6 Kasım 1954 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 27

6 Kasım 1954 tarihli Akis Dergisi Sayfa 27
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

RADYO İstanbul Zit kutuplar eki Müren, radyo binasına gırdıgı zaman, kendısını bekliyen yeni hâ- diseden haberı yoktu. Bir müddet önce, İstanbul radı müşavirliğine tayin edilen Münir Nurettin Selçuk'un «her sanatkâra usul dersi» kararına itiraz edenlerden birisi, hattâ birincisi idi. Fa- kat, bir müddet sonra,«radyoya boykot» kararından vazgeçen, tekrar konser ver- meyi kabul eden yine —ilk ve son sa- natkâr— Zeki Müren'di. Hangi sebeplerın tesırı altında ol- duğu bılınme Zeki n birden kız- birden kızgınlıgım geçımıış, den radyoya dönmüştü. Boykot kararın- dan dönerken, bazı nüfuzlu şahsiyetle- rin tesiri alfanda kaldığı söyleniyordu. Zaten hep bunların altındaydı. Ses san- atkârı arkadaşları, bu hareketine «mat- lübuna muvafiık» adını takıyor, gülüp geçiyorlardı. Zeki Müren bütün bunları biliyor- du. Kızmıyordu, o da gülüyordu dyodaki konseri başlamadan ön- ce, kendisine yeni bir tebligatta bulun- dular: Münir Nurettin Selçuk, bundan böyle Zeki Müren'in bestesi olan «Bek- lenen şarkı» nın okunmasını istemiyor- u.. günkü programında <«Beklenen Şarkı» vardı, okuması yasak edilmişti, Münir Nurettın kırmızı bir kalemle, programdan bu şarkıyı çıkarmıştı.. Zeki Müren yine kızmadı, güldü.. tediği gibi tatmin edılıyordu Hattâ, ya- şının küçüklüğüne ragmen şohretının büyüklüğü Zeki Müren'i —her bakım- dan— radyoda ısrarla istenilen bir san- atkâr halıne getirmişti. zaman kendisine şunu söylü- Münir Nurettin Selçuk seni kendisine rakıp goruyor Inanıyordu seviniyordu. Şarkı'nın prog- ramdan çıkanlışını bu zaviyeden, bu yüksek görme hastalığının zaviyesinden gördü. Sesini çıkarmadı, şarkıyı da oku- madı. yorlardı Münir Nurettin Selçuk'un da bu- gün Türkiye'de ses sanatkârı ve öğreti- cisi olarak kendisinden başka hiç bir şa- hıs tanımadığı biliniyordu. Bu hali ile Münir Nurettin, diğer sanatkârlar tara- fından iyi karşılanmıyordu sevilmiyor- du. Ama Zeki Müren böyle düşünemez- di.. Böyle düşünmesine, kendisine tel- kin edilenleri hatırladığı zaman imkân oktu. Müren, Münir Nurettin'in tek rakıbı idi. llerıde her bakımdan şöhreti Münir Nurettini geçecekı Bu kuçuk kıskançl ıkları hoş görmesi, sevinmesi ta- bii i Sevindi Hâlâ seviniyor.. Halbuki beklenen şarkı, ©o kadar sık, o kadar ba ka kımseler tarafından hemen her n okunuyordu ki, Beklenen Şarkı'yı <<B1ktıra şarkı» olmaktan kurtarmak âzımdı.. Münir Nurettin de bunu yapı- AKİS, 6 KASIM 1954 yordu, daha doğrusu bu türlü bir «es- babı mucibe ile» tenkidleri karşılamak istiyordu.. Zeki Müren'in «beni kıskan- dı» tarzındaki düşüncesi, Münir Nuret- tinin «bıktırdı» sebebi, zıt kutupları ba- rıştırıyor, karşılıklı memnun olmalarını temin edebiliyordu. Ağıt şte bu sıralarda, yâni radyo program- İarının birbirine girdiği, Şükran Özer' in mikrofon Önünde sebepsiz bazı bay- gınlıklar geçirdiği, radyo çalışma tarzı- n her gün biraz daha bozulduğu sıra- larda yeni bir havadis duyuldu. Bu ha- vadis evveldenberi bilinen bir hazırlıga aitti, fakat bu sefer resmen, ilgili şahıs tarafından teyıd ve ilân ediliyordu.. Üstadı âzam Münir Nurettin Sel- çuk, büyük Atatürk'ün ölüm yıldönü- Serez Sözünü geçirecek mi? Naci münde söylenmek üzere, bir «Ağıt» ha- zırlamıştı. Bu ağıt, alaturka musikinin notaları, makamları ve şekilleri ile or- taya ç ıkmıştı. Münir Nurettin kırk kişilik bir ko- nun bu "Ağıt"ı söylemesi için hazır- lıklarda bulunuyordu fakat haber hiç bir büyük tepki yaratmıyord Bu ilgi- sizliği ağıtın mahiyeti h. kkında kimse- nin bilgisi olmamasına verenler vardı. Atatürk'ün ölmezliği karşısında his- fikirleri ve bir milletin sesini, ala- turka musiki ile duyurmak, 1stenılmesı aksı bir tesır yapmıştı. Mü- r Nurettin'in bu alaturka bakı- ınd an ustadane olabılırdı,. Ama sade- ce olabilirdi.. Bu o kadar üzücü kanaat- lerin kendini göstermesine yol açmıştı ki, milletlerin hayatlarına yön ve tarz gösteren, hayat kazandıran ölmez eser- lerin yanında, bu şekle yer vermek, hayret, utanç ve şaşkınlık Atatürk'e ait büyük bir eser veril- meli idi. Ama Atatürk gibi garba dön- müş, kocaman bir kitleyi garba döndür- müş bir ölmez için, garba ait seslerle bir eser verilmeli idi. Fakat, o kadar kısır —hadi diyelim kı— o kadar tembel bestekarlarımız vardı ki, hiç bi- risi cesaretle böyle bir dâvayı ele ala- maj rdı. — Nüvit Kodallı, bir «Ata- türk oratoryası» hazırlamış, bir «Yunus Emre oratoryosu» kadar dış memleket- lerde akis uyandırmamıştı. — Atatürk'e yakışır bir büyük eser ne vakit ve ki- min tarafı dan bu memlekete, bu eketin evlâtlarına, sanata hedıye edılecektır belli değil! ugun bilinen bir şey varsa, garplı Atatürk'ün karşı- sına alaturka ile çıkıyoruz. Ve hâlâ ir radyonun müşaviri çalışmalı idi. Bir radyoyu, mütemadiyen tenkid edilen, şikâyete yol açan bir radyoyu ıslah etmek için çalışmak, — danışmak, öğrendiklerini, müşahedelerini tatbik et- mek zorunda idi. Ne yapıyordu bu mü- şavir? Bu müşavir evvelden tertip edil- miş programlan istediği gün ve saatte degıştmyor söylenecek' şarkıları söylet- miyor, söylenmiyecekleri söyletiyordu. Sanatkârları «usul dersine» tâbi tutuyor, radyo müdürü ile birlikte, hâ- disenin aleyhte tepkileri olunca, «koro beyanatlar» veriyor, «bunlar kurs değil, ahabedir» deyip işin içinden sıyrıl- mak istiyordu. e İst. bul radyosu hakkında, her gün sutun sütu. kâyet dert ve yeni hâdiseler gazetelere ıntıkal ediyordu. Değiştirilmiyordu. Degıştırılmesıne bu makamdan ayrılmasına da ân yoktu. Hükümetin radyolar ile meşgul makamı, İstanbul radyosunun ıslahını Munır Nurettın in çalışmasına bağlamış- öyle bir değişikliğe ımkan degıl ıhtımal bıle tanıtmıyordu. Şahısların ınançlarına degıl tıklarına bakmak mdı. Bu veya şu şahıs, — bir kimsenin ahbabı, arkadaşı, Fak. o inanılan şahıs iş başına rıldıkten bir müddet sonra, yapamazs , çekilmesini tacil e de şahsı iş başına getıren için yapılacak ışlenn en başında gi Ne yazık ki, mahrumuz. henuz bu anlayıştan Ankara Ankara, güzel Ankara Cumhurıyet bayramının devam ettiği gün, Ankara radyosunu açanla- rın, zaman zaman derhal kapamamala- rına imkân yoktu. Her fırsatta, her ara eçişte, bir milli bayramın tabit hare- keti olarak «marş» çalmıyordu. Çalmı— yordu ama, «Ankara, Ankara güze An— kara» marş ile diğer bir kaç tan Sanki, bu memleketin beş adetten fazla marşı yokmuş gibi.. Bu beş marş, diğer- lerinin başında çalınması icap eden marşlar olabilirdi. Hakikaten öyledir de.. Fakat, her fırsatta, kapanışta ayni marşları mez ne derece doğru Harp Okulu programına Naci Se- rez niçin ismini vermemişti? Radyo ar- bir propaganda, bir ismin on defa tekrar edildiği, hem de sıtayışkar ke- limelerle tekrar edildiği bir yer değil miydi? her açılış ve çalmak, bilin- 27

Bu sayıdan diğer sayfalar: