9 Kasım 1931 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

9 Kasım 1931 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— ? Teşrinisani 1931 Roman tefrikamız: 88 HİNT YILDIZI 9 Teşrinisani 1931 Yazan: Ne söylediğimi, ne söyleyeceğimi aerlm Beni bu kadar çok seven bir kadını bu halde görmemek için' o dakıkada ölmeğe razı olmuştum. (Yogoda) nın kalbi kopacakmış gibi çarpıyordu. Alnımı da dolaşan elini tuttum. — Nasılsın, Yogoda? Beni çok seven bu hassas kızı rencide etmemeğe gayret ediyor- dum. Yavaşca başımı kaldırdım.. Yanaklarından öptum. Yogoda gözlerini açtı.. Bana baktı. * O dakikada duyduğum sevinci tarif edemem.. Onun bana bak- tığını görünce neşemden çıldıra- caktım. Demek ki Nita beni aldatmıştı. Yogoda gözlerini açtı ve beni gördü diye seviniyordum. Fakat, bu neşem iki dakikadan fazla nevam etmedi. Hint yıldızı soruyordu: — Sen nasılsın. Seyit? Evvelâ, bu sualden bir şey anlâyâmadım. — Seni sıhhatte gördüğüm için, şimdi bir az daha eyiyim.. dedim. Yogoda sordu: — Şimdi bir az dahamı eyisin? — Evet... — Rengin nasıl? — Her zamanki gibi.. — Şimdi, benimle konuşurken, yüzün gülüyor mu, yoksa somurt- kanmısın? — Her günkü gibi Yogoda! 5 Bu cevabı verirken, EE Eleler boğazımda dügümlendi. — “Gözlerini açıp kapadığın halde beni görmiyor musun?, diyemedim. Müthiş bir inkisarı hayale uğra- mıştım. Yogoda, gözlerini açtığı halde beni görmiyordu. o Çehremdeki cebri tebessümleri farkedememişti. Hint yıldızının göğsüne ka- pandım: — Beni görmiyor musun, Yo- goda? Benim göz yaşlarımı gör- miyor musun? — Göz yaşlarını mı...?! Dudaklarının etrafında manalı tebessümler belirdi. Kendimi tutamadım.. rak ağlamağa başladım. — Niçin ağlıyorsun, seyyit? Ve ellerini uzatarak göz yaş- larımı sildi. — Sahiden ağlıyorsun! gözle- içini çekerek tekrar neşeliyim, Hıçkıra- Tefrika numarası: Denizlere dehşet rinden yaş akıyor! fakat, ne yazık ki, şimdi ben, göz yaşlarını görmek saadetinden mahrumum... — Beni tazip etme, Yogodal benden intikam mı alıyorsun? — latikam mı..2! Bunu, gözlerim görürken bile düşünmemiştim. Ne söylediğimi, ne söyleyeceği- mi bilmiyordum. Beni bu kadar çok seven bir kadını bu halde görmemek için, o dakıkada ölmeğe razı olmuştum. Yogodanın kullarını sıkarak bağırdım: — Bana #on bir iyilik yap, Yogodal Ben ölmek istiyornm... — Ölmekmi..!? — Evet.. En ıztırapsız ve kulay ölüm hangisidir? Sen bilirsin.. Bana söyle Yogoda! — Niçin ölmek istiyorsun? — Kendimi sana ancak bu su- retle af ettirebileceğim, Yoğuda! Kanımı senin yolunda hedretmek istiyorum... — Benim için ufak bir böceğin bile ölmesine tahammül edemem. Sen mabedlerin takdis ettiği aziz bir mahluksun,Seyit: Senin uğrun- da ben ölebilirim! Fakat, benim için, kimsenin ölmesine muvafakat etmem... Bâhusus senin ölmene! — Çok muztaribim, Yoğuda! Hayatta yalnız kaldığımı anlayo- rum. Üç gün sonra mukaddes çiçekler tamamile solacak. O vakit zaten nasıl olsa ölecek değilmiyiz? — Mıdyalılar kendi adetlerini bizede mi tatbik edecekler zan ediyorsun? — Reis bunu bana her gün ihsas ediyor: “Çiçeklerin Okuru- ması şaamet işaretidir! diyor. Ben Midyalılar arasında meş'um bir adam gibi gezemem, Yogodal — Bu şaamet yalnız sana ait değil ya..! — Evet, yalnız bana ait.. Çün- ki, Mıdyalılar: “Meş'um bir erkek aramızda izdivaç edemez. Çiçek- leri kurumağa başlar!,, diyorlar. — Üç tane, Yoguda! tamam üç tane... — Bu gece bu çiçeklerin ba- şında nobet beklemeyi, ülüme tercih etmezmisin? — Nobet beklemeyi mi..?! — Evet.. ve bu, hayatta, benim son arzumdur, Nihayet bir gece uykusuz kalacaksın! fakat, çiçek- lerin nasıl kuruduğunu göreceksin! — Peki.. söz veriyorum. Pen- cerenin önünde sabaha kadar oturup bekleyeceğim. (Arkası var) 9 Teşrinisan ————— salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri : Max Valentiner On üçüncü bap Donanma, sulh için muhafaza edilmelidir Izurap verici intibalar Şimdi artık, vapurumu tamir etmek zamanidi. Bu maksatla, Avusturyalıların Kiel'i mesabesinde olan Pala'ya gittim. Amiral Haus tarafından dostça karşılandım. Gemimi ziya- ret etti. Avusturyalı'ların bana karşı göstermiş oldukları misafir- perverliğe mukabele etmek üzere, gemim Fasana körfezinde bulun- | (Vâ - Nü) duğu esnada, amiralın şerefin enfes bir ziyafet verdim. Mütercimi : Sonra, sevgili Almanya'ma mü- teveccihen yola çıktım. Almanya'yı tanınmaz bir halde buldum. İnsan asker olunca, insanlara başka bir nazarla bakiyor. İnsan, yüzlerde pek çok manalar oku- yor. Manevi müvazenelere dikkat ediyor. Endişelere kapılıyor. Bir çok Almanların yüzlerindeki ifadelere bakınca fena halde ürk- tüm. Gözler fersiz neşesizdi. Kendi babamı, Sonderlourg'un Akşam İngiliz. donanması Atlantik filosunda galeyan görülüyor Muharriklerden 24 tayfaya yol verildi İngiltere en mühim kuvvei bahriyesi olan Atlantik donan- ması son bahar harp manevraları için İskoçya limanlarında tahaşşüt eder iken mürettebatı aylıklarının kesilmesinden dolayı serkeşlik ya- parak gemileri hareket ettirme- mişler idi. Ingiltere hükümeti efradın şikâ- yetlerini tahkik edeceğini vadede- rek bu hareketin önünü almış ve kimseyi tecziye etmemiş idi. Ha- dise bunun ile kapanmiş zanno- lunuyor idi. Fakat Ingiliz babriyesi tarafın- dan ahiren neşrolunan tebligata nazaren (Odonanmada £tahrikât devam etmektedir. Bu tebliglere nazaran Atlantik donanması esas limanlarına avdet ettikten sonra etraftan 24 kişinin | tahrikâta devam ettikleri anlaşıl- dığından bunlara yol verilmiştir. Ingiliz gazetelerinin istihbarına göre yol verilen efradın çoğu yeni donanmaya alınanlardı. Bu hadise Portsmouth tersane- sinde olmuş ise de Şıruese tersa- nesinde itaatsizlik hareketi görül- memiştir. Muazzam bir İsanl Almanyada su su tarikile naklıyat çok ileriledi Almanyanın en kesif meskün olduğu yerlerinden biride orta Almanyadır. Burada aynı zamanda sanayi de çok ilerlemiş olduğundan fazla nakliyat lâzım gelmektedir. Gerçe gayet sık bir demiryolu şebekesi var ise de, demiryolu ile makliyat pahalı olduğundan birçok maddeler su yolu ile tercihan naklolunur. Bu sahadan geçen tekmil sular cenuptan şimale akmaktadır. Hal- buki bunların birinden diğerine geçmek için şark - garp istikame- tinde, ve bu dereleri amuden kateden ayrı bir su yoluna lüzum vardır. Bunun için alamanlar milyon- lar sarfederek yüzlerce kilometre uzunluğunda orta kanal'ı açmak- tadırıar. Bu kanal bazen köprü- lerle tren yolu üzerinden geç- mekte, tiren yolu su yolunun üzerinden geçmektedir. “Magde- burg,, civarında bu kanal Elbe nehrinin üzerinden köprü ile ge- e (9) zaifla- mış buldum. Bizzat prenses Hanri bile, artık, sülün gibi zarif bir insan değildi. Zaiflamış bulunuyordu. o Hattâ, sözlerinde bile, bir zaaf asarı gör- düm. Prens Henri'ye, yağma ettiğim yiyecek içeçekten bazı hediyeler göndermeyi teklif ettim. Mem- nuniyetle kabul ettti, düşündü: Almanya'da herşey harbı ihtar ediyordu. Herşey harba tahsis edilmişti. Dağlar, taşlar bile seferber edilmişti. Asker, asker, asker... Her yer- de asker... Fakat bu askerlere bakılacak olursa içlerinde ihtiyarlar ve ço- cuklarda vardı. Coblence'ce gitmek (aklıma geldi. 1913 senesinde tanıştığım © Bir okkann üçte biridir. Bin bir gece İ masallarından Harunürreşit tebdil pr yolda bir kör dilenciye rasthyor; ona bir altın veriyor. Kör dilenci, ancak bir tokat ta yiyecek olursa altını kabul edeceğini Söylüyor. Herunürreşit işin içinde bazı | esrar olduğunu an! . Dilenciye sırrını | söyletmek istiyor. Lâkin, dilenci, sırrını ancak, karşısındakinin halife olduğunu öğrendikten sonra söylüyor: Evelce kör değilmiş; devecilik edermiş. Seksen de- vesi varmış. Bir gün, bir dağ başında bir dervişe rastlamış. Derviş, eski kitap- ları okuy: , bir definenin yerini keş- fetmiş imiş. Şimdi onu çıkartmağa gidi- yormuş. Bu işi ortaklamasına yapmağa karar veriyorlar : Kırk deve dervişin olacak, kirk deve de devezinini Hazi neye varıyorlar. Onu bu suretle payla- gıyorlar. Fakat deveci, tamah ederek, dervişin on devesini istiyor. Derviş de razı oluyor, Bu işin bu derece kolay oldu- ğunu görünce,tamahım arttı. Der- vişe dedim ki: — Birader! Senin için otuz deve yükü mücevher de çoktur. | Otuz deveyi alınca başlayacak- sın sefahate... Ne ullahı, ne de peygamberi gözün görecek artık.. Dünyayı düzelteyim derken ahreti de berbat edeceksin... Onun için gel, on deveni daha bana ver... — Peki erenler. İ Derviş, mütevekkilane razı oldu. Bu razı oluşu cesaretimi, daha doğrusu küstahlığımı artırdı. Diğer on devesini istedim. Ona da razı oldu. Sonra: — Bir deve yükü mücevher sana kâfidir. Bu fani dünyada fazlasını ne yapacaksın? dedim. Onada razı oldu. Her teklifime razı olup duru- yordu. Şimdi, yetmiş dokuz deve de benim olmuşdu. Bir devemin ek- sik olmasına köynüm razı olamadı: — Adam sende! Oldu olacak, kırıldı nacak! Şu son devemide iade et.. Sen biz garip dervişsin nene gerek senin mücevherat ?.. Elde asa, sırtda aba, gene diyar diyar gez! - dedim. Herif bunada “ sinmi? Hattâ, benden bir avuç olsun mücevherat istemeği akıl etmedi Ben de, bittabi, gönül rizasile ona mücevherimi vermedim. Değil mi ya? Ne münasebet? Heyhat! İbtirasım bu kadarla da kalmadı. Adamcağızın bütün mamelekini elinden almağa kalkıştım. Derviş,definenin bulunduğu yer- den çıkarken, vazolardan birinin içinden bir küçük kutu alıp göğ- süne sokmuştu hani... İşte, bu seferde, o kutuyu ele geçirmeğe kalkıştım. — Şu kutuyuda bana ver, birader! - dedim. Derviş, kutuyu, kuzukuzu çıka- rıp bana verdi. peki! ,, deme- “önü iie İçinde merhem gibi bir şey vardı. — Nedir bu diye sordm. Derviş: — Bu, merhemdir! - diye iza- hat verdi. - şayet insan, bu mer- hemi, sol göz kapağı üzerine sürecek olursa dünya yüzünde ne kadar define varsa hepsini görür. Fakat şayet *sağ göz kapağına sürecek olursa gözleri kör olur. Dervişe, merhemi sol göz ka- pağıma sürmesini emrettim. Arzumu yerine getirdi. Merhem sol göz kapağıma sü- rülür sürülmez, ortalığı bambaşka görmeğe başladım. Ne kadar de- fine varsa, hepside, gözlerimin önünde o canlanıverdi. Toprağın altında, yahut kayaların içinde olsabile yerlerini ayân beyan görüyordum. İhtirasım bununlada dinmedi: Bu derviş yalan söyliyor! diye düşündüm. - Sol göz kapağına sürülünce bu kadar esrarenğiz bir tesir yapan bir merhem, sağ göz kapağına sürülünce, insanın göz- lerini ne demege kör etsin? Işin içinde büyük bir hin oğlu hinlik var. Derviş, esrarın en büyüğünü bana belli etmemek isteyor.. Ve kendisine dedim ki: — Merhemi sol göz kapağıma da sür. — Aman gözlerin kör olur... Hazer et, erenler! - diye nasihat verdi. Israr ettim. Nasihat verdi. İs- rarlarımda devam ettim, Derviş, bunun üzerine, merhemi sol göz kapağım üzerine de sürmeğe rıza gösterdi. Sürdü. Heyecan içinde, gözlerimi açtım. İşte o zaman, dünyanın gözüm- de zindan olduğunu gördüm. Yalvarmağa başladım. — Aman er derviş baba! Ben ettim, sen etme... Sen bunca esrar biliyorsun. (Gözlerimi (açmanın esrarını da biliyorsundur. — Namkörün gözünü açmak olmaz! - diye, sesinin perdesini haşinleştirdi. Ve son söylediği cümle bu oldu. Seksen deveyide alarak orta- dan sır oldu. Nice zaman sonra, nice meşak- katler neticesi, buraya gelebildim. İşte dileniyorum, ya emirül mü- minin! Kendi kendimi cezalandırmak için, ahdettim: Bana sadaka verip iyilik bile etseler, nankörlük edersem cezasını peşinen bulayım diye, suratıma bir tokat indirti- yorum. Hatice Süreyya harikulâde g orada bulunuyordu. Orada Rhen (5 Ren) nehri üzerinde, hayatın darabanı daha fazla işidiliyordu. Rhenan ismindeki bu neşeli mah- lükun tabiati öyle bir tabiatti ki, en fena zamanları bile hoş geçire- bilirdi. Dostum olan genç kızın ailesi tarafından son derece büyük bir samimiyetle karşılandım. Bittabi, onlara bir çok tahtelbahir hikâ- yeleri anlattım. Nereye gidersem gideyim, bana bir çok sualler soruyorlardı. Hepside tahtelbahir- lerin harp neticesi üzerine amil olacağını umuyorlardı . Bu aile üzerinde de, harp, hakim vaziyete gelmişti. Dostumun bir hemşiresile bir biraderi vardı. Iki genç kız, bütün gün bir hastahanede hasta bakıcı gibi çalışıyorlardı. Buna mukabil ücret almadı! ı, bu işi gönüllü ola- rak © yaptıklarını (o söylememize hacet yok. Esasen, Almanyada bir çok genç kızlar ve kadınlar bu gönüllülüğü yapmaktaydılar. Kızın iki kardeşi son günler zarfında (seferber ( edilmişlerdi. Halbuki, ikisi de hünüz mektep talebesidiler. Yaşlarına nazaran pek küçük, pek narindiler. Ney- lersiniz ki, harbin onlara ihtiyacı vardı. Anneleri anlattı ki, bir müddet evel, bir köylüden, gizli olarak, bir kaç kental patates almış. Bu patatesler kayatlarını kurtarmakta imiş. Bu sırada kocası, tesadüfen, bu patates hazinesini bodurumda keşfetmiş. Aile arasında büyük bir münakaşa zuhur etmiş. Kölü- nün gelerek patateslerini geri almasına karar verilmiş. Bu tarz kaçak usulü patates almak va- tanperverlige muhalif görülmüş. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: