13 Ekim 1931 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

13 Ekim 1931 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

i i k/ Site 6 13 Teşrinievvel 1931 ld — Ronan tefrikamız: 63 © Lamayanın babası ilâve etti: Buda en ziyade Benares'te ve nasihat ederdi. Buda, tta bir şeye muvaffak olmak insanın evvelâ şahsiyetini d âzımgeldiğini,bu suretle deti hakikiyeye nail olacağın! lerdi. Ben bunu nefsimde o #erübe ettim; Buda - kadın- kaçınız! - dediği halde, bir gün nasılsa yolumu şaşırmıştım. Muyada iri gözlü, sahhar bakışlı bir kadına “rastladım... nefsime hâkim olamadım. Genç kadının cazibesine tutulmuştum.. Ne ileri gidebildim.. Ne de geriye.. oldu- ğum yerde mıhlanıp kalmıştım. Hayatımda işlediğim ilk ve son günah bu oldu: Bugünkü zevcem olan o kadını sevmiştim! Günlerce vicdanımla, hislerimle mücadele ettim. Budanın gazebine uğra- maktan korkuyordum. Elbette günün birinde bir kadınla evle- necektim ; fakat onun telin ettiği bir aşkla degil. Karımı o kadar çok sevmiştim ki, aşkımı ted- ricen yenmek ve söndürmek için zaman zaran kabilemden .uzaklaştım.. (o Çöllere atıldım.. > Mabetlerde dilendim.. Zindanlara düştüm, inledim... Hasılı nefsime zulüm ve işken- .ce namına ne mümkünse hepsini yaptım.Bu melun aşkı kalbimden, mevcüdiyetimden koparıp ata- madım. Ben müçadele ettikce, bu melun his damarlarımı sarr- yor, kanımı, beynimi yakıyordu. Nihayet bir gün karımın hasre- tine © dayanamadım, kendimi azap ve işkenceden Âkurtar- mak için yattığım zindandan silkinip (o kalktım, evime, ço- cuklarımın, karımın yanına gel- dim. Fakat, damarlarımdaki kan hâlâ yanıyor.. Kalbimin içinde sönmez bir ateş var: Ben, daima yangın içinde yaşıyan bir adamım... Bir hafta sonra.. (Yogoda) nın kolları tamamile iyileşti, Dün kendisile ilk defa ceylân avına gittik.. Ceylân avı deyince hatırınıza tüfekle yapılan avlar gelmesin. Muya havalisinde silâh kullanmak, bilhassa silâhla hayvan saydetmek memnudur. Ceylan avı için ince tel örgüler vardır. Bu örgüleri yavaşça cey- lân yuvalarının methaline gererler. Tefrika numarası: 24 Denizlere dehşet: salan tahtelbahir HİNT YILDIZI Yazan: İskender Fahrettin Yolda giderken iri gözlü, dına rastladım. Hayatta işlediğim ilk ve son günah bu oldu: O kadını sevmiştim!,, 13 Teşrinlevvel 1931 sahhar bakışlı bir ka- Sonra dışardan ince sesler çıka- ran düdük öttürürler.. Ceylânlar yuvalarından sürü ile çıkar ve bir kısmı bu tel örgülere düşüp kalırlar. O vakit örgülerin ağzı gerilerek bağlanır ve ceylânlar diri diri yakalanırlar. Ceylan avı (Muya)nın en zevkli ve heyecanlı avlarından biridir. Kabile merkezinden bir saat kadar uzaklaşmıştık. Bir ceylân yuvasının önünde durduk. Yoğoda (bu hususta benden daha tecrübeliydi: — Zanederim ki, dedi, burada onbeş daneden fazla Ceylân var. Beşini yakalasak da bir muvaffa- kiyettir. Derhal yanımızda taşıdığımız telleri, Yuvanın methaline gerdik. Biraz sonra, on metro geri çekilerek (o düdük © öttürmeğe başladık. Bir dakika zarfında bütün ceylanlar (o yuvanın methaline üşüştüler. Yogoda heyecan içinde idi.. Düdüğü ağzından bırakma- yordu. Ceylanlar düdük sesinden sersemlemişlerdi. Tel örgüye giren bu sevimli hayvanların adedi tahminimizden çok fazlaydı. Yogoda: — Aman gecikmeyelim, Seyit! Diyerek tel örgüyü germeğe başladı. Örgü haricinde kalanlar yıldırım süratile kaçıyorlardı. Öurgüyü eyice bagladıktan sonra ceylânları saydık: — Üçü yavru olmak üzere ta- mam dokuz ceylân:. Yogoda: —Bunları nasıl nakledeceğiz? Diye sordu. Kabile hududu dahilinde hiç kimsenin burnu bile kanamayordu. Bu münbit ve imahsuldar arazı üzerinde emniyetle - gezilebilirdi. — Ceylânları burada bırakıp avdet edelim. Bir az sonra iki Hintli gönderip aldırtırız. Dedim. Bundan başka birşey yapamazdık. Süratla dömdük.. Muvaffakıyetimizi (Lamaya) ya anlattık. Kabilenin en zeki ve becerikli bir adamı addedilen (Lamaya), okendisile alay ettiğimize zahip olmuştu: — Ben her işte Mabut un kuv- vetine istinat ettiğim halde, şim- diye kadar ceylan avında böyle mühim bir muvaffakıyet temin edemedim.. (Arkası var) 13 Teşriniewvel 1931 Bir Alman bahı bahriyelisinin hatıratı Max Valentiner Sonra bir sükün... - İnsanı heyecana düşüren bir sükün... © Bir dakika, iki dakika bekli- yorum. Su sathına çıkıyorum. Mülâzim Vendlandt, sanntral- dan kaptan köşküne fırlayor. — Pardonl - diyor - bir İngiliz Muharriri ; Krvazörünün nasıl (o patladığını seyretmek isterdim. 9 metroya çıkıyoruz. Kruozöre bakıyoruz. Önümüzden geçiyor. Sancak, tarafına doğru, fevkalâde meyl- etmiş bir halde... Mütercimi : (Vâ - Nü) Lâkin ilerliyor. Hay Allah belâsını versin... Yürüyor... Bacasından, deniz üzerine, ko- yu bir duman kusuyor... Lâkin, yürüyor... Torpil dairesinden haber aldım ki, ikinci torpil, kovanın içinde kalmış , atılamamış. Torpitoyu görüyorum. Bir Hol- landa balık gemisine yanaşmış ; onu dikkatli dikkatli muayeneye tabi tutuyor. Birkaç dakika sonra Hollandalı'dan ayrılıyor; Okrua- zörün peşinde seğirtiyor. Arkaya- koyu bir duinan bırakarak ufukta Her akşam bir hikâye “Her dl bir hikâye... Hiz akşam, her akşam.. Bunları ya başka lisandan okuyarak, yahutda dimağımda yaratmak suretile yaza yaza, fark ettimki, hikâye dedik- leri, tıbkı oyuncağa benziyor. Ha- ni, kutu halinde oyuncaklar vardır. dükmesine basınca kapağı birden- bire açılır; içinden, zıp diye, ga- yet uzun boylu, kırmızı dilli, sivri külahlı garip bir bebek çıkar. Bazan insanı güldürür, bazan kor- kutur... Gazetelere yazılan hikâye- leri de bunlara benzetiyorum. Mesela: Kapı birdenbire açılıyor. Tam âşıkla maşuka sevişmeğe başlalar- kececen elinde tabanca bir adam içeriye giriyor. Yahut: Müflis, O hizmetcinin getirdiği zarfı alacaklı mektubu diye yır- tıyor... Birde bakıyorki... A... Muazzam bir mirasa kunmuş.., İlb... İlh.. Hülasa, her hikâyenin içinde bir sürpriz gizlidir. Esasn, sürpriz- hikâye, alelumum, fena mevzulu, can sıkicı bir hikâye addolnur. Güldüren, korkutan, ağlatan sür- priz ne kadar kuvvetli ise hikâ- yede okadar muvaffak olmuş sayılır. Öyleyse, hikâyeleri içinden yaylı bebek fırlıyan oyuncak ku- tularına benzetmekle fahiş bir hataya kapılmadım.. Hoş, teşbihte de hata olmazya.. Bugün size, sürprizsiz bir hikâye yazacağım ve bu hikâyemin di- gerlerinden daha tabii, daha şe'ni olduğunu iddiâ edeceğim. Zira, hayat, oyuncak yaylı bebek ku- tusuna mı benzer ya?.. Her sokak köşesini dönerken karşınıza bir tabanca mı çevirilir? Her kadın, kocasını mı 'aldatır, Her mektup- tan bir mirasa könmak haberi mi zubur eder, ilh.. oHayır?.. bu nevi sürpriz bolluğu, bhikâylere has bir şeydir... Şayet, hikâyeler, hayatın aynası olsaydı, hayatımıza benzeyecekti. Tam hissedilmiş, tam hayattan alınmış bir hikâye yazmış olmak için, kendimin en son tahassüsle- rinden birini yazıvereyim. Efendim, bilirsiniz ki, birçok insanların dimağına bir musikı parçası musallat olur; insan, gün- lerce o parçayı ya cehren, ya içinden mırıldanır, durur. Aynihal, acizlerine de vaki olmaktadır. Fakat burdan maada, dimağım, şiirlerin de uğrağıdır. Âşık paşadan Nazım Hikmete kadar, bütün türk şairlelrinin Rus, Acem, Fransız, Alman cümle cihan şuarayı benamının bir çok mısraları nereden geldiği anla- şılmadan, coppadak beynime di kayboluyor. Su sathına çıkıyorum. Hollan- dalı'ya yaklaşıyorum. Bütün mü- rettebat, heyecan içinde, torpil, onların tam altından geçerek İngiliz zırhlısına çarpmış. Bütün hadiseyi seyredebilmişler ki, seyri, pek güzelmiş. Torpil, Holandalı gemiden atılmış gibi görünmüş. İngiliz torpidosu, bu sebeple, Holanda'lıya (yanaşarak, onun içini teftiş etmiş. Holandalı'lara fena muamele ederek onu hid- detinden çıldırtmışlar. Kendikendime: — “ Yazık ki ikinci torpil ko- vanda kaldı! - diye eseflendim. - yoksa, zıhlının tam ortasına isabet edecekti. Roxburg'un (bu, İngiliz Kru- vazörünün ismidi.) Gözlerimiz önün- de batmasını seyir edemedi Ben, bir gül stesem Bana bir gülsitan verir verir. bii aizscei Bini günlerce, bunları mırıldanır duru- | rum. Nereden aklıma geldiği bir türlü tayin edilemez, dün de şu mısra, dilime takıldı: Ben bir gül istesem, bana bir gülsitan verir... Ben bir gül istesem, bana bir gülsitan erir, Ben bir gül istesem, bana bi verir... İlk önce, manasını bile düşün- meden, sırf ahengine kapılarak, - yolda yürürken, matbaada çalı- şırken, yemek yerken, - bu mısraı tekrarladım, tekrarladım, tekrar- ladım. Sonra, artık usandım. Musallat bir sineği kovmak ister gibi, mısraı, dimağımdan kovmağa çabaladım. İnnallahe maassabirin... gitmiyor... Bu derece musallat şeyin ne olduğunu anlamak için, onu ya- kından tetkike giriştim... Mısra, birdenbire beni sardı: “Bir adam bir gül istiyor, öteki bir koskoca gül bahçesi hediye ediyor...,, Ne cömertlik... Ne genişlik... Ne efendilik... Ne hovardalık (Hayır! Hovardalık tabiri, burada, pek hafif!) Ne lortluk... Ne, ne... Ne şahanelik... Bir an, kendimi, sevgilisine gülistan hediye eden adamın yerinde farzet- tim. Hayalim geniştir. Üüüüüüh... Uzandı, yayıldı... Enine boyuna büyüdü... Uzun zaman, onun bizden uzak- | Sevdiğimle beraber, yolda yü- rüyoruz... Bir çiçekçi dükkânı önünde duruyor... Kendisine bir gül (almamı. istiyor; Oben de tutuyorum, ona bir gül bahçesi alıp hediye ediyorum... Sevdiğimin hayret ve sevincini düşünün!. Çocukluğum avdet etmişti. Çocuk- ken, malüm ya, hayal « böyledir: İnsan, bir yumrukta, aslanları gebertecek kadar kuvvetli ola- bileceğini, bir sıçrayışta mehtaba atlayacak kadar “bacakları kuv- vetli olabileceğini, ilh ilh ilh farz- eder. Benim de, biraz, çocuklu- gum avdet edivermişti. Benden gül isteyin sevgilime hediye ede- bilmek... Ben ki, sevdiğim hiçbir kadına, şimdiye Okadar hiçbir esaslı hediye alamamıştım... Bu dalgadayken, eve odön- müşüm... Kız kardeşlerimle eniştelerimin oturduğu odaya girdim, Neşeliydim! Dimağımdan geçen zırtapozlukları onlara da anlattım. Eniştem: — İyi ki zengin değilsin!-dedi.- yoksa, bu bir anlık hevesin içinde daimileşirse, Mısırlı İsmail paşaya dönecektin. Bu zat, kadınlara he- diye vermek suretile, hazinesini, gırtlağına kadar borçlandırmıştır. Nerede güzel bir kız görürse, laşmasını gözetledik. Ehemmiyetli bir sakatlıkı olacaktı; zira, dikatı celbedecek (o surette (o meyilleni- yordu... Limana varmazdan evvel bat- masını umuyorduk. Maalesef, bu sahadaki zevkimizi tatmin etmedi. Maamafih, havuzda uzun zaman kalacaktı. Eh, kolay mi ya? Bir torpilin açtığı yara, saman dolu bir arabanın geçeceği kadar mu- azzamdır! Torpili atarken, aramızda Hol landalı yelken gemisinin bulun- ğunu fark etmemem cidden ga- riptir. Aksi takdirde, ihtiyata riayeten torpili atamıyacak, bek- liyecektim. Böylelikle, ingiliz biz- den uzaklaşmış, mesafeyi gereği gibi açmış bulunacaktı. 270 dereceden torpili endaht etmeme sebep, suyun çok derinde bulunmasını temin içindi. Su sat- işitirse, zorla sarayına getirirmiş. Onunla bir saat mi, bir ay mı, bir sene mi, her nekadar isterse ya- şadıktan sonra, koskoca mame- lekler hediye edermiş... — Filânca çiftliği sana verdim. — Aman efendimiz, hazinede para kalmadı! - derlermiş. — İngiltere bankalarından is- tikraz edin, verin. -fermanını bu- yururmuş. > Hatta, Istanbul'a geldiği vakıt bile, bir çok kadınlara bu nevi atiyelerde bulunmuş. (***) köyüne gittiğimiz sirada, dağ başında bir villa göstermişlerdi. Bu da, o atiyeler meyanındaynış. Eniştem, Ismail paşanın Italyada geçen bir macerasını de anlattı: Bir kız, onun aleyhinde cebren tesallut davası açmış. İsmail pa- şayı hakimin huzuruna çıkarmışlar. Kiz, onu ittiham etmiş, etmiş, etmiş. Hâkim: sormuş: — Paşa.. Siz, ne dersiniz? Paşa.. — Cevap versenize, paşa... Hâkim, haykırarak, ayni söz“ leri tekrarlamış. Bunun üzerine, demiş ki : — Affedersiniz, efendim, sa- gır oldum. Zira, ben kendisine tesallut ettiğim zaman, bu kız, bana öyle müthiş bir darbe vur- du ki, kulaklarım sağır oldu. Ken- disinden ayrıca dava edeceğim. Kız, fena hâlde korkmuş. — Hayır, hâkim efendi!- demiş., Ben, katiyen paşaya mukavemet etmedim ki... Bu suretle, işin içinde cebir olmadığı anlaşılmış... İşte İsmail paşa... İlh ilb.. Sonra, eniştem başka şeyler an- lattı... Benim dimağımda ise, halâ: Bon bir gül istesem, bana bir gülsilan veril. nakaratı... — Eeee?... Sonra?...- diyecek- siniz. Sonrası hiç... O kadar işte... Benim de İsmail paşa gibi olmamı bekliyemezsiniz. Bir gül istiyene nasıl bir gülsitan verebilirim ?.. Söyledim ya: Hikâyem, her seferki gibi sürprizli hikâye değil.. Sadece, içimde bir an yarıp sö- nen bir garip, irişilmez, söndü- rülmesi (muhal arzuyu hikâye etmek istemiştim. İşte o kadar. Hâlâ mırıldanıyorum : Ben bir gül istesem, bana bir gülsilan vorir, Bir günlük ihracat Bu ayın onunda limanımızdan ecnebi memleketlere , 976 çuval buğday 443 çuval fasulya 63 çuval fındık, 1 sandık afyon ihraç edilmiştir. hına yakın bulunduğu zamanlar, 38 U, peşinde beyaz bir iz bıra- kıyor; kendini sakin havalarda belli ediyordu. Sürati az olduğu zamanlar, gemi, manevra edemz7; pek yavaş olarak dönebilir. 90 zaviyeden atsaydım netice daha iyi olurdu; Fakat atamadım. Roxburg, tesa- düfen, tam üzerime doğru geli- yordu. Ben, ondan yakayı sıyıra- bilmenin ancak kolayını buldum. Hasılı, 270 derceden endaht mecburiyetinde (Okaldım. Yani, torpil, ön kovandan fırladı; san- cak tarafında bir rubu daire resmetti; sonra, Roxburg'a vurun- caya kadar denize seyirtti. Zırhlının pek yol aldığına na- zaran, bu endaht hayli müşkildi. Bilâhara, elde ettiğim neticeden pek mağrur kaldım ve pek mem- nun oldum. Zira, bütün harp im- tidadınca, bu derece güç bir endahtın böyle muvaffak olduğu- nu aslâ görmedim. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: