4 Ocak 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

4 Ocak 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Piyer Lotiye süslü bir loca hazırlandı, bir de nargile kondu! ———— - Hasköyde de oynadık. Fakat bura halkı tiyatronun bir perdesine İ kuruştan fa Ertuğrul Muhsin, Büyük Behzad, İ. Galibden sonra sira en kıdemli artist olan doktor Emin Beliğin jübi- gelmiştir. Çünkü doktor Emin Beliğin sahne hayatı yirmi beş sene- Yi doldurmağa yaklaşmışlır. Emin Beliğ de bu jübileyi haketmiştir. Çünkü o sahne uğrunda insana apar- tımanlâr kurdurtan doktorluk gibi bir mesleği feda etmiş, yirmi bu kâ- dar sene mütemadiyen oynamış, kâh güldürmüş, kâh ağlatmıştır. Emin Beliğe hatıralarını sordum: — Hangi birini anlatayım bilmem Ki... dedi... Sahne hayatının öyle ko- Mik tarafları vardır ki anlatmakla bitmez.. hatıra deyince aklıma bir- denbire bakınız ne geldi. Şehzadeba- Şanda, «İstanbulun fethi» adında bir Piyes oynuyorduk. Betim rolüm ga- Yetle cesur bir si . Göbeğime Kadar sakal, Sahnede öyle bir cesa- yordum ki değme gitsin. ölüm bile bana vız geliyor. Birdenbire göz s arasına Çev- tildi, Mülhiş bir aler... İçeriden te- lâslı sesler: — Yangın var. — Yangın var, Oynadığımız tiyatro çıra gibi tah- tadan. alev de öyle dehşetli ki oyna- dığım son derece cesur sadrazam tTolüne rağmen sahneden kendimi di- $arıya dar attım. İki karış sakalım. kocaman kavuğum, kerli ferli sadra- zam kıyafetimle sokağa, caddeye fırladım... O son dercee cesur sadrazamın bü hali hatırıma geldikçe hâlâ gülerim.. Tiyatronun önüne toplanan halk, itisiye yangını unutmuş, cübbesi, ka- | Vuğu, uzun sakaliie oradan oraya kosan bu şaşkın sadrazamı hayretle Seyrediyorlardı. Aynen buna benzer bir vaka da arkadaşım İ. Galibin başına gelmiş- Ür. Anadoluda bir turne yapıyor. Bir şehirde madam «San Jens oyna Tiyor, Napoleon rolü de İ. Galibde... Düşünün Napoleonun cesaretini. çık Enca cesaretini... İ. Galib de tam son derecs cesur bir Napoleon oldu. Sahnede bir cesaret timsali kesildi. O Piyeste öyle atıp tutarken sahne Ye kos kocaman bir kurd köpeği fır- Yamaz mı?, Seyireilerden birinin kö- Peği... Ama ne şirret, ne azgın bir Köpek... Napoleonun karşısına geç- Hİ. Gözlerini Galibç dikti, Köpek ne kadar azgın ve şirret olursa olsun Napoleon Bonapart öyle şeyden kor- kar mı? Tâkin zavallı Galib renkten Tenge giriyor... Köpek. handise üs- time atıltcak!.. Galib, Napoleon Bo- Taparta vakısır bir eda gayetle ciddi ir; — Moşt!. dedi. misin onu diyen?. Köpek müdhiş bir surette hırladı: Hirrrrrrrrr... Hayvan «İlle ısıraca- Eims diyor... Galib bir kere daha yi me ciddi ciddi; > Hoşt.. dedi. Köpek büsbütün hiddetli hırlamağt başladı. Napoleon Bonapart nerede İse kaçacak. nihayet o cesur adam etrafındakilere döndü, sanki piyes İcabı imiş gibi: — Alın şu hâyvanı bağlayın.. diye emvetti. Köpeği küç hal ile sahneden çıkardılar. Galib son derece muvaf- fakiyetle bu belâyı "atlattı, , Lâkin ilk verdiğimiz temsiller ömür- dü. Daha o zman elektrik böyle har- âlem olmamış. Tiyatrolarda hususi Motörlerle elektrik istihsal ediliyor. X gün sahneye çıktık. Tam temsile ladık, Biraz .sonra elektrikler pr «.. Karanlıkta kaldık. Piyesi dür- sg bir müdet sonra tekrar elek- Ying sa yanınca yeniden buşladık. ler 5 Dİ yere geldik. »Carrrp> elektrik- Sönmez mi? Yine temsili durduttuk. Elektrikler yanınca tekrar başladık. Böyle belki 10 kere elektrikler yanip Vay efendim sen ii Emin Beliğ yanıp söndü. Biz de piyese ayni ge- cede 10 kere yeniden başladık. Komik hatıra dediniz de aklıma | Bürhaneddin geldi. Bir gün Neron piyesini oynuyoruz. Aktör Bürhaneddin Neron rolünde... Garib adamdı. — Bir Neron kıyafeti buldum ki değme gitsin... dedi, Bir de baktık sırtına göbeğine kadar dekolte bir elbise giymiş.. Elinde bir Erganun.. ayaklar çıplak.. böyle dekolte entari ile aktör Bürhaneddinin o kocaman, şişman vücudunu şöyle bir gözünü- zün önüne gelirin... Gülmenizi zabte- İ debilirseniz aşkolsun.. Oynadığımız tiyatronun sahnesi de pek entipüften birşey... Sahnenin aralık döşeme tahtalarından rüzkâr estikçe Neronun geniş dekolte enta- risinin âtekleri tersine açılan bir şemsiye gibi havalanıp duruyor... Böyle bir Neron karşısında facla 0y- namak değil, kahkahalarla gülmek ihtiyacındayız... Lâkin Neron entari- sinin İki tarafını tıpkı kadın kombi- nezonu gibi omuzlarından birer toka İle tutlurmuştu. Piyesin en facialı yerinden bu tokalardan biri «Çat» diye düşmez mi?. Halbuki bülün entariyi de bunlar tutuyor. 'Tokanın biri düşer düşmez o dekölte entarinin bir tarafı olduğu gibi aşağıya sarkmaz mı? Neron ku- Hislerin arasına güç kaçtı... Ha az daha unutuyordum, Biz Hasköyde de oynadık. Hasköyde bir tiyatroda... Muhsinle beraber... Fa- kat burada gayet garip sahnelere şahid olduk. Meselâ tiyatro 3 perde değil mi?.. Halk gelir gişenin önünde bir pazarlık'bir pazarlık: - 3 perde beş kuruş olur mu?,, $ perde 3 kuruş olsun., Artık biz burada tiyatronun bir perde- $ine 1 kuruştan fazla vermediklerini (- yice anlamıştık 3 perdelik bir oyuna kim- se beş kuruş vermiyordu. biz de oy- mıyacağımız oyunların 5-6 perde ol- masına itina ediyorduk. Beş kuruş Bildiren. Samsun (Akşam) — Samsun berberleri hafta tatili zla vermiyordu.. bilet parasını almak için bundan baş- ka çare bulamamıştık. Bir perde, bir kuruş.. e ne yaparsınız, musevi.vatan- daşlarımız hesaplarını çok iyi biliyor- Jardı.. Fakat asıl komik halıralarım, vak- tile açılan «Darülbedayi mektebi: ne aiddir. Şimdiki bir çok meşhur aktörlerle bu mektepte okuyorduk. Hamdullah Suphi estetik hocamız, Babıâli teşrifat müdürlerinden bir zat da bize adabı muaşeret dersi ve- riyor: - Bir sofrada ekmeğinizi çatala geçirip sakın yemeğin suyuna batır- mayınız.. fena terbiyesizliktir... Gibi dersler... Halbuki biz öğle üstleri fa- sulye piyazını bile bin müşkülâtle buluyoruz. Buna rağmen mekteple bir hükümdarın, bir kontun, bir pren- sin nasıl yemek yiyeceğini noktası moktasma - öğreniyoruz, Öyle komik bir hal ki tasavvur edemezsiniz. Bu hocamız pek ömür bir adamdı. Son derece evhamlı idi, Bilhassa gök gürültüsünden pek sinirlenirdi. Gök &ürlediği zamanlar onu Darülbedayi mektebindeki dolsba saklardık. Gök gürültüsünde hocamız için en emin yer tahta dolaptı. Hey gidi günler hey... 1914 senesinde meşhur «Piyer Loti» ye verdiğimiz temsil ömürdü, Reşad Rıdvan vesaire İle Benliyan kumpan- yasındayız. Balkan harbi henüz bit- miş... Piyer Lotiye bir (piyes temsil edeceğiz. Kendisi: — Muhakkak Le ici Horhoru İs- terim.. demiş... Piyer Lotinin locasını acem halılarile çiçeklerle donattılar, Locaya bir de aklımza gelmiyecek süs kondu: Nargile, .. Piyerloti bu nargileli locada benim de dahil olduğum Benliyan kumpan- yasının meşhur Leblebici Horhor pi- yesiri seyretti. En sön olarak size küçük bir komik vaka daha anlatayım. oŞehzade- başında şimdiki Mili sinemanın ye- rinde «Telefon başında» adlı bir pi- yes oynuyoruz. Piyes telefonun ga- yet lehinde. maksad helki telefona ısındırmak.. Piyesin mevzuu Şu.. genç kadın çocuğiyle evde yalnız kalıyor, Hırsız basıyor.. kocası şehire inmiş- tir. Zavallı ne yapsın İşte O zaman telefon imdada yetişiyor. Kendisini ye çocuğunu hırsızların, haydudların öldürmesine mani oluyor. Lâkin bir mesele vardı. Çocuk romünü kime ve. relim, 4 yaşında Mecid isminde bir yeğenim vardı.. Aklıma geldi. Onu sahneye çıkardık, Tam evi hırsızlar bastı, Kadın evlâdını bağrına basmış telefonu açarken bizim Mecid sahne. | den, baş locada oturan annesini gör. mez mi? — Anne.. diye bağırarak Sahneden fırladı, doğru locaya annesinin yanı- na... O facla engiz piyesin en korku- lu sahnesi kahkahalara boğuldu. Mecidi tekrar sahneye çıkarmak için neler çektik. Bu bize tam 3 paket çikolataya mal oldu. H. F. Es dolayısile o teze- hürat yapmışlar ve Atatürk anıtına giderek büyük bir çelenk koymuşlardır. Gönderdiğim resimde berberler anıtın önünde görünüyorlar. 4 Künunusani 1887 MA ERER EM m al PN EŞ Her gün bir hatıra.. VENEDİKLİ BAFFA “Safiye Sultan,, Yazan: Ahmed Refik Tetrika No: 71 Sipahiler akın akın İstanbula geldiler, Ester Kirayı öldürmek için fetva istediler Cami yapılacağı zaman orada bir yahudi Sinavisi, bir de rum kilisesi ve daha bir çok evler yıktırılmıştı. Bunların paraları tamamen verile- hiç birine kulak asmadı. Sadece o evler mi? Vakfa aid de bir çok evler yıktırılmış, bahaları hattâ iki misli verilmek lâzımken, on para veril- memişti. Hepsi müşteki idi. Yahudilerle rumlar, sinavilerine ve kiliselerine karşıhk mabed yaptır. masını İstediler, Sözü geçenlere peşkeşler ve hediye- ler verdiler. İşin başında bulunanlar hediyeleri kabul ettiler, divandan «İstedikleri üzere bedeli bir V kilis tamir oluna.» Diye hüküm aldılar, Sıra rumlara geldi. Onlara da ba- zi nâiplerin imzaslie bir hüccet aldı- lâr. Kendi kiliselerine bedel «Hâşâ büccet mucibileş yeni bir kilise yap- Halbuki bu hareketlerin hiç İmza edi- e izam; tara- fından imzalanması Jâzımdı. Hüccet, İstanbul kadısı Esad ef. : para ile hüccet veren Mahmud paş mahkemesinin naibini çağırdı. Adam akıllı azarladı. Yerinde duramadı. Su yı, muhtesibi yanına aldı, Var- dı, Kiliseyi kökünden yıktırdı. Ora- dan şeyhislâm Sun'ulirh efendiye koştu. Kapıcı hücceti Esad efendiye getirdiği zaman, müftü efendi için: — İmza e erse, yerlerine ge lecek müftü eder, demişti, Bunu aynen şehyislâra anlattı. Sun'ullah efendi yerinde olu; madı, Derhal saraya gitti. Padişaha ve anası Venedikli Baffaya kâğıdlar yolladı. Müftü efendi yazdığı kâğıd- da: —Zahri ahiret olacak hayratları hukuk ibad ile alüde ve nameşrudur. Bir mütedeyyin vekil elinden mesali- hi şeriyeleri müstahkem olmak mü- nasiptir.» Diyordu. Ana oğul hocanın süzü- nü dinlediler. Kara Mehmed ağayı Azlettiler. Bütün hesaplarını gördü- ler. Mevcut âtât ve edevalı dergâhı Ali kapıcılar kâhyası Nasuh ağaya teslim ettiler. Bina eminliğine onu tayin ettiler. O gün 1008 ramazanı- nn sekizinci günü idi. Mart 1599, Serdar Belgradda serbad işlerlie meşgul oluyordu. Kaptan Çığala za- de Sinan paşa Ca kendi havasında idi. Çığala zade, esasen Missineli idi. O da bu fırsattan istifade etti. Mis- sinsye gitti. Anasını aldı, İstanbula getirdi. Fakat serhadden sipahiler, Kışlak mevsimi olmak hasebile, akm akın İstanbula gelmişlerdi, Kendilerine vlüfe dağıtılmıştı. Parâların hepsi yiyuf akçe idi. Bu paralar, Venedikli Baffanın gözdesi Ester Kiradan, gümrük iltizamından dolayı âlınan parelardı. Sipahiler bu paraları alın- ca, köpürdüler. Serhadde çekmedik- leri felâket kalmamıştı. Doğru şey- hislâm Sun'üllah efendiye Okoştu- lar ve sordular; — Bize ulüfe deyu verdikleri fasid akçe İle aldığımız mekülât helâl olur mu? Sun'ullah efendi derhal cevap ver- di: — Olmaz. Sipahiler bağıra bağıra anlattılar: — Yehudiye Kira karı gümrükleri iltizam etmiştir. Bu kalp âkçenin cümlesi anındır. Biz anı katlederiz! İş fenaya vardı, Ve muhakkak ya- pacaklardı. Türkün kan dökerek kurduğu bir müesseseyi içinden yık- maya çalışan bu yahudilerden ne idi bu halkın çektiği... Ayak dirediler. Zavallılar, şerint- ten de bir türlü aymlamıyorlardı, Şehislâm Sun'ullah efendiden Kira karıyı öldürmek için fetva iste- diler. . Müftü efendi ne yapacağını şüşir- dı, Kira... Venedikli Baffanın en göz- desi, Saray, Venedikli Baffadan sön- ra, onun elinde idi. Kira vakın aske- re dağılmak için kalp akçe veriyordu; | fakat Venedikli Baffaya takdim etti- cekti. Kara Mehmed ağa bunların | ği elmaslar ve pırlanlaların yildızler gibi parlayışları gözleri kamaştırı- yordu. . Sun'ullah efendi sipahileri oyala- mak istedi. Ne yapsın? Vakın kendi müftiyülenamdı, Hakkı ihkak etme- ge memurdu, Fakat doğrusunu #öy- lese, yerinden olacaktı, Mevki, ma- kam hep halkın sırtından toplanan paralarla müreffehen yaşamak için geçilen yerlerdi. Müftiyülenam, yeri- ni neden başkasına kaptırsın? Artık yalan söylemeği gözüne aldı: — Yehudiyye ve zimmiyenin katli caiz değildir. Amma şehirden sürül sün ve durmasun gitsün! deği, Nereye? Ester Kira nereye cekti? gide- Şeybülislim efendinin buraya medi, Gitse gitse, yine saraya gidecek, yine Venedikli Baffa ile bir- lik olacak, yine bozuk skçelerle hal- kın rızkına mani olacak, yine na- «. Onlar şerlatin duğunu medreselerde 0- İaraamışlardı. Hattâ hiç mürekkep de yalamamışlardı. Kalem de kullanmamışlardı. onlar, kalem ye- rine devlet ricaline karşı sopa, hokka ine de taş kullanmışlardı. Haklarım ihkak etmeyene kubbe alti önünde so pa çekerler, Kafalarına taş yağdırır. lsrdı, Müftü Sun'ullah efendinin sözleri kulaklarına bile girmedi, Müftü efen- acaba, Macaristan - ovalarında, karlar, tipiler, boranlar altında sa- balılara kadar aç kalmış mıydı? Ya- küffarın ateşler saçan topları... Ço- luğu çocuğu yanında, İstanbulun en güzel havası altında, ferih fahur, ya- şıyordu. Ya onların çocukları, kari- ları ve kızları? Anadoluda hepsi açtı. Venedikli Baffanın saltanatı, devlet adamlarının mevki hırsı yüzünden çekmedikleri kalmamıştı. Müftüyü dinlemediler. Ayak dire- diler, Ağızlarına gelen küfürleri sa- vurdular. Sun'ullah fenedi işin önü- ne gsçemiyeceğini anladı. Sipahileri tatlı sözlerle yatışlırmaya çalıştı. — Varız arzuhal edin, Bana geti- rin. Muradınız neise padişahımiz huzuruna götüreyim, dedi. Hangi padişahın karşısına? Vene- dikli'Baffanın mı? Ecdadının bu top- Takları almak ; için. geceyi gündüze katarak çalıştıklarını getirmiyerek Eğr Venedikli Baffanın oğlunrn mı? Bunu sipahiler çok güzel biliyorlardı. Fa- kat müftiylilenem şeriatten ziyade mevkiini düşünüyordu. Sipahiler şeyhislâma adam akıl lı kafa tuttular. Padişahının huzuru- na arzuhallerini götürecekmiş! On- Iirın içinde zaten arzuhal yazacak adam yoktu. Vehislâma tekrar bağırdılar; — Kira karıyı parçalıyacağız! de- diler, Karşısında and İçtiler, ve savuştu- Jar. Sabah oldu, Soğuk bir mart saba hı. Ortalık ağrmağa başladı. Kor- kunç bir kâlabalık, Rikâbı hâmayun kaymakamı Halil püşanın kapısına dayandı. Divanhaneye girdiler. Ora- da bağırıştılar. Gürültü * kopardılar, gümrükleri yahudi karısına vererek yaptıkları rezsletleri bir bir saydılar: — Elbette, Kira karımın elinde hiz- met defterleri vardır, dediler, Öyle idi. Azil ve nasb onun elinde idi, Sonra ilâve ettiler: (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: