1938 105 ULLLLLLI HAYAT ve SIHAT BULLELLEL L A Yalancı deliler Şekispir şerefine Stratfort kasa- basında yapılan festival büyük sa- nat âşıkları için her yıl heyecanlı bir tavaf mevsimi olduğu gibi, bü- tün deliler, yarı deliler, hem de ya- lancı deliler için sevinçli bayram gün- leri sayılabilir. Büyük şairin dünyayı hayrette bırakan dehâsının göze çarpan bir tarafı — bazılarının fikrine göre o dehânın en yüksek tarafı — eserle- rinde türlü türlü deliler yaratmış işler suç sayılmadığı için, hiç bir vakit hekim eline geçmeyen, işlerini görmekte d! yal deli- lerdir, Bunlara da halk deli adını takar, fakat takdir ederek, hürmet ederek, Çünkü onlara verilen deli- lik vasfı, daha ziyade cesaret ve cü- ret ifade eder. Onlar, kendileri deliliklerini bile bile yaparlar, herkesin sükünetle karşıladığı bir hâdisede birdenbire tehevvür gösterirler, başkalarının ifrat d de bularak çekindikle- olmasıdır. Onun sahneye - çılı ş . olduğu ölmez şahsiyetlerden kimisi, kral Lear gibi, tam deli, kimisi, Ledi Makbet gibi, uykusunda gezen iste- rik bir yarı deli, kimisi de Hamlet gibi yal, delilik yaptığını sa- nan gerçekten delidir. Şekispir'in hayali şimdiye kadar pek az büyük adamın yetişebildiği derecfde pek geniş olmakla bera- ber.”tıyıtrolumd. oynattığı bu tür- lü türlü delileri, şüphesiz hiç yok- tan icad etmemiştir. Zaten ondan önce, tâ en eski Yunan ediblerinden biri, delilerle meşgul olmuş meşhur tiyatro muharrirleri bulunduğu gi- bi, ondan sonra da, gene türlü türlü delileri eserlerinde — tebarüz ettir- miş tiyatro ve roman edibleri var- dır. Bunların hiç biri tiplerini ken- dileri icad etmemişler ve hepsi, kendilerinin de arasında yaşadıkla- rı cemiyet içinde görüp seçmişler- dir. Edibler eserlerinle bütün delile- ri, yarı delileri — tavsif etmekle, bel- ki, banal olmadığ ikleri hâdiseleri meydana çıkararak sanat göstermek istemişlerdir. Vakıa ba- “l A * KA , ı’ L y D | a Merak verecek bir tarzda tasvir et- 'ı:* pek güçtür, meselâ, arasma W yel aşkı — karış 5 karı koca hikâyeleri çok defa can sıkar. Dümdüz akıllı, hayatları sa- kin geçen, bir hekim edibin filisten, yabancı adam diye tavsif ettiği kim- selerin hayatını yazarak sanat gös- termek de kolay olmaz. Onun için tiplerini deliler arasında seçen bü- ri hareketlere onlar: cesaret eder- ler. Bundan dolayı kendilerine deli denilir, fakat bu vasıf onlara şöh- ret getirir. Bu şöhret sayesinde on- lar işlerini görürler ve istedikleri yerlere kadar vasıl olurlar... Halbuki yalancı delilik de gerçek- den bir deliliktir. Herkes kendini yalancı deli gösteremez, onun için de deliliğe istidad lâzımdır. Nite- kim, babasınm intikamımı almak için kendini deli gibi göstermeğe çalışan Hamlet de gerçekten bir de- Kdir. Bütün delilerden, yarı delilerden ziyade yalancı delilerden çekinmek lâzımdır. G A, —— Fransa - Belçika arasında mali görüşmeler Paris, 9 (A.A.) — Fransa hariciye ve maliye nazırlarının Belçika hariciye ve iktısad nazırları ile dün Pariste yap- mış oldukları görüşmeler, mali fransız mahfillerinde şiddetli bir alâka uyan- dırmıştır. Bu görüşmelerin mevzuunu bilhas- sa frank kıymetinin yeniden düşürül - mesi ve bunun Belçika iktısadiyatı üze rindeki tesirleri teşkil etmiştir. Umumiyetle serdedilen mütalealara para- Ralsil $ yük ve küçük edipler l Ancak, cemiyetler arasında deli- leri, banal olmayan, müstesna tip- ler diye farzetmek yanlış olur. Her hangi bir cemiyet içinde derin bir tetkik yapılsa türlü türlü pek çok deliler bulunur. N Vakıa, bütün deliler tehlikeli ya- hud akıllıca hareketlere pek aykırı işler gördükleri vakit onları mahsus hastahanelere gönderirler, o vakte kadar niceleri aramızda yaşarlar, gezerler, Ancak bunların cemiyete büyük tehlikesi olamaz, çünkü on- lar ar da kaldığı müddetçe de P- çok kimseler hallerini bilirler ve onla.lJan sakıırlar. Yarı deliler. gelince, onların sa- yısı pek, pek çok Ohamakla beraber yarı deliliğin zararı ©- zâyallıların kendilerinedir. Kendileri çok iİztirab çekerler, fakat — başkalarına zârar ettikleri az görülür. Cemiyetli içinde — dolaş y ATER de pek çok dolaşan, delilerin en teh- likelileri yalancı delilerdir. Bu ta- birle bir suç işledikten sonra, ceza- dan kurtulmak için kendilerini deli UĞ hizaya getirmek mecburiyetin- de kalması muhtemeldir. Belçika hükümetinin vaziyeti kuvvetleniyor Brüksel, 9 (A.A.) — Belga ajansı - ndan: Hükümet mahfillerinde hükü- metin vaziyetinin halen kuvvet bulmuş olduğu beyan edilmektedir. Yarın baş- vekilin beyanatından sonra mebusan lisinde cereyan edecek olan müza - kereler esnasında hükümet itimad me- selesini ileri sürecektir. Para meselesi- nin siyast vaziyetten tamamyile müs - takil olduğu ve Belçika için böyle bir mesele bahis mevzuu olmadığı ilâve e- dilmektedir. Faşisiler hükümete çatıyorlar Brüksel, 9 (A.A.) — Reksistlerin or- ganı olan Peyi Reel gazetesi, Janson hükümetinin, parlâ yeni ver- giler kanunu lâyihasını kabul etmesi halinde Belçika dövizinin kıymetini ye- gibi göstermeğe çalışanları söyle- mek istiyorum. Onların deliliklerinin gerçekten olup olmadığı adliye hekimleri çabuk anlarlar. Asıl zararlı olanlar, gördükleri niden tenzil etmek tasavvurunda bulun duğunu yazmaktadır . Bu gazete, bundan sonra Janson hü- İHYA ED İLECERk B İ'R A D.ESE talarımız ne güzel söylemiş- ler: Yuvayı yapan dişi kuş- tur. Bu, kadının aile hayatındaki ve cemiyet içindeki yüksek rolünü bu darbrmesel kadar kuvvetle anlatan diğer bir vecize hatırlamıyoruz. Kadının bilhassa ev ekonomisin- de oynadığı ve oynıyabileceği rol gayet büyüktür. Burada ev ekono- misi tabirini gayet geniş manasın- da kullanıyoruz. Yani yalnız doğ- rTudan doğruya para bakımından ya- pılan yahud yapılması mümkün o- lan tasarrufları değil, aynr zaman- da bilgili bir çocuk bakımının, an- layışlı bir eşya bakımının, dikkatli bir sağlık bakımının da dolayısiyle ailenin büdcesiüzerinde yapacağı müsbet tesirleri de kasdediyoruz. Ailenin gıdasını, besleme bilgile- rimizin varabildiği en son esaslara göre tanzim etmesini bilen bir ev kadını, hiç şüphesiz ki, ailesinin yalnız sağlığını değil, kesesini de korumuş olur. Gıda tarzımızı iyi tanzim edeme- diğimiz için, bir çok böbrek, kara- ciğer, mide, barsak hastalıkları, â- deta milli hastalıklarımız arasında yer almıştır. Ucuz ve aynı zamanda sıhhi bes- lenmenin sırlarına vakıf olan bir ev ikadını hiç şüphesiz ki, ailesinin sağlığından ve kesesinden bir çok tasarruflar teminine muvaffak o- lur, Ev kadınının aile varlığındaki ve dolayısiyle milletin sağlık, nü- fus ve iktisad servetleri üzerindeki tesirlerinin ehemiyeti böylece can- landırıldıktan sonra iyi bir ev ka- dını olmanın şerefi ve mesuliyeti kendiliğinden anlaşılır. Kiler ananesi: E ski türk evlerinin gayet gü- zel bir âdeti vardı: Kiler. Hattâ, “Kilersiz ev, tatsız yuva” diye bir darbrmeselimiz bile vardır. Bugün bile bu ananeye sadık kal- mış bir çok ailelerin bulunduğu şüphesizdir. Yalnız eskiden her türk evinin ayrılmaz bir parçasını teşkil eden kiler bugün itiraf edelim ki, yavaş yavaş ortadan kaybolmaktadır. Bazıları bu neticeyi modern ya- şama tarzımızın ve apartman haya- tının bir zarureti olarak kabüul edi- yorlar. Eğer moödern yaşama tarzı we apartman hayatı, kilerin evden ikovulmasına bir sebeb teşkil etsey- di, bu ananenin Avrupada aynı su- retle yok olması lâzım gelirdi. Hal- buki modern hayatın icablarına u- yarak Avrupada kiler de kendisine yeni bir çekidüzen vermiş ve böy- lelikle hayatiyetini muhafaza etmiş- tir. Eski kiler âdeta bir erzak depo- su mahiyetinde idi. Onun için tut- tuğu yer de yani hacmi de genişti. Modern kiler ise daha ziyade re;.el, şurup turşu gibi ev mamülatına in- hisar ediyor. Eski kilerde toptan almanın ta- sarrufunu düşünerek sandık, san- dık şeker, teneke, teneke peynir ve yağ, çuval çuval pirinç, fasulya, bakla”, mercimek, soğan, un ve Sais | re saklanırdı. Ayrıca da evden yap- ma | , kavanoz reçeller, tur- kümetine şiddetle hücum yi ve parlâı feshini istemektedir, HÂKİM ROBİNSONUN KATLİ Yazan: R. H. Goldman 25 — Cenison atıldı: — Fakat Klaytonun siyasi ihtiraslar yüzünden Varneri' öldürdüğünü san- mayınız. dnayetin sebebi viski, bir de maktulün karısiydi. — Biliyorum, biliyorum, dedim, Ba- bam galiba bana bunları anlatmıştı, Şimdi mübhem bir şckŞlde hatırlıyo- rum. Devam edin, Cenison — Klayton'un karısını ancak iki üç defa gördüm, fakat kendinden çok bahsettiriyordu. Çok güzel bir kum- raldı. Hâdise esnasında yirmi altı yirmi yedi yaşlarında olmalıydı. Klay- yi ton da karısının hafif meşreb olduğu: nu bilirdi, Hakikatte kavganın sebebi iki adamın biribirlerine karşı besle- dikleri kindi. Yalnız siyasi hasım de- ğillerdi. Biribirlerinden nefret eder- lerdi. Klayton'un, Varner'e !:aruımı baştan çıkardığınları şikâyet iç.ın gaze- teye geldiği gün, adam akıllı bir kavga için sebeb arıyor gibiydi. — Varner hakikaten karısiyle mü- masehette hulunmus mu idi? — Muhtemeldi. Mitçel ilâve etti: — Düşmanının karısını baştan çıkar makla her halde ona bir darbe indir- mek istemiş olacak. Cenison devam etti: —Klayton bir sabah gazeteye geldi ve doğru Varner'in oturduğu masaya yürüdü. Babanız orada değildi. Mit çel, ben ve bir iki muhbir hazır bulu- nuyorduk. — Evet, dedi, Klayton içeri girdiği zaman Varner'in masası yanında ayak- ta duruyordum, Yaklaştı ve sükünet- e: “— Size ihtar etmeye geldim, dedi, karımla bir daha konuşmaya kalkma- yınız. Varner yumrukları sıkılmış olarak ayağa kalktı. O zaman Klayton bir yumruk indirdi, Masa ile koltuğu ara- sında sıkışan Varner yere yıkıldı. Klayton masa üzerindeki paketten bir cigara aldı, sükünetle yaktı ve çıktı. Varner güclükle yerinden kalktı: Ba- şular, şişe şişe şuruplar bulunurdu. şına inen darbe onu şersemletmişti. A- yağa kalkmasına yardım ettim. Hemen Klayton'un ardından koşmaya kalkıştı fakat ben mani oldum. Bu insiyaki bir hareketti. Cenison bana yaklaştı ve “bırak gitsin” dedi. Hatılıryosunuz, değil mi Cenison? — Dün olmuşgibi. — Bunun üzerine yakasını bırak- tım, Koşarak dışarı çıktı. Klayton or- Varner, hemen geri döndü, beni ka- pı dışarr etti. Mitçel bir kahkaha attı: — Dehşetli kızmıştım, dedi. Baba- nız biraz sonra geldi ve her şeyi yolu- na koyacağını söyledi. Ve işte o saye- de gazetede kaldım. Cenison devam etti: — Bu hâdiseden bir kaç gün sonra, bir akşam Varnerle, Hofman lokanta- sına gitmiştik. Geç vakte kadar çalış- mıştık. Beni yemeğe davet etti. Bir şi- şe viski ısmarladı ve durmadan içmeye başladı. Klayton karısiyle içeri girdi- ği zaman şişe hemen bitmiş gibiydi. Bizimkinden oldukça uzakta bir masa- ya oturdular. Varner onları gözden 1- Kiler ananesi Bu hususta en büyük vazife ev kadınına düşmektedir, çünkü... .. Yuvayı yapan dişi kuştur imdiki everimilzde bu kadar ş çok eşyayı saklayacak yeri- miz yoktur. Şeker, peynir, yağ, kuru sebze ihtiyaçlarımızı ancak haftalık veya aylık olarak toptan alabiliriz. Fa- kat muhakkak ki, her evde beş, on kavanoz reçel, beş, on şişe şurup saklayabilecek kadar yer vardır. Ve her istendiği zaman bulunabilir. Demek evlerimizin bugünkü şek- line göre kilerimizi de küçültmek ve yeni şartlara uygun bir şekilde onun Mmuhtevasını değiştirmek pek mümkündür. Kiler ananesinin sönmesine sebeb olarak öne sürülen noktalardan bi- risi de manikürlü tırnaklardır. De- niliyor ki, taze vişnenin çekirdek- lerini ayıklamak mecburiyetinde kalan güzelim manikürlü parmaklar ve eller bu ameliyeden zarar görür. TTırnakların cilâsı ve derinin halâ- vet ve taraveti kaybolur. Tırnaklarının cilâsına ve derile- rinin halâvet ve taravetine en düş- kün olan bayanlarımızı bile katiyet- le temin edebiliriz ki, bu endişele- ri katiyetle varid değildir. Eğer va- rid olsaydı aynı endişelerden mah- rTum olabileceklerini sanmadığımız diğer Avrupalı kadınların da reçel, şurup yapmak sevdasından vaz geç- meleri icab ederdi. Nasıl yukarıda söylediğimiz gibi apartman hayatı Avrupada kiler âdetinin yeni bir şekilde y mani ol sa, manikürlü tırnaklar da Avrupa- da kileri öldürememiştir. Kileri manikürlü tırnak rakabe- tinden kurtaran hayırlı vasıta, lâs- tik eldiven olmuştur. En hassas ve en nazik elleri bile ince lâstik eldi- wenler sayesinde taze işlerin renklerinden ve asitlerinden koru- mak mümkündür. Yer darlığı ve manikür endişeleri böylelikle ortadan kalkınca kiler, ananemizin yeni bir şekilde canlan- maması için hiç bir sebeb yoktur. Kiler ananesinin ihyasında hem sıhat bakımından, hem de maddi tasarruf bakımından büyük menfa- atlerimiz vardır. B iliyoruz ki, şeker hava kadar uzviyetimiz için Jlâzım ve faydalı bir maddedir. Benzinsiz bir motör ve kömürsüz bir lol if nasıl işley şe- kersiz bir vücud makinesi de çalı- şamaz ve yaşayamaz. Şeker bünye- mizin enerji kaynağıdır. Bu itibar- la grdalarımız arasında şekerin bü- yük bir rolü vardır. Onun için ona kerin değil, yemişlerin de muhtelif şifalı hassalarından faydalanmış o- luyoruz. Ve Türkiye hiç şüphesiz ki, en çeşidli bir yemiş memleketi- dir. Şekerin de son senelerde bir hayli ucuzlamış olması, kiler ana- nesinin ihyasında çok müsbet bir rol oynayabilecek âmillerden biri olruştur. Balkan memleketleri için- de en ucuz ve hattâ İtalyadan ve Almanyadan daha ucuz şeker yiye- bilen memleket Türkiyedir. Demek ki; şekerin pahalı olduğu itirazı da artık ortadan kalkmıştır. O halde kiler ananesinin yeniden bir moda halinde bütün türk evle- rinde canlanmasına mani olabilecek makül hiç bir sebeb yoktur. Evde hazırlanan reçel ve şurup- ların lezzet , nefaset ve temizliği- nin de sokaktan alınacaklara nis- betle daha üstün olduğu da muhak- kaktır. Bütün bunlara ilâveten de evde yapılan reçel ve şurupların dışarı- dan alınacaklardan daha ucuza mal olacağı şüphesizdir. halde sayın ev kadınları, mil- letimizin sağlık serveti ve tasarruf gücü bakımından çok ehe- miyetli bir müessese olan kileri ye- ni şartlara uygun bir tarzda can- landırmak vazifesi size düşüyor. Bu eski ananemizi bir moda ha- linde yeniden yaşatmak azmiyle yeni başlayan taze yemiş mevsiminde kavanoz, kavanoz reçel, şişe, şişe şurup hazırlamak için kollarımızı sıvayalım. Balkan limanları arasında seferler İstanbul, 9 (Telefonla) — İstan- bulda toplanan Balkan antantı eko- nomik konseyi balkan limanları ara- sında bir deniz yolu açılmasını ka- laş: ştır. g 'ya delegele- ri de bu hattı açmağa hazır oldukları nı bildirmişlerdi. — Verilen haberlere göre ilk Yugoslav vapuru yakında bu seferlere başlayacak ve Suşak lima- nından kalkarak yunan limanlarına ve İstanbula uğradıktan sonra Kösten- ceye gidecek ve aynı yoldan dönecek- tir. Bir yelkenli battı lâyık olduğu ehemiyeti vı lâzım gelir. Sekerin muhtelif istihlâk şekille- ri arasında en güzeli ve en sıhhisi, hiç şüphesiz ki, reçel, şurup şeklin- de olanıdır. Bu suretle yalnız şe- yordum ama Klayton soğuk bir tavır- la: — Sarhoşsunuz, dedi ve karımın ya- nında münakaşaya girmek istemem, Bu işi bir başka zaman hal edeniz. Fakat Varner döğüşmek istiyordu. İsrar etti. Klayton misafirlerine dön- dü ve dedi ki: — Beni mazur görünüz, onunla bi- Taz dışarı çıkacağım, çarçabuk işi hal ederim. İki adam bahçeye açılan kapıya doğ- ru yürüdüler. Andriyu kalktı ve Klay- ton'u oturtmaya teşebbüs etti, fakat muvaffak olamadı. O zaman Robinson benim yanıma gelerek müdahale etme- mi istedi, — Onu evine götürün, yoksa, Klay- ton tepeliyecek, diyordu. — Beni dinlemez, cevabını verdim, İstanbul, 9 (Telefonla) — Odun yükü ile Şileden İstanbula gelmekte olan 24 tonluk bir yelkenli fırtınaya tutulmuş, batmış ve 8 tayfadan altı kişi boğulmuştur. Kaza hakkında tah kikat yapılacaktır. Alaturkada ısrar edeceksek... Evelki gün, bir kırda, kadınlı er- kekli bir toplantıda, on sekiz — yir- mi beş yaşında gençlerin, kendi aralarında teşkil ettikleri bir fan- farla eski yeni dans havaları ça- larak saatlerce raksedip eğlendikle- rini seyretmekle duyduğum zevkin hâlâ tesiri altındayım: Gençlik neşe ve sıhatten başka ne ile ifade edile- bilir? Orada gördüğüm gençlerin hepsi güler yüzlü, çevik, tığ gibi idiler. Sesli filimlerde bir Gregs Mar, bir Janet Makdonald, bir Tino Possi ve- ya bir Marta Egert şarkı söylediği, iyi bir mayestro idaresinde bir or- - A Ka Saçi nınmış operalarını (evet, operaları- nı) çaldığı zaman sinemaların nasıl dolup boşaldığ hepimi p ruz. Geçen yaz sonunda yaptığım bir Anadolu seyahatinde, Ankaradan Erzuruma kadar olan sayılı şehirle - rimizde, akşam üstü kasab, ydı veya bahçelerinde çalan askeri fan- farlarm ne büyük bir kalabalıkça ihata olunduğu hâlâ gözlerimin ö- nündedir. Ankarada halkevinde veya musi- ki öğretmen okulunda Riyaseti cum- hur flar ik ork | leri- nin nasıl bir tehacüm mevzuu oldu- ğunu bilmiyen yoktur. Bizzat çalıp oynıyanları, sinema L L V| AnlA L goruüy ve askeri fanfarları hayran hayran dinliyenleri binlerle sayamayız. Mo- dern musikinin en güzel parçalarını istedikleri zaman dinliyebilmek için günlük masraflarını kısıp gramofon- larına plâk alanlar ise yalnız birkaç şehrimizde oturanlar değildir. Plânlı neşriyat yapılan Avrupa radyo programlarını takib edenleri- miz, radyo inin hakkal Bütün bunlara rağmen, “halk ha - vaları,, ve “alaturka musiki,, namı altında, ismi bilinmiyen bestegârla - rımn tertib edip adı sanı meçhul, er- kek ve kadın —hele kadın' — hâ- delerin okuduğu şarkıları neden dinlemek mecburiyetinde kalıyoruz! Alaturkada ısrar edeceksek onun da çok güzelleri, bir usul ve ni bağlı olanları vardır. Bunları neşre çalışırsak zevkimizi tereddi etmek - ten kurtarırız. Bugün piyasa havala- rını şaşarak dinlemekte olan genç nesiller yarın alaturkaya büsbütün kulaklarını tıkayınca yeni musikişi - naslar, üzerinde uğraşacakları türk musikisi için arayacakları motifleri dahi bulamıyacaklardır. - N. Baydar Adalar arasmda yeni seferler İstanbul, 9 (Telefonla) — Aadalar arasında işletilmek üzere Denizbank tarafından İzmir körfez hattından a- lman Solak vapuru bugün İstanbula geldi. Yarın tecrübe edilecek ve ha- ziran başında servise konacağtır. Va- pur 12 mil süratindedir. Beşiktaş'ta istimlâkler İstanbul, 9 (Telefonla) — Barbarot Hayrettin türbesinin etrafının'açılma sı ve burada Beşiktaş kazasındaki res- mi dairelerin toplanması için 150.000 liralık istimlâk yapılacaktır. İK GGG HGA KDLNUN TT CC KGG TU UAGARAAAIK A U YO ve cezayı hafifletmek için itiraf etme- nin daha doğru olacağını söyledi. Var- ner otuz sene hapse mahküm oldu. Cenison ilâve etti: — İtiraf etmemiş olsaydı, juriye baş vürulacak, suçlu görülecek ve asıla- caktı. Varner'in hiç bir mazereti yok- tu. T_aıbancıyx nereden bulmuş olduğu- nu hiç hatırlamıyordu: Hattâ Klay- tonla bahçeye çıktığının bile farkın- la değildi. . İkisi de sustular ve düşünceli bir ta vır aldılar: — Hepsi bu kadar mı? Diye sor- dum, — Evet, dedi Mitçel. z Anlattıklarınız pek enteresan, dedim, fakat bunların bizim işimizle alâkası nedir? — O'li_v Klayton'un macerasını öğ- Beni bıraktı ve sokak kapısındı çıktı. Bir polis memuru çağırmaya gittiğini umuyordum. Daha o polisle birlikte dönmeden iki tabanca patla- yışı işittik. Bahçeye koştuk. Karanlık- ta drvara dayanmış bir adam gördüm; öteki yerde yatıyordu: Bu Klaytondu. Robinson bahçeden sokağa yolda dö- rak etmiyordu. Viskiden arta kal bir bardağa boşalttı, bir yudumda iİç- ti, kalktı ve Klayton'un masasına doğ- ken cesedi götürüyorlardı. Robin- son bir de polis memuru getirmişti. Varner dıvar hizasınca kayarak yere ru ilerledi. Son d. hoştu, fakat dos doğru yürüyordu. Onu durdurmak istedim fakat bunun imkânsız olduğu- nu bildiğim için israr edemedim. Var- nerin yaklaştığını görünce Klayton kalktı. Varnenin ne söylediğini isitmi- gtü Açil ÇĞT e gi tabanca duru;oı:;:. Mitçel: — Babanız, Varner'i kurtandı, dedi. Nevyorkun en iyi avukatını tutmuştu. Avukat muhakemeyi kolaylaştırmak st iş miydiniz? — Ya hakim Robinson? — Kocasımın ölümünden sonra ma- dam Klayton bir macera hayatı yaşa- dı; fakat hakimle aralarında bir şey olduğunu hiç işitmelim. —— Ya Vilksle? — Hayır hiç sanmam. — Oliv Klayton ne oldu? — Bilmiyorum, dedi Mitçel. Cenison elini kaldırdı ve gözlüğü- nün üzerinden bana baktı: — Durun, durun, dedi. Mitçel, koca- sının ölümünden sonra Oliv'in mace- ralı bir hayat yaşamış olduğunu size söylemişti.Klayton karısına mühim bir servet bırakmıştı. Diğer taraftan bü- yük bir sigorta primi de tahsil etmiş- ti. Cekson bulvarındaki muhteşem e- vinde oturmakta devam etti, fakat mükeyyefat kullanmaya alıştı. Birkaç sene içinde servetinden eser kalmadı; ev müzayede ile satıldı. Biraz sonra, keyf verici zehirler kaçakçılığı ile it- ham edildi, şuuruna sahip olmadığı an- laşıldı ve Greyston timarhanesine gön- derildi. Yerimden zıplayarak: — Greyston mu? diye bağırdım. — Evet, ve dört beş sene evel timar- hanede öldü. Odada aşağı yukarı dolaşmaya baş. ladım. — Neden heyecanlısınız? dedi. — Buldum, diye bağırdım. İşte iki saattir sizi dinliyor ve Oliv Klayton'la hâkimin katli arasında ayakta duracak bir rabıta arıyorum. Nihayet buldum: Oliv Klayton, hâkim, Vilks, Greyston! Mitçel: — Birşey anladımsa arap ola; dedi. p ü — Zarar yok. Bu işin altında mutla- ka bir hakikat gizli olmalıdır. Ceni- son, gazetenin koleksiyonunda Oliv Klayton'a aid ne bulursan bana bildi- receksin, Kalktı, gözlüğünü burnu üstünde düzeltti ve ayaklarını sürükliyerek dı- şarı çıktı, Kapının eşiğinde arkasına döndü: — Ne bulursam yarm sabah masanı- zın üstüne bırakacağım. (Sonu var)