30 Temmuz 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

30 Temmuz 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

mi olmanın zararları Willy Fritsch eğlenmeğe çıktığı bir gece başından geçen vakaları anlatıyor Willy Fritschin yen! bir resmi Berlin 20 (Hususi) — Zamanı- mızda kadın, erkek gençlerden bir çoğunun arzusu bir filim yıldızı olmaktır, Bunun muhtelif sebepleri vardır. Bir defa yıldızların kazanç- ları fazladır. Saniyen her tarafta tanınmışlardır, bir çok prestşikâr- ları vardır. Her gün dünyanın dört köşesinden kendilerine yüzlerce binlerce mektuplar gelir.. Bütün bunlar gençleri sinema yıldızı olmak için tatlı hayallere sevket- meğe kâfidir. Fakat acaba bu hususta yıldız- lar ne düşünürler?... Onlar, her tarafta bu kadar çok tanınmala- rından memnun mudurlar?... Bunu | anlamak © istedim, (Almanyada en çok tanınmış ve en çok sevil- miş olan -bir artistle, Willy Fritschle görüştüm. OÖğienmek istediğim şeyi sorunca Willy güldü ve söze başladı: — Size başımdan geçen bir vakayı anlatayım, tanınmak ve meşhur olmanın iyi mi, yoksa fena mı olduğunu karileriniz ko- layca takdir ederler. Şimdi çevirmekte olduğum filim- den evval “Çılgınca bir düşünce,, ondan evvel de “Yüz bulmuş, filmini çevirmiştim. Anlatacağım vaka, işte bu “Yüz bulmuş, filmine başlarken başımdan geçti. Birkaç aylık birşey amma, bana iyi bir ders olduğu için hiç aklımdan çıkmıyor. N Ben her yeni çevireceğim filmin kitabını elime alıp da okuduğum zaman, kendimi yeni canlandıra- cağım insanın bhaleli ruhiyesini içime sokarım. Bu filim de yüz bulmuş, sıkılmaz girgin, ve güzel kadınları o kocalarının elinden kapmaktan çekinmez bir adamı canlandıracaktır. Doğrusunu isterseniz bu rol pek hoşuma gitti.. Bir müddet kendimi, ohakikaten öyle bir adammış gibi hissetmek, ve böyle bir adamın hayatını Ooyaşamak istedim, Bilir misiniz ki, biz Berlinin taraflarında ( Istanbulun tarafı (o mesabesinde ) tabii bizi orada garp Beyoğlu yaşıyoruz, ve herkes tanır. Ben de tanınmamak için, hiç uğramadığım tarafları, yani Ber- linin şark kısmına (İstanbulun Edirnekapı - Topkapı semtlerinin Galatalaşmış şekli mesabesinde) gitmek istedim. Potsdama Platz'da bir taksi çağırdım, şoföre beni Berlinin şark semtlerine götürme- sini söyledim. — Baş üstüne Herr Fritsch, dedi. Bir halk bahçesinin önünde otomobilden indim, şapkayı göz- lerimin üzerine bastırdım ve do- laşmaya başladım. Aradan çok geçmeden arkamdan bir çocuk sesi işittim, tam Berlin şivesile sölüyordu. — Justav, bak be.. Willy Fritschl... Bir lâbzada, bahçede makadar çocuk, genç yaşlı varsa etrafımı sardı.. Ben bızlı hızlı kaçıyordum. Onlar da peşimden. Bir çokları çeplerinden birer fotoğraflarını çıkarmış, altına imza atmamı isti- yer; diğerleri de beni iyice gör- mek için suratıma yiyecek gibi bakıyorlar... Bir polisden imdat istedim, o da bana şu nasihatı verdi. — Azizim Herr Fritsch, sizi yakından görmekle çok babtiya- rım, lâkin, burada, bir parça daha durursanız, yoldan ne tramvay, ne de otomobil geçemiyecek.. İşte na O aralık hava kararmağa baş- lamıştı. Hemen bir taksiye atla- dım, ve beni semtime “eğlence yerlerinden (birine (götürmesini söyledim. Indiğim zaman, parasını verirken, yüzümü elektrik rek- lamlarının ışığında gören şoför: Ya, çehreniz bana pek tanıdık geliyordu, odemek o sizmişsiniz, Herr Fritsch...dedi. Dans salonuna girer girmez tanındım. Derhal etrafımı “sardılar.. Hediyeli bir müsabaka varmış... Işık reklâ- minın kaç lâmba ile yapıldığını tabmin etmeli oimişim. Bunu bilirse, bir otomobil, yahut bir yatak odası takımı kazanabilir- mişim.. Bunlara karşı, aldandıklarını, bir kerre benim Willy Fritsch olmadığımı, sonra mühendislikle hiç alâkam bulunmadığı cihetle lâmbaları tahmin edemiyeceğimi söyledim. Eirinci iddiam tabii yalandı. Ikinci iddiam ise yalan değil, mübalâğalı idi. Çünkü aktör ol- | madan evvel, az kalsın elektrik mühendisi olacaktım. Bir masaya oturdum, herkes gözünü bana dikmişti. Yakındaki masalarda halkın, kenim Willy Fritseh olup olmadığıma dair bahse giriştiklerini duyuyordum. Nihayet yarım saat geçmeden kalkıp gitmeğe mecbur oldum. Bir kısım halk da kalktı, arkam- dan önümden, benimle beraber yürümeğe başladılar. Ben gerçi rolüm icabı çapkınlık yapmağa çıkmıştım amma, herkes gözünü bana dikerken bu iş kabil değildi. Evdeki hesap çarşıya uymamıştı Nibayet bir sinemaya kapağı attım. Bu sinemada “Kaethe von Nagy, ile çevirdiğim “Ronny,, filimi oynuyordu. İçeri girdim, karanlıkta bir yere ayağım takıldı, bir ihtiyarın ayağına basmışım. Bana, — Delikarlı! dedi, sizin yerinizde olsam, daha itinalı hareket etmeye gayret ederim. Iyi ki buraya geldiniz, şimdi Willy Fritscehi görür, ona bakarak nasıl yürümek ve hareket etmek lâzım geldiğini öğrenirsiniz |.. Nihayet filim bitti, kalabalıkla beraber ben de yavaş yavaş çık- tım. İşte bir burada beni kimse tanımamıştı .. Tefrika numarası: 57 Yazan; Ceneral A. F. Oglander ÇANAKKALE muharebeleri Sahife 7 30 Temmuz 1932 Tercüme-eden: Muharrem Feyzi " 16 ıncı fırkaya mensup 48 inci piyade alayının zabitleri Gerek başkumandan ceneral Hamiltonun gerek mister Çurçilin bazı hatalar yaptıkları aşikârdir. Lâkin bu hatalar umumi rivayet ve şayialarda kendilerine atfolunan şeyler değildir. Esas tasavvur ve plânlarda hata yoktur. Hata ma- iyet kumandanlarına lüzumundan fazla itimat, harekâtın bidayetinde fazla ketumiyet gibi teferrüata ait şeylerdir. Tabii bu hatalar, tasavvur ve | ve doğru icra edik plânların mükemmel bir surette tatbik ve mesine mani olmuştur. Tali igilizlerle beraber Gelibolu seferinin resmi tarihi yalnız Çurçil ile Hamiltona değil, talii alihesini de tebriye etmiştir. Çanakkale muharebelerinde taliin ingilizlerin aleyhinde bulunduğu iddiasında bundan sonra artık ısrar olunamaz. Talii alihesi müsavi derecede her iki tarafa da gülmüştür. Tali, bu türktür, o ingilizdir diye millet tefriki yapmamıştır. Bilhassa en nazik ve en tehlikeli anlarda tali ingilizlerin tam vaktinde imda- dına yetişmiştir. İngilizlerin en sıkıntılı zamanlarında tali kendi- lerine gülmüş ve iltifatını bezlet- miştir. Gelibolu yarım adasının tabli- yesi kararlaştırıldıktan sonra ingi- lizlerin vaziyeti gayet nazik bir safhaya girmişti. Yarım adanın ayrı ayrı üç noktasında bulunan işgal kuvvetlerini geri almak çok güç bir iş idi. Türklerin ufak bir şüphesi, havanın bozması tahliye | ameliyatını yarı bırakmağa kâfi idi. Bu nazik ve tehlikeli 'vaziyete rağmen her üç işgal sahası hatır ve hayale gelmiyecek bir kolay- lık ve huzur içinde tabliye edil- miştir. Eğer tahliye işinde tali ingi- izlerle beraber olmasaydı Çanak- kale heyeti seferiyesi 2,300 sene evvel kadim yunanlıların Sicilya adasındaki Sirakuzeye göndermiş oldukları heyeti seferiyenin aki- betinden daha kanlı ve daha feci bir akibete uğrayacaktı. Suvlada tali ihanet etmedi Suvla körfezine yapılan ihraç hareketinin maksat ve gayesini mahv ve tabrip eden tali alihe- sinin şirret ve ihaneti değildir. Bu ihraç hareketi muhtelif bir çok sebeplerden dolayı iflâs et- miştir. Lâkin bu sebeplerden ker birinde beşeri kusur ve hata göze çarpmaktadır. Taliin bu işlerde fenalığı ve tesiri görülmemiştir. Ihraç plânı mükemmel idi. Çı- kan kuvvetler kâfi miktarda idi. Hava müsaade etmişti. Tali Suv- laya ihraç edilen ingiliz kuvvetle- rinin omuvaffakıyet (o şeraitinden hiç birine fena bir tesir yapma- mış idi. Lâkin ihraç mahallindeki kumandanlar bu müsait ahval ve şeraitten hiç istifade etmemişler- dir. Artık 'taliin ne kabahti var? Göz göre burada bütün fırsatlar kaçırılmıştır. Ufak bir gayret mu- vaffakiyeti temin edecek idi. Karaya çıkan kuvvetleri idare ederek ilerideki sırtların üzerine yürütmek Suvla ihracını büyük | gayesine isal edecekti. Idaresizlik, ihmal, teemmülsüz- “lük, tedbirsizlik gibi beşeri hata- ların cümlesi burada toplanmış ve mükemmel hazırlanmış plânı akamete uğratmıştır. Taliin yaversizliği muvaffakiyet- sizlik için uzaktan yakından bir özür ve sebep olarak gösterile- mez. Bilâkis tali herveçhile mü- saadekârlık göstermiştir. Şimdiye kadar Çanakkale muharebelerinde ki her kabahatın kendisine yük- lediği tali dahi Gelibolu seferi tarihinin verdiği hükümler ile ter- temiz çıkmıştır. Çanakkale menkıbesinin nakil ve hikâyesi on yedi sene sonra nisar ayında ikmal edilmiştir. Kıskanç- lık, intrika, iman, ümit, korku, şecaat, sabır ve sebat, ihtiras, ıztırap, teessüf ve teesür Geli- bolu seferinin resmi tarihinin matbu sahifelerinde bu lâlif nisan sabahlarında Gelibolu sırtlarında ve ovalarında dağınık bir surette serilmiş maktüller gibi sükün ve huzur içinde yatıyor. On yedi sene evvelki nisan sabahında olduğu gibi eserin ikmal edildiği nisan sabahında bir çok çayır koşu bunların mezarları üzerinde havada ötüşmekte, gelincikler al renklerini Elçibaba yamaçlarına yaymakta ve mavi adalar denizi kumsal sahilleri yalamakta idi. ingilizler mecalsiz kalmadıkça imdat alamıyorlardı Gelibolu şibih ceziresinde İngi- lizlerin iflâs etmesine yardım eden başlıca sebeplerden biri de elde mevcut ihtiyat ve takviye kuvvet- lerinin, şibih ceziredeki kuvvetler büsbütün tabü tüvandan dü- şüncüye kadar Geliboluya gönde- rilmemesi ve İngilterede alıko- nulması gibi takip olunan gayet garip ve düşüncesiz bir siyasettir. Meselâ Ceneral Hamilton 1915 mayısının on yedisinde alelacele kendisine takviye kıtaatının gön- derilmesini istemişti. Bu müraca- ate karşı mumaileyhe bir fırka gönderileceği bildirilmiştir. Hak buki ceneral Hamiltonun istediği kuvvetin asgari miktarı iki fırka idi. Yine haziranın ikisinde ceneral Hamilton Gelibolu şibih ceziresin- de vaziyetin çok fena olduğuna ve Türklerin 250,000 kişilik bir kuvvet yığmakta olduklarına Lom dranın nazarı dikkatini celb- etmişti, (Devarsı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: