25 Temmuz 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8

25 Temmuz 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Başı boş bir spor şubesi Bir zamanlar adam akıllı yaşı- yan boks şubesinin başı tamamen boşalmış, gövdesi de çürümeğe yüz tutmuştur. Şu “başı boşalmış, tabirile nizamnamenin kırtasiyeye ait müziç teferruatını kastetmek istemiyoruz, Bizim nizamnamenin sporlari lüzumsuz yere işgal ettiğine, ru- hen ve hakikaten sporcu olmiyan- larıda hakiki sporcular mertebesine çıkardığına hala eminiz. Biz boks şubesinde tamamen gaybolan ahlaki ve Sportif inzi- battan bahsetmek istiyoruz. O inzibat ki, ciddi biriş yapmak isteyenlerin faaliyetine enğel olmaz, fakat sporu orta oyunu haline düşmekten meneder. Işte boks şubesinin gövdesini çürüten inzibatsızlık bu tarafın- dadır. Son zamanlarda faaliyetten çe- kilmemiş gibi görünen boksörlere de gazete sutunlarında döğüşmek merakı arız oldu. Gün geçmiyor ki spor kıymeti tamamen meçhul olan birinin diğer bir nevzuhura meydan okuduğu gö- rülmesin... Tabii bu meydan oku- malar yalnız reklâm sahasında kalıyor. Iş ciddiyete, boksun ha- kiki meydanı olan Ring'e intikal edeceği zaman gazeteleri günlerce işgal edenlerin ortada olmadık- ları görülüyor. Şu iki ay zarfında gazetelere geçen meydan okumaların neti- cesinde, bari bir taraf istifade etse yüreğimiz yanmayacak... Yazılarla biribirini döğen bok- sörlerden hiç olmazsa iki taneciği yalan yanlış döğüşmüş olsaydı “maçı tertip edenler para kazan- dılar,, derdik. O da olmuyor. “Işin iç yüzünü bilenlerden biri çıkıpta, gazete sütunlarında mü- temadi etrafa meydan okuyanlara şöyle bir sual sorsa: Peki amma, nerede ceğiz? Ortada boks yapılacak bir sa- lon ve bir Ring hattâ eldivenler bile kalmadı. Böyle bir suale boksör geçin- mek istiyen beyler ne cevap verir- ler acaba... Bugünkü boks şubesinin hali de, masal olmuş ve senede bir kere de yalnız seyahatlerde ortaya çıkıveren sporlarımıza pek benzi- yor. Böyle “ ismi var cismi yok ,, sporu yalnız dedi kodu ile yaşat- mak imkânı yoktur. Esasen bir sporu mizammame Ve gazete sahifelerinde yaşatmağa çalışmak, öldürmekten daha zararlıdır. Gün geçtikçe hakiki meydanın- dan yavaş yavaş nazariye ve nizamname sahasına göçen bu sporu kurtarmak istiyenler kaldise, boksör geçinmek istiyen sahte palavracıları yakalayıp ( onlara şöyle bir davette bulunmalıdırlar; İşte ring! Işte eldivenler! İşte hakemler!.. Döğüşmek isteyorsanız meydan hazırdır. Gazeteler ve nizamnameler hakiki döğüşten sonra işgal edi- lebilir.. Yapılmayan bir sporun nizamı olmaz... E $ Açık muhabere: döğüşe- sesle eme Yorgos da bizim fikirde : Süleyman Sırrı beyin davetini okuyan Yorgos matbaamıza geldi. Yirmi gün sonra yapılacak maç- lardan başka ciddi bir şey olma- dığı için kabul ettiği takdirde hemen cevap vermesini istiyor. Ecnebi atletlerini davet etmeli Atletizmde sürat koşularına daha ziyade ehemmiyet vermeliyiz Istanbul şamplyonasında manlalı yarış Kadıköy sahasında başlayan Istanbul atletizm birinciliklerinde de gördük; bizim yalnız sür'at koşularındaki derecelerimiz, bey- nelmilel rekorlarla biraz mukayese edilebilir haldedir. Diğer kısım- larda pek geriyiz.. Diğer kısımlardaki farkımız da üç beş senede kapatılabilir gibi değildir. Çok sönük giden atlatiz- me hakiki kıymetini verdirmek için tedbirler düşünecek mevkide bulunanlar bu noktaya ehemmi- yet vererek hareket ederlerse, belki bir netice çıkarılabilir. Atletizm, organizasyon tarafın- dan rakabetinin helecanile tutulan bir spor olduğuna nazaran sürat koşularını merkezi siklet farzede- rek yapılacak programların da revacı fazla olur. Memleketimizde atletizmin daha fazla inkişafı için buraya ecnebi atletlerini çağırmak elzemdir. Her fırsatta yazdığımız veçhile, şim- diye kadar harice çıkılacağına dışarıdakileri (Oburaya getirtmiş olsaydık, halkın alâkası dört beş misli fazlalaşmış olabilirdi. Gecikmiş olmamıza rağmen bu fırsatı tamamen kaybetmiş vazi- yette olmadığımıza göre hemen harekete geçmek lâzımdır. Istanbul mıntakası, yabut fe- derasıyon bir senelik ecnebi te- masları proğramını şimdiden tan- zim edip ilân ederse, atletlerde, halkte iyi hazırlanabilir. Hususi mahiyetteki (o ecnebi temasları biraz himmetle organize edilir şeylerdir. Yanı başımızdaki Yunanistan da burada hususi maçlar yapmak istiyen düzinelerce atlet vardır. Onları davet etmek imkânsız değildir. Bir kaç gündenberi şehrimizde bulunan Yunanistan atletizm fe- derasyonu erkânından M. Spanu- disle görüştük. Yunan idarecile- rinin böyle bir davetimizi mem- nuniyetle kabul edeceklerini söy- ledi. Harici temaslar teşkilat para- sına ihtiyaç hasıl olmadan da ya- pılabilir. Sürat koşularındaki dereceleri- miz koşucularımızı mukabil davete icbar edecek kadar iyidir. Buraya çağıracağımız Yunan atletlerine karşı güzel galibiyetler elde etti- ğimiz taktirde, onlar bizi tabiatile memleketlerine çağıracaklardır.Bu suretle milli takım namı altında olmıyan kuvvetli Türk takımları mütemadi faaliyete sevkedilmiş olur. Ecnebi atletlerin buraya daveti müsabakaların halkın gözü önün- de yapılması, atletizmin birden bire canlanması için fevkalâde hayırlı olacaktır. Şimdiye kadar atletizmde tut- tuğumuz poletika fevkalâde yan- lıştı, Burada uğraşmağı göze alama- dığımızdan senede bir kere teşkilât parasile harice seyahat ediyorduk. Tabii ahali dışarıda geçenleri gözlerile göremedikleri için atle- tizm (müsabakalarının keyfini, atletlerimizin kıymetini anlıyamı- yordu. Istanbul şampiyonasını M. Spanu- disle Kadıköyünde seyrederkn, halkın atletizme futbol kadar ehemmiyet vermediğinden konu- şuyorduk. Yunan idarecisi tribün- lerin tenhalığına bakdıktan sonra bizimle hemfikir olduğunu şöyle anlattı; — Haklısınız, bizde de sekiz sene evvel böyle idi. Abhalinin atletizme karşı alâkasını fazlaş- tırmak için iyi olduğumuz mesa- felerde ecnebi atletlerile dahilde temaslar tertip ettim, atletleri- mizin kabiliyeti ve atletizmin heyecanı yavaş yavaş anlaşıldı. Ondan sonra atletizm müsa- bakalarına 30,000 bazan 50 bin kişilik seyirci bulmağa baş- ladık. Bu rağbet tabiatile atlet adedini de artırdı. Yunan atletizm federasyonunun erkânından olan M. Spanudis şu sözlerile seneler- den beri idda ettiğimiz bir noktaya dokunmuş oluyordu. Iddalarımızı tekrarlıyoruz; kendi kendilerini yapan atletlerimizin kıymetlerine uygun pratik idare- cilerle bu iş iki senede başarıla- bilir. Sözden, iş yapmak yorulmağı göze alan hakiki spor- cular atletizmi ihya (edebilirler. Yoksa kırk kerre olimpiyatlara gitsek ve kırkında da muvaffak olsak, fayda vermez ve atletizmi burada yaşatamaz. nizamnameden evvel tisteyen (ove biraz e Tefrika No. 12 25 Temmuz 1932 25 Temmuz 1932 Ana - Kız Rakabeti Nakili: (Vâ - No) Sirrimızı © bilmiyor, o'böyle bir şeye ihtimal overmiyor, böyle bir şeyi aklından bile geçirmiyor, şüphelenmiyor bile halini takındı... Leylâ... Bana verdiğiniz vadi tuttunuz mu ?... Leylâ hanımefendi, başını çe- virdi ve omuz silkti. Suratı asık olarak : — Hayır! - dedi. — Ya?... - diye Hasan gözlerini açtı masumane sordu: — Niçin? — Sebebi gayet basit... » diye Leylâ hanımefendi dudak büktü.- Bu gibi şeylerden çocuklara bah- sedilmez de onun için... Melihaya sırrımız; açmak mı?... Düşünün bu işin vereceği neticeyi, canım?, Evvelâ, o söylediklerimden hiç bir şey anlamıyacak... (o Gerçi o, on dokuz yaşındadir amma, ismi on dokuz. Ruhan o derece çocuk kalmıştır ki, on ikisinde gibidir... Hem sonra, ben, onun annesiyim... Nasıl olurdu da, ona bunu söyliyebilirim? — Peki niçin bana bu vaatte bulundunuz? — Çünkü seni seviyorum.. Seni çılgıncasına o seviyorum... (o Seni yanımda muhafaza etmek istedim. Karşı karşıya durmuşlardı. Bir kuytu ağaçlığın yanında durmuşlardı. Genç kadın, erkeğe doğru coşkun hamleli bir adım attı.. Erkek, kadına, halde bakıyordu. Leylâ, şu anda, Hasanın daha hiç farkedemediği derecede gü- zeldi. Siyah gözleri kıvılcımlar saçıyor, ince derili mat yüzünde hafif bir kan |dalgası penbeliği hasıl olu- yordu. Genç erkek, bu kadını hararetle seviyordu. Onun tarafından kuv- vetle ve kıskançlıkla sevildiğini de hissederek (omuhabbeti iki katlı oluyordu. Bu çifte aşk, ikisini de, işledik- leri cürmün mahiyeti hakkında körleştirecek derecede esaslı idi. Maamafih, onun dün geceki mesele üzerine kafası bir yere çarpmış gibi sarsılmış, azıcık kendine gelmişti. Korkmuştu. — Ümit edelimki ciddi bir tehlike (o karşisinda O bulunmamış olalım! - dedi. - Doğrusu benim içimde fena bir sıkıntı var. Aşkır- mızı emniyette hissetmiyorum... Kadın: — Haydi efendim..- diye omuz silkti.- Neye emniyette olmasın?... Hiç bir tehlike yok... Bizi hiç bir şaşırmış bir hadise ayıramaz... Nahak yere zihninizi (o yormayın.. (o Melihanın yaptığı, küçücük bir kıza has şımarıklıklardan başka bir şey değildir. Bu sözler, Hasanı tatmin ede- medi : Küçücük kız mı?... Nesi ük kız... Hem, zaten, öteden beri dikkat etmişimdir. Sizin va- ziyetinizdeki hanımefendiler, ye- tişmis kızlarının yaşı daima yanlış fikirler beslerler.. Ne demek iste- diğimizi iyi anlayın: “Yaş,, derken senelerin adedini nazarı itibara almıyorum. Hakiki yaştan, kalbin ve zekânın yaşından bahsediyo- rum, dın gülmeğe başladı. Bu gi nde biraz gurur ve azamet hissolunuyordu. — Söyledim: Kızım, on dokuz yaşında olmakla beraber, aklen ve hissen on ikisindedir. Bu, bizim ailenin kendine hâs en bariz hususiyetidir, azizim... Bana bakın meselâ... Ben sizden daha küçük yaşta görünmüyormuyum? Kardeşiz desek, sizi benim ağabeyim sanırlar .. (o Sizinle (© aramızdaki benim aleyhime OOolan yaşı farkından utandığınız vaki oldu mu?.. Halbuki, ben sizden tam bir asır, tam yüz sene büyüğüm... Hakikatte, bu “ bir asır, ancak sekiz sene idi. Leylâ hanımefendi otuz dokuzuna giriyordu. Lâkin âşık olduğu tarihten itibaren - (Bu tarih, üç sene evvele müsadifti.) - maşallah gençleştikçe gençleşi- yordu. Hasan'ın gençliği ona da sirayet etmekteydi. Hele cazibesi, mevsimden mevsime artıyordur. Birdenbire : — Haydi, otele dönelim ! -dedi.- saat on biri çoktan geçiyor. Bu Saatten sonra, bilhassa gezip geri dönmemizi müteakıp, Meli- ha'nın kapısını ne suretle açtı- rırsak açtıralım, O korktuğumuz neviden bir rezalet zuhur edemez. Hem mademki iş olup bitti; şu çılgın çocuğa, artık, hakikati bütün çıplaklığıyle söyliyeceğim. Bundan her halde memnun kala- caksınız o sanırım, Hasan bey dostum | Hasan, dalgın: — Evet... - diye mırıldandı. Pinciana kapısı deden mevkie avdet ettiler. Leylâ hanım efendi, canlı adımlarla yürüyordu. Hasan, biraz arkadan gidiyordu. Gözleri yerde, başı eğilmiş vaziyetteydi. Sanki, odüşüncelerinin ağırlığı, kafasınn dik durmasına mani olu- yordu. Onlar döndükleri zaman, Me- liha hanımın kapısını hâlâ kilitli buldular. Leylâ hanım efendi, nafile yere, defaatla kapıyı vurdu. Evvelâ kapıları vurup seslenmek suretile açtırmak istediler. Lâkin, bundan bir muvaffakıyet hasıl olmadı. Içerden ses gelmi- yor ve kapı açılmıyordu. Hasan: — Garsona haber - dedi. Leylâ hanımefendi, biraz tered- dütten sonra rıza gösterdi. Garsonu çağırdılar. Leylâ hanım : — Kapıyı açtıramıyoruz. Ga- liba kızıma bir fenalık geldi! -dedi.- Öyle sinirli huyları vardır. Şu kapıyı zorla açın. Kapıcı yukarı çıktı. Bu adam, bütün büyük otelle- rin kapıcıları gibi, bir çok facia- lar görmüş, geçirmiş, bu gibi şeylere karşı ruhu kaşarlanmıştı. Işin içinde bir facia olduğunu sezmekle beraber, meselenin hiç zimmetinde değilmiş gibi göründü dikdik ve acemice bakarak Leylâ hanımla Hasanı sinirlendirmedi. Maymuncuk ve eğe, çok geç- meden, tesirini gösterdi. Kapı açıldı. Leylâ hanımefendi: — Meliha !Meliha!.. - diye ses- lenerek odaya ilk giren oldu. Fakat, odaya girer girmez bir çığlık kopardı. verelim | (Arkası var) İlân tarifemiz 7 Teşrinievel 7931. tarihin- den itibaren gazetemizin ilân IM garifesi şu suretle | tesbit İğ edilmiştir: | Santimi | Sahife kuruş | 1 400 2 250 3 200 4 100 İç sahifelerdo 60 Son iki sahifede s0.

Bu sayıdan diğer sayfalar: