7 Ağustos 1932 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 7

7 Ağustos 1932 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

EL sebepleri nedir? Yazan: M. Kemal ci iyatroda buhran.. Bu umu - e klişe olmuş kelimeyi mo- Zira Tam için kullanmıyorum. he zler, bundan dört beş se vel mesleğimizin bu derde daş dr bariz bir şekilde gör kn halde bugünün iktisadi, m ranma, tiyatro bubra - takaddüm, ediyor demektir. ir ile kendisini hissettirmiş- ler ç p sonunu müteakip eski- evkinde tiyatro muharriri e 1, €ser yazılamadı, sarsici Bi, inal mevzu bulunamadı. di kanaatin tabii ki istis kiy vardır, Fakat o kadar az Mah bu istisnalar da o kadar az m verdi ki bu kökleşen ka- hikda e Biştiremedi. Bakın bu ia Yüzünden Almanlar mü diyen Fransız eseri, Fransız vel mütemadiyen Amerikan Meiliz eseri oynuyorlar, Yatı ulâsa eser kıtlığı, yeni ti » anan #serlerindeki teknik tan - miği “ ve daha ziyade sinema tek inin hakimiyeti, seyirciyi ti - Todan uzaklaştırdı. iin di Yatro, Aşağı yukarı refah işi » Bilhassa “Lyrigue,, tarzı tam i harcıdır. Bir bakı - e göre umumiyetle tiyatro yir toka asır iptidasına kadar aris- -Asinin ağından kurtulama - bin * Öyle değil mi ya? Gar - boy Zitahtlarında saraylarla aday Sözen muhteşem binaların tal ükümet tiyatrosu,, “Kr du Yare » “Opera,, deniyor - © hâlâ da deniyor. Bu san'at Mun seyircilerini, fraklı, üç, tuvaletli tabaka teşkil küng » Bu devirde rub'u mes- söhret salan san'at ilâhla - har a itiğini görüyoruz. Fakat # nen taun — tiyatroya Batal be mebni gelen — bu a» keler silip süpürdü. Sk ören aha atkârlar hediyelerden, kaldı, Şimdi tiyatro, iki a ei gayesine dönmi- vi a oturmuş binlerce Mak, toplamak, (Humain) ok iy haline gelmek istiyor. Lâ Seç kalmış değil mi?.. Ma Hiyaş az kalsın. İşte sine- tela; dirmiştir. Yoksa di » İkten sonra değil!.. Yap Ye g : atın, müellif kıtlığı, Viya Miz gin müddet aristokra - Me ny, 5 Mâyiş için ve ya her i tiyatrodan servet çe- ai en mahrum bir Okuru r.. Sadeleşmek, gök bütün insanları birleştiren siz ve dilsizken bu işi troya asıl darbeyi bu e le dai al len mil var ki o da şöh Ölüme i oda şö im dür. Alemşumul tiyatrosunda buhran, eser (Sarah » Bernhardt) (o (Lucien Guitry), (De Max), (Silvain) ve | nihayet (De Feraudy) gibi na - zirsiz üstatlar kaybetti. Bu isim ler, Fransız tiyatro san'atımı dil- lere destan eden kudretlerdi. Zamanımız her ve kadar tiyat Aktör M, Kemal Bey royu ferdi kudretten kurtarıp kollektifin “Realite,, sine er « dirmek istiyorsa da (seyircileri sempati cezbesinden ayıramıyor. Bakınız (Comoedia) gazetesi aç - tığı bir ankete Theatre Antoine nın müdürü Rene Rochernin ver diği cevapta şu kısa cümle naza- rı dikkatimi celbetti: (amateu- rişme tiyatro için meş'um bir düşmandır.) Rene Rocher bilâhare bu cümlesini etrafile izah ediyor ve hakiki tiyatro adamlarının or - tadan kayboluşu, ihtisası ve isti- dadı olmıyanlarm bu işe bu » runlarını Oo sokuşu (tiyatroda buhranı doğuran Oo sebepler- den biridir diyor. Bu adama hak vermek lâzım. Nasıl hak vermi- yelim ki, Monet - Sully'nin ve- fatından sonra Fransada hakiki bir “Otello,, bir “Hamlet,, öy * nanmamıştır. Sarah - Bernhardt Lüdam o Kamelyayı mezarına aldı götürdü. Silvain de (Papa Lebonnard) ım canını sürükledi. Bugün Fransada bu rolleri oy- nıyacak adam arıyorlar. Kome- di Fransezin müdürü umumisi Emile Fabre evvelsi sene şehri » mizde bulunduğu sırada Ertuğ - rul Muhsine bu san'atkâr buhra- nından bahsetmişti. Louis Vernuel'ün Mösyö Lam berthier unvanlı, yalnız iki ki- şiyle oynanan (3) perdelik dra- mını Fransada oynıyacak ve halka dinletecek babayeğit bu- lunamadı. Bu eseri yalnız Ame - rikada (Con Barimor) ve Alman yada da Basserman oynıyabilmiş lerdir. Şu halde bir Amerikalı muharririn “Amerika sinemacılı ğını Greta Garbo buhranı teh - dit ediyor,, diye haykırışmı gü - lünç bulmamalı. vd gisi Geçenlerde Fransız sinema rejisörü Rene Clair (Temps) ga zetesinde bir makale © neşretti, Genç ve kıymetli rejisör sinema tiyatro bahsini tazeliyerek bu es- ki san'atta görülen buhran ve inbidamın sebebini büyük ser - mayenin tiyatrodan çekilip sine - maya nakletmesinde buluyor. Rene Clair'in bu iddiasını buh- rana sebebiyet veren en mühim ve beşinci âmil olarak kabul et- mek lâzımdır, Hakikaten evvelce bir çok tiyatrolar idare eden ka- pitalistler sermayelerini daha çok kâr getiren sinemaya hasret- tiler. Hem bu iş daha rahat.. Ti- cari sahası daha vâsi.. Lâkin maddi sermaye ile beraber “sây,, “san'at,, hicreti de başlamıştır. Şimdi sinema konuşunca en bel- libaşlı.tiyatro san'atkârları of - jektifin önüne geçti. Büyük bir istikbal vadeden genç muharrir - ler senaryo yazmıya başladılar. Meselâ Fransada Jean de la Lune'ün muharriri Macel A- chard ve Chotard et Cie'nin mır harriri Roger OFerdinand gibi genç şöhretler bir iki senedir si- nema eseri yazıp duruyor. Neti- ce itibarile manevi ve maddi ser maye tiyatrodan taşınıyor, uzak laşıyor. Hatta büyük üstat Rein - hardt bile bu geçen kış tiyatro - larını başkalarına devretti. Va » kıa Reinhardt bu hareketile ne yapmak istediğini vazihan söy - lemedi. Fakat insan bu büyük ve kadir insanın bu hareketi karşı- sında tiyatrodan bütün bütün ü- midini kesiyor. up Sesli sinema, sessizi kadar bü yük insan kitlelerine hitap ede - miyor. Bu neticeyi tiyatronun le“ hine tefsir edenler var. Amerika da da en ağır tiyatro eserlerine fazla rağbet © vukubuluyormuş. Yeni dünyadaki bu aksülâmeli de tiyatro için bir fali hayır te - lâkki etmek lâzım. Kommünizm dünyasında da tiyatronun başka bir veçhe alışı, genişlemesi, her sınıf halka hitap çaresini bul “ ması bu dünya kadar eski ve Hilki © san'atın O basübadel- mevte mazhariyetine bir alâmet“ tir. Şimdi bütün bu hareketlerin daha doğrusu bulunan çarelerin arasma bir bağ, vaslı müşterek lâzım. Bu bağ teessüs ettiği gün tiyatro kurtulmuş olacaktır. Aktör M. Kemal nn Biliyorum, hepinizin bir albü mü, ve bu albümün içinde bütün dünya (yıldızlarmın resimleri var. Hepiniz, beğendiğiniz artis- te benzemek için, saatlerce ay - naların karşısında ( kaşlarınızın biçimini değiştiriyor, gülüşünüzü, bakışmızı prova ediyorsunuz, ve tercih ettiğiniz artistin bir filmi- ni kaçırmıyor, onun kaç defa ev lenip ayrıldığını, kaç âşıkı oldu- ğunu, hangi yemekleri sevdiğini, hususiyetlerini, servetini velhasıl her şeyi kendisi kadar, bazan ondan daha iyi biliyorsunuz. Bütün bunlar niçin? Bir gün ona benziyebilmek için, Evet. Bu his, sizin içinizde vardır. Ne kadar dudak büke- rek: — A, hç'de yok; “Delimi'bu da ne? Portre 22 Dünya tiyatrosundaki buhranın : TOPAL Ayni mahallede oturuyoruz... Onu uzaktan tanıyorum... Vücu- düne nisbetle çok cılız kalmış hareketsiz bacakları tutmuyordu. Ve yürürken koltuk değnekleri- ne dayaniyordu... Arkasında kamburu vardı, gök- sü harap bir konak şahnişi gibi ileri doğru çıkıntı yapmıştı, ufak başı, ön ve arka iki çıkıntının arasında kısık duruyordu. Sıska yüzü kara sarıydı, avurtları çö- küktü, zeki bir parıldayışla ışıl- dıyan siyah gözlerinin sevimlili- ğini bir an görmeyiniz. Ne kor- kunç bir insan! Diyeceksiniz... Adı nedir? Bunu ben bilmi- yorum. Belki kimse bilmiyor.. Ona mahallelinin verdiği isim şudur : Topal!.. Cami kabristanına bakan s0- kağın içinde, viran kapısı acaip iğriliş — büğrülüşlerle (| yanpırı, böduçka bir ev vardır. Bu ev Topalın evidir. Mavi, çipil gözlü, buruşuk yüzlü ibtiyar anasile, © burada olurur... Sabahleyin ne zaman çıktığını bilmiyorüm. Mahalleye, gece ya- rısından bir az evvel dönerdi... Niçin? Belki göze batmaktan çekiniyordu. Belki utanıyordu. Belki hakarete uğramaktan, ar- kasına» mahalle © çocuklarının düşmesinden korkuyordu... sranlık bir gecede onun dö- nüşünü seyrettim, Koltuk değ- nekleri, bir düzüye giden bir ahenkle kaldırımları dövüyordu, ve.. birer eski papucun nazardan koruduğu abşap, karanlık evle- rin viran saçaklarında.. Kafesleri süzülmüş bir kumaş parçası gibi seyrek ocumbalarında öten bu sesin akisleri, bir garip adlık taşıyordu.. Ben o gece, gözlerim yaşlı, bep onu düşündüm.. Anası, doğurduğu bu garip mah'üka kim bilir ne kadar üzük müştü. Ve belki, loğsa döşeğin- de. onu görmiye koşan babası, sevinmek imi, kederlenmek mi lâzımgeldiğini takdir edemeden uzun bir müddet şaşkın kalmıştı. O Allahın garip bir cilvesiydi. Ne denebilirdil.. Ana, baba bel- ki üç, belki beş, belki yedi se- ne, insana çok az benziyen bu eciş: böcüş mahlüku -acı bir utançla” bir yere çıkarmamışlar, saklamışlardı.. Fakat.. Nibayet, şüphes'z ki bir gün, mahallenin marangozuna, mini mini bir çift koltuk değneği sipariş verilmiş- ti.. Ve ihtimal gene bir gün, bu münüzü saklıyamaz, gözleriniz - deki memnuniyeti, uzun kirpikle- rinizin arasından bile örtemezsi- DİZ. — Hem, diye düşünürsünüz, daha geçenlerde bir akşam gaze tesi ile cazip isimli bir sinema mecmuasında Holivuttaki Türk yıldızının hayatını okumadık mı? Benim ondan ne (o eksiğim var? Sizin ondan büyük bir eksiği- niz vardır, Oda şu: O sinema yıldızı bir hayaldir. Siz ise hakikaten mevcutsunuz. ... Bu kayın valde nasihatini si- ze vermekten maksadım: — Sakın böyle havai şeylere kapılmayınız, ” talisiz matılük, değ” k rine dö- ya'a ık sokağa çık 1 1... İşte, doğuşundan üç gün son- ra babasının kulağına fısladığı ezanlı adını kaybedişi belki bu tarihten başlıyor.. Mektepte, s0- kakta artık ismi “Topal,,dı. Oyunlara giremezdi. Sağlam ak- ranlatının arasına sokulamazdı, çelimsizdi. Sakattı, Belki ölürdü. Bazan itilirdi. Bazan dövülürdü. Ve, kendinden küçük mahalle kızları, onu bazan bimaye eder- lerdi. Zavallı topalın kim bilir ne kadar gücüne giderdi bu... Gene çok muhtemeldir ki, kü- çücük yaşında zulme uğrayan “Topal, , bir gün zalim bir in- san olmuştu... Artık bilya oyna- mak, topaç çevirmek için arka- daş aramıyordu. Yep yeni bir oyun bulmuştu: Kurbağaların bacaklarını ko- panyor, gözlerini oyuyordu... Kedi yavrularını cami şadirva- nında boğmaktan zevk alıyordu. Arkalarına birer kibrit çöpü $0- karak havalandırdığı sineklerin uçuşu hoşuna gidiyordu.. ... Onu bir ikindi vakti, üç kişi- lik bir cemaatin umuzunda taşı” nan bir tabut arkasında gördüm. Değneklerine yaslanarak, hırıltılı nefeslerle soluyarak yürüyordu.. Bu ölü, anasımıydı?.. Zavallı topal. Eğer anansa, Allah sabır versin sana.. ... Bir başka gün, diğer. bir t&- nazenin inde sürüklendiğini görünce ni duydum.. Bda kimi oluyordu?.. Bu adam, yok- sa, bir iskatcımı?. ... Öğrendim: Topal her cenaze- ye koşmayı bir vazife biliyor. Çönkü, içinde bir hicran var... Bunu bana mahallenin ihtiyar bekçisi anlattı, on sene evvel, yirmi yaşında ikende “topal,, böy le çelimsiz, hastalıklı bir insan- mış... Babasınm öldüğü gün, onun kabristana kadar giderek fenalaşmasından © korkmuşlar... Kultuk değneklerini saklamışlar. Babacığının cenazesinde bulu- Bamıyan topal, şimdi her rastla- dığı ölünün peşine takılıyor... Kultuk deyneklerine dayanarak hırıltılı nefeslerle soluyarak, en uzak kabristanlara kadar yürüyor. Reşat Enis San'at Ve Genç Kızlar... deseniz, gene dudağmızın bir | köşesini titrelen gurur tebessü - i Diye ukalâlık etmek değildir. Bilâkis, sizlere: — Genç kızlar, artist olmıya çalışınız. Diyeceğim. Bugün memleke « tin bir çok sahalarında kadınlar (| rımız, genç kızlarımız hayata a « tılmışlardır. Hatta, bir genç ka- dın, polis merkez memuru olmı- ya bile talip olmuştur. Avukat, doktor, hâkim, muallim, ve da « ha birçok mesleklerde kadmla « rımız var. Yalnız, sahne hayatın da kadınlarımız pek az.. O kas dar ki, parmakla sayılacak ka « dar. Li » . # Eskiden sahneye çıkmak bir. bid'attı, bir ahlâksızlıktı. Bunun için (sahnelerde bulunanların hepsine fena nazarla bakılırdı. (Lütfen sayfayı çeviriniz)

Bu sayıdan diğer sayfalar: