22 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

22 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Rum Çeteleri Baskına Hazırlanıyor Yapacakları Kahbece Baskın İçin Hazırlanmış, Tepeden Tırnağa Kadar da Silâhlanmışlardı Ferit şeytani bir gülümsemeyle; — Arza ne hscet monşer. Ben dün listeyi şevketmeabın huzu- Tunda hazırladım ve iradesini bi- 16 İstihsal ettim vükelâ heyetinin. Demişti, Bu söz karşısında İb- san bey afallayıvermişti. Muhata- binin yüzüne bir müddet hayretle baktıktan sonra da, meraklı bir ta- Yirln sormuştu! — O halde ne diye bu adamlar. İa uzün uzadıya müzakere ve mü- mükaşaya giriştiniz ve saatlerce dldişmeğe lüzum gördünüz. İradci #eniyyenin hükmü budur deyip. Damat Ferit muhatabının s5- Zünü kesmiş ve alaylı bir eda ile; “— Eh. İşte, bunu da lüzumsuz teamüle uyar gibi görünmek Zaruretiyle yapıverdik. Gerçi bi- ii yorulduk amma netice iyi ol- — Hariciye nezareti erkânı ara- ında bir değişiklik yapacak mi Biniz?. — Elbette İhsancığım. Yapacak deği, müsteşarım sıfatiyle sizin- beraber yapacağız. Demiş ve bu eski dostunun da Yüreciğini şenlendirmişti. »ni vükelâ heyetini teşkil edecek zevat, o gece yine Feridin nezdinde “toplan- Muşlardı. Nezaretlerde yapılacak İebeddülâtı müzakere ediyorlar, *tihat ve terakki mensuplarının İsvkif ve hapisleri keyfiyetini dü- #önüyorlardı. Hepsinin gözlerini kara bir hırs bürümüştü. Bunlar Möllet ve memleketin. acıklı hal VS vaziyetine göz yumup #ttihatçı- “ardan alınacak intikamın şekille» TİNİ kararlaştırırlarken, şehrin bir ihde kanlı bir facia oynanı- ., z Büyük ve küçük Bakkal köylü- €rin teşkil ettikleri yirmi kişilik T çete, Vasil namında bir komi- tacı başlarında olduğu halde Bos- tancıda, (Başıbüyük! ün gerisinde lunan sırtlar üzerindeydi. 'Aç bİr kürt sürüsü gibi Kayışdağı site indan inmişler, fundalıklara sin- Mişlerdi. Vaktin gecikmesini, el Ve eteğin ortadan çekilmesini bek- İyorlardı. O Zamanki “Mavri Mira, lılar #n Teoharis adında bir Giritli Ba- #dönükte Bakkal köylülerile, Sa- Bandıra ve Maltepede bir hiyanet gil kurmağa memur edilmiş- i. Moda, Bostancı ve Maltepenin € Zamanki rumları, bu teşkilâtın Şetelerine, elbise, para ve erzak ve- üre vermeyi taahhüt etmişlerdi. iç düda Aristidi istninde bir mek- jp muallimi, Maltepede de Sofok- iie de bi rkomisyoncu, bu teş- *lâtı temsil ediyor va mahallecin- Tum zenginlerinden açıktan yin muavenet ve para topluyor Dr O sırada, Maltepede ötür- ikta ve halk arasında faizciliği pe cimriliğiyle meşhur olan Za- İris adında Karamanlı bir sarraf, Sofoklinin kendisinden — istediği tarı çok buluyor ve tabii ver- 9k istemiyor. Teşkilât mümessi- tarafından tazyik ettirileceğini eden bu var yemez adam, ya- pılan bu gizli işleri Osmanlı hü- ümetine haber vereceğinden ba- ile ötede beride boşboğazlık edi- YOR. Bunu habor alan Sofokliyi Mi bastırıyor. * Gizli bir Türk ei tarafından takip edildiği anına düşüyor. O sıralarda bir 1, Bostanci istasyonunda, Zafi- ye hariciye nezareti umuru ti- İYe umum müdürü Erşet bey- i Bizli gizli görüştüğünü görüyor. halde de şüpheleniyor. “ beyin, binbaşı Nidai bey Dal bir biraderi olduğunu ve hi 4i Bânede birlikte oturdukları Yu, Erehince şüphesi kuvvetleni- Çi Vehmi artıyor ve nihayet © ni meydana getirilen Vasil çe- yle köşküne bir baskın yaptır- tag et ve Nidal beyleri dağa rtmak kararını veriyor. Çe- tebaşı Vasil, bir kaç günler köşkü ve Erşet beyle biraderini gözlü - yor. Nihayet baskın gecesi de ta- yin ediliyor. Ve işte yapacakları kahbece ta- srruza da hazırlanmışlar, silâhlan- muşlardı, Gece yarısına yakın, bu kanlı teşebbüsten tabit haberi ol- mıyan ve her vakitki gibi huzur ve eraniyetle yatağında uyuyan Erşet beyin köşkünü dört yanın- den sarmışlardı, etebaşı o Vasil imha hareke- tine, köşkü bekliyen iki sa- dik köpeğe zehirli et atmakla baş- İsmak istemişti. Fakat, hayvan olmalarına rağmen, efendisine ve ekmek yediği kapısına sadakatle bağlı bulunan bu köpekler, lisanı hal ve hareketleriyle, bu hankör- lere güzel bir ders vermişlerdi. A- tılan et parçalarını koklamağa bi- le tenezzül etmemişler, tehlike sezinledikleri bu vakitsiz ziyaret. çilere saldırmışlardı, havlamışlar. dı, Atılan kurşunlarla vücutları delindiği halde vazifelerini bırak- mamişlar ve köşkün kapısında &- Yuya uluya ölmüşlerdi. Fakat yak- laşan tehlikeyi de efendilerine ha- ber vermişlerdi. Köpeklerin acı feryatları, köpek- lere atılan silâhların sesleriyle u- yanan Erşet ve Nidai beyler, uğ- radıkları taarruz katşısında hiç te şaşırmamışlardı. Türke yakışan bir atılganlık ve soğukkanlılıkla | silâhlarını kap- mışlar, balkonları tutmuşlardı. Pathyan yirmi bir tüfeğe karşı iki cep tabancasiyle mümkün olar müdafaayı yapmaktan kaçınma- mışlardı. No yazık ki, o esnada karanlıktan istifadeyle köşke yak- laşan bir kaç nankör de baltalar- la kırdıkları kapılardan köşkün içine dalmışlar, kuduz köpekler gibi rastladıklarını dalamağa baş- Ismışlardı. İki kahraman kardeş, köşkün içine intikal eden bu müsademe- rin son safhasında da Türklüğü cidden şereflendirecek bir mertlik göstermişlerdi. Salgıncı kuduruk- lsrın karşısına da ellerindeki mü- ievazı ve küçük çaptaki silâhlari- le dikilmekten çekinmemişlerdi. Kadınları koydukları odanin ka- pısında Türklük namus ve şerefi- nin birer çelik timsali gibi dur muşlar, vuruşmuşlardı. Kadınların etrafı çınlatan acı feryatlarına, patlıyan silâhların boğuk takırdı- larına rağmen, hiç bir taraftan muavenet görmiyen zavallı kar- deşler, nihayet yere serilmişlerdi. Erşet bey başına inen bir balta darbesiyle, Nidai bey de başına isabet eden üç merminin tesiriyle ölmüşler, fakat şeref ve namusla- rin alçaklara çiğnetmemişlerdi. Müsademenin başlangıcında bir fırsat bulup Bostancı (zabıtasına koşan ahçı Bolulu İbrahim oğlu Mustafanın gayreti ve mıntaka po- lis komiser muavininin himmetiy- le, ihtiyat zabit namzetleri talim- gâhından çıkarılan bir kuvvet te o sırada köşkü sarmış ve ateşe bağ- Jamış bulunuyordu. Ansızın saril- dıklarını anlıyan nankörler, artık köşkün kadınlarına saldırmaktan, eşyasını yağma etmekten vaz geç- mişler, can kaygımma düşmüşler- di. Sinsi sinsi bir tarafa çekilmiş- ler, ateşin hafiflemesini beklemiş- ierdi ve buldukları açık bir yer - den kahbeler gibi birer birer si vışıp gitmişlerdi. amat Ferit, yine tatkı bir ha- raret neşreden şöminenin karşısında, kürküne bürünmüş, koltuğuna büzülmüştü. Tıpkı bir bain çetesi relsi gibi, akşam ver- dikleri hainane kararları zihnin- den geçiriyor ve karşısında sabah gazetelerini yüksek sesle okuyan Thsan beyi dinliyor gibi görünü- yordu. Bir aralık silkinerek doğ- rulmuş ve: — Kuzum İhsaneığım, demişti. Bugün Sait Mollaya gitmeyi ih- mal etme sakın. Kendisine teklif ettiğim adliye müsteşarlığını şim- dilik kabul etmesini ve ileride ne- zarete de tayininin mükarrer bu- lunduğunu söyleyiver.. Bu kibar yobazın berikilere baş vurup bün- kör üzerinde bir tesir yaptırma- sına meydan vermiyelim.. Olmaz m? İhsan bey elindeki gazeteye daj- mış, biraz da solmuş ve sararmış» tı. Titriyen elinden gözete yere düşmüş, yaşı boşalan gözleri Fe ridin yüzüne dikilmişti. Ağlar gi- bi bir sesle; — Çok fena bir haber ekselâns, Bizim hariciye nezareti ticaret umum müdürü Erşet beyle bira- derini vurmuşlar, Sözleri ağzından dökülüvermiş- ti. Ferit, gözlerini açarak yerin » den sıçramıştı ve: — Erşet beyle biraderini mi vurmuşlar ,dediniz?. — Evet efendim. — Nerede vurmuşlar, ykuyunuz rica ederim şunu?.. — Başıbüyükteki köşkünde. — Anladım. İttihatçıların çe- tesidir rauhakkak bu haltı karış- tıran. Geçen gün bizim Zeki bey, e civarda Selim namında bir itti- hatçının on beş yirmi arkadaşiyle gezdiğini, kapiten Benetin yanın- da çalışan mösyö Alihailidisten i- şitmiş ve bana da söylemişti, İda- reyi ele alır almaz, ilk yapılacak iş bunları ezmek, ve bu gibi kan- kı teşebbüslere girişemiyecek bir hâle getirmek olmalıdır mwonşer.. Sen de bâlâ Çamlıcadeki köşkün- desin değil mi?.. Hiç durmağa gel mez azizim, Allah muhafaza bu yursun. Başına böyle bir kaza gel- i BULMACA 1234567189 19 Dünkü bulmacamızın halledilmiş şekli BUGÜNKÜ BULMACA 22345678910 Elin TL Ele I İ ai Şi SOLDAN SAĞA « YUKARDAN AŞAĞI: 1 — Kötü ©Vâki. 2 — Bsarete düşmüş g Familya. 3 — Kalığ g Yabis, 4 — Tren yolu © Bir nota g Kurum. 3 — Dir zamir g Birhart © Sz hir çalzı. 6 — Bir nota g Yetişmiş tohum © Bir harf, 7 — Bir maden © Sırlar. - $ — Büyük © Rir aamir g Üstüne öleberi konur. 9 — Kötü © Ufuklar. 10 — Vapurda bulunur © Rabıt edat. —————————— Kızılcahamam Yatı Mektebi Lâğvedildi Kızılcahamam (TAN) — Buradaki yatı mektetbi lâğvedilmiş, yatılı tale- be, masrafları mektep idaresinden verilerek memleketlerine, yatı eğya- & da Etimesut ilkmektebine gönde- rilmiştir. Bu mektepte yalnız nehari talebe okuyacaktır. meden hemen * İstanbula: neklet. Malüm ya, sen de onların gözüne bütanlardan biriydin... HAVADAN GELEN MİKROPLAR.. Havadan hastalık bulaşacağına daha mikroplar keşfedilmezden pek çok önce zamanlardanberi i- nanırlardı. Sıtma hastalığını bile bataklıklardan kalkan miyasmala- rm havaya karışarak İnsanlara bulaşmasından ileri geldiğini id- dia ederlerdi. Pastör mikropları Okeşfetmeğe cahsırkan havadaki o mikroplarla pek çok meşgul olduğundan eski zamanlardan kalan fikir mikrop- ların keşfinden sonra pek daha zi- yade kuvvetlenmişti, Fakat simdi havadan hastalık o bulaşahilmesi fikri pek zayıf kalmıştır. Vâkıi o büyük adamın yaptığı gibi mikropları beslemeğe müsait bir şey, meselâ et suyu - ilkin a- teş üzerinde tutularak bütün mik- ropları telef edildikten sonra - 2- çık havaya karsı bırakılınca birkaç saat İçinde yeniden sayısız dere- cede çok mikroplarla dolar. Ayni et suyu hiç hava almıyacak bir su- rette muhafaza edilince içine hic- bir vakit mikrop girmez. Şimdi pek küçük sayılan bu tecrübe ha- vada pek cok mikrop bulunduğu- nu isbat eder, Erime yarimi havanm we ropları o kadar da korkunç şeyler değildir. Bir kere, mikropların sayısı her yerde bir değildir. Yük- seklerde ve açık denizlerde pek az, bemen hiç gibi olduğu mes hurdur. Bir evin damında bile pek az mikrop bulunur, Şehirlerde, kalabalık mahallelerde daha çok bulunur, fakat biraz hava cereya- mi olunca mikroplardan hemen hiçbir şey kalmaz, Ayni yerde havadaki mikropla- rın sayisi mevsime göre değişir: Şubattan temmuz sonuna kadar artar, ağustos İptidasından ikinci- kânun sonuna kadar azalr.. Bir gün içinde bile değişir: En cok sabahın ve akşam sekizinde, en az sabahın ve aksamın ikisinde... Sonra da, havadaki mikropların en çoğu, hemen hepsi, şeylerdir. Kendilerini | besliyecek olan her şeye musallat olurlar, fakat hastalık yapmdaan. Gerçi bir yerde salgın hastalıklar coğal- dığı vakit havadaki o mikropların sayısı da artar. Bu hal, şüphesiz, tesadüf sayılamaz, (akat hastalı ğı havadaki mikropların getirdi- Zine de inanılamaz. Havadaki mikroplar da, hastalık mikropları da henüz İyice bilemediğimiz hal- ara istifade ediyorlar demek- Veremlilerin nefesinden kor- kanlar pek çoktur. Halbuki ve. remlinin öksürüğünden, söz söy- lJemesinden salya damlaları çıkıp ta yakında bulunan kimseye ka- dar gitmezse yalniz nefesinde mikrop olama. Verem hastanın ağ- zından yere düşer, oradan havaya karışır, fakat kurumuş olarak ve pek nadir. O vakit te zararlı bir tesi: maz, Havanm hastalık nakletmesi yalnız başıma değil, aneak havaya karışan tozlarla, damlacıklarla ve havada ucusan hayvancıklarla ©- Tur. En tehlikelisi hastaların ağ- , ak- smırken, söz söylerken. Bu damla” ciklar bir bucuk metre kadar giderek mikropları götürür- ler ve böyle islak havayı edenlerin nefes cihazıma girerler. Havadan gelebilecek h mikroplarma karşı vücudümüzün © tabii müdafaası çok defa kifayet eder. Onun için hemen herkesin burnunda, boğazında ve ağzında türlü türlü hastalık mikropları bulunduğu halde birçok kimseler hiçbir rahatsızlık hissetmeden on- ları vilcutlarında taşırlar. ve yağmur hava er mikropları telef eder. Onlardan daha kuvvetli olarak, kuruluk, ısık, hele günesin doğrudan doğ- rüya gelen ışıkları... Mikrop almak bakımından, ha- yadan zi; İnsanlardan ve ha- vada gez hayvancıklardan çe- kinmelidir. Hava, asırlardanberi kendisine isnat edilen kabahat- lerden simdi hemen hemen tam beraet kazanmıştır. 20000000000 ...... Üç Günlük Hikâye GE DİBİNDE *0009*99 Yazan: HALİKARNAS BALIKÇISI ******** Bay Hasan: — Takriben yırmi. Ahmet, like kamaralârın birindeydi. Vapurun salonunun içinde sıralanan kama- ralardan biri. Marmaristen kalk mazdan iki gün evvel bir mektup gönderdi. Marmarisli bir kadınla beraber yolculuk edeceğini, para- ları küçük bir çelik kasaya koyaca- ğını yazıyordu. — Peki bu parayı çıkartmak i- çin ne vereceksiniz” — Peşin iki yüz »lli, çıkarmca beş yüz daha. Barın bir Xöşesin te kırk dokuz luk Yeni rakısını çakıştırmakta o lan Ateşoğlu Mura* Kaptan: — Yahu, a kardeşim. Azdır. Va- purun ne sularda olduğu belli de. Bil. O para, vapuru arayıp bulmak işl için bile kâti ücret değli! diye atıldı. Bay Hasan: Vapur kolay bulunur sanırım! adi, Ateyoğlu; — Iş sanmağa kalinca kolay o- Jur. Halamın sakal olduğunu san- sam, halam amcam olur. O söyle- diğiniz sığın üzerinde yalnız be- nim bildiğim dört tane vapur leşi var. Hangisinin hangisi olduğu bu- Junacak evvelâ. Denizin dibinde Sarı çizmeli Mehmet Ağa, diycıek bir kadeh parlattı. “ tede mezelik portakalını s0- yan ihtiyar dalgıç Yengeç dede ayağa kalkıp meflüç bacakla. rile yan yan yürüyerek geldi, mef- Jüç kolunu kaldırarak, çam yarma- si gibi Kara Alinin omuzuna elini koydu. — Ben de vaktile tıpkı senin gi- bi genç ve dinç, kuvvetli ve dim- diktim. Bak şu hale şimdi. (Hu dal bre yengeç, sünger ve para çıkar bre yengeç) diye para çıkaracağız derken canıma okudular, Senin ya- şında iken, dipte kolumun bacağı- min karıncalanıp gidişmesine ku- lak asmazdım. “A canım, soğuk algınlığı, kulunç filân falan derdim. "Bu kır beş kulaç ta oluyordu. Bir gün yirmi kulaca daldım. Yüze gelip dalgıç forma. sından sıyrılınca.. Ne hacet, işte görüyorsun ya: O zaman bu za- man kolum bacağımı tutmuyor! Diyordu ve gülüyordu. Heba ol. muş hayatına acıyordu. Gözlerinde bir yaş titredi. Fakat kendine acı- maktan utandı, ia Deda Sigara dumanı kaçtı, . Hüznünü neşeyle örtmiye ça- Hanak; şeyle örtmiye çı — Ha şunu da söyliyeyim, tu - tukluğum yalnız yer. yüzündedir. Beni on beş yirmi kulaca indirin, gövdemin üzerine suların tazyikini bindirin. Bir de saatte dört beş mil dip akıntısı verin.. Vallahi denizin tabanı üstünde kuş veya balon ke- sililirm, diye ilâve etti. akat bu sözleri Katırcıoğlu Hasanın dinlediği yoktu. O vereceği parayı düşünüyordu. “Ye- di yüz elli lira” dedi. “Hemde yüz lira etmiyen kolay bir iş için” diye ilâve etti. Yengeç Dede: — Çok para değildir. Çünkü siz * bir saniye durakladı. Bu demincek söylediniz ya. Evvelâ güverteden merdiven başına gele- cek. Merdiveni inecek, Dört beş kere sağa sola dönecek. Her döne- metçe hava borusunun dirsek yap ması, havanın kesilmesi ve dalgı- cın boğulması tehlikesi vardır. Bu işsizin için bir yirmi bin lira mese- lesidir. Kara Ali içinse bir can me- selesidir.” dedi. Hasan paraları vermiye razı ol- duktan sonra bir hava makinesi ve bir yelkenli ile sığa doğru denize açıldılar. İmei Bölirümi limanının yeşil sularından, liman dışı zümrüt sulara, sonra zindan gibi derinliklerin koyu (menekşesine geçti. Saatlerce yol alındıktan son- ra provada duran iki tayfa “işte siğ!,, diye bağırdılar. Denizin mas- mavi'ovası üzerinde yeşil bir nokta görünüyordu. Üzerine varıp demir attılar. Devasa bir sığdı. Sanki âç- rin diplerin toprakları, üzerlerine abanan Okyanusa karşı isyan et- mişlerdi de, yeşil karanlıklar: £ çinden irkile irkile, sudan dışarıya güneşe baş vermeğe savaşmışlardı. Dalgıçlar dipleri deniz aynalarile gözden geçirdiler. Sığın raf gibi bir çıkıntısının üzerinde koca bir ka- ra leke göründü. O karartı (Boz- kurt) vapuru idi. Dipteki * man- zarası pek hazindi. Direk ve baca- lartnin etrafında sürü sürü orfos- lar, vlâhoslar, ve fangri balıkları tembel tembel yüzüyorlardı. Kara Ali hemen muşambadan dalgıç tulumunu geydi. Başına miğ- feri taktılar. Boğazdaki maden çen- bere vidaladılar. Hava verecek © lan makinenin tekerleğini döndür. miye başladılar. Elbisenin tulumu içeri dalan hava ile şişti. Kara Alt işte her zaman ölüm ihtimali vardı. Ne var ki bu işe alışkanlığı dolayısile, ar- tık tehlikeyi istihfaf ediyordu. E- lile hava valvin: açtı. Denize dal- dı. o Miğferden hava kaçtıkçn â- gırlaşan gövdesi kolaylıkla dibe £- niyordu. Kara Aliden bulut bulut hava habbeleri uçuyordu. Bozkurt vapuru sanki dalgıca doğru yük- seliyordu. Vapura kondu. Dana gözlü renk renk balıklar ellerinin beyazlığını görünen, ellerine bu- runlarile tosluyorlardı. Ali onlara birer yumruk vuruyordu. Sürü sü- rü küçük balıklar, miğferin camı önünden geçiyorlardı. Bazıları bu- runlarını cama dayayarak ve ağız- la kulaklarını muntazaman kapa- yarak, Kara Aliye bakiyorlardı. E- ğer Ali acemi olsaydı, gözünün ö- nünde çakan ve dolanan, bu deniz âleminden başı dönerdi. e kapısınm kapkara mağarasından koca bir akya balığı ağara ağara güneşe çıkıp, mavi bir gümüşüyle parladı. F kat Ali uzaktan uzağı, bir şey çat çat ettiğini duydu.Bu son sürat- Je yanaşmakta olan bir köpek ba- ığının galsamalarını açıp kapar. ken, biribiri ardına vurulan $ap: laklar gibi çıkardığı sesti. Köpek balığı yetişerek dalgın camının önünde durdu, Gözleri otomobil fenerleri kadar vardı. Kurşuni ve donuk bakışile, Ali ile göz göze gel- di. Alinin içi iğrenti ile bulandı. (Devami var) , ği

Bu sayıdan diğer sayfalar: