23 Aralık 1931 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

23 Aralık 1931 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

23 Kânunuevvel 1931 Tefrika No:12 &— ar İngiliz Casusu LAVRENS İSTANBULDA! 23 Kânunuevvel 1931 Nakleden: İ. F. Lübnan dilberi uzun kirpiklerini kırparak güldü: “Benden çok mu hoşlandınız, ya şeyh?,, Şimdiye- kadar, böyle kanı sıcak bir kadınla karşılaşmadım... Eğer, bu bir bölük asker, bulunduğum pansiyonu basmağa gelmişse, biraz sonra yakayı ele verecektim. Derhal odamın kapısını açtım şeyh Salihin Oodasina gittim. Koridorda kimseler yoktu. Şeyh Salih, dildadesini koynuna almış, horul horul uyuyordu. Arkadaşımın kulağına eğildim ve yavaşca : — Felâket var! Diye seslendim. Fakat, o anda, masanın üstün- deki şişelere gözüm ilişti. Şeyh Salih, çok sevdiği Zahle rakısın- dan lüzumundan fazla içmiş ve serheş olmuştu. Davul çalsam uyananıyacaktı . (ONetekim de uyanmadı. Sesimi gittikçe yüksel- terek: bağırdığım halde, yatakta kımıldamıyordu bile.. Kimseden imdat yoktu. Başımın çaresine Obakmalıydım. o Tekrar odama geldim. Bu esnada s0- kaktaki ayak sesleri birden bire fazlalaştı. Pençerenin aralığından dışarıya baktım: Askerler tekrar silâhlarını omuzlarına alarak yol- larma devam ettiler.. İşte o vakit kendi kendime güldüm: Bu hadise askerin, yolda beş on dakika dinlenmesinden başka bir şey değildi ! Göğsümü şişirerek geniş bir nefes aldım.. Habibenin yanına oturdum. Uyumak kabil olmıyordu. - Gözümün önünde gittikçe mu- ammalaşan Habibe'ye bir tablo seyreder gibi bakıyordum. O ne sehbar bir kadındı! Uzun siyah kirpikleri, ispirto- nun verdiği hararetle pembeleşen yanaklarını o gölgelemiş.. Beyaz vücudu, benim gibi soğuk kanlı bir adamı bile tahrik etmeğe başlamıştı. Habibeyi alnından okşarken kendi kendime düşündüm: Bu kadın Cebeli Lübnanlı olduğu halde kendisine gelen mektuplar neden türkçe olarak geliyordu? Habibenin, türklerden bir çok dostları olabilirdi. Fakat, Habibe bu kadar güzel türkçe nasıl öğ- renmişti 7! İçime yeni bir şüphe girdi : Acaba Habibe türk miydi?! Bu muammayı anlamak istiyor- dum... Lübnan dilberi çok asri, çok iyi tabsil ve terbiye görmüş münevver bir kadındı: Böyle olduğuna nazaran, Habi ez ie sal Denizlere dehşet salan tahtelbahir olacaktı. Ben ondan, hakiki JLüb- nanlı olduğu takdirde istifade edebilirdim. Kocası asılmış bir Lübnanlı ka- dın bana sadakat ve fedakârlık gösterebilirdi. Fakat, bir Türk kadını Filistinde, kendi milleti ve kendi memleketi ?aleyhine çalışa- mazdı. Böyle bir kadın - eğer Türk ise - Türkler aleyhine tahrik etmek her şeyden ziyade beni tehlikeye düşürecekti. O geceyi, sabaha kadar, uyu- madan geçirdim. Ufak bir şüphe beni uykusuz bırakmıştı. Mamafi, üç gece sıra ile, çok defa uykusuz kaldığım vakidi. Sabahleyin şeyh Salihe sordum: — Bu geceyi nasıl geçirdiniz? — Buraya geldiğim zaman kendimi cennette sanıyorum, Şeyh Abdullah! bana isabet eden kadın okadar şehvetli ve fıkırdak bir mahlüktu ki.. Sabaha kadar beni uyutmadı. Içimden göldüm. Şeyh Salih sarhoş olduğu zaman derhal gözleri kapanır ve uyurdu. Nasıl ki o gace de başı dumanlandıktan sonra borul horul uyumağa baş- lamıştı. Ben gece odasına gittiğim zaman vakit henüz nisfülleyli bile bulınamıştı. Kedınlar o yanımızda, odamda çay içiyorduk. Arkadaşıma da benim fikrimi öğrenmek istedi: — Sen nasıl geçirdin geceyi.. Anlat bakalım! benim Dedi. Geceki rahatsızlığını ve endişe- lerimi Oo benden başka bilen olmadığı için, onları bahse lüzum görmedim: — Habibeyi çok sevdim. Onun bir kaç gün buradan ayrılmama- sını rica edeceğim. Lübnan dilberi uzun kirpiklerini kırparak güldü: — Benden çok mu hoşlandınız, ya şeyh? ; — Bir kelime ile söyledim ya: Sizi çok sevdim! Benimle bir iki gün burada kalmak istemez mi- siniz? Habibe arkadaşının yüzüne ba- karak masumane bir tavurla ba- şını salladı: — Ben Şamdan Kudüse kaç- tım.. Mizrahi efendi beni himaye ederse, ben de burada kalırım! 23 Kânunuevvel 1931 Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Nuharriri Max Valentiner Mütercimi : (Vâ - Nü) Açores yolu üzerinde, deniz henüz müteharrikken, bir Ame- rikan nakliye gemisine rasladım. Geminin yolu üzerine, bütün topal süratimizi kullanarak, yol almağa başladık, amudi olrak yolunu kesmeye teşebbüş ettik. Gemi bize yaklaştığı vakit, daldım. Aynı istikamette, mümkün olduğu kadar seri ilerlemeğe başladım. Maalesef, böylelikle, denizin cereyanı aksine olarak gitmeğe mecbur kalıyordum. Üs- telik, mürettebatım, gemiyi, suda müvazeneli (o tutamıyorlardı. Bu sebeple, U 157 bir kaç kere, su i i satkında muhtelif aksamını 'gös- termek mecburiyetinde kaldı. Bu da, beni son derece korkuttu. Lâkin, fırtına şiddetli olduğu için Amerikalı gemi bizi dalgaların ihtişamı arasından keşfedemedi. Amerikalının başka bir hususta daha talii varmış. Kendisine an- cak üç bin metro yaklaştığım zaman torpil atabildim. Torpilin gemiye isabet edeme- diğini teessürle gördüm. Acaba, obüslemi işe devam etmek lâzımdı? Buda faide ver- miyecekti. (Obüslerimiz delmekten başka bir kâr temin | | | | | çok kayalıkdı. ben, bu işin pek denizi | İ almıştım. Zira, haritalar mucibince “Meşhur sportmen M. beyin nişanlısı .S. hanımdan bir arka- daşına,, Şeker kardeşim, Semihacığım, Sevimli mektubunu dün aldım. Nişanlım M. hakkındaki ihtisasımı soruyorsun. Bir kardeş samimiye- tile bak, sana anlatayım. Daha geçen haftaya kadar M. hakkında, bende hasıl olmuş kat'i bir kanat yoktu dersem inan Semiha. Evet geçen haftaya kadar nişan- lımın haleti ruhiyesini katiyen anlayamamış, benim için beslediği hissiyata bir türlü vakıf olmamış- tım. Acaba beni seviyor mı idi? Acaba ruhlarımız birbiriyle imti- zaç edebilecek miydi? İtiraf edeyim ki geçen haftaya kadar bu suallerle beybude yere kendimi üzmüş ve sonunda müs- bet bir neticeye de varamamıştım. Nihayet geçen hafta, bir tesa- düfle baş başa kaldığımız kısa bir zaman içinde bu müşkülümü halledebildim. Ve şimdi çok mesudum Semihacığım. Bu tesadüf bak nasıl oldu? Nişanlım büyük bir yüzme tecrü- besi yapacak. Bunun için çok evvelden idmanlara başladı. Her gün yüzme idmanları yapıyor. Geçen gün beni de götürdü. Bilirsin ki benim böyle şeylerde alâkam yoktur. Fakat hatırı kırıl- masın diye bir mayö tedarik ettim. Sevdiğim romanlardan bi- rini de yanıma alarak beraberce plâja kadar gittim. O denizde enine, boyuna kulaç atıp durdu. Ben de bir gölgeliğe çekilip romanımı okumağa baş- ladım. Iki saat, belki de üç saat denizde o yana bu yana yüzdük- ten sonra yorgun argın yanıma döndü. Deniz suyundan büsbütün katılaşan sert adeleli vücudunu korkak bir zevk ile seyrediyor- dum. Yanıma uzandı. Başını göğ- süme yaslayarak ellerimi iri avuç- ları içinde sıkmağa ve okşamağa başladı. Hiç ses' çıkarmıyor. Sanki beni tetkik ediyordu. Bir ara gözgöze geldik. Birden öyle kızarıvermişti ki; Ah işte o dakika bakışlarında sezdiğim aşi- kâr meftuniyet izleri kalbimdeki uktenin çözülmesine kifayet et- mişti. Nişanlımın beni sevdi işte o dakika anladım, Semiha- cığım. Nişanlım beni seviyordu, hem çıldırasiye seviyordu. Yalnız fazla omahcubiyetinden bu hissi- yatını izhar edemiyordu. Fakat ben anlamıştım ya. Benim için bu kadarı kâfi idi.. “5. Hanımın nişanlısı M. beyden bir arkadaşına, Kardeşim Riza, Klübe gönderdiğin mektubunu dün aldım. Bana nişanlım hak- kındaki ibtisasatımı soruyorsi etmiyeceklerdi. ON oldu. Açores'e vardığım vakit, henüz bir tek gemiyi bile batırmamış bulunuyordum. 157 U nun bir vazifesi vardı: karaya tamamile yaklaşmak ve orada, İngiltere ile Avrupa gibi biri birine rapteden kabloları kesmek.. Bu bususda, Erkânı harbiyeyi umumiyeden mütemmim malümat y , Açores civarında, denizin dibi | mühlik olduğunu erkânı harbiyei umumiyeye söylemiştim. Orada, bu işin mütehassısı olan zabit, benim serdettiğim (müşkülâtı işidince, vazifeyi yan çizmek istediğime zabip Oolmuştu. Bu zabit, bir gençti. Beni hiç tanımayordu. Hele asla tahtelbahir kumandan- Daha geçen haftaya kadar bu kız hakkındaki ihtisasım, aşağı yukarı seninkinden veya diğer herhangi bir tanıdıktan fazla değildi. Zaten nişanlanma tarzımız da malüm. Bu kız benim 'uzaktan akrabam olur. Daha iki üç yaşlarında kü- çücük birer haşarı iken ana ve babalarımız, bizi birbirimize ver- mek 'için sözleşmişler. Aradan geçen zaman bu mütekabil vadi bozmuş ve günün birinde de, işte bildiğin gibi, S. hanım benim nişanlım oluvermiş. Geçen hafta ufak bir gezinti, bir kaç dakikalık (o yalnızlık kendisi (o için küçük bir etüt yapmaklığıma vesile oldu. Bilmi- yorum, nereden aklima eşmişti? Bizim nişanlıyı alayımda plâja götüreyim, dedim. Ben antrenman yaparım, o da bir az hava alır, gezmiş olur. Kalktık gittik. Be- raberce soyunduk. Gelgelelim, denize adımını bile atmıyor. İçimden, be mübarek, diyordum, madem denize girmiye- ceksin, bu güzelim mayöyü ne demiye aldın. Ne ise, Rızacığım, bizim naze- nin güneştende korkuyor. Bir gölge altına çekilip elindeki kita- bını başlamasın mı okumağa? Az kaldı kahkaha ile gülecektim, amma neme lâzım, dedim, daldım ben güzelim denizime. Oh... Öyle de sakin bir hava ki. Gel keyfim, gel. Keşke sen de olsaydın, Rıza. Sağlam akşamı ederdik. Ne ise bir iki saat kadar yüzdüm. Canım sıkılmağa başlamıştı. z Birdenbire hatırıma geldi. Yahu, şu kız benim nişanlım, yarın öbürgün evleneceğiz, karım olacak, Halbuki daha alıcı gözü ile bakmadım bile. Biri çıksa da nişanlının saçları ne renk dese, şaşalıyacağım. Uzun boylu mu, kısa mı diye sorsa belki onda bile bocalıyacağım. (Hele denizden çıkalım da şöyle bir yakından temaşa edelim, dedim. Üç kulaçta sahili bulunca doğru nişanlımın yanında soluğu aldım. S. hanım fena bir kız değil, Rıza. Güzel. Avuçlarımın içine aldığım ellerini hafif hafif okşar- ken dikkat ettim. Bilekleri öyle düz ve muntazam ki tıpkı bir raket sapı gibi. Yalnız çok beyaz ve çok peltemsi. Ah, ne olurdu bir az daha sert, bir az daha kemikli olsaydı... Göğsüne baktım. Iki yanına birer tenis topu saklamış sanki, E, raket saplı bileklerin yanında böyle bir çift tenis topu da lâ- zımdı doğrusu. Dayanamadım, başımı yaslayım dedim. Of.. bunu biç unutamaya- lığı o yapmamıştı. Tahtelbahir harpleri hakkında da pek az malümatı vardı. Müstehzi bir tebessüm takına- rak, bana, istediği kadar kaba sözler yağdırmasına (tahammül göstermiştim. Sadece, bu teşeb- büsün müsbet bir netice vermiye- ceğini bildirmekle ikitifa eylemiş- tim. Heyhatki, erkânı harbiyedeki zabitin sırmaları ve yıldızları be- nimkinden fazlaydı. Yani, rütbesi daha büyüktü. Işte, bu sayede, borusunu öttürebiliyordu. Bana çıkışmak ( salâhiyetini kendinde görüyordu. Horta adasının altında, takri- ben limanın yanında, gece yarısı, ay ışığı altında, bu teşebbüsü kuvveden file çıkarmağa uğraş- tım. Vazifemin azametini mükrik- tim. Fakat heyhat ki, baş vurduğum bütün tedbirlere rağmen, netice, benim evvelden gördüğüm şekilde | > e Musolininin yeni | rae Sportmen aşkı | çiti Galip | X runs yuan era piyesi Italya başvekili ikinci piyesini oynattı Italya başvekili M. Musolini tiyatro muharrirliğinde . yeni bir kudret göstermiştir. M. Musolini yeni tarihi dramı “ Villa franca,, bir kaç gün evvel Milanda Lirico tiyatrosunda oynanmıştır. Her ne kadar programda 'piyesin muhar- riri Frozano diye gösterilmiş ise de piyesi M. Musolininin ilhamı eseri olduğu gibi kısmen kendi tarafın- dan yazıldığı herkesçe anlaşıl- mıştır. Oyunun başlıca şahsi Sardunya kralı Ikinci Viktor Emanuelia kızı Prenses Clothilde ise de diğer birşahıs oyunun başından sonuna kadar sahneye hâkim bulunmak- tadır. Bu adamda meşhur siyasi recül Cavourdır. Oyunun gerek muha- verelerinde gerek frolünda M. Musolininin kendi ihtirasat ve müşkülâtını makes bulduğu aşr kârdır. Oyun, . Cavourun serbest ve müttehit İtalya vücuda gelinceye kadar Avusturyalılara karşı harbi temdit için siyasi ibtiyatkârlığını, ikna ve intrika kuvvetlerini istimal ederek sarfı mesai ettiği Piedmout tarihine âittir. Şimdiki Italya Kralının büyük babası İngiliz recülü devleti Pak merston'un (o tavsiyesine ( kulak verirken Covour bütün maharet ve kuvvetile Avusturya harbini uzatmağa çalışıyor idi. Mütareke (imzaladığı zaman Covour o kadar hiddetlenmiyor ki metbuunu tahkir ederek istifa ediyor. M. Musolininin bundan yazdığı piyes “Mayıs karargâhı, olup Büyük Napolyon'un yüz günlük (Oson gayretini tasvir etmektedir. “Villa franca,, yakında Londra- da oynanacaktır. cağım işte. Öyle bir içim gıcık” landı ki Rıza.. Bir anda ikimiz de kızardık. Nişanlım, belli ki, çok ince, çok zeki bir kız. Yalnız vücudunu yakmaması bir kusur. Mamafik benimle beraber arasıra böyle plajları filin boylarsa hepsine alışacak. O gün bir şeye daha dikkat ettim. Ne kadar ince bir beli var. Çeksen kopacak sanki. Sonra ya o..... ne ise, fazla tafsi- lât o veremiyeceğim, Rızacığım, daha ileri gidersem ofsayt vaziye» tine düşmekten korkarım. Bu günlük bukdarla iktifa ediyornm, selâmlarımı cereyan etti: Çengellerim kayalara takıldı ve balat koptu. Şüphesiz ki, erkânı (o karbiyei umumiyeye merbut olan zabit, benim, bu işi bililtizam yapmadı- ğıma kail oldu. Aksi takdirde, Acores'e ayni vazifeyle iki tah- telbahir daha yollamazdı. Bittabi, bunların ikisi de benim vardığım; neticeye vardılar. Acore sten ayrılıp Kanarya ada- larına doğru yol aldığım esnada bir kaç küçük vapur batırdım. Bunlar, bu seferimin muvaffakı- yetleriydi. Bu tahriplerimden bir tanesini, bugün cereyan etmiş gibi hatırlarım. Geceleyin, mebtapli bir havada, büyük bir yelkenli gemiyi ansızın durdutuyermiştim. Bu, üç direkli bir gemiydi. Yep yeni idi. Porte- kiz bayrağını taşıyordu. Yelken- leri lâtin biçimiydi; pamuktardı; bembeyaz işildayordu. (Arkası var) V ge la Dd m 7 anna pe

Bu sayıdan diğer sayfalar: