20 Nisan 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

20 Nisan 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahife 6 --&şam 20 Nisan .. Ankara mektupları Ankarada yazın yaklaştığını haber veren alâmetler ve gece hayatı Ankara caddelerinin bir hususiyeti, cazcılarla sazcılar, açık hava loncası Ankara: 14 Nisan — Artık Ankarada yaz başlıyor. Bunu bütün bahçelerin çeki düzen ve- rişinden, bu mevsime mahsus tozlu rüzgârlardan ve Kara oğlan caddesinde geceleri kaldırım ge- zintilerinin başlayışından anlıyoruz. Dün hâle gittim. Hâlin ortasın- da esnafın tavla partileri de artık başlamıştı. Dış kabukları yontu- larak tazeletilmeğe çalışılan laha- nalar, sulanarak bıyıkları dikleş- tirilmeğe çalışılan prasalar; bütün bu zorlu tuvaletlere ragman por- suk vaziyette, fersiz ( gözlerile tavla maçlarının neticesine bakı- yorlardı. Bu haller Ankara yazının müjdecileridir. Gelenler anlatıyorlar; Istanbulda yaz başlamış. Burada da başla- ması tabiidir. Ankara havasının tabiatini İstanbullulara şöyle an- latırım: İstanbulda ne hava varsa yirmi dört saat, yahut pek pek fazla otuz altı saat sonra tapkısı buradadır. Yedi senede tetkik ettim, bu neticeyi buldum. Anlattım ya, Ankarayada yaz geldi. Ankarada yaz geldi demek hele bir bekâr için hiç de eyi değildir. Artık barlar insanı sıkar. içki yerlerinde sıcaktan oturulmaz. Şehrin umumi bahçeleri kalaba- lıktır, belediye bahçeşindeki ince saz “uyuyunuz!, diye teşvik eder. Yalnız bir çiftlik yahut Kayaş Kalır ki oda haftada bir güne inhisar eder. Hulâsa bekâr adam için yaz mevsimi hayli sıkıntılıdır. Uzun caddede kalabalık ara- sında yürürken bunları düşünü- yordum... Cadde dedim de aklıma geldi; Ankara caddelerinin hususiyetleri vardır. Ankara memur şehri oldu- Şu için dairelere gidiş, geliş za- manları sokaklar adım atılamıya- cak dercede birden dolar, oto- mobil ve otobüslerden karşı kal- dırıma geçmeğe imkân bulunmaz. Sokak başlarında yeni türeyen işportacıların bağrışı, halkın sesi, otomobil kornaları, motor, hırıltı- ları... Öyle bir gürültü olurki bu kalabalığa bakan bir yabancı insan kendisini en aşağı iki mil- yon nüfuslu bir şehirde zanneder, Fakat daire saatlerinde iş büs- bütün aksinedir. Sokakta görülen bir kaç kişi lüks olsun diye belediye tarafından (o gezdirilen adamlar zehabını verir. Bunlar adliye civa- rında ise avukatlar ve mahkemede, bilhassa icrada işi olanlardır. Ikindi üzeri postaneye giden bir kaç ecnebi artist, yahut sinema matinesine giden bir kaç işsiz, ve sonra mektepten çıkan çocuklar şehrin ana caddelerinde görünür- ler. Bundan başka görülenler mu- hakkak Ankaranın misafirleridir. Gazete müvezzilerinin, seyyar satıcıların sesleri, hatta bunların en kıdemlisi ve şahları; “erbabı bilir, diye en tiz perdeden kulakları yırtarcasına (bağıran şerbetçinin feryadı bile daire zamanlarında kesilir. Çünkü bu şarabı hayatın kıymetini takdir edecek erbap henüz işindedir, caddelere çıkacağı zaman bel lidir!... : * “» Nihayet, akşam paydosu olur. Dairelerden, müesseselerden, fab- rikalardan, köşelerinden çıkan halk hepzi ana caddeyi doldurur. Tasvir ettiğim kalabalık ve bu kalabalığın gürültüsü ve çarşıda alış veriş te başlar... En kalabalık bir vakitte dört yol ağzının dört köşesi ecnebi yapıcı esnafının açık hava lonca- sıdır. Macar ve Bulgar amele saatlerce burada durur. Kimi iş bekler, kimi de yevmiyesini vere- cek patronunu bekler. Gazete müvezzilerile beraber bunlar bu dört yol ağzının iki mühim mani- asıdır. e Bunlardan © kurtulabilip caddeyi geçenler bu taksim mer- kezinden şehrin dört tarafına dağılırlar. Bu akşam kalabalığı nihayet dokuzdan sonra şiddetini kaybeder. Çiğ renkli numara elbiseleri pardösü gibi kollarında atılı boyalı bar artistleri çok uzun etekli roplarını sürüyerek şehrin mevcut üç barına doğru bu caddelerde salındıkları vakit artık saat dokuz- dur ve caddelerde kalabalık tamamen tavsamıştır. Ondan sonra Ankaradan bir manzara: Vekâletler caddesi meydan (o bekârlarındır, otelde kalan misafirlerindir. pi “. Ankarada bekârlık mı daha eğ- lencelidir, yoksa evlilik mi?... Ben bekârım, fakat hangisinin iyi ol duğuna dair kat'i bir fikrim yok- tur. Yaz geliyor, yaz hayatı be- kâr için okadar eğlenceli değil- dir, dedim ise kışı dört başı mamur geçirdik zannetmeyin. |,te, faslını kapadığımız bu kışın size bir bi- lânçosunu yapıvereyim de eğlen- dik mi, sıkıldık mı siz kararınızı bunu okuduktan sonra veriniz. Evvelce eğlence yerlerini dol- duran halktan biraz bahsedeyim. Bunların en çoğu bekâr, bir kısmı kazak evli, bir kısmı da misafirdir. Ankaranın gene hoş bir hususiyeti olarak bunlar; her gece birbirini buralarda göre göre ahbap olmuş muhtelif tabakalara mensup in- sanlardır. Bu gece zümresini iki sınıfa ayırmak lâzımdır: Cazcılar,sazcılar. Bu tasnifte nev'ima meçburiyet de vardır. Çünki her iki tarafda zevk- lerine sadakatle bağlı oldukların- dan bütün kış sazcıları cazda, cazcıları da sazda hiç görmedim. » yahut Mevcut dört hz birinden biri- nin kapatıldığı, ikisinin de daimi istihale geçirdiğine bakılırsa saz- cıların tarafı rağbet görmekte biraz yufkacadır. Kış başlarken “Jale,, revaçta idi, Baş hanende Nermin hanımdı, takım : fena değildi. Müşteri de iyi idi ve sazları hemen hemen bundan ibaretti. Açık gözler durur mu? Hemen karşısında “Beyoğlu, diye biri açıldı. Iyi bir saz heyetile beraber Azerbaycan sazcılarını getirtti. Bu şekilde de kalmadı, bir üçün- cüsü meydana çıktı, o “Şule,yi açtı. Birbirlerinin sazcılarını kan- dırdılar, rekabet yüzünden hepsi de zayıfladı. Derken “Taflan,, da işi alatur- kaya çevirdi... Neticede “Beyoğlu,, mirasını yedi Jale tebahhur etti. Kala kala Taflanla, Şule kaldı. Şimdi Taflanda Hikmet Rıza, Şulede Suzan hanımlar ve arka- daşları okuyorlar, çalıyorlar. Akşamcıların buralardan baş- kada yerleri var. Lokantaların bir kısmı içki verir. Eskiden benimlede Domuz sokağında Fuskulu gibi bol mezeli yerlerde açıldı. Hele bir danesi altmış kuruşa on çeşit meze ile elli dirhem rakı veriyor. İşte alaturkacılar buralara er- kenden düşerek dehlizler, sazın afyonlu havası içinde on ikiyi zor bulurlar, sonra, tomba döşek... Cazcılardan o gelecek omektu- bumda bahsederim... # $ y Tıbbi müsâhabe Hava ve ziya vücut için ilâç gibi faydalıdır Hava ve ziyadan kaçmak, vücudu iki büyük gıdadan mahrum kılmaktır Insanın yaşamak için hava ve ziyaya mutlak bir ihtiyacı vardır. Insan ciğerlerile ve cildile tenef- füsü temin edemezse mevcudiyetini idame edemez, ölür.. Akciğerler, ciltteki mesamat daima temiz hava teneffüs ederler.. Bu hal sihhatte elzem olduğu kadar hastalıklarda da pek lâzım- dır.. Zira temiz bava ve Ziya insanın (o kabiliyeti ( hayatiyesini arttırır, Sahraların açık havaları, orman havaları daima şehirlerin mütekâsif havasından pek temizdir. yürürken, istirahat ederken Bu temiz havayı yavaş ve derin ola- rak teneffüs etmelidir. Insan yaz, kış, kendini pencereyi açık olarak yatmaya alıştırmalıdır. Yalnız bu açık pencere insanın üstüne gel- memelidir ve buna tedricen yaz- dan alışmalıdır. Yatak odasında oturmak ve yatak odasının hava- sını bozmak doğru değildir, otu- rulan odada yatmamalıdır.. Çünkü odanın havası ağır ve istimal edilmiş olur. Insanın her azasını besliyen,onu yaşatan kırmızı kandır. Bu kırmızı kan vücudun ber bir noktasını besledikten sonra siyah kana tebeddül eder ki ellerimizde ve arımızda mavi renkte gör- iz kan bu pis kandır... Çünkü kırmızı ve temiz kan da- marları vücutta daha derinden geçeler. Vücudumuzda hasıl olan bu pis kan akciğerlere gelerek hava muvacehesinde tasfiye olur temiz- lenir. Hava nekadar temiz ve saf olursa bu tasfiye ameliyesi de o kadar güzel olur. Işte tebdili havadan maksat budur. Dağlarda, kırlarda, açık havada yaşıyanların renkleri pembe ve kırmızı olur. Kapalı odalarda, temiz olmayan havalarda, kapalı yerlerde yaşa- yanların renkleri uçuk, sarı olur. Yazın biraz ziya ve hava alırız. Fakat bizim kış hayatımız ekse- riya pek fecidir. Evlerde odaların pencerelerinin kapanarak günlerce hava almadığını çok görüyoruz... Havasız ve ziyasız yerlerde yaşa- yan insanlara, çocuklara kemik hastalığı, verem hastalığı gelir.. Hazımları bozulur, baş ağrıların- dan ve kansızlıktan kurtulamazlar. Akciğerlerimiz gibi, vücudumuz, cildimiz vasıtasile de teneffüse muhtaçtır. Bunu teminen cilt- teki mesamat denilen kıl diple- rindeki deliklerdir. Cilt vasıtasile teneffüsü temin edilmiyen bir insan ağız ve burnu vasıtasile yaptığı yalnız ree teneffüsile yaşayamaz.. Bunu isbat için bir o insanı vücudunu havanın nufuz edemiyeceği bir madde ile örterseniz bu adamın çok yaşa- madığı görülmüştür. Cildin mesamatını kaplayan yağ tabakalarını daima temizlemek, sık yıkanmak, cildi kolonya ile uvarak temizlemek, mesamatı aç- mak teneffüsü cildiyi temin için pek mühimdir. Çocukları bir çok bezlere ve muşambalara sarmak vücutlarını havadan mahram kıl- mak dolayısıyle çok muzurdur. Büyüklerin ve çocukların vücut- larını zaman zaman tamamile çıplak havaya ziyaya açmak vü- cudu beslemesi ve kabiliyeti haya- tiyeyi arttırması hasebile bir gıda gibi lâzımdır. Kırlarda güneş banyoları, hava banyoları, deniz banyoları vücu- dumuzu havaya açmak için bize birer fırsat verirler. Soğuk hava bünye için sıcak havadan daha mukavimdir ve sıcak havalar bünyeyi zayıflatır. Halbuki biz soğuk ve çok temiz olan ve insanın sıhhatini arttıran soğuk havadan çok korkarız. Vakıa evlerimizin tarzı inşası ve şerai hayatımız bu korkuda biraz bize hak verir, Kaç kişi, kışın münasip bir tarzda yatak odasının pence- resini açarak yatabilir.. Açık havada istirahat etmek insana hayat ve can verir, güneşin ziyasından ilkbaharda, yazda, sonbaharda, hattâ kışın bile bir usul tahtında istifade etmek lâzımdır. Yazın pek sıcak- larda başı çıplak güneşe açmak doğru değildir. Bilhassa ihtiyarlar bundan çok tevakki etmelidir. Elbiselerimizi vücudumuz bol ha- va alacak tarzda yapmak, giymek, faydalıdır. Hava ve ziyadan; tabiatın bize bahşettiği bu iki nimetten istifade etmesini öğrenmeliyiz. Hava ve ziyadan kaçmak vücudu besleyici iki büyük devadan, gıdadan mah- rum kılmak demektir. Dr. Ekrem Emin Sabık kral şimdi de Isveç e gidecek Sabık Ispanya kralı © Alfons tahtından çekil- dikten sonra bir yerde duramı- yor, mütemadi- yen seyat edi- yor. Alfons iki ay evvel Akde- nizde bir seya- hata çıkmış, Ital- ya, Yunanistan, Türkiye, Sürye, Mısır sahillerini gezmişti. Bu uzun se- yahattan Fran- saya döner dön- mez otomobille tekrar bir seya- hata çıkmış, Fransa ve İsviç- rede uzun müd- det dolaşmıştır. AN Alfons geçen hafta tekrar Fransaya gelmiş ve birkaç gün ailesile bir arada kaldıktan sonra gene seyahata çıkmıştır. Yukarıdaki resimde Alfons oğlu ile bir arada görülüyor. Alfonsun bu defa şimali Avrupayı ziyaret etmesi muhtemeldir. Sabık kral bir seyyah vapurile İsveç, Norveç sahillerini ve şimalde i kutbe yakın verle ktil m isi di paye

Bu sayıdan diğer sayfalar: