ULUS 20-6-1938 eiZ'BEĞ ll İngiliz başkomutanlığında endişe başlıyor 7 ağustosta İmroz ad da bulu- nan Hamilton Sovlaya çıkan 9 uncu kolordudan fazla bir haber alama- mıştı. Fakat işlerin yolunda gide- ceğine mutmain idi. Kolordunun bu mıntakada fazla bir mukavemet gö- remiyeceğini biliyordue Yalnız bir ara bu kolordudan gelen bir telgraf- namede “ kolordunun bati surette ilerlemekte” olduğunu haber almış, biraz neşesi olduüuktan sonra bati de olsa zararı yoktu. Tabii bir müddet sonra hazla- , Hamilton 7-8 gecesi de uzun boy- lu bir haber alamadı. - Fakat bu ha- bersizlik 8 ağustos sabahında da de- vam edince Hamiltonun telaşı arttı ve bilhassa Arıburnundan gelen ha- berlerin 9 uncu kolordunun harbe müdahalesine dair bir şey ihtiva et- memesi bu telaşı daha fazlalaştırdı. Karargâhından albay Spinal'i der- hal Sovlaya gönderdi. Fakat mesafe ne de olsa uzak, bu subay buraya gelinciye kadar epey geçecek, bu müddet zarfın- da kolordu komutanını biraz hare- *kete getiririm ümidiyle Stopforda şu telgrafı çekti “Hava keşiflerin- den anlaşıldığıa göre Teketepe şarkındaki ovâda türk karakolları görülmemiştir. Bu keyfiyetin Teke- tepe sırtına bir an evvel yerleşmek için bir işaret olabileceğini ümid e- derim. Bunun ehemiyetini kendiniz de takdir edersiniz.” Bu emri kolordu komutanı aynen tümenlere gönderiyor. Yalnız “iler- lenecek arazi türkler tarafından ha- fif surette tutulmuş ise ilerleyiniz!” kaydmı koymaktan da kendini ala- mıyor. Bu biricik kayıd tabii her şeyi alt üst ediyor. İlerlememek için zaten fırsat bekliyen bu tugaylar oldukları yerde kalıyorlar. Stopford kaçmıştı ama ilerliyen cak bir tekne bulamıyor. Hamilton çırpınıyor, amirallık didiniyor, an- cak o gün öğleden sonra saat dört blşçlıhı harsket edebilecek bir ge- mi hazırlanıyor. Ve o gün de boşa gidiyor, çünkü Hamilton ancak saat altıda Sovlaya varabiliyor Albay Aspinalin gördükleri Sovlaya gid diye çırpına dursun, kendi karargâhın- dan sabahleyin gönderdiği albay Aspinal saat on ikiyi bir kaç dakika geçiyordu ki Sovlaya geldi. Gördük- leri şöyle: ; Ortalıkta tam bir sükün var. Bu- lutsuz bir semada güneş her tarafı cayır cayır yakıyor ve ingiliz kuvvei seferiyesi bu sükünu tam ve bulutsuz sema altında plajlarda banyo yapı- yordu. Şaka değil, tam manasiyle, Floryadaki gibi kumlara Ş Çanakkale'de bir siper başkomutanı İmrozdan Sovlaya ata- tümen karargâhından bir rastladı. — Ne yapıyorsunuz? dedi. — Görüyorsun ya, mükemmel banyo yapıyoruz ve oturuyoruz. — İleri kıtâlar nerede ? — Onlar da merak edilecek ka- dar uzakta değil, dört beş yüz yarda ileride. — Türk kuvvetleri ? — Henüz pek fazla teşerrüf et- mediğimiz için yerlerini bilmiyorum, Fakat pek uzakta olmadıkları gi bi, miktarlarınm da pek fazla ola- cağını hiç zannetmiyorum . — O halde neden ilerlemiyorsu- nuz? , — Onu kömutanlara sorun. Tüm komutanı hazırlıksız — ilerlemenin doğru olmadığıma kani. Onun için biz de banyo yapıyoruz. — Ya kolordu komutanı ? — Onun henüz yüzünü görmedik. Gemisind. karaya ayak basmadı. subaya veya suda çırpınarak banyo yapı- yordu, Ş Arada sırada Kireçtepeden tü- fek sesleri geliyoör (burada bizim yalnız üç jandarma bölüğümüz var) ve başka hiç bir gürültü ve patırdı- nin olmadığı bü sahaya, bu plâj âle- mi daha enteresan bir şekil veri- yordu. da '."'Mhi. şuraporu gön-| — Bi yada herkes neşe içinde idi. İş- deriyor: ler görüldüğü üzere pek âlâ müsaid “Dünkcü h Reli (b ı K ; gitmişti: Hiç zayiat v len işte her halde M i kasdediyor) | karaya çıkmışlardı. ve topçu kuvvetlerinin karaya ihra- eında vuku bulan na kabili içtinap tehirden dolayı hasmın iyice tahkim “edilmiş siperli mevziine kâfi dere- cede topçu müzahareti temin edil- medikçe hücum etmeğe emir ver- in muvafıl lahat olmıyaca- Za l um... ilâh.ll Hamilton ancak bu telgrafname- yi aldıktan sonra kafasına dank edi- yor. Bizzat muharebe yerine gide- rek işe müdahale etmenin zarureti- ni duyuyor ve “aman bana süratli bir gemi bulun” diyor. Filo amiral liğına müracaat ediyorlar. Amiral #“hbaşkomutana mahsus torpido muh- ribinin bu saatte harekete hazır ol- madığını ve hazırlığını ancak akşa- ma kadar ikmal edbileceğini - söylü- yor. Hamilton. ' — Benim muhripten vaz geçtim. Bana süratli bir gemi bulun da Soy. laya gideyim diyor. Arıyorlar, tarı. yorlar, koca ingiliz amirallığı o gün 7 SO SRC Tabit bir gün sıra -ilerlemeğe de gelecekti. Hele erzaklar çıksın, su- lar getirilsin, obüsler uzaktan bü- tün müdafileri yok etsin de ondan sonra ilerlenirdi. Acelesi ne ? Bu yeni orduya mensup herkes böğlk düşüklüyür Ve neşselkden kayı b ğe sebeb görmüyordu. Bu sa- hada somurtan yalnız şu dağların gerisinde neler olabileceğini tecrü- beleriyle takdir edebilen albay As- pinal idi. O biliyordu ki her geçen saat büyük bir kayıp ve her geçen dakika zarfında kahraman türk as- kerleri bu mıntakaya biraz daha yaklaşmaktadir. Bunu eski muhare- belerden ve bizzat ihraç zamanın- dan biliyordu. Aspinal kolordu karargâhmnı bul- mak için sahile çıkmıştı. Kolordu- nun karargâhmı bü çıplaklar diyarı- nın sakinlerinden soramadı, hid- detle onların yanından ayrıldı ve i- lerledi. Bir parça ileride on birinci Kanı başıma fırlıyan baş kuman- danlık karargâh murahhası bir san- dalla tekrar geriye açılıyor. Ko- lordu kumandanının vapurunu bu- luyor, güverteye çıkıyor. “Babacan komutan” — hakikaten çok neşeli idi. Baş kumandanlıktan gelen subayı büyük bir şevkle kar- şıladı ve selâmlaştılar. — İIşler çok iyi gidiyor Aspinal. diye söze başladı. . Askerlerimin yaptığı fevkalâdedir. Zayiat ver- meden karaya çıktık. Gördüğün şu peleri aldılar. —Dehşetli gayret gösteriyorlar. Şimdi de biraz istira- hat verdim. — İyi ama generalim. Askerleri- niz daha henüz en yakın tepeler hattında bile mevzi tutmuş değil- lerdir. Bizzat kendi emniyetlerini dahi istihsal etmeden bu vaziyette ova ortasında durulur mu ? — Sonu var — İşeli bir kaç saat geçirmek için gelen- grttrrranen OD -Nl DÜNYADA NELER OLUYOR? Yanenaanaf” Yalnızlık hisseden kadın — Evlenme pazarı — Hapse giren aşk— Kalçaları beğenilmiyen tablo Fransanın Kale şehrindeki topçu alayında hizmet gören Napoleon Ra- tel'in Portel şehrinde yaşayan karısı yalnızlıktan çok şikâyetçi imiş. Koca- sına uzun bir izin koparmak için yap- tığı iki müracaatın ikisinde de başka çare bulamadığı için yalana baş vur- muş; fakat, yalanın ömrü vefa etme- diğini de çabuk anlamış. Ratel, geçen yıl ağustosta karısın- dan aldığı bir telgrafta bir kızı dün- yaya geldiği bildiriliyormuş. Büyük bir sevinç duyan topçu hemen ku- mandanına koşup vaziyeti anlattık- tan sonra bir kaç günlük izin almış. Bu sevincin hıziyle evine koşup ge- len Ratel'i karısı karşılayarak kucak- lamış lâkin dünyaya geldiği haber verilmiş olan kızdan bir iz göreme- miş. Kızını görmek isteyince, karısı kendisine izin koparmak için bu ya- lanı uydurduğunu söylemiş. Bunun üzerine Ratel'i bir düşünce kaplamış; Alayında gelecek belayı gözünün önüne getirmiş. Ufak tefek, fakat çok enerjik bir kadın olan ka- rısı ikinci bir çare düşünmüş: Koca- sını belediyeye göndererek, Mari- Margerit adında bir çocuğu dünyaya gelmiş olduğunu haber vermiş. Nüfus memuru Ratel'i tanıdığı için hiç te- reddüt den kayıd lesini yaparak, eline bir vesika vermiş. Ratel, izininin bitmesini bekleme- den alayına geri dönmüş. Su uyür düşman uyumaz; derler. Ratel'in ya- nı başındaki evde oturan orman bek- çisi, komşusuna leyleğin çocük getir- mediğine emin olduğu için, bu uy- durma çocuğu gidip polise haber ver- miş. Nihayet mesele alevlendikçe alevlenmiş ve zavallı Ratel mahke- mede hesab vermeğe macbur olmuş. Sorguya çekilen topçu, karısının öl- müş olduğuna dair ikinci bir uydur- ma telgraf aldığını söylemiştir. Ka- dın istedimi, doğuruyor, ölüyor, ye- ter ki istemesin! Evlenme - pazarı Belçikanın Henegau vilâyetinde Ekosin adını taşıyan küçük bir kasa- ba vardır. Bu kasabada, çok eski bir anane hâlâ yaşamaktadır: Her yıl ilk- baharın sonlarına doğru bir evlenme pazarı daha doğrusu evlenme panayı- rı açılır, Bu yıl da bu pazar açılmış ve Ekosinde kendilerine güzel ve genç bir kız seçmek için memleketin dört bir tarafından bir sürü delikanlı kal- kıp gelmiştir. Ancak, pazara gelenler yalnız be- kâr delikanlılar değildir. Aralarında bekârlığı çoktan atlatmış olup da sırf delikanlılarla genç kızlar arasında ne- F E DU FAO LLL L — Senin adın:ne? — | Müjik, istemiye istemiye cev:!? ver- di: ğ iş- İsmimi öğr k istiy te: Bana Osip derler. — Öyle ise Osip, o da emir almıştır. Onunla iki dost gibi konuşunuz. Ah- babca anlaşınız... Osip sordu: — Onun istediği nedir? — Ona on on beş askere yarar adam veriniz. Bırakmız askerlerimiz de bi- raz ısınsınlar. Gece olurken gideriz. Osip uzun uzun düşündü: — Hayır, biz asker vermeyiz. — Niçin? — Siz bizi köylerimize gönderip ge- ne köle yaparsınız. Diri diri teslim ol- mıyacağız. İki parmakla yapılan haç işareti ve eski İncil uğurunda ölmek istiyoruz. İşte bu kadar. Osip tüfeğini kaldırdı, çanağa üfle- di, içine barut koydu, kapının üzeri- ne yerleşti. Ne yapmalı? Yovakim bu işten vaz geçilmesini tavsiye etti, Nektarii'yi alt etmek imkânsızdı. Aleksei: j — Eğer o inadcı ise, ben de inadcı- yım. Adamları almadan şuradan şura- ya kımıldatmam. Onları muhasara al- tına alacağız, dedi. Atları kızaklardan çözmek, onlara yi- yecek vermek üzere iki nefer ayırdı. Dördünü de höcrelerden birinde ısın- mağa gönderdi. Diğerleri nöbet bekli- *cek, kiliseye ne su ve ne de yiyecek ü ini temin edecekti. Ak- ,|onun şarkılar, şam oluyordu. Hava buz gibi soğuma- Ba başladı. Eski - müminler gittikçe daha hazin teganni ediyorlardı. Pet- ruşka ile Stepka çatıda, alçak-sesle a- ralarında görüşüp anlaştılar: İş uzı- yacaktı. —Su dökmek için aşağı inmemiz lâzım. Kilisenin çatısı üzerinde bunu yapamayız. Müsaade edin de yere at- lıyalım. Aleksei cevab verdi: — Atlayınız, size dokunmayız. Osip birden bire, korkunç bir tavır takınarak onlara doğru sakalını salla- dı. Petruşka ile Stepka bir an tereddüt ettiler, Fakat nihayet, kubbenin etra- fını dolaşarak öte taraftan samanların üstüne atladılar. Stareç Nektarii de muhasara altın- da bulunduğunu anlamakta gecikme- di. Kapının üstündeki pencereye yü- zünü yaklaştırıp iki kere, miyop Bgöz- leriyle akşamın oluşuna baktı_. şleksei onunla konuşmak istedi. Beriki cevab olarak sadece tükürdü. Gene kilisede dualar ve çccuklı_r_m feryadı üzerinde yükselen sesi işitil- di. İçeride felâketli bir şey hazırlanı- yordu.... Ufuklar kararınca başları çıplak on kadar müjik tavan arası deliğinden dama çıktılar. Meczublar gibi kolları- nı sallıya sallıya bağırdılar: — Uzaklaşınız, uzaklaşınız!... Acele acele soyunuyorlardı: Kısa kürklerini, keçe çizmelerini, gömlek- lerini, dönlarını birer birer çıkarıyor- lar, bunları birer birer askerlere fırla- tıyorlardı: — Yakalayınız, yakalayınız... Alınız zalimler. Aranızda kura çekiniz. Dün- yaya çıplak geldik, dünyadan çıplak gideceğiz.... Çıplak, mosmor, kendilerini yüzü koyun çatının üstüne atıyor, suratları- nı karlara sürüyor, hüngür hüngür ağ- lıyor, bağıra çağıra kollarını havaya kaldırıyorlardı. Sonra, sakalları kar i- çinde, tavan arasının deliğinden çeki- lip gidiyorlardı. Yalnız Osip yerinde kaldı. Askerlere nişan almış duruyor, onları kapıya yaklaştırmıyordu... Bu çıplak mujiklerin manzarası Alekseiyi Şiddetle müteessir etmişti. Yovakim, yüzünü kapınım üzerindeki deliğe döndürmüş, ağlar gibi bir sesle, yalva- Yazan: Alexis Tolstoi No: 125 AAT LA Büyük Petro'nun sarayından bir görünüş: Mutbah kısmı rıyordu: — Çocuklara merhamet ediniz! Kar- deşler, karılarınıza acıyınız! Kiliseden bir feryad yükseldi, öyle kulakları 'yırtan bir feryad değil, fa- kat işitenlerin kanlarını damarlarında donduran bir feryad.... Asker, yüzleri asık, birer birer yaklaştılar: — Bay subay, iş kötüleşiyor. Müsa- ade ediniz de kapıyı kıralım. Osip ü- zerimize ateş ederse ne zarar| Aleksei dişlerini sıkarak: — Haydi, kırınız! Dedi. Askerler, tüfeklerini hemen karla- rın üstüne bırakıp ellerine direği aldı- lar. Batan güneşe mürtesem düştüğü i- çin üzerindeki haçı ancak görünen kubbe, birden bire, sarsıldı. Toprak a- ğır ağır titredi. Bir infılâk oldu, hava ler de çokmuş. Mamafih, gençlerin bir araya toplandıkları bu pazar ye- rinde sonsuz bir neşe hüküm sürüyor- sa da, genç kızlar eski âdetlerden ve ahlâk kaidelerinden uzaklaşmıyorlar. Kızların biricik emelleri ömürlerinin sonuna kadar bekâr kalmamaktır. On- lar, arzularını açıktan açığa ifade et- mektedirler. Pazarın kurulduğu gün Ekosine gelinince, sokaklara baştan başa ge- rilmiş olan dövizlerde genç kızların arzuları okunmaktadır. Öğleye doğ- ru, başlarında bir muzika olduğu hal- de kızların alayı kasabanın sokakla- rında dolaşmaktadırlar. Kizlar, o ğgün Belçikanın meşhur dantelalarından yapılmış tuvalatlerle gezip eğlenmek- tedirler. Öğleden sonra yapılan toplantıda, bekâr kızların reisleri olan bayan, kisa bir nutuk söyliyerek ananevi pa- zarın mana ve ehemiyetini izah ve te- barüz etttirmektedir. Dans ve oyunlar arasında saatlerin nasıl geçtiği hissedilmemektedir. Pa- zar büyük bir ziyafetle sona eriyor; çiçeklerle süslenen bahçelerde kah- veler içilmekte pastalar yenmektedir. Tabii, bu arada birbirlerine yakınlık hisseden ruhlar, tanışmakta, anlaş- makta gecikmiyorlar, Bazı büyük davâlar vardır ki, halk bunları çok basit bir şekilde hallet- mektedir!. Hapise giren aşk Fransanın Monpeliye şehrindeki hapishanede yatan bir kadınla gardi- yanın nikâhlanmaları büyük alâka u- yandırmıştır. Elli yaş:nda bir kadın olan Ameli Turto, hırsızlık ve emniyeti suiisti- mal yüzünd şını çekmekte imiş. Aynı zamanda ceza müddetini dol- durduktan sonra, şehri terketmesi, mahkeme kararındaki cezalar arasın- da imiş. Fakat bu sırada gardiyanlar- dan birine gönül vermiş ve çok kuv- vetli bir şekil alan sevgisi, ona, şehri terketmesine engel olmuş; bunun ü- zerine polisin takibine maruz kalan Ameli tekrar tevkif edilerek cezalan- dırılmış. Ancak, bu sefer başka bir tevkifhaneye sevkedilmiş. Bunu haber alan gardiyan, kendisi- ne gönlünü kaptırmış olan kadınla evlenmeğe talip olmuş. Arzusu yerine getirilmiş olan gardiyan müstakbel karısına, belediye ve klisede refakat ettikten sonra, kadın tekrar hapisha- neye götürülüp hücresine kapatılmış; cezasını bitirir bitirmez kocasının e- vine dönecek olan kadını, kanun bu sefer şehirden çıkaramıyacaktır.! Gö- nüller anlaşınca kanun da hoş görü- yor! Kalçaları beyenilmiyen fablo! Tablolar dolayısiyle sanatkârlarla RADYO Ankara : Öğl iyatı: gle Nqnyutı. 12.30 Karışık plâk neşriyatı — 12.50 Plâk: Türk musikisi ve :ılf şarkıları — 13.15 Dahili ve harici ha- erler. Akşam Neşriyatı: sudam 18.30 Karışık plâk neşriyatı — 18.50 İngilizce ders (Azime İ- pek) — 19.15 Türk musikisi ve halk şarkıla- rı (Servet Adnan ve arkadaşları) — 20.00 saat ayarı ve arapça neşriyat — 20.15 Türk musikisi ve halk şarkıları (Semahat: İstan- bul radyosu okuyucularından) — 21.00 Mu- siki konuşması (Halil Bedi) — 21.15 Stüd- yo salon orkestrası: 1- Mendelssohn: Ro- mans sans paroles No, 20. 2- Beethoven: Adağio sostenuto. 3- Humpries: Serenata lamentos. 4- Heinz Link: Pfannkuchens Ge- burtstag. 5- Lehar: Cloclo — 22.00 Ajans haberleri — 22.15 Yarınki program ve is- tiklâl marşı. İstanbul : Öğle Neşriyatı: BESASOBYAL 12.30 Plâkla türk musikisi — 12.50 Havadis — 13.05 Plâkla türk musikisi — 13.30 Muhtelif plâk neşri- yatı — 14.00 Son, Akşam Neşriyatı: b ş N SOYE 18.30 Plâkla dans m)ıııkııı — 19.15 Çocuklara masal: Bayan Nine, — 19.55 Borsa haberleri — 20.00 Saat ayarı: Grenviç rasathanesinden naklen — 26.02 Rifat ve arkadaşları tarafından türk musikisi ve halk şarkıları. — 20.45 Hava ra- poru — 20.48 Ömer Rıza Doğrul tarafından arapça söylev — 21.00 Fasıl saz heyeti: İb- rahim ve arkadaşları tarafından — 21.45 ORKESTRA: 1- Ponçiyelli: Danza Dell, o- re, — 2- Çaykovsky: Romans. 3- Bask: Roz- Mus. 4- Berje: Kovvboy libe. — 22.15 A- jans haberleri — 22.30 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları — 22.50 Son haberler ve ertesi günün programı — 23.00 Son. Avruna : yüğrlksillee UrEKKA VE OPERETLER: 20.00 Ber- lin — 20.15 Paris — 20,30 Liyon. SENFONİ VE ORKESTRA KONSER- LERİ: 17.00 Berlin — 19.05 Berlin — 19.55 Bermünster — 20.15 Prag — 20:20 Presbur& — 20.30 Lil, Stokholm — 21.15 Prag — 21.30 Roma — 21.50 Budapeşte — 22.10 Brüksel —22.15 Klîyenhl(. ODA MÜZİĞİ: 15.25 Hamburg — 16.00 Münih — 19.10 Paris — 21.15 Doyçlandzen: der — 22.30 Doyçlandzender. SOLO KONSERLERİ: — 13.00 Stok- holm — 15.15 Doyçlandzender — 15.30 Vi- yana — 16.15 Prag — 17.15 Milano — 18.00 Hamburg — 18.10 Post Pariziyen — 18. Brüksel — 19.10 Königsberg — 20.50 Osl0 — 21.30 Kopenhağg — 23.00 Keza, NEFESLİ SAZLAR: 5 Breslav — 12 Breslav — 19.10 Hamburg, Sarbrük — 19.55 Hilversum — 21 Londra Rejiyonal. HAFİF MÜZİK: 6.10 Hamburg — 6.30 Breslav, Frankfurt ve birçok alman istat” yonları — 8.30 Breslav — 8.30 Frankfurt — 9.30 Bırıl;nL— 10.30 Hamburg — 10.30 V:; yana — aypsig — 14 La; ig, Ştut — 14,10 Frankfurt, Viyana m:ığ B::ıii — 15.30 Berlin — 16 Dansig, Frankfurt v? birçok alman istasyonları — 17.10 Münih <— Ştutgart — 20 Kolonya, Sarbrük — 21 Ham' burg — 22.30 Kolonya, Viyana — 2240 Kö” nigsberg — 24 Kolonya. HALK MÜZİĞİ: 11.30 Ştutgart — 16 Berlin — 18.45 Helsingfors — 20,40 Hilvef” Laypzig, Droytviç — 18.25 Breslav — 19.00| * k ç reslav 18 Berlin — 1910 Doyçlandzender — 19.1$ * sum — 24 Ştut DANS MÜZİĞİ: 19.10 Münih. 4 olduğu yağlı boya resimdeki kalçal?' rın, kendi kalçaları değil de, Tresif bitirilirken ressamın model durâ/ hı'ı_ımm kalçaları olduğunu iddi/ etmiştir. Konstans Benet “Benim onun kar'' sının kalçalarına ihtiyacım yok!” mü' talaasında bulunmuş; ressam ise, $7 natin ona ilham ettiği şekilde kalçi” ları tersim ettiğini söylemiş. Tabl! mahkemeye getirilmiş. Ressamın yaf' mış olduğunu iddia ettiği tashihlef modeller arasında bir çok Şi lıklar çıkmıştır. Fakat, kalçalar için mahkemeye müracaat edildiği az işi- tilmiştir. Meşhür si yıldızı Benet, Vili Pogani adındaki ressama kendi resmini yaptırmış. Tablo bit- miş; fakat sinema yıldızı resmi kabul etmekten imtina ettiği gibi, pazarlık ettiği üç bin doları da ressama öde- mek i iş. R yaarıç ye müracaat etmiş, Hâkim huzuruna ge- len Konstans Benet, r K yıldızı beği iş. Bunun! da kalmıyarak yeni yeni hatalar kef| fetmiş; saçların rengini, gözlerin bi'| kışını, hasılı her şeyi renksiz ve b başka bir güne bırakılmış. sırf propaganda maksadiyle açılm' olduğunu iddia ediyorlar. Belki ©' hakikaten bir propaganda ve rek dan ibarettir. Çünkü Amerika ve hül susiyle sinema âleminde her şey iht| d üaü mal içindedi TUKUAUA NU AAA AA UKUK KOK AAA ATA KKK AUK AA tazyiki göklere çarptı. Çatının yarık- ları arasından duman göründü, yavaş yavaş kızıllaştı... Alevler kütükler a- rasından dil gibi uzandı... Kapı kırıl- dığı zaman başı kömür halini almış, a- levler içinde bir adam dışarı fırladı, karlar üzerinde bir sulucan gibi kıvrıl- dı. Kilisenin içinde duman alevlere karışarak anaforlar yapıyor, elbiseleri ateşler içinde bir takım insanlar kıvra- nıp yuvarlanıyorlardı. Kilise yanında- ki ot yığınları da şimdiden ateş almış, dumanları tütüyordu... Hararet tahammül olunmaz derece- yi buluyordu. Askerler geri çekildiler. Kimseyi kurtarmanın imkânı yoktu, Neferler, istavroz çıkara çıkara üç kö- şeli şapkalarını başlarından atıyor, a- ralarından bazılarının yanaklarından gözyaşları dökülüyordu. — Artık bu manzarayı görmemek, hayvanlar gibi bağıranların haykırışmalarını artık i- şitmemek için Aleksei avlunun yıkık kapısından çıktı. Dizleri titriyor, yü- reği sızlryordu. Bir ağaca dayandı, yere b çömeldi. Şapkasını çıkarıp attı. Başını serinletti. Biraz kar yedi. Karlar için- deki ormanı yangın aydınlatıyordu. Yanık et kokusundan kaçıp kurtulmak imkânsızdı. Kıp kırmızı karlar arasında bata çı- ka yürüyen üç kişi gördü. Bunlardan biri diğerlerinden daha geride gidi- yor, d lar ar. d i üze- rine doğru uzanan alevlere, ve havada uçuşan kıvılcımlara baktıkça kollarını ketlerde bulunuyordu... Bir meczt' gibi döğünen bir başka adam, rüklüyordu. mekte devam ederek bağırıyordu: — Kaçtı, köpek oğlu kaçtı! Parf' parça edilmeği hak etti... Kilisenin # ' tındaki gizli yoldan kaçarak yanm3/ tan kurtuldu... Sonra, melün, beni İ Andriuşka'yı da yakmak istiyordu. Te Pr Moskova'da, çoktanberi, böyle ;İ' sesleri işitilmemişti. Deniliyordu ' hiç bir hususta çarın sözünden çıv mıyan patrik Adrian, bu neticeye rabilmek için zangoçlara bin ruble elli fıçı bira dağıtmıştı. Çancılar, pif tahtın bütün çan kulelerinde tepif' duruyorlardı. Moskova, atlarla di hayvanlardan intişar eden dumana hara gömülmüştü. D ş karl)| kızaklar gıcırdatıyordu. Ağaçlar kl"' ği yükü altında bükülüyordu. Mey neler gece gündüz açıktı. Güneş F kırmızı, acaib yükseliyor, meydınl da ateş yakmış nöbetçi askerlerin £ ğılarında akisler yapıyordu, Çan $ leri arasında tüfek atışları işitiliy' bütün Moskovada top iniltileri duy' luyordu. Ağızlarına kadar, kara kılıklı, isler içinde, kürkleri ters giymiş sarhoşlarla dolu onlaf' uğuşturuyormuş gibi bir takım hare- (Sonu var) çimsiz bulmuş. Nihayet mahkem' Mahkemeyi dinleyenler, bu davânı * kürklü, ufarak bir ihtiyart zorla $i| * Bu telâşlı adam ihtiyarı sürürkif * Pa A d y Tüz ği ti. lar rar bir saa zar Mit bur Irla yor du. eti ra )| tün yağ Çırı Mmaş kar ları sey Yyol; tık Sür dük