9 Aralık 1932 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 7

9 Aralık 1932 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sayıfa 7 ÜZEL SAN ATLARZES —— e — ye e —— Ayni günde gömülen iki san'atkâr Samih Rifat'ın Şiirleri Bu iğ içinde kaybettiğimiz büyük adam, memleketimizin âlimlerindendi. Dil sahasındaki in bilgisini ve en by ar son aylar içinde toplanmış olan Dil kurulta- iyen kalmadı. yaa bir âlim pie Samih Rift Bey ayni zamanda büyük sanat'kârdı. Şark musikisini ilmile ve taribile bilirdi, saz bir olarak da tanbur çalardı. Edebiyatımızdaki yeri de şerefli ve ken; » Gençliğinde gazetecilik edip yorulur, hırpalanır- Güzarişi kayattan bu sırrı anladım ki ben, Memat bir didişmenin süküna inkılâbıdır! - diyen san'atkâr, sonraları mistik şark felsefesini kuvvetle teren- Din kalbimle zi şıkmıştı. edi ler yazmıştır. En son Anadolu cidalinin ve zaferi- - .. m dei güzel türküler de onun kaleminden ve Eski vezin, eski dille yazılmış olan meşhur Nefes'i o zevki, © yolu, o duygu ve düşünceyi anlatan edebiyatın en güzel ağir. Bu şüri biraz sadeleştirerek ve neşeye çevirerek, Anadolu zaferinin büyük neşesini've şevkini dile getiren türkü- ünü de aynen dercediyorum. Nesre geviediğin şiirin aslındaki - Şüzelliği muhafaza edemediğimi biliyorum ; © değişiklik karşısında yeni neslin onun sözlerini kat dildeki büyük anlıyabilmesi için I Hem Samih Rifat'ın san'atkâr ruhundaki Sanguluk ve veceie kırık dökük tereümemin arasın- dan bile kendisini gösterecek kadar kuvvetlidir. R.A. Nefes Renkten, ışıktan yüzlerce kanat Açıp Güneş gök yüzünden çekilmiş. Elem gecesinde ses yok; Sönüj tek başına kalmış olduğu için sin ağlıyor. Tabiatın hözne © büründüğü devir işte bu zamandır. Ruhum karanlıkla başbaşa ve "İp konuşmayı sever. Sesler duymanın ihtimali var | İİ ağ el deri — Samih Rifat Bey Kababliiğrda ” giziiliklerin “de- | Akdeniz Kıyılarında tinliklerinden: Gidişim Allah yoludur, birliğe 10, «Her şeyde ve her yerde görü. Menin “bana verdiği şaşmanın Kkisile kendimden geçmişim. OElimi süsliyen o kadehtir ki Seygamberin abasının üstünde miş olanların, o peygambe- , torunlarının ir. Bahar bulütüna uzaktan yal Yang; Gel, benimle; şöyle bir kenara mek isteğini gösteri,, derim. “Ağlayıp inliyen kalbe Hüse- İN inden haber ver Eer Kerbelâ çölünden geçtinse., Ne beklersin, ey geceyi uyku- N uyandıran rüzgâr, Çiçe Man ayy titretip ? «e yle, gönüle asılıp kalacak, De okşıyacak ,, bir koku a kabrinden canımın koku | ünik, Mümkün sevmemek ne e yen Bi Peygamberin gözbebeği için peygamberlerden la ergin şaraplığından klerin saç büklümünü za- | | | Yaslı gittim, şen geldim, Aç kovnunu, geldim. Bana bir yudum su ver; Çok uzak yerden geldim. Korkma, açıl, şen yurdum, Dağlara ordu kurdum. Açık denizlerine Süngümle kilit vurdum. Rüzgârlardan atım var, imşekten kanadım var, öğsümde al yazılı - Gazilik o beratım var. Rüzgâr bana at oldu; Şimşekler kanat oldu, “Eğilin gökler!,, dedim, Bulutlar kat kat oldu. Irmaklar gibi taştım, Yalçın kayalar aştım, Hakka şükürler olsun, Geldim, sana ulaştım. Varsın yansın otağım, Kurtuldu al sancağım. Bayrağımın altında Ben hür yaşıyacağım. Deniz, deniz, Akdeniz! eu berrak deniz! Şu yar ağlıyor; Gideyim, bırak, deniz! Açıldı kale yolu, Göründü Gelibolu.,. Bırak, deniz, sr Orası yasla dolu. Yürü, ey şanlı Gazi, Kılıcı o kanlı (o Gazi, Seni Meriç bekliyor, Böyük unvanlı Gazil | İ evde tatlı bir Hatıcaların- hüznü Musa Süreyya'nın arkasından Pangaltıda bir apartımanın kü- gük, rahat, ferah bir dairesinde yalnız yaşıyordu. O akşam biraz gezip hava al- dıktan sonra dönmüş, gelip yeme- ini yemiş. İstanbul Konservatu- varında okuttuğu Musiki Tarihi dersine ait yeni tetkikleri vardı, biraz onunla meşgul olmuş, devam edememiş. Kalkmış, odasının için- de dolaşmış, sofadaki geniş balko- nun kapısını açmış; yüksek apar- tımanın bu arka balkonundan Taksimin, Beyoğlunun gece görü- nüşü çok güzeldir, Şehrin uzakta inana göz kırparak pırıldıyan ışıklarını ve altında aşklar, mace- ralar, ıstıraplar ve Okahkahalar saklıyan karanlık damlarını bura- dan daha birkaç gece evvel onun- la beraber seyretmiştik. Bu manzarada insanın içindeki belirsiz kederlerin tortusunu silip alan, insanım içini boşaltan bir hal vardır. Gece, sevimli, sihirli, ca- zibelidir. İnsanın içine dolan bu karanlık güzellik insanın içini öy- le kaplar ki orada artık ne kede- re, ne başka bir şeye yer kalmaz. Yalnız yaşıyan adamın kalbin- deki sıkıntı bu temaşadan sonra hiç değilse hafiflemiş olmalıdır. Son zamanlarda keman öğren- miye heves etmişti, Yayı eline al- mış, çalmak istemiş, fakat hemen vazgeçmiş. Küçücük odasının bütün bir duvarmı örten piyanosunun kadın «kek birçok dost resimlerile dolu üstünde girift siyah torbasının içinde dururdu, piyanonun yanr başında notaların üst üste yığıldı- ğı etajere tanbur dayanırdı. Yalnız yaşıyan adamin hüznü © gece en son tanburun kalbe göz yaşları gibi damlıyan terennümle- rine karışmış; kendi kendisine çalmış, . çalmış, : çalmış... Hafif, tatlı, samiayı yavaş yavaş saran ve daha içerlere doğru yayılarak ruha ılık bir zevk veren besteleri vardı, onları mı çaldı? Babasının iyi işlenmiş, ince, ağır, yüksek eserlerini mi, yoksa başka san'at- kâr kalplerin başka hıçkırıklarını mı? Sazı bıraktıktan sonra içinde- ki sıkıntısının göğsünde bir yum» ru olduğunu, oturduğu koltuktan | kalkmak isterken kalkamadığını hizmetçisi söylüyor. » Geçmiş gün; bir gece bizim sohbetin İezzetile neşeli, o lâftan bu lâfa, bu mevzu- dan o mevzua atlar geçerken nasıl oldu da ölüm bahsi açıldı, bilmi- yorum. Musa Süreyya hastalık- tan, hastalanmaktan, hastalardan hiç hoşlanmazdı; evvelki sene za tülcenpten yattığım zaman kalkıp İ bana hatırımı sormıya gelmiş ol- masına rağmen bunu iyi biliyo- İ rum. Hele ölümden pek korkar dı: — Kalbin işlemesinde küçük bir vezinsizlik... Her şey birden bitmiş olacak. Günün birinde galiba bu olmalı! Dedi, » Giriftzen Asım Bey, devri- yapıp bitirmiş yüksek bir medeniyet olan şark musikisinin son üstatlarındandır. Asırlarca ze- kâların işlediği, can kasırgalarile ni dolu ruhların çarpınıp atılışı karışmış şark mu- | fında karşılıklı oturduk. Amasya» ya gidecekti. Sekseni geçen yaşı- İn rağmen orada musiki hocalığı lediyor, çalışmaktan - zevkalıyor, çalışabildiği için seviniyordu. .. — İlerde insallah bir fütuhat hamuruna heye- | sikisi, giriftzen Asım Beyin elin- i deki kamış parçasında bir başka âlemden bu toprağın üstüne dökü» len rahmani bir ses, bir son nefes halini almıştı. Birkaç yıl evvel İstanbula misafir gelen ihtiyar — dinç san- atkârdan © zaman VAKİT'te bahsetmiştim. Kırk elli sene evvel- ki musiki hayatımızın tanınmış, sevilmiş, girifti hayranlıkla dinle- nilmiş eserleri beğenilerek çalın- mış hoca adamı Müşir Fuat Paşa ile Abdülhamit arasındaki hadise- ! ye adı karıştığı için istibdat idare- si tarafından İstanbuldan sürülüp çıkarıldıktan sonra Amasyada yer- leşmiş, son zamanlarında adeta unutulmuştu. Galiba seneler onu unutulmıya alıştırmış © olmalıydı ki günün birinde böyle damın res- minin gazetelere: geçmesi, : onda uzun bir kıştan sonra bahar ge- lince yaşlı çınarların gövdesinden kollarına doğru yürüyen su tesiri- ni yaptı. Seksen yaşını geçkin olan Gi- riftzen Asım Bey yeniden çalıp Giriftzen Asım Bey söylemek şevkini duydu. Bir gece Musa Süreyyanın o zaman otur- makta olduğu Lâleli apartımanla- rındaki dairesinde toplandık. Ya- şı sekseni geçkin olan iri, genis omuzlu, geniş göğüslü ihtiyar, da- marlarındaki san'at sevgisini tit- rek dudaklarından o küçük kamış parçasının içine üfledikçe ses bülbülleşti, şakıdı, ağladı. Nihal Hanım, Musa Süreyya, Cavat — Giriftten Asım Beyin ço- cukları — . babalarına tanburla utla, başka bilmem hangi sazla ar- kadaşlık ettiler. Çocuklarile kalpte, seste ve sazda yaptığı samimi birlik, Gi- riftzen Asım Beyin gözlerinde en yüksek hazzın heyecanlı parıltısı» nı uyandırıyordu. Mes'ut baba! Birkaç gün sonra bana veda etmek için matbaaya geldi. Bu sa- mutlaka ölüneceğine göre en iyisi | tırları yazdığım masanın iki tara- Rk Wusa Sürâyya 20 yaşında olursa gene gelmek. istiyorum; örüşürüz, efendim. Dedi. Bir zaman sonra geldi, fakat çocuklarının omuzları ve 1s- tırapları üstünde mezara gitmek için... » Giriftzen Asım Beyin en büyük eseri Musa Süreyyadır. Şark mu- sikisini sazile, sözü ile, bilgisile babasından Oo öğrendikten sonra Berlinde muntazam konservatu- var tahsili yapan Musa Süreyya Türkiyedeki musiki inkılâbını ha- zırlıyan adamdır. Şark musikisi - 'nin maziye bağlı evlerde, belki bir müddet daha maziye bağlı işzevklerin çeşnisi olabileceğini söy- ler, fakat artık aslâ bir millet mu- sikisi olarak devam edemiyece- ğine inanırdı. Memlekette beynel- milel musikiyi ve beynelmilel mu- siki zevkini yaymak için seneler- ce söyledi, yazdı, besteledi, oku- du, okuttu. Kız ve erkek muallim mekteplerindeki Ouzun senelere varan musiki muallimliği bu yol- da memlekete pek büyük bir hiz- met olmuştur; son senelerde yeni nesillere musiki zevkini ve bilgisi- ni veren bütün genç muallimler onun talebesidir. Sadece bir alaturka musiki meşkhanesi halinde olan Darülel- hana müdür olarak getirildiği zaman bu köhne ocağı yıkıp bir Avrupa konservatuvarına (o benzi- yen ilim ve san'at müessesesi meydana getirmek için ilk temeli attı. Başlama şerefi onundur. İçine şehirlilik, © alaturkalık, Osmanlılık sinmemiş dağ türküle- rindeki sağlam lâhinlere garp tek- niği tatbik edilerek beynelmilel san'at pazarlarına çıkarılabilecek bir milli musiki vücuda gelebilece- ğini de kabul ediyordu. Fakat bu iş için her şeyden evvel pek bü- yük bir yaratıcı san'atkâr kudre- ti lâzım olduğunu söylerdi; bu iş için ne kendisine, hatta ne de şim- dilik başkalarına emniyeti yoktu; bekliyordu ve bu yoldaki tecrübe- Refik Ahmet | (Lütfen sayıfayı çeviriniz)

Bu sayıdan diğer sayfalar: