla mü- savi bir kıymet taşıyan Osman © gullarının akla şaşkınlık verecek bir hızla büyük bir şevket elde stmelerini, Selçuk İmparatorluğu topraklarında kurulan beylikleri ve o meyanda Kızıl Ahmetli hü- kümetçiğini de ortadan kaldırma- larını affolunmaz bir cinayet sa- yıyordu. Zu'münce Osman oğul larının bu işi yapmaları kendisi- nin hükümdar olması imkânım gidermiş oluyordu! Bu irsi kin onu, padişahlara karşı sinsi bir husumet içinde bu- lundurmaktaydı. Kanuni Sultan © Büleymen evlât katili, ve Beri Be limi işret kurbanı yapmak için yıllarca çalışinası da bu yüzdendi. Şeyh Şücam, Kadı Üveysin, Kara Mehmedin dil birliği yapsrek ve sultan Muradı çember içine ala- rak: “Şemsi Paşa babanıza, dede- nize musabip olmuştur. Vakur, baysiyetli bir ihtiyar, dünya ha- linden haberdar, . gün görmüş bir emektardır, Hele doğancılıkta üs- tatlır. Ava rağbet buyuruldukça öyle bir üstadın rikâbınızda bu- lunmasi münasiptir., mukaddeme- siyle yaptıkları in üzerine ye- niden nedimliğe gelince de hemen paçaları sıvadı, Üçüncü Murada dahi kötülük yapmak yollarını a- radı. (Devnme var) OKUYUCU MEKTUPLARI Mecidiye Köylülerin Mecidiyeköyünde obüran okuyucuları. mızdan aldığımız bir imektupta aynen çu satırlar var: “Son senelerde Bayoğlumm mesire ve saytiye yeri olan Mecidiyeköyü senelerden beri belediye hudutlarına dahil olduğu hal- de şimdiye kadar bu hususta belediyece hiçbir yardım görmemiştir. “ Şişli » Mecidiyeköyü yaya yölu elân 1- sıksız ve toz içinde bir harabedir. Üstelik asfalt boyunes akan mecra sular: etrafa çirkin bir manzara vermekle beraber mik- rop ve hastalıklara yol açmaktadır. Ke- za civar arazideki küçük küçük yüzlerce su çukurları ve durmuş su birikintileri dl» duğundan şimdiden sineklerin ortaya çık- İmasına sebep olmuştur. Bu sayfiye yerinin dertlerine tercüman olmanızı rica ederiz. Şehrin zaten #z çek yapılmış esddelerine sarfedilen tahsisat- tan biraz ayırırak sıhhat ve medeniyet nokta nazarından büyük eksiklikler için- de kıvranan Mecldiyeköyüne de belediye- rin himmet etmesin! bekliyoruz.” TAN: Bu temenniyi belediyemizin e- hemmiyetle nazarı dikkate alacağından mümkün olan tedbirlerin tatbik edilece- Önden eminiz. * Büyükçekmece hükümet dairesi : Çatalcadan kariimiz Şevket Temiz ya» zıyopi İstanbul - Trokya yolu Büyükçekmece- İmektebindeki 15 fakir yavruya her gün öğle yemeği vermektedir. Kızıl- Jay ve çocuk esirgema kurumları, 23 mişlerdir. Cümhuriyet mektebinde talebe ta- rafından velilerins bir müsamere ve- rilmiştir. Talebe, muvaffakıyet gös- termiştir. Belediyedenistekleri min içinden geçer ve bu yol Avrupa ie Türkiye arasındaki yoldur. Bu sebeple Avrupadan gelen veya baska memleket- Jerden Avrupaya giden yolular Du yolden öeçerler, Büyükçekmece nahiye dairesi de bu yol üzerindedir. Fakat bu bina çok ihmal e- dilmiştir, çok kölü bir manzara arıei- mâkte ve bu harap manzara âdeta yüz kı“ zarimaktadır. Bir hükümet dairesini cc- pebilere bu halile göstermek te her hale ecnebilerde pek iyi intiba bırakmasa ge- rektir. Ufak bir himmetle bu binanm hiç değilse harici manzaramnı düzeltmek, hem de bu işi süratle yapınak lzamdır, * Çengelköyünde elektrik Tıp Fakültesi üçüncü sınıfından Tah'f İsminde bir okuyucumuz, dün matbaamı- 2 glerek şu şiküiyetini bildirdi: — Çengelköyünde oturuyoruz. Aşei yukarı bir ay var ki, elekirik cereyanı hergün #aat 10 dun akşam 17 ye kadaf kesiliyor. Bumun sebebi hakkında hiç bir malâmat edinemediğimiz gibi, cereyan kesilmeden önce slâkadarlara o malümst verilmesi ve iş sahiplerinin arcak bu su” retle vaktinde tedbir alabilecekleri hak- kındaki ricalarımız da semere vermedi Bu müddet içinde, cereyanın kesilmediği günler de olduğu için, inkıta keyfiyeti den zamanında haberdar olamayışımız bazı zararlara da yol açabiliyor. Elektrik müdürlüğünün bu hususta nazarı dikka” tini eelbetmenizi rica ederiz. Gürede Çocuklara Yardım Ediliyor Yard. m gören çek) Küre, (TAN) — Çocuk Esirgeme —— kurumu dört aydanberi Gümhuriyet | Kandırada Eski Eserler Kandıra (TAN) — Kazamızda bi” çok eski eserler, bilhassa 16' asır e“ fakir ve kimsesiz çocuğa elbise ver-| veline ait âsar bulunmakta, bunla” mektep bahçesinde toplanmaktadir. Eski eserleri tetkik etmek üzer” müzeler müm müdü Dörner gönderilmiştir. .. Güna Yazan: Kerime Nadir Eğer, hakkımda hasıl ettiğiniz kanaat, evlenme- miz için bir mahzur teşkil ediyorsa, bu geceden iti- bâren bu aşktan feragat etmeğe Hazırım. Zavallı kız!.. Ne söylediğini bilmiyordu. İzzeti nelsi, fena hirpalanmıştı, Bu vaziyet karşısında ru- humda garip tazyikler hissediyordum. Devam etmemesi için elimi sğzıma kapadım. Par- maklarımı koparırcasına çekerek: — Beni dinliyeceksiniz, diye haykırdı. — Hayır, dedim. Artık o ciheti düşünmüyorüm.. Gönlüm müsterihtir.. Çünkü bu ders seni »sleh etti. Verecek cevap bulamadan yüzünü elleriyle ka- padı ve ağlamağa başladı. Hareketsizdim, Bu muaz- zam ıztırap karşısında yavaş yavaş eriyordum.. A- radan uzun dakikalar geçti. Nihayet ayağa kalktım. Ona yaklaşmâk ve kır- dığım gururunu tamir etmek istiyordum. Oturduğu iskemlenin arkasına geçerek, hıçkırıklarla sarsılan güzel başın: avuçlarımın arasına aldim. Ve yaşlı gözleri gözlerime rastlayınen, fısıldadım: — Seni üzdüğüm için beni affet yavrum!.. TTikanarak: — Ben mi sizi affedeyim? Dedi. — Evet.. Çünkü ben seni çoktan affettim; Sonra eğildim ve doyulmaz bir hezla ıslak gözle- rini öptüm, öptüm. Biraz Sakinlemişti. Sıcak dudaklarının temasını buz kesilen parmaklarımda hissediyordum. Hayli uzun süren bu sahnenin sonunda de lâzım olan sükünet hasıl olmuştu. Ona verdiğim evrakta, bu geceye ait yapraklâr yoktu.. Halbuki, her biri bir garabet taşıyan bare- kütımın esrarını tafsilâtiyle kendisine bildirmem aresseseree g ikimizde ende mi? TEFRİKA No. 62 xx Jâzımdı. Dedim ki: — Sana verdiğim evrakta hayatımın son yaprak- ları eksiktir, Umran.. Onu yarın, yahut öbür gün yine bir zarf içinde gönderirim. Fakat dikkat et. En sonra okuyacağın salıflar, bu son gönderdikle- rim olsun! Sözlerimden bir şey anlamıyordu. Bundan emin- dim. — Her şeyi öğreneceksin. Biraz sabret!. Dedim. Artık ayaşa “kalkmıştı. Avuçlarıma aldığım elle rini sıkarak tekrar sordum: -— Söyle, beni affettin mi?. Hayretle: — Niçin? Diye sordu. — Demin seni gücendirdiğimi biliyorum. Fakat bu İüzmdi.. Daima düşünceli ve ihtiyatlı hareket et- meyi hatırında tutmalısı Son bir defa alnından der peçirdim. Ayrılırken: : — Sizi yarn akşam çitin kenarında bekliyeyim mi?.. Dedi, Kuru bir sesle: — Hayır!.. Diye cevap verdim. Yutkundu. Lâkin bir şey soramadı. Onu bir daha göremiyeceğimi bildiğim için, yelsle, ıztırapla yü- züne bakıyordum. Nihayet, ağır ağır uzaklaştı; ve avın donuk işik- lari altında gözden kayboldu... ,, üm. Ve ona kapiya ka- Sevgili kızım! Nihayet sana, böyle hitap edebilmek imkân buluyorum. Beni iyice tanıdıktan sonra, belki son sözlerimi dinlemek istemiyeceksin.. Lâkin, her şeye rağmen baban olduğumu ve bütün fenalıklarımla beraber seni pek çok sevdiğimi düşünürsen, şu kâ- gıt parçasını dolduran satırları okumadan geçmez” SİN... Saat iki buçuk.. Biraz evvel gittin. Şimdi şüphe- siz yatağındasın.. Fakat ben deli gibiyim.. Vicdan azaplariyle kıvranıyorum ve beni affetmesi için Al laha yalvarıyorum... Masamın üstünde yine mumlar yanıyor. Kuru kafa, bütün korkunçluğiyle sırıtmakta!,, Allakım!, “Taşamak bu mu?. Her mücrimin cezusı bu kadar ağir me olur?. Nefesim daralıyor. Kulaklarımda acaip uğultu. lar duyuyorum... İşte, kontun sesi: — Sizin iyiliğiniz için her türlü fedakârlığa Tazı olmağa yetnin ettim. Bu yeminimi tutacağım.. Ve devam ediyor: — Oğlum da ayni gayeye maliktir.. Bu sesi boğan ellerime bakıyorum ve? — Sefi. Diyorum. Bir fedakârlığın bu mu olacaktı?.. Karımın münis sesini duyuyorum: — Halük!. Sen bütün kabahatlerinle, kendine .eva gördüğün bütün fena vasıflarla benim kalbime hâkimsin,. Suçlu olan sen değilsin. Tallin ve tesa- düflerdir... . Ve kardeşim, ağır ağır konuşuyor. — Kendi kendinizi tehdit etseydiniz.. Insanlar için en büyük ders, kendi şuurunun ve vicdanının şamarıdır... Ellerimi dağınık saçlarımın arasına sokarak başı mı sıkıyorum.. Alacalanan gözlerimin önünde, can çekişen Hâdiyeyi görüyorum.. İşte, yastıklara gö- mülü soluk başı, mumların ışığında gülümsüyor... Ve pek uzaklardan gelen sesi mırıldaniyor: — Senden istiyeceğim iki şey var Halükl, yemin edeceksin! . Ah bu yeminleri. mükâfatı Fakat Dişlerimi sıkıyorum. İnliyo- rulg.. Bütün iyiliğime rağmen, fenalığa sürüklendi gim için çıldırıyorum... Ben bu yeminleri tutmak için neler yapmadım!?. Babam! Şimdi onu görüyorum.. Fakat susuyor. Her suç- lu gibi susuyor. Evet o, hayatımın bütün faclalarının dir.. Bunu artık iyice idr&k ediyorum.. Ya annem!. Merhametsiz kadın!.. Kalpsizliği ve ihaneti, felâketime dayanan annem!!, Onu tanımıyorum. Görmek istemiyorum... Daha geride Lizetin mahzun yüzü beliriyor. AM kasında: n — Babal.. Diye bana sesleneri bir kfiçük çocuk farkediyorum.. Bütün bu çehreler arasında, Şerifin gamsız bakışları gözlerimi bülüyor: — Adam sen del. Saadetini bana hibe ettin. Bundan ne çikar?.. İşte bütün bir ömür!.. Kırk altı senelik hayat!- Yarabbi! Günah bende mi?.. Niçin bunca azabı yak nız bana yüklüyorsun?.. Başıma çullanan bu hayallerden ve bu seslerde kaçmak için pencereye koşuyorum... Ne karanlık gö“ cel. Gök yüzü bulutlarla örtülü. Yıldızlar görü” müyor.. Derin nefesler alıyorum.. Sonra yerime dö” ni İşte, sırıtan kuru kafayı elime aldım ve bütün kuvvetimle yere çarptım. Ne müthiş ses Allahım!, Sanki Nüvid haykırıyof” Ayakkabımın kalın ökçesiyle onu eziyorum, p9” çalıyorum... — Bir daha bana böyle gülme! eğlenme!.. Diye inliyorum.. Başım yanıyor.. Şakaklarım atıyor. Göğsüm * kanıyor.. Sükünet buldukça kalemi elime alıyoW” ve bir kaç satır karalıyorum. Umran; babanı affet!. Ve iyi'bil ki, o yaptığı b tün kötülüklerin cezasım çekti. Ve son nelesine K” dar da çekecek!., tek âmili- Benimle böy!” Devamı ver)

Bu sayıdan diğer sayfalar: