27 Ağustos 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

27 Ağustos 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Fakat bu nahoş hâdiseler ara- © sinda Ali Kemal Beyin telgrafın mülhakata tebliğ etmeyi unut- tum. Şu iltizami nisyan, Mustafa Kemal Paşanın âzli haberini To. kat, Amasya, Şebinkarahisar mu- tasarrıfları ile yirmi küsur kay. makamın benden duymalarma mâ »i oldu. Hürriyet ve İtilâfçiların yaftalarına böyle bir mukabele. den vicdanımın mahzuz kaldığını söylemekten kendimi şimdi de a- lamıyorum. Mustafa Kemal Paşa İle Yüzyüze Halit Beyle Emir Paşanın ve ari kadaşlarının beni ziyaretleri, yaf. ta yapıştırma kepazeliği 24 Hazi- ran 335 te vukua (o gelmişti. 25 Haziran sabahı miralay İbrahim Tali Bey daireye geldi, ayni mev- zular üzerinde benimle uzun bir muhavere ve müşavere yaptı, Si- vasın Hüdayı nabit politikacıları, 9 Halitler ve Emirler gibi konuş- maktan tabiatiyle pek uzak bulu- han bu pek değerli zatın hem he- kim, kem hakim olduğunu göre- Tek derin bir inşirah duyuyordum. Muhterem miralay bana ilkin şöy- le bir mülâhaza mevzuu verdi: — Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey bir zamanlar edebiyatta yap- tığını şimdi siyasiyatta yapmayı emel edinmiş galiba, Malümya, ©, Abdülhamit devrinde bir müddet İkdam © gazetesinin “Paris muha- birliğini yapmıştı” Gönderngr mektuplarda bazan bir resim sa- lonünun açılma merasiminde, ya. hut Elizede verilen bir ziyafette hazır bulunduğunu bildirir ve o merasimle o ziyafet hakkında u- zun üzün tasyirler çiziktirirdi. Servetifünun edebiyatı üslatla- rından Hüseyin Cahit Bey bir gün onun teselsül edip giden ya. Ianlarını açığa vurdu, bütün o me- TEFRİKA No 17 Fransız gazetelerinden aşırma ol duğunu ispat etti. Bana öyle geli. yor ki Mustafa Kemal Paşanın az- Yini de o uyduruyor, bir emrivâki busulüne yol açmak istiyor. Ben böyle bir hareketin imkân- sız olduğunu söyleyince hakim hekim düşüncesini izah etti: — Kolorduya böyle bir işar yok. Halbuki sizden önce kolor. du kumandanlarının bu mühim haberi almaları lâzım gelirdi. Vaziyet gözüme büsbütün karr şık görünmiye başladı. Devlet a- damı olarak doğmamış, devlet a. damı terbiyesiyle büyümemiş ve bilâkis meceralir peşinde koşup “tozmuş olan bir adamdan, İkda- mın meşhur Paris muhabirinden böyle bir hareket beklemek —be- nim iddiama rağmen— hiç te yan. ış olmazdı. Onun için İbrahim Ta- li Beye hak verdim, kabil ise An- kara ve Rrzurum kolorduların. dan işin hekikatini araştırmasını rica ettim. Bu zat —evvelce de işaret eyle- miştim — Mustafa Kemal Paşanın Sıvas mümessili ovaziyetindeydi. Müdafaal hukuk işlerini ve teşki- lâtını beraberinde bulunan topçu binbaşısı Kemal Bey vesitasiyle idare ediyor ve ettiriyordu. Rasim Bey de kendisiyle ve Kemal Bey. le sıkı sıkı temasta bulunuyordu. Fakat bunların harici ve dahili Siyasettek, “MiYEtM ve mömTeKE tin mukadderatından bahsedişle- riyle öbür takımın, Halit Beyin ve benzerlerinin ayni mevzuda ko. nuşmaları arasında dağlar kadar, deryalar kader fark vardr. İbra him Tali Bey ve arkadaşları en küçük şahsi bir menfi ş ne kapılmadan “yarın,, 1 tahlil diyorlar ve milletin yaman bir imtihan geçirmekte olduğu neti“ Uçüncü Ordu Müfettişliği Dahiliye Nazırının Azil Telgrafı Üzerine Nasıl Bir Yol Takip Edileceği Münakaşayı Mucip Oluyordu valfakıyetle bitmesi için her fe dakârlığı yapmak lâzem geldiğini söylüyorlardı. Berikiler, düşman- larm merhametine sığınmayı dü- şünüyorlar ve bu İşi Zeynelâbi. din, Mâstafa Sabri ve Vasfi hoca- larla Damat Feridin mükemmel surette başaracağma İnanıyorlar- dı. Ben de İbrahim Tali Beyle ar. kadaşları gibi düşünüyordum. Lâ- kin vali idim, isyana ve ihtilâle a- çıktan taraftar olamazdım, hettâ Dahiliye Nazırı Ali Kemal Beyin emirlerine uluorta karşı koya. mazdım. Nitekim İbrahim Tali Beye de kunaatlerimi izhar dağil, ihsas dahi etmedim. Mahut tel- grafi sancaklara ve kazalara ta- mim etmediğimi bile söylemedim. Yalniz yafta meselesini, Ali Ga. Mibin hezeyanlarını —teessürüme mağlüp olarak— anlattım. Zaten © da bu ki vâktanın sıhhatini öğ- Tenmek için gelmiş imiş. Sözlerim- | den memnun oldu ve ayrıldı. Me. ğer, Amasyada bulunan Mustafa Kemal Paşaya duyduklarını yaz- miya gidiyormuş. Bunu nasıl anla- dığımı sırası gelince hikâye ede. eeğim. Şimdi hâdiselerin seyrini bozmak istemem. Üçüncü ordu sıhhiye müfettişi miralay İbrahim Teli Beyin beni Ziyaret evuzr gümun”ervesnaey sa” kat geç vakit Ali Kemel Beyin Dahiliye Nazırlığından çekildiğini haber aldım, şaşırıp kaldım. A- damcağız, Mustafa Kemal Paşa nın azlini bize yazdıktan sonra a- caba bu işarının sakatlığını amlı yarak mu istifa etti, yoksa böyle bir işin vukuunu iltizam edişin. den ağır neticeler çıkacağını gö- rerek mi mevkiini bıraktı?.. rafim ve ziyafet £ haberlerinin cesine vararak bu imtihanın mu- (Devamı var) TAN BULMACA Dünkü bulmacamızın halledilmiş şekli 23 ser) Sabah, Sga 6 7 Sabah, öğle ... ,.u.u SOLDAN SAĞA: 1 — Evin üstü - Bir uzvumuz « sir nota. 3 — Bir çalgı - Sanmak - Sanem 3 — Bir herf - Klekirik fenerinde bu- Yünür - Çizgi. 4 — Kocası ölmüş - Mahkemdde ara- mir « Bir hart. 8 — Bir hayvan - Bir sayı - Dahi, 8 — Bir uzvumuz - Bir hayvan - Ser- best, 7 — Birharf - Bir emir - Kışın bulunur, B — lak - iste - Bir harf, 9 — Kamet « Bir uzvumuz - İçilir. 10 — Memleket - Eski tarihi bir şe- İhir - Con, İ YUKARDAN AŞAĞI: 1 — Bir meyva - Teknik film - SİZ 3 — Bir hayvan - Bir uzuv - Tarik 3 — Bir harf - Zarfia bulunur - İçilir 4 — Çalinir - Yüzde bulunur - Bir harf, 5 — İngilterede bir kömür havzası » Mebzul - Bir işaret zemiri, 8 — İlerisi - Yokluk - Tiz değil 7 — Bir harf - Diken - Ariyı hatırlatır. 8 — Temiz - Ahlâk - Bir har, 5 — Bir meyva « Müstevi - İçilir. 1 X yer - Bir meyva - Bir peygam- YURTTAŞ! 14.8989 tar Küğmüülriie ii lira bedeli keşif erlilerinden birini katlar- ken milli kanadın her saat biraz daha artan ehemmi. | | yeti üzerinde bir kere daha | duralım. jrar verilmiştir, 1 Okulumuza okula müracas! | Cesetler, birer birer dışarıya çıkarıldı. Yi: lardan bazıları, güneşe ilk defa çıkıyorlardı: Gün, onları ilk defa görüyordu. Fakat onlar, güneşi gö- remediler: Çünkü masum beyinlerini, ve gözlerini, çoktan kurtlar oymuştu. Hepsi de, dudaksız ağızlariyle, kendilerini toplt- yan polislere, ayaklarına çok geç gelen kanuna, a- dalete, kendilerini seyre koşan meraklılara, ve ka- ranlık yüzlerini aydınlatan güneşe çırçıplak dişler. le sırıtıyorlardı: Hayata, ancak öldükleri gün gü. lebilmişlerdi! , . 29 — Mürüvvetin kahkahaları, içki 'solrasında bir baz har rüzgüri gibi esiyordu. Üç erkek te, bu genç, ne. şeli, güzel ve meşhur Beyoğlu yıldızının gözlerinin içine bakıyorlardı. Mürüvvet, Melâhatle çöktan alâkasını kesmişti. Aradan geçen yıllar, onu, tuttuğu yolun tam müâ- nasiyle ehli haline sokmuştu. Ve o artık, bu yolün, bütün çıkmazlarını, bütün açmazlarını, bütün sır. larını, bütün inceliklerini öğrenmişti. İnce zekâsı sayesinde, içine girdiği fena-yoldan mümkün 'merlebe fazla kârla çıkmanın bütün hi- lelerini kavramıştı. Artık, o erkeklerden değil, erkekler ondan kor. kuyorlardı: Zira o, kadınlığın en kuvvetli tarafle- rini ve erkeklerin en zayıf taraflarını kavramış bu. Tunuyordu. Seneler onu, acı hatıraların . ıztıraplarından da kurtarmıştı, Kendisini, hayatın dalgaları arasında batmış harap ve karanlık bir tekneden kurtulmuş tek talili insan gibi görüyordu. Ömrünün en derin zevkini, insanlara ıztırıp çek- tirebildi; unlarda duyuyordu: Yüreğinde tüken. mez bir intikam hırsı vardı. Eğer elinden gelsey- di, yüzlerine güldüğü” bütün erkekleri, üzerlerine birer kova gaz dökerek tutuşturabilirdi. Fakat on. ları sevmeyişi, onlara düşman oluşu, hayattan zevk duymasına mâni değildi. Bilâkis, erkeklerin yürek- lerini hırpaladıkça, haklı ahları çıkarmanın hazzı. nı duyuyordu. z Hiç bir şeye inarmiyor, hiç bir şeye bağlanmı- yordu. $ Hele bu gece, her zamandan fazla neşeliydi. Ik- ram, ısrar beklemeden ve fasila vermeden içiyordu. Gazino çoktan kapanmış, onlar, boğazın .tulüunu seyrelmek üzere, içeride kalmışlardı. Karşı sahilin dağları, karanlığın içinden, TEFRİKA su yapılan bir fotoğraf camındaki şekiller gibi, be. Hirmeğe başlayınca Mürüvvet: “Ne güzel. Ne fevkalâde sabah!,, Diye, çocuk gibi ellerini çırpıyordu. Sahilde yorgun yorgun çırpınan sular, biraz daha a; 5 “— Çocuklar, dedi, biliyor musunuz canim ne istiyor? Hepsi de, ilâve ettiz “— Şimdi hemen bir otomobile atliyalım, Ba- kırköyüne gidelim.. Siz şafağı, asıl oradan seyre. din! . Fakat, çabuk davranalım da, güneş doğma dan, Cevizliğe varalım!..., Bu teklife, kimse itiraz etmedi. Hattâ bilâkis er. kekler, göze girmek için, bu arzuyu yerine getir- meğe mütehalik davranmakta, âdeta, birbirleriyle yarışa kalkıştılar. Biraz sonra, bomboş: İstanbul sokaklarından u- çar gibi geçen bir hususi otomobil, onları şehir ha- ricine doğru uçuruyordu: Bodrum palasın yanın. ve Topkapıdan geçtiler. Mürüvvet, açık camdan içeriye dolan temiz sa- bah rüzgâra yüzünü vermiş, başını oturduğu ye- rin arkasına doyamış, ve gözlerini yummuştu. Elini beline atmak istiyen erkeklerden birine, gözlerini açmadan, kaşlarını çalarak: “— Uslu dur. Dedi. Yoksa seni şoförün yanın- uslu delikanlı ile becayiş ederim!,, ei eni Mürüvvetten büsbütün uzak düşmek korkusiyle, elini in Sabahı Kaan dumanı dağılmiya baş- lıyan Mürüvvete de yavaş yavaş yorgunluğun dur- gunluğu çöküyordu. Onun durgunluğu, onun neşe. siyle sürüklenen erkeklere de sirayet etmişti: Tie merakla Mürüvvete bakıyorlardı. O, ” a ğ i imkani, İl Vid No. 62 konuşmuyorlardı. a bii Bakırköyüne geldiği zaman, Müzüvvot şoföre, erkekleri hayretle yerlerinden sıçratan bir emir verdi: “— Timarhaneye çek!., Şoför, elddiyetle verilen di 'nçlerden birisi: a a Ml Dedi, hazret, İşi ciddiye aldı!, Mürüvv: â “.— 'Tabi ciddi... Dedi, ve ilâve etti: «.. Maalesef, güneş doğdu: Artık Cevizliğe in- menin mânası kalmadı.. Biraz da delilerle alay e. der, döneriz. Ben zaten, Ne zamandır, timarhaneyi örmek istiyordum!,, Si me SD ayılmış değildiler. İçlerinden bi- rinin o kafayla, bu kadarcık itirazı akıl edebilişi bile, umulmaz bir feraset eseriydi: Zira hepsi de, iradeyi çoktan, bol bol yuvarladıkları kadehlere teslim etmişlerdi. Mürüvvet, “otomobili, tel örgülerin başladığı yer. de durdurdu. Hepsi birden inip, y rümeğe başladı- far. Mürüvvet, bu ziyaretin hiç te acemisi görün. müyordu. Pavyonlardan birisinin önünde durdu. Bahçede, uykusuzluk hastalığına tutulmuş bir tek deli vardı. Bahçenin içinde, bir aşağı, bir gezinen, ve yüksek sesle, kendi kendine söylenen bu cılız, sarı kadın, bir insan kurusuydu. Bir kıs- mü dökülmüş, bir kısmı da acaip bir renk almış 0- lan saçleriyle, kupkuru yüzü, kupkuru vücudü, ve kupkuru bakışlariyle bu kadın, yaprakları sarar- mış, ve içinden çürümüş bodur bir ağaca benzi- yordu. Mürüvvet, anasına sigara vermek istedi. Çanta- sından çıkardığı ufak altin tabakasfı, tellerin ara- sından içeriye uzattı, Hafif, tuhaf bir sesle: bu kumandaya itaat e. öğle ve akşam RADYOLIN Kullananlar dişlerini en ucuz şeritle sigorta ettirmiş sayılırlar ROMATİZMA - LUMBAGO - SİYATİK ARKA - BEL - DİZ - KALÇA AĞRILARI Sıhhat Vekâletinin 9.10-935 tarih ve 4/93 numaralı ruhsatını haizdir. 15-0-939 tarihinden iti İstanbul Kız 21-8-939 Herkesin üzerinde ittifak ettiği bir hakikat : her yemekten sonra Kullanmak şartile Radyolin Dişlerinizi tertemiz, bem beyaz ve sapa sağlam yapar. Ona yirminci asır kimyasının — harikaların- dan biridir denebilir. Kokusu güzel, lezzeti hoş mikroplara karşı fesiri yüzde yüzdür. ve akşamt her yemekten sonra günde 3 defa TESKİN ve İZALE EDER ihinde Kapalı zarf usulile eksiltmeye konulan. “29478, i Hidro elektrik tesisatına talip zuhur etmediğinden bir ay müddetle pazarlığa bırakılmasma ka- steklilerin her gün Belediyeye müracaatları ilân olunur. (5577) Öğretmen Okulu Direktörlüğünden : erer ve kadın hademe alınacaktır. İsteklilerin derhal (6708) (ları. “.- Baksanıza. Dedi, sigara içmez misiniz? Ayşe hanım, bu hafif sesi duyar duymaz, müf- hiş bir çığlık duymuş gibi, birdenbire onlara dön. dü, Hepsine birer birer baktı. Gözleri, camı kırıl- mış birer objektik gibiydi. Bakışları, bir ölünün açık kalmış gözleri kadar böş, ve münasizd. Bir. den, onlara: “— Cehennem olun... Defolun... Diye, öyle kor- kunç bir sesle haykırdı ki, Mürüvvet, korkudan, hazla dışarı çektiği çıplak kolunu, telin, kalın de. mir dikenleriyle çizilmekten kurtaramadı. Erkek- ler de şaşurmışlar, ürpermişlerdi. Ayşe hanım, tel örgülere doğru, tıpkı kafese ko. nulmuş yırtıcı bir mahlük gibi sokuldu. Ayni kor- kunç ses, bu erken sabah saatinin sessizliğine gö- mülmüş bulunan koca timarhânenin, tâ ötei$ ucun- da acı bir akis yaptı: “.- Ben nsmussuz değilim. Siz, bana dil uza. tamazsınız!.. Diyor, ve anlaşılmaz sözler söylü- yordu. Mürüvvetin dalgın gözleri ıslanmıştı, Elleriyle gözlerini gizlemeğe çalışıyordu. Erkeklerden birisi, onu omuzlarından tuttu: “5 Ne ölüyorsün Mürüvvet? Ağlıyor musun? Mürüvvet, anasına sırtını döndü” “. Gidelim buradan! Dedi. Otomobile doğru yürürlerken, Mürüvvetin kolu. na giren genç erkek, onu anlamış görünmek is- tedi: “— Zavallı kadın.. Dedi, doğrusu! Mürüvvet: “— Ben, ona ağlamıyorum. Dedi. Ve elinin kansyan yarasım göstererek ilâve ettiz “ Çok acıyor da. Deli seyrine dalmış olan sarhoş erkekler, Mürüv- vetin kolundaki yarayı henüz görüyorlardı: Bir sn evvel bir eczahaneye varmak karariyle, adımjarı- nı açtılar, Otomobil hareket ederken, Ayşe hanımın kor. kunç ve boğuk sesi, hâlâ: “- Ben namussuz değilim!,, Diye haykırıyordu. Mürüvvet, kendisini daha fazla tutamadı: “— Çok acıyor. Çok fena aciyor!.. İ Diyor ve şarsıla sarsıla hıçkırıyordu. Fakat onun acıyan yarası, kolundaki İncecik çizgi değildi. ben de çok acıdım

Bu sayıdan diğer sayfalar: