4 Mart 1929 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

4 Mart 1929 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KÂŞANEMDE DEVRİALEM Bir kapıcının yevmiye defterinden Yonar dağ ceyap ver- | medi, bir daha indifa etti. İşte bunun için seneler- dir meydandan kaybol- dum. On iki senedir, diyar diyar geziyoruz. Sırtımız- da on sekiz sandık, devi âlem yapıyoruz. Sevğilim, benimle öyle meşğul ki, eli deyipte, karıyı boşây miyor. Her oğradığımız şehirde ya bir gün, kalı- . yoruz, ya bir buçuk gün. Tabi evlenecek vakıt bu- lamıyoruz, bu gidişle bu- İamıyacağız da. Kendimden bu kadar bahsettiğim kâfi, şimdi sana gelelim. Yirmi dört yaşında bir civan oldun. Gözlerimin önüne getiriyorum: AS- LAN gibi bir delikanlı. Ama hiç bir iş görmedi- ğin de muhakkak... Şah- İığı bekliyorsun değil mi. Artık beklemene hacet — kalmadı. Şah oldun. Hü- mran olacaksın. On iki sene, ben hemen her gün, senin Sahlığını düşündüm. Madem kA bir Sana, bir memleket bu- lup, hükümdarlığını te'min edemezdim. Fakat başka bir şey düşündüm, ve buldum. Şah olacaksın.. Hem de İstanbulda. Üç ay, istanbulda Şahlık edeceksin. Tetrika numerosu:20 CASUS MEKTEBİi Mis NORA DAVİS in sergüzeştleri Madam — Hüzberg, — aşıkının Berlinde kaldığından çok mem- nundu. Artık, ondan her türlü devlet esrarını kolaylıkla ögrene- bilecekti. Madam Hüzbeg buna mukabil Altan yüzbaşısı ile evlenmeğe razı olmuştu. Evlenmek meselesi esas itibarile halledilmişsede, — kuvveden — fi'le çıkması için bazı merasimin ifasına lüzum vargi Bu meselenin intacı, uzun bir zaman meselesiydi. Hüzberg bu müddet zarfında, deruhte ettiği rolü oynayacak ve — günün birinde ortadan kaybola- o raktı. | etmeğe mecburdurlar. Selâmi İzzet naklediyor ğgında 1624 numerolu apartımanı senin namına satın aldım. Oraya gidersin. Solda camlı bir kapı vardır. O kapıyı açarsın. ihtiyar bir kadın göreceksin. Dersinki : — Yeni kapıcı benim. ©, mes'eleyi biliyor, ha- beri var. Odayı ve apar- tımanı sana teslim ede- gidecek. Orada hüküm sürecek- sin... Sen, apartıman kiracı- larının, kapıcıdan - nasıl korktuklarını — tasavvur edemezsin. Bütün kira - cılar kapıcıdan korkarlar, kapucının korkusu ise, ancak ev. sahibindendir. Halbuki senin kimseden pervyan olmıyacaktır; çun- ki ev sahibi de sensin. | Sen kükmedeceksin ve | her hükmettğini yapa- caksın. Bir apartıman, küçük bir. develt — sayılır. İlk katlarda erbabı yesar, ortalarda esnaf, en üst katlarda da halk oturur. Bütün bu kiracılar, vaz- edecğin kanunlara ittiba cek, Mektubumu alır almaz, doğru oraya git, tahtına otur. En küçük apartı- man, kapıcısı için bir kâşanedir. Kâşâııene yerleş oğlum. T cyıeıııın ahır ömründe çıldırdığına hükmettim. Madam Hüzberg aparlımanın- da otürürken bermutat — yine yüzbaşı sevgilisini ziyarete gel- 'elâşla Hüzbergin elini öptük- ten sonra dedi ki: | — Yavrum! Bugün dairede çok | fena bir haber aldım; canım sıkıl- dı. Fransız-Alman tephesinde or- dumuzun vaziyeti hakkında Fran- isızlara munta zaman malümat veren bir kimsenin mevcudiyetinden ha- berdar olduk. Bu mesele, doğrudan. doğruya bizim istihbarat şubesini alâl Üai hi sabah e vakllenic; gider gitmez: Ptle - 4 Mart 1929 dördüncü kâtibiadilliğin- | den, Pangaltıda, Şişli so- kağındaki —apartımanın bana devrüteslim edili ceğine dayir, resmi bi ihparname almasaydın, yerimden bile kımıldama- yacak, mektuba ehem- miyet bile vermeyecek- tim, Tepebaşında, Şişlide ka- pıcılık edeceğim... Büyük - adam memnunum! İkinci kısım gel Şişli sırtlarından hiç boğaza baktınız mı? İs- tanbuldan uzaklaştığına öyle müteessir, ki iki sahil arasında, — ilerlememek in, kıvranıp bükülüyor. oldum, Kaldırımda — bir genç kadınla bir genç erkek konuşuyorlar. Erkek di- yor ki: — Bu gece bana gel... Kadın: Olmaz, diyor, bu gece kocamla beraber davet- liyi — Davetten — cıktıktan sonra gel., Gece yarısına kadar onunla - beraber olman kâfi. Gece yarısından sonra seninle mi olayım? Öyle ya, - Peki. Bulunduğumuz yerin is- mi aklıma gelince, hak verdim: Taksim! (Devamı yarın ) 'Seni erkâni harbiye reisi çağrıyor!” dediler; derhal reisin yanına gittim. Jeneral Lüdendorf çok hiddetliydi; kaşlarını çatmış, | masası nın önünde yazı yazıyordu beni görünce burnunun üstünde - ki gözlüğünü çıkararak dikkatle | me bakt — « Seni - Berlinde bol uyku uyumak için mi alıkoydum. -dedi - harp harekâtı- miza ait itün haberleri - hem de tafsilâ- Fransızlara — haber veren bu hainin izini bulmamız lâzımdır.,, Jeneral Lüdendorfun yanından çıktığım zaman, — düştan. çıkmış gibi vücudum terden sırsıklam olmuştu.. Vazifem çok — mühim, vaziyetim çok naziktir! Madam - Hüzberg bu - haber karşısında titremişti; hiç alâkadar olmamış gibi görünerek, masa bal | Her akşam bir Hikâye Kompartimanda, nefis bir ka- dınla, yalnızdım.Kendisine yanaş- manın çaresini arayıp duruyordum. Bir çanta açtı. İçinden bir çok gazeteler çıkardı. “Hahl -diye düşündüm,- Şimdi, ne okuduğuna bakıp bu küçük hanımın ne akılda bir küçük hanım olduğunu anlarmı. Vayl... Ne garip şeyl. Baş- makale — okuyor - hu!... Demek yundan... Hayret doğrusu |.. öyleyse, ben de, kendisine karşı siyasiyunca davranırım. Maalesef, yanında siyasi hiç bir şey yoktu. Bir kaç roman, bir kaç da şür kitabı vardı. Şuküfe Nihal hanımın “ Hazan rüzgârları ,nı açtım. Ve, farkına vardım ki, karşımdaki hanım , eserin serlâvhasına, merakla şöyle bir göz attı. Sonra, gene, gazete- sine daldı. Bitirip de katlamağa başlayınca dedim ki: — Müsade buyurursanız bir az da ben okuyayım... — Okuyunuz, efendim. — Siz de benim kitabımı okur musunuz? Mersi... Okurum.. Eylenceli bir kitap mı? Maruz - kaldığım sual üzerine azıcık şaşaladım... Hazan Rüzgâr- ları isminde bir mecmuai eşarın eylenceli olduğu nerede görülmüş” — Şüküfe Nihal hanımın eseri, eleyeliden de daha iyi: Hassas, güzel, ince, ve artistik... - dedim. — Verin öyleyse.. Kitabı aldı. Sabifalarını çevir- meye - başladı. " Ötesini beri: okuyordu. Bazan da gülümsiyor- du. Fakat, bu tebessüm, hiç de, şiir okunduğu zamanki gibi de- ğildi. Birden bire sordum: — Hoşunuza gidiyor mu? — Evet amma, tuhaf şeyler, hağsas, güzel, ince ve artistik olan şeylerden daha ziyade ho - şuma gider. Ve, konuşmağa - başladık. Ko- cası tüccarmış. Kaba saba bir adammış. Onu hiç İstanbula ge- tirmiyor; kasaba kasaba, kendi peşi sıra dolaştırıyormuş. Koca- sını hiç sevmezmiş... * — Siz Istanbuldan geliyorsu- 'nuz değil mi? -diye sordu.- Ahl ne mutlu, ne — mutlü... — Anlatın, kuzum:Akbaba sahibi Yusuf Ziya bey nasıl adamdır?... - Burhan Cahit bey kaç yaşında?... Selâmi İzzet evli mi?... Nizamettin Na- zifin boyu kaç arşın?.... Çalı ku- şuyla kocası İstanbula gelip de evlendikten — sonra — iyi inde duran vazodaki çi lerle meşgul oluyordu. — Merak etme Velleri- dedi- sen zeki ve işküzar bir adamsı Sivil memurların vasıtasiyle hudı ta takibat yaptırır. ve bu hain kim ise bir an evel yakalatırsın Yüzbaşı samimi bir tavurla sev- gilisinin kollarindan tuttu: — Bu iş için belki de yarım, yardım etmek üzere hududa be- nimle birlikte gelmezmisin? — Hududa mı? — Evet.. senden orada i etmek istiyorum. — Fakat ben, böyle şeylere aklı ermiyen beceriksiz ve bil- hassa tap, tüfek sesinden de çok korkan bir kadınım... sonra ne gibi bir yardımda buluna bilirim? — Bu hususta bana yardım edecek bir kadına çok il KN Bır muuaffakıyetsızlık cezalarını l hâlâ bulmadı m?. 3 Bu minval üzre, bana binbirsual yağdırdı. Ben de bunlara teker teker cevap verdim. Sonra bahsi, asriliğe, sosyete hayatına intikal lim, Ağzının suyu akıyordu . “ — Ah, ben de o âlemlered yaşasaydım. Ah, kocamı o kadar sevmiyorum ki...., diyordu. Derken, genç kaa.... bir takım tuhaf fıkralar anlattım. Açıkça- larına geçtim. Lâfı, 'aşka intikal ettirdim. Gerindi; — Uykum gel ğiml- dedi — Allah râhatlık versin. hanım efendi! Ben de, yatacağımın yerini hazırladım. Yatağa girdim. Açık pencereden yüzüme serim bir toprak kokusu geliyor; ve tren, muttarit zıngırtılarla bizi sarsarak ilerliyordu. Ben yataca- onları dinleye dinleye uyuyayıml -dedi. Baş döndürücü, kan alevleyici hikâyeler anlattım. * Yüzüm ona doğru dönüktü. Kadının — çehresini — karanlıklar içinde beyaz bir leke gibi görü- yordum. Bazan dağlık, bazan düzlük, sahalardan, bazan — köprülerden geçtiğimizi trenin gürültüsündem anlıyordum. İşte şimdi bir dere uğulduyor; işte şimdi bir çağlayan şakırdıyordu. Yavaş yavaş, kendi. kanepem- de ayağımı uzattım. Onun ayağna Gerdilim Kasilekal Anıln çekmedi. (Sonu yarına ) Nakili: ( Hikâyeci ) Gece kasası Londrada bir banka tüccara kolaylık gösteriyor Bankaların açık bulundukları müddet muayyendir. Bu müddet zarfında bankada kasası olanlar paraların — buraya — yatırıyorlar Lâkin banka kapalı olduğu zaman tücear - paraların mağazalarında yahut yanlarında muhafazaya mec- bur olduklarından telikeye koyar- lar. Londranın büyük bankalarından biri bu ihtiyacı nazarı dikkata alarak Geceye mahsus kasalar icat eylemiştir. Bu kasalar gayet sade olup bank binasının önünde posta kutusu gibi asılmış bulunu- yor. Tüccar gecenin her hanş saatında buraya müracaat rd:ıx vardı. Allah si itiraz etme ve bana bu hususta yardım edecegini vadetl — Peki, Madem ki ısrar edi- yorsun, sana müfit olmağa çalışı- Alman yüzbaşısı sevindi ve seve gilisinin yanaklarından öptü. — O halde ben şimdi gidip Jeneral hazretlerine, yarın nişan- fımla birlikte hududa gideceğimi söyliyeceğim. O gece hazırlanıyı Alman — yüzbaşısı, nişanlısı ile beraber Fransız- Alman, cephesine herkese belli etmemek için Mas dam - Hüzbergle — âile —arasında şöylece nişanlanıvermişti. — Zaten bütün cephelerde harp olanca deh- şetile devam ettiği için, böyle bir ü — —— —

Bu sayıdan diğer sayfalar: