26 Eylül 1934 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 6

26 Eylül 1934 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ns min.kendi kitabı ilâht hükümlerin İ anlarım siyasetçe, iktısatça, tür - ” ken bu dil işinde yenilmeleri, —— 6 — VARIT26 EYLUL 1934 “Türk dilini yoluna koymanın yüz yılardır sürüp Bü (Vakıt) Dil derneğinin bayram gününde kendi bunların, bü bir budunun ülküsünü doldu kavuşturan büyük Bir işte düşünenler, söyliyenler olabilir; düşünmek, söylemek kolay olmasa bile başarmaktır ki Türkler; her yerde 11 inci asra kadar, kendi yazılarile gene kendi öz dillerini yazıyorlardı. Bu dille, bu yazrlarladır ki, medeniyetler yapıp yaydılar. Bu devirler ede - biyatımdan elimizde yazılı çok e- ser kalmamışsa bu gerçekten yok demek değildir; bu eserlerin bin bir boğuşma, yerin gökün © türlü! belâsı ile yitirilip ortadan kaldırı l dığına inanmalıdır. o Bügün bile yazıya geçmemiş bir Halk edebi- yatı bulmıyor muyuz? Böyle iken Türkler, Müslüman | olduktan sonra, başkalarında ol - | duğu gibi bilgi, teknik adamla - rında Arapça yazı dili olma itiba- rmı kazandı. Bu neden oluyordu? Tarihin Arap medeniyeti adı- nı alan sayıfalarında yer yer işle- ri avuçlarının içine alanlar gene | Türk soyundan gelme insanlar i » | dilerine Arapça kelimeler karış - tırmaları nedendi? Bu ayrica in - celenip âraştırılmalıdır. Şurasr'a - çıktı ki, bu yerleşme din icabı de- ğildi. Bunda bir gizli siyaset var- dı. Din ile siyaset ikiz yürüyor- du. Yeni bir hayat felsefesinin he- yeti mecmuası demek olan yeni bir. medeniyet şartlarmn di- her kavme o kavmın dili ile tebliğ edileceğini apaçık söyleyip duruyordu. İbrahim süresinin 4 inci âyeti (o Müslümanlara “Biz gönderdiğimiz & Resülleri kendi kavimlerinin lisanı ile gönderdik İ linize sadık kalınız) yısmı ancak Allah bilir dediği - | miz Peygamberlerin her biri bir kavme hakkı bildirmek vazifesi - | ni almışsa bunu da o kavmin ken- di dili ile bildirecekti. Diyemez misiniz: Bir milletin yalavaçı, o milletin dilini konu- şandır; bir dil konuşan bir mille- te gelen ve elbette kendi milletinin ve bu âyete dayanarak dilini de bilen bir yalavaç, gönderil- diği millete ancak o milletin dilile büküm tebliğ etmiş olacaktır. Bir Peygamberin bir millete gönderi- lebilmesi ve ona hak yolu gös- terebilmesi o milletin dili ile ko - nuşabilmesine bağlı olunca, Pey- gamberlere düşen vazifeleri onla- rm yerine kalarak yapanlarla bir milletin anlaşma vasıtası da gene o milletin dili olmak tabii olmaz mı idi? Bu Arapça, Farsça kitaplar, biz- zat dinin şu yukarıki akla uyğun hükmüne (Oaykımıidi; bakılırsa (Beni anlamak için de kendi di- diyen gene din idi. Büyük Gazinin buyurduk- ları gibi bu bir din işi değil, dil işi idi. Ya Arapçayı sokan din ise, o kadar eksikliği ile, Farsça ne - den Arapça gibi aramıza sokulu- yordu? Bü, bir milleti bir dine çağı” lü istekleri olmaktan, dini ona götüren bir yem gibi kullanmak- tan, hâsıl din ile siyaseti ikiz tut- maktan ileri geliyordu. “Memle - ketin dahilinde iktidara sahip o - İslâm kardeşliğine ilk söz ve - | renler batıl akidelerden sıyrıldık- larını söylemekle, hayata ve in- sanlara karşı daha olğun, daha! ileri bir kavrayışta olduklarını anlatmakla kalmış olmuyorlar, I Türklere hergez gönül akmaz idi. Türk dahi bilmezdi bu dilleri; İnce yolu, ol ulu menzilleri. Âşık Paşa milletin yüreğindeki sızıyı söylüyordu. Nitekim Âşık Paşa çocukken, Osmanlı devleti- Hayrullah efendi tarihinde, şehirin zaptını, Konyadaki naip Eminüddin ile vezir Sahibin oğlu Bahaettinin katlini söyledikter sonra der ki: “Badehu divan tertip olunup tahrirat İ Öyle bir cemiyet tek dille konuşur nin kuruluşuna doğru, doğduğu yerin oyakınlarmda Türkçenin hakkını koruyan bir de hükümet darbesi olmuştu: Karaman oğlu Mehmet Bey, Selçuk şehzadesi İ olduğunu iddia eden Gıyasettin Siyavuş namına Konyayı zaptetti- ği zaman, ilk işi “divan ve dergâh ve barigâhta,, hükümet işlerinde, din işlerinde, saray işlerinde, gün geçtikçe, kendilerinin ilerle - me, büyüme kabiliyetlerini de bilmeksizin kendi iyilik ve insan- hk duygularına kurban ediyorlar» Şöle düşünelim: Bütün milletler bir gün yer yü- zünde tek bir cemiy&t ailesinin azaları olmayı kabul etmişlerdir. hale gelebilmek içinse tek bir ce- ve evamirin cümlesi lisan fars üzere ya- zıldığından lisanı türki mahvolmak de- recesine gelmiş idi. Binaenaleyh divan- da kıraat olunacak evrakın mecmuu li- sanı türki üzere olup elsinei saire ile tekellüm olunması muhkem yasak ol- da ve bu tarihe gelinciye kadar dajtar ler vestir hesaplar arabi ve farisi lisa- nmda yazıldığından türkçe yazmak- ta zahmet çekilip her biri bir türlü imlâ ile defterlerini yazmakta idiler. Yabancı dili, yabancı dilin ke- miyet oluşundan daha çok bekli- yeceklerdir; hem bu dil, öyle bir dil olacaktır ki, tabiatin yaşama kanunları onu besleyip arkalamış olsun, Arapça ne idi?. Arapça konuşan: | larm tuttukları yekün nisbeti ne idi?, Kaynağından uzaklara ya- İ yılma kudreti hangi bilgi, hangi | teknik varlığından almıyordu? Bir millete kendi dilinden baş- ka bir dil! Bu nasıl bir hulya ise, medeniyetin ilk dili olan ve eğer yer yüzünde bir dil olacaksa ken- disine mukadder bulunan Türkçe için bir hakikat vardi: Yaşamak için müstaki! kalmak; TmüstaRn”KâAlhak için end cc” biyatına sahip olmak. » Bir asır kadar süren bu kendi- ni kaybediş devrinden ilk uyanan | gene Garp Türkleri oldu: Aşık Paşa — ki 1244 de Kır- Türkçeden başka bir lisan kulla - nılmamasını kanun etmek olmuş- tu, Bundan başka yerlere Türkçe zaten yabancıya ayak bastırmıyor- limelerini, yabancı dilin kaide - lerini tutan işte hükümetlerin eli idi. ki, onlara hakkı beyan ve izhar e- derler” demiyor mu idi? Demek Arapça lüzumu dinin | ileri geliyordu. özünden gelmiyordu; demek sa - Ne yazık! Türk Mazgalının üst yanında pas tutan bir gök vardı. Ayağının altında bir ezilmiş kök vardı. Yaralı bir Zeybek gibi yere yatık bu gövde, Bilmiyorum ne arardı, ne sezerdi o gökte? Karanlıklar uluyarak boşlukları eşerdi, Yıldırrmlar, gecelerin ta bağrını deşerdi. Gördüm bunu gözümle ben, haşka söze inanmam, | Gördüm bunu gözümle ki bota gibi bir adam, Birdenbire şimşekleri avucunda sıkarak, Geceleri kovuklar, kuyuklara tıkarak, Yelesinden yakaladı kişneyen bir ülküyü.. O saç saça fırtınalar, o deliren ordular, Çığlıklarla koşuştular; bir ağızdan sordular: Yasak; yasak; dön geriye; vurma yere dizini. Sen kimsin ki kovalarsın bin kasırga izini? Tek karşılık vermedi o, sürdü ancak atmı, Ülküsünün kurmak için gökte temel katını. Baykuşların kara sesi, bağırtısı kurtların, Ölüm dolu çatırdısı üp giden yurtların. Yıldızlara diş geçiren nice kuduz haykırış, Yere yangın döken yazlar, dondurucu kara kış, Üşüştüler dört yanma hep - nereye? nereye? Diye bozgun yağdırarak nece dağa dereye. Bunu ona soruyordu gölge yüzlü bir ordu, ların gaflet ve dalâlet ve hattâ hiyanet içinde bulunmalarından, İ Birer birer yakaladı boğalatı belinden. İ Boğazladı sırtlanları, temizledi bu yurdu, İ Sonra kalkıp ayak üstü, Türk oğluna buyurdu: | Bir kurtuluş sana yetmez, kurtarıcı ol artık. | Gördüğümü, duyduğumu birer birer dinledin. | Sen de çoştun deniz gibi, çağıldadın inledin. şehirde doğmuş, 1307 de ölmüş- tür — Türkçeden ayrılışa bakmız Garipnamede nasıl sızlanır: Türk diline kimseler bakmaz idi. gençlerine Yazan: Fazıl Ahmet O yalnızca - ileriye! ileriye! » diyordu. Gördüm bunu gözümle ben, başka söze inanmam, Gördüm bunu gözümle ki bora gibi bir adam. Birdenbire fırlayarak batakların selinden, Başka tanrı bilme artık, anan olan yurda tap, Ululuktan duvarlar ör, yücelikten kemer yap, Varlığının göke doğru boy atarken yapısı, Gönlündeki örse vur ki kıvılcımlar saçılsın. Bir gücüyle bileğinin arda kadar açılsm, Geçmişlerin, geleceğin tunç sürgülü kapısı. Gördüm bunu gözümle ben, başka söze inanmam, Duydum bunu açık açık böyle dedi o adam: Her güçlüğe çal üzengi bin bir yanr-araştır. Yağız, azgın aygırının sımsıkı tut gemini, Kasırgayla kucaklaştır, saka ettir, savaştır, Dalgaların sırtlarında oynatırken gemini, Atıl daha ilerlere deme bitti yol artık! »- 4 Ey bugünün genç Türk oğlu, ey yarınlar yolcusu, Ey ülküler ülkesinin yılmak bilmez kolcusu, Bilirim ki sen bu dili ta özünle anlarsın, Yurt içinde sen varsın, gönüllerde sen varsın. Başındaki ulu güneş aydın etsin yolunu, Haydi yürü şaşırmadan hiç sağını, solunu. İİ giz ve şöyle olacak: du. Böyle bir'dil birliği Bayalinde İ4 "a Günün hatırası: TD bayramı — Birinci DI Kurultayının 5 Teşrinlev- vel toplanımından — Malit Fahri Bey — Kurulta- yın açılmış olduğu (o 26 Eylül, Köprülü zade Fuat Beyin söy- ee gibi, hakikaten milli o günü lde İN bir bayram olarak tesit edelim. Çocuklarımıza dilden kurtuluş günü olduğunu sözlerle, mazi - den alınmış ibret levhalariyle anlatalım, Dil inkılâbınm temel taşmı teşkil edecek olan genç - liğin ruhu bu ideale saplanaca- ğmdan Dil bayrammnın ogün tesidini teklif ediyorum. Ayni zamanda şunu da ar - zetmek isterim ki, Dil inklâbı lâzımdır. Fakat dışarıda Türk dilinin her gün bozuk bir ta- kım şivelerle — kelime, tabir meseleleri değil — fakat cümle hayatlariyle, duvarlarda asılı duran bazı levhalarla her gün ineittiğini görüyoruz. Bu lev - haların medeni bir şekilde ta - diliyle bunu bilmiyerek yapan vatandaşların bü köt yi vazgeçmelerini, fiş ve tabelâ - larm öz Türkçeyle yazılmasını ihtar etmelidir. Bu ruhu gençliğe aşılamak için milli dil bayramı olmak ü- zere 26 Eylül gününün bütün memleketimizde, Halkevlerin - de tesidini teklif ediyorum. » Reis Kâzım Paşa — Halit Fahri Beyin teklifi, . 26 Eylül günün (cemiyet azası için bir bayram telâkki edilmesi hak- kındadır; yani her sene o gün konferanslar ve saire tertip e - dilecektir. Milli İktısat ve Ta - sarruf cemiyetinin de bu şekil da bir bayramı vardır. Bu da 0- nun gibi olacaktır. Encümenin Buna da itirazı yoktur Bu kaydı da nizamnameye ilâve edece- “26 Eyl günu Dil Cemiyetinin Dil Bay - ramı olacaktır”. Acmacak şey! Bu kararı ve- renlerin hükümetleri bir yıl sür » mediğinden karar hükümsüz kal- mış, lâkin pek az bir zaman sonra da Selçuk hükümeti bütün bütün inkıraz bulmuştu. Yeni kurulan Osmanlı devleti Türk diline daha vefalı olmadı. Farisi bir divan vücude getirmiş olan birinci Selimin Arapçayı u - mumi ve milli bir dil yapmak is- tediği rivayet olunmamış mıdır? Şimdi uyanıklık öbür yanda Sarkta idi; Türkçenin Çağatay lehrasi v.manlari. e Hüseyin Bahadırın da teşvikiyle artık edebiyatmın kemâline eri - i yor, dünyanın en büyük ilim a“ damı Babür, Babürnamesini sa - de Türk diliyle yazıyordu. | “Ali Şirnevat “(1598 — 1659)) İ Muhakemet - ül - lâğateyn adlı ki- tabında — ki Velet Çelebi Bey bundan otuz yedi yıl evvel bu ki- I tabı Çağatay lehçesinden anadili- mize çevirmiş, bastırmıştır — Fari- | si ile“Türkcenin değerlerini karşı- / laştırarak Türkçenin üstünlüğünü | isbat ediyordu. Burada diyor- du ki: Sart (fars yerinde) ların to- pünunda Türk ibaresinin edası &- cz olmaları zaruridir. Çünkü Türk elfazımın vazii pek çok kere mübalaga İ izharı zımminda cüz'i mefhumlar için | elfaz vaz'ı kılmıştır ki bir sahibi vukuf zahir kılmadıkça kolayca teslim edile- mez. (Burada yüzlerle kelime misal ve- i rilmiştir.) Bu yüz lâfiz mukabilinde lisanı fariside kelimat vazedilmemiş- tr. Halbuki Ohini (o tekellümde in san oObunların Ocümlesine (muhtaç olur, - Bunların pek çoğunun manası- Bı acemilere tefhim etmek kabil ola- maz. Bazısı anlatılmak istenilee bir lâfzm ifhamı için uzun bir cümlei mü- rekkebe yapmak lâzımgelir ki onda dahi kelimalı arabiye istimal ederek hakikat müfadı: tasvir edilebilir. (o Türkçede daha böyle farisi mukabili olmıyan el faz pek çoktur. . . Elhasıl Türk dilinde bu mi- silli dekayik pekçok olduğu halde bugü- ne kadar hiç kimse hakikati lsaniyemi- zi mülâhaza kılmadığından mestur kale mıştır. s.s. Bu sözlerimden hasmım öy- le bilsin ki benim tabiatim Türk- lisanma mülâyim düştüğü için tarifim- de mübalaga kılarım ve farisi zeba- nma münasebetim daha az olduğu için onda mübalaga izhar eylerim. Halbuki farisi elfaz istifasını ve ol ibarenin is | tiksasını kimse benden ziyade İkıla- NAZA, Ali gğirnevayinin böyle övündü- İ ğü Bu Zamanlarda Fuzuli (1474—,

Bu sayıdan diğer sayfalar: