30 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

30 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 57 Esmihan Gazaplandı Murat, Kırgın ve Bitkin Uyanıp Başını Kızlardan Birinin Dizinde Bulunca Sinirlenir Gibi Olmuştu Onun için telâşlandılar, saç- larını başlarını yola yola odad fırladılar, kapı önüne konul köleleri de t doğrusu yarı aç gelmeğe Bai di, kızları fena h işin odadan dışarıya ğini şevketlâ hünkârın hâlinde kendilerinin öld ni söyliyerek kız dı, henüz termiyen banım dizine da eline bir şişe gülsuyu tutuştur- du: — Ben, dedi, gidiyorum. Siz, şevketlâ efendimiz ayılıncıya ka- dar böyle kalacaksın bileklerini ovuşturacaksınız. ranınca da bağırıp çağırdığınızı khyacaksınız, benim buraya ge- lişimi bile si Tune oldu. aksettirildi- kırı bularak bir sar'a nöb Muradın başını Şahı Hu- yatırdı, Sırricanın Kızlar, hastayla baş başi ca, yarı ölüleşmişlerdi, tek bir kelime konuşmıyarak yalnız tite yorlardı. Ağzından salyalar dökü- len, göz kapakları boyuna titriyen, ayakları — kesilmiş bir koyun bacağı gibi — arasıra kımıldayan hasta, onların şuuruna ia etmiş, yüreklerini ağızlarına tirmişti, Kamçılanmak, çuvala konulup denize atılmak korkusu olmasa, padişahı” perişan halin- de yüzüstü —Dırarıp” savaşa dı, Çünkü “ larak Al ile hemen hemen bir seviyede tu- tulan, tek bir bakışına canlar fe- da olunan şu adam bu hasta du- Tumunda boğazlanmış tavuktan Onu farksızdı, merhamet bile telkin e« demiyordu. imar (ği işte muv ge liyenbirh lince de, bi esiri KEŞAN nkâr, « Burada, yeceğim. Ve yan 3 başına aldığı ttriye (o gülümsedi: Be» beraber — tltriye — beklemekten ge- ri kalamadılar, yine titriye titriye üzüne ve bileklerine gül ceklerdir: suyu sürdüler, ellerinden geldiği wlar yaptılar, yalan fer vergisi Nakleden : Şehâbettin Fuat — Beni amma dâ korkultun ha! Dedim. Iki tane den fazla çıkmadı... tane mi? Pekâlâ; Çayımızı içelim de ben #ana iki tane mi, yoksa Iki yüz tane mi gösteririm!. Yengemin, beni bugün de çaya davet etmesinin «sbabını pekâlâ anlıyorum: Henüz işe başlamadı- ğnm için “Tamara, İle meşgul olabileceğim. Kendi- si postahanede çalışıyor. İşi de muayyen değil, Bo- zan sabahleyin, bazan akşam bulunmak mecburi- yetinde. Bu süretle evde olmadığı zamanlar, çocuk yalnız kalmıyacak. Ah, bu insanlardaki menfaatpe- restlik!, Dimitri de postahanede memur, Fakat ©- nun işi hep sabahları, Şimdi evde değil: Çoktan va- zilesine gitmiş. Kahvaltıdan sonra “Tonya,, beni babamın odası- na götürdü, “Tamara,, da arkamızdan koştu. İnanmıyordun: Bak, gözlerinle gör işte! Yengem böyle söyliyerek hiç bakıp sraştırmağa lüzum görmeden elini battaniyenin üstünde gez- dirdi; iki parmağiyle bakla gibi bir bit yakaladı. — Görüyorsun ya, dedi. Yalan mıymış? Birdenbire öfkesinden kıpkırmızı oldu. Biti yere atarak ayağiyle ezdi. Ben yarı ölü bir haldeydim. Yengem muzaffer bir tavırla bana dönerek dedi ki: — Ne semiz mahlüklar yetiştiriyor, görüyorsun. — Allah aşkına sus, “Antonin,, ciğim. Bu aralık, “Tamara,, nın yatağa yaklaştığını far- kedememiştik. Çocuk, birdenbire, bağırmağa baş» ladı: - Bakın, koşuyor, koşuyor!.: Öğleden sonra, saat üçte “Tonya,; variieye gide- cekti. Şapkasını giydi. Bir müddet etrafımda dolaş- tı, durdu. Her halde bana bir şeyler söylemek İsti- MANN n hastanın gözlerini açmağa, k durup ta, bakan hasta gözlere can başladığını görünce, ge niş bir nefes aldılar. kırgın ve bitkin uyanıp , başını kızlardan birinin &, öbür kızı da ayak Ucunda hu: yeni baştan $ 'ünkü o sabit fikir yine ki fasında yaşıyordu ve başının hi iki kızın dizlerine mış olmasını kendi hu üzülüyordu tinden 80: yeni bir tecrübe d a hasta ayağa kalktı; — Yavrular, dedi, Esmihan sul- tanı buraya çağırınız! yalnız yahut Sırrıcana vermiyordu. İki- sini birden ayni İşe memur yordu. Çünkü bu basit de istifade ederek “* ek, ikinin bir olarak hareket et- üğine şahit olmak istemişti. Kız- ların bir anda yürümeleri, bir an- da kapıdan çıkmaları ve yine bir anda dönmeleri ona, kuruntuladı- nu neşelendi. Esmihan sultan ge- ir nöbet geçirdiğini u- nulmuş görünerek, şön şen ke dedi, Artık saraya dönmeliyim. geç ama, kaplağası benim gelece- ğimi umar, uyumayıp bekler. O- için sana Allaha ısmarladık na bir durumda yanı kızları göstererek — Bunlara veda etmiyorum. Çünkü benimle bile saraya gele- İznin olursa? Esmihan sultan, kabil olsa, için- de bulundukları konağı da — za- olarak koçusuna bağlayır na gönderirdi. Çünkü Nuru B: dan, Mihrimahtan daha tatli karak, padişaha iki halayık ğendirdiğini ve bunların sarayda» ki gönüller ölemi üzerinde büyük değişiklikler yapmağa namzetlen- diklerini görüyordu. Bu görüşün verdiği sevinçle kardeşini selim- ladı: - Sana, dedi, iki değil, Iki yüz bin halayık feda olsun. Hemen şimdi kendilerini | hazırlatayım, gün doğarken, padişahımın sara- yına göndereyim. Heyecandan ziyade bir iştiha feveranı içinde bulunan ve bu iki güzel kızı bir ten, bir kalp, bir ruh haline koyabilmek hulyasın- dan da kurtulamıyan Muret, kız- kardeşinin cevabındaki nükteyi kavrıyacak kadar uyanıklık göste- rebildi, gece yarısından sonra a- rabasına iki kız alarak sokak s0- kak dolaşmayı, saray kapılarında oyalanmayı — o cevap üzerine -— yakışıksız buldu: Teşekkür ederim, dedi men yola ver mâna enir gibi birden dayan- yalarına ays Lâkin Şahı Hubsna, odi- vesileden. İkiyi bir, gör- öyle O rada bir yeni nöbet daha gö- çirmekten korkuyordu. İki kızı bir yapmak emeli üzerinde dimağını işletmek için de yalnız kalmak istiyordu. O ssbeple hem- şiresinin sarayından — çit cüce NECater ve rü çelebileri yan kaldık. & mina alarak — ayrıldı, sarayına Vakit geldi. Yol boyuna 1 Hubanla Sırrıcanı düşünmüş, onların her i- kisini ayni zamanda kendi irade- sine ram edebilmek yollarını araş- tıra araştıra Safonun neleslerin den de rtır taşıyan saray havası- na dönmüştü. hayli O geceyi sabaha kadar uykusuz geçirdi ve gün doğar doğmaz ana- sına ulaşarak müjde verdi: — Mehtap ikiye bölündü, her iki bölük elime teslim olundu. Kadın, deli saçmasına benziyen kardeşinin o bu sözleri ş çe TEFRİKA No. 5 yor; fakat, bir türlü cesaret ede söyledi: — Sen evdesin, dedi, Çocuklara iyi bak, olmaz mı? Sonra da, “Dimitri,, bugün hiç bir yere çıkmı- yacak... Şayet çıkarsa, nereye gideceğini sor, anla. Bir de, saat kaçta gideceğine dikkat et Bunları bana söylerken, yüzüme bakamıyor. Gözleri başka tarafta, Hay şeytan hi Demek ko- casını kıskanıyor ha!,. Her halde iyi bir şey değil Benim kocam olsa, katiyen kıskanmam. Kend peşinen, açık açık söylerim: “Hiç saklama, derim. Birbirimizi sevmemeğe başladığımız dakikada der- hal ayrılabiliriz.,, Yengeme ne cevap vereceğimi bilemiyordum. Bu kadın doğrusu, büsbütün hoşuma gitmemeğe başla du. O, mütemadiyen israr ediyor: — Nasıl, dediklerimi yapacak mısın;'söz veriyo sun değil mi? Yüzüne bakmıyarak yarım ağızla cevap veriyo: Tum: — Anlaşıldı, siz gidin. Yengem kapıdan çıkarken “Aleksandroviç,, gel di. Dün gece o kadar farkına varamıştım. Gündüz daha miskin, daha acıklı bir hali var. Gözlerinin altı mosmor, Kalbimde ona karşı sıcak ve rahim bir his duydum. Tatlı ve mülâyim bir lisanla dedim kiz — Nasıl ağabey, işlerin düzeliyor mu? Ağabeyim © başını öte tarafa çevirerek verdi: — Yarından sonra, Avrupa oteline kapıcı yama- ğr olarak gireceğim. — Çok şükür. Allaha hamdolsun... Günde ne ka- dar ekmek alacaksın? — Pek az bir şey: Küçük bir ekmeğin dörtte üçü, ordu. Nihayet cevap TAN kine çekine sordu: — Ne oldu arslanım; ns oldu? Ay parçalanıp yere mi düştü? — Hayır, valide, öyle değil. Ay ışığından iki kız halkedildi ve ba- na getirildi. — Nerede bu kızlar o — Esmihanın sârayındaydılar ama, şimdi yolda olsular Birazdan burada bulunacakl Gördüğün zaman muhak mak ısıracaksın ânnel Ve oradan Safonun yanına gitti Can, dedi, tahta çıkmazdan | önce sana verdiğim sözü unute dum. Dünya bir yana, sen bir y şu kalıpta senin için besle noksan gelmez. Fakat üstümüzde bir padişablık şerefi var. İster is- temez sülâlemizi kuvvetlendirme- diz. Onun icin iki ha layık daha öldim. Bir müddet ken- dileriyle oyalanacağım. Senden ri- cam şu ki, beni vefasız sanma, ta- salanma, Zevkinde ol, köyfinde ol. Sadrazama söyliyeceğim, bir dile- ğin olursa, bana danışmadan on haber yolla. Hemen yeri; sinler. bir zaman — rahatsiz edilmeksi- zin — yeni gözdeleriyle oyalar mak ordu. Fakat evdeki sap çarşıya uymadı, kurunlulanan neşeler y kederler, ıztırap- lar kaim oldu Bu umulmoz netice yine onun iki hüviyeti bir hüviyet yapmak, iki ayrı yanağı, bir büsede birleş- tirmek arzusundan doğmuştu. Kız- kardeşinden gelen oynak le hâlvet âlemine kapanır maz o sabit fikre harekete kalkıştığından ve bu delice tçcrü- beden bir fayda elde etmek ise. mümkün olmadığından zavolh a- damın bütün didinmeleri hüsrana müncer oldu, halvetin tadı teme- linden bozuldu. Artık Allahın göl- gesi, her hangi mamiyle tehlikesiz bir duruma düşmüştü, — sevgili halayık kardaş kardeş masal konuşuyordu. Fakat önüne gelene de dert ya rayordu. Yemeği bol, yemişi bal bir sofra başından aç, tamamiyle «g kalkmaktan ons gerip Bir ser: Ondan ötürü KAMA, hiç bir ahlâki düş madan kâhya kadma, hazi kızlarağasına içini d Nuru Banüya da yansi yakıla ba- şına gelenleri anlatıvermişti. Ha- | layıklardan ve kölelerden onun | macerasını duyanların yaptıkları şey, hekimbaşıya baş vurulmasını tavsiyeden ibaretti, Lâkin Valide Sultan, oğlunun hüsranler için de kaldığını duyunca küplere bin- di, avaz avaz haykırmağa koyul- du: Ah, “Fenya,, , ne kadar açım"ibils. Bunları söyliyerek kaşlarını çattı Sonra yüzünü benden çevirdi. Tekrar döndü ve bana uzun uzun, bir kelime söylemeden, baktı. Gözleri, tıpkı yalva- ran ve şayanı merhamet bir çocuğun gözlerine beh- ziyordu. Ekmeği nereden bulup ta ona vereyim? Bende de yok ki... Fakat ağabeyim öyle düşünmü- yor; beni köyden ekmek getirdi; ve ekmekleri sak- hıyar, zannediyor. — Sana ne verebilirim de ekmek yok, — Babam sana bırakmıştır? Hayır, bırakmadı.. Ah, dur... Mutbağım pence- resinde bir şeyler kaldıydı. Gel bakalım. Pencerenin içinde haşlanmış bir pancarla bir tek patates bulduk. “Deli gibi sevindim. Fakat bir de baktım ki, pancar yarı yarıya kokmuş, patates te taş gibi, Ah, baba, şhl.. “Tonya, nın hakkı var. Kızcağız doğru söylemiş: Babam yiyecekleri çürüyüp ko kadar bırakıyor. Ne hasislik, yarabbi! Ne ağabey? Inan ki, bende Hıçkırır gibi bir sesle ağabeyime dedim ki: — Yazık ki, “Aleksandroviç,, , bunlar Ağabeyim baktı; ve öyle feci bir surette gülüm- sedi ki, göz yaşlarımı müşkülâtla zaptedebildim; yeti var. Biz zaten daima kakmuş oruz. Kokmuşa da razıyız ama, babam o- yor ki. Bak bunu yiyelim de, neler söyliyecek görürsün. Ne lâflar İşiteçeğiz kimbilir?.. — Aldırış etme. korkmuyorum artık. — Sen yemiyecek misin! — Ben mi?... Hayir sen bana bakma: Ben yemi- kokmuş. e verse... Yemene bak. Ben babamdan Vâklâ ben de açım. Ben de yemek istiyorum. Fa- kat bu kokmuş pancarla patates midemi bülandi- rıyor. “Aleksandroviç,, büyük bir hırsla hapur hupur yutuyor... Ben doğrusu, bu kokmuş pancarı geber- sem, yiyemem... Yengem evden çıkalı bir saat kadar olmuştu. “Dimitri,, geldi. Yüzü pembe, şaşaalı ve şen şatır, Herkesin Üzerinde İttifak Ettiği BİR HAKİKAT: Sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra Kullanmak Şartile RADYOLİN dişlerinizi tertemiz, bem beyaz ve sapsağlam ye par. Ona yirminci asır kimyasının o harikgların dan biridir denebilir. Ko* kusu güzel lezzeti hoş m roplara karşı tesiri yüzde yüzdür. Sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra günde 3 defa li L ; Zü'münce Safoyu avutup uzun 4 Kullananlar Dişlerini En Ucuz Şeraitle SİGORTA Ettirmiş Sayılırlar. ÇOK SIK BAŞ YI. PERMA- NAT, SAÇ BOYA» SI, GÜNEŞ ve RÜZ- GÂRSAÇLARI SERT LEŞTİREREK KIRAR. Törbindeli Büsusiyet itibarile saçların kırılmasına ve koruya. rak kepeklenmesine mâni olur, Saçları harici tesirattan korur. Tatlı bir yumuşaklık ve ta bit bir parlaklık bahşeder. Her Eczane ve itsiyat mağazalarında bulunur Demek “Tonya,, hakikaten doğru söylemiş: Anlaği" lan ekmek bulabiliyorlar. Karı koca kendileri Yİ yorlar da, “Aleksandroviç,, e neden yardım etim” yorlar? İnsan kardeşine yardım etmez mi? “Dimitri, beni görünce, yarım ağızla bir geldin,, Dedi, o kadar. Sonra paltosunu çıkarmadan bir aşağı, bir yukaf" dolaştı. Ihtiyatkâr ve kurnaz bir lisanla sordu: — Yengen vazifeye mi gitti? — Evet. — “Fenya,, sana söyliyeceklerim var. Ne söyliyeceğini anladim; ve güldüm: — Dimitri, dedim, Tetik davran!.. Yengem şü” heleniyor. O da güldü. Dişleri sapsarı. Neden dişlerini fırç#” lamıyor acaba? Muahazekâr bir eda Ile dedi ki: — Başka çare yok, “Fenya,, , mutlaka gideceğin” “Kız, bekliyor... Yengene, o gelmeden biraz ev” çıktığımı söylersin. Ağabeyim buna mini mini bir kız çocuğuna Y*" pılan muameleyi yapıyor. Nazarlarından beni 6" cuk yerine koyduğunu anlıyorum. Buna fena hall? canim sıkılıyor. Fakat belli etmeden, küçük bi kızcağız gibi, cevap veriyorum. Karı kocanın böyle birbirini aldatması her hald€ çok fena, Ayrılsâlar daha iyi ederler. — Git, git, dedim. Ne yapalım: Olan olmuş! Akşam evde müthiş bir rezalet koptu. Kaf” gürültü, kıyamet gibi. Yengem bir deli gibi bağ” yor; işin içine beni de karıştırıyordu: yıp. ayıp, “Fenya,, Diye haykırıyordu. G: gelmez, Yalana başladın, ahlâksız kız.. Ben de ikisine birden fena halde kızdım. Bağ” mağa başladım. 'Ter ter tepiniyor; ve avazım çıktığ” kadar haykırıyordum: — Kabahat sizde, Beni he karıştırıyorsunuz? B” nim bu İşte ne suçum var ki.. Birbirinizi aldet” siz, yalanı uydurtan yine 8 “Hoş elif 27 Nisan Mi ben aldanmışım: Dün sabah babam masaya bıraktığı ekmek, yalnız sabah Kö” valısı için değil, bütün günlükmüş. (Devamı Var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: