6 Eylül 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

6 Eylül 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

8 Biti 1937 AKŞAM İngiliz amiral gemisinde... Amiral Welis türkleri çok değişmiş buluyor Amiral diyor ki: “Her şeyden evvel halktaki ruh değişikliği göze çarpıyor. Eskiden insanın bütün enerjisini söndüren bezgin, ağır bir ruh vardı. Şimdi cumhuriyet türkünü, enerjik, kendinden emin görüyorum. Bir gayeye doğru gidiyo bulunan İngiliz gemi- deri verdiği resmi kabula Bidiyorduk, Dolmabahçe rıhtımına ge- Wilerin motörleri yanaştı. Topukları- ' kadar siyah parlak muşambalar başlarına ayni siyah, parlak Müşambadan başlıklar geçirmiş olan İngiliz bahriyelileri kollarımızdan tu- tarak bizi motörün içine soktular, Mo- İör son süratle dalgaların üzerinde kaymağa başladı. Düşmemek için otur- | uğumuz yerde sımsıkı tutunmak mede büriyetinde idik; Halbuki dışarda ge- Miciler yaotörün yükselmesine alçal- İasma ehemmiyet vermeden tutun- Maksızın dimdik ayakta duruyorlardı. Denizi yaran motörün iki tarafa fırlat tığı Sular rüzgür kuvvetile havalanı- Yor, İngiliz bahriyelilerinin yüzlerini , muşambalarından aşağı akı- yn. Yüzlerine tuzlu su serpildikçe deniz çocukları gülümsüyor, nazar- ları Yumuşuyor, sanki onları çok sev- BÜ bir el okşuyordu!. Birdenbire gözlerimin önünde İn- tarihinin bir safhası canlandı. 1588 senesinde İspanyol imparatoru İkinci Filip İngiliz kraliçesi Elizaböthe Hân harp etmişti. O zaman bütün Ok- nlar hâkim Kristof Kolomp nes- İspanyol gemicileri «Namağlüp fi- b, Adını verdikleri büyük bir donan- Mâ ile İngitereyi fethe gelmişlerdi. İs- Panyolların hâkim oldukları sularda korsanlıkla. geçinen iki buçuk İngiliz balıkçı gemisi bu «Kamağlüp #ilo> yu Öyle bir mağlâbiyete uğratmıştı ki, İs- a ollar kaçmasını bile şaşırmışlar- da Cenuba gideceklerine soluğu şimal- “ almışlardı. Bugün şimali Irlanda- Börülen mai gözlü fakat siyah saçlı halk bu İngiliz zaferinin canlı bir ha- arasıdır, Şimale kaçan İspanyol mağ- iPlar Irlanda sahillerinde kazazede ok ve orada kalmışlardı, Bir şimal Ekle bir Akdeniz ırkının (mtizacı ne- yi siyah saçlı mal gözlü, güzelliği ti Meşhur bir nesil meydana gelmiş- İşte bu zafer İngiltereyi denizlere bkm kılmış, bugünkü İngiliz satve tri esası olmuştu. ortasında denizden fırla- MAŞ, derinlerin malı bir abide gibi du- VE tuzlu suyun okşayışı ile mest bu İngiliz bahriyelisine baktım 588 de büyük İspanyol donanma- niçin yenildiğini, niçin yenilmi- mahküm olduğunu anladım. Gemide İngilizler soğukkanlı bir mlilettir. İn- mağrur bir millettir. İngilizler yeçülerinden başka kimseye ehemmi- vermedikleri için misafirperverlik Bü bir millettir derler. Bunu düşü- ek gemiye çıkmıştım. Daha ilk İngilizlerin gayet konuşkan ve Sevimli, gayet mütevazi ve son derece Bisatirperyer bir millet olduğunu an- dım. Uzaktan uzağa kulaklarımıza çay dedikoduların asılsız olduğu- kani oldum. ee büyük rütbelisinden en küçük baz isine kadar hepsi mütevaziane li misafirlerin arzularına amade 'unuyorlardı. Eli baş, ağzı oynami- ka, bir misafir görmesinler. Derhal ko- ilam ediyorlar. Tabli siz de bir bin- veya bir miralayın zahmet ederek getirdiği bir bardak viski veya cini red. Solda Yordunuz. Amiral Wells sağda key “olaşıyor. Herkese gülüyor, her- — oemnun etmiye çalışıyordu. Siz we ne kadar misafirper- z Çok dolaştım, Şimdiye kadar bu misaflrperverliğin emsalini Körmedim, Burada o kadar eğleniyoruz " Uyumağa vakit yok üç İstanbula ilk gelişi değilmiş. 1920 de burada epice kalmış, .,ozlatanbul çok değişmi, . gi m iel v herşeyden evvel İlkin dikkatimi celbeden , Üalhkiaki Pah değişikliğidir... ve Li Ye İngiliz filosunun Eskiden insanın bütün enerji- sini söndüren bezgin, ağır bir rah vardı. Fakat şimdi Cum- huriyet Türkünü enerjik, fa- all, ve kendinden emin görü- yorum. Bir gayeye doğru gi- diyor, buna erişeceğine emin! İngiliz zabitleri Bir zabitle konuşunca insan bir İn- giliz centilmeninin ne olduğunu anlı- yor. Hepsi hakikaten gayet kibar ve nazik kimseler... Fakat insanın asl hoşuna giden taraf bu nezaketin insi- yak! olması ve gayet tabii olarak en ufak teferrüatlarda bile kendini gös- termesidir. İngilterede bahriye en müs- tesna mesleklerdenmiş. Esasen gerek bugünkü kral altıncı Jorj, gerekse ba bası Bahriyede yetişmişlerdir. Zabit anlattı: Onun mektebe girdiği sene beş yüz talip varmış. Bunların içinden otuz ikisini almışlar, Bahriye mektebi- ne onüç yaşında talebe alırlarmış. Mektepte üç sene okuduktan sonra bunlar gemiye verilirmiş, Üç sene ge- mide staj görürlermiş. Sonra tekrar üç sene mektepte okurlar ve nihayet za- bit çıkarlarınış. Yeni dostumuzdan bize gemiyi gez- dirmesini rica ettik. Evvelâ kamarası- na götürdü. Oldukça geniş ve rahat bir kamara, Baktım rafta en aşağı yir- mi beş çift ayakkabı var. Kapınm ar. kasında kıravatlar sılı idi. Hiç olmazsa elli tane... «İngilizler niçin iyi giyinir- ler?v Sualine iyi bir cevap diye kendi kendime düşündüm. Kitaplarını gösterdi. İki üç tane ro- man. Sonra beş on tane gemiciliğe ald kitaplar! Yedi cildlik kalın bir seri var- dı. Birini çekti: — Bunları bilmezsiniz, dedi. Tilki avcılığına aid yedi kalın cild- lik bir eser... İngilizce bir söz vardır; — İngilizlerin İncili ay kitabıdır. Yemekhanelerine gititk. Duvarda asılı üç tablo vardı. Üçü de tazı resmi idi. Bizi kaptan köşküne çıkardı. Minare kadar yüksekti, Sanki Boğazı Ayazpa- şa sırtından seyrediyorduk. — Ne güzel bir şehriniz var, dedi, — Kaptan burada mı oturur, dedim, — Evet. — Pakat bunun üstü açık, etrafta birşey yok. Soğuk olur, yağmur yağar, — Muşamba, palto giyer. İki tahta sandalye vardı. — Bunlar ne?. — Soldakinde kaptan, sağdakinde amiral otururlar. — Pek de rahatsız. Yastığı yok mu? — Vazife başında konför yoktur. Yal- nız vâzife vardır. Konför aşağıda... Üç tane kaptan mevkii varmış. Harp- te birincisini bir gülle götürürse ikin- cisine geçerlermiş. O da giderse üçün- cüsüne... İngiliz bahriye erleri Nihayet erlerin yerine geldik. Burâ- #1 da geminin diğer kısımları gibi ter- temizdi. Bahriyeliye nasıl olup ta ge miyi bu kadar temiz tutabildiklerini sordum. Duvarda asılı daktilo ile yazılmış bir kâğıdı gösterdi. Geminin gündelik işi- ni gösteriyormuş. Tayfa sabahleyin sa- at beş buçukta kalkıyor, ilk iş olarak gemiyi yıkıyormüuş." İngiliz bahriyesinde bizde olduğu gi- bi mecburi hizmet yoktur, İngilterede r. Buna erişeceğine eminim, bir görünüşü bahriye neferliği devlet memuriyeti gi- bi bir iştir. İstenilen evsafı haiz her kimse müracaat eder ve bahriyeli ola- Tak yanılır. Kontrat on iki senelik tân- xim edilir. Bir kere girdi mi on iki s6- ne hizmet mecburidir, On iki sene bi- tince İsteyen tekrar angaje olabilir. İlk girince günde iki şiling altı peni (bizim para İl$ seksen beş kuruş kadar birşey) gündelik alır. Yavaş yavaş se- neler geçtikçe ve liyakat gösterdikçe artar. i Güverteye çiktığımızda bahriyelileri bir arada toplanmış gülüşüyor, şaka- Yaşıyor bulduk. Yüzlerine dikkat edin- ce «Paul Morânvın İngilizler hakkın- da bir yazısını hatırladım. «İngilizler yüzleri buruşmadan, çocuk bakışlarını « kaybetmeden ihityarlarlar.» Hakikaten ne kadar doğru bir lâf. Şu bahriyelile- rin yüzlerine bakın, hepsi çocuk yüz- Jan Bahriyeliye sordun». — İstanbulu sevdin mi?. — Şimdiye kadar gezdiğimiz yerle- rin en çok İngiltereye benziyeni!, — Ne itibarla?. — Manzara ve şehrin görünüşü iti- barile! Türkleri nasıl bilirlermiş Geminin güvertesinde parmaklıkla- ra dayanmış İngiliz zabiti ile viski içi- yorduk. Hiç durmadan Türkleri med- hediyordu. — Buraya gelmeden Türkleri nasıl tasavvur ederdiniz?. diye sordum. İngilizlere has bir samimeyetle: — Tamamile başka, dedi, onları aca- ip kılıklı zannederdim. Başlarında fes, bellerinde yatagan, palabıyıklı, kızdı mı kanun filân dinlemeden istediğini öldüren kimseler... Halbuki ne kadar yanılmışım. Bizden hiç farkınız yok. Gördüğüm kimseler İngiliz mi, Türk mü olduğunu kestiremiyorum. Kâ- dınlarınız da tıpkı" bizimkiler gibi. Meselâ buradaki kadınlardan hangi- sinin İngiliz, hangisinin Türk oldu- ğunu anlamam için konuşmam lâzım. Bu arada geminin motörüne gözüm Mişti: Bahriyelilerin bazıları beyaz, ba- zıları Jâciverd elbise giymişlerdi. Aske- ri yeknesaklıktan bu ayrılışı şöyle tef- sir ettim: — İşte İngiliz hüriryet aşkının bir tezahürü. Nefere istediği elbiseyi giy- mek hürriyetini veriyor. — Hayır, dedi. Beyaz elbiseliler saat, sekize kadar izinli olanlardır, Lâciverd elbiseliler geceyi dışarda geçirmeye me- zun olanlardır, Türk cesaret ve şecantından bahis açılmıştı, — Siz İngilizler de denizde emsalsiz. siniz... dedim. Yalnız harbi umumide Almanlar size rakip olduklarını isbat ettiler, — Almanlar hakikaten çok iyidirler, Fakat unutmamalı ki, umumi harpte de Alman tekniğine İngiliz denizciliği galebe çaldı. Gemiye gelirken yüzüne tuzlu sular serpilen İngiliz bahriyelisini hatırla. dım. Gözleri bir hayal gibi önüme di- kildi. Zabitin gözleri de ayni renkti, Et- rTafıma baktım, ekserisinin gözleri ayni renkte: Gri bir mai!. Dalgalı bir deniz maisi insan sevdiği şeye benzermiş, derler, İngiliz bahriyelilerinin gözleri de, sevdikleri atlantik dalgalarına ba- ka buka o renk olmuştu. © — Nuri M. Eren MEŞHURLAR SERİSİ: ” Sahife 7 HÂZIM Sanatkây Hazım tanıdığım kimse» lerin en mesudlarından biridir. Çünkü Hazım sanati öyle son derece çetrefil, karmakarışık yollarda aramaz, Onun saadet telâkkisi şudur: Hiç kimseye muhtaç olmamak, işin- de muvaffak olmak, iyi arkadaşlarla düşüp kalkmak, ihtiyaçlarını müm- kün olduğu kadar yerine getirebil- mek... Hazım, hayatında bunların hepsini elde etmiştir. Binaenaleyh ne zaman saadetten, hayattan bahsedilse sanat kâr: — Ben hayatımdan memnunum... der. Hazım hiç bedbin bir adam değil- dir. O, küçücük bir şeyden kendisina bir saadet payı ayırmasını çok İyi bi- lir. Meselâ gece geç vakle kadar çalış- mış, gündüz bir matinede ağır bir rol oynamış, yorgun argın evine gelmiş... Bu vaziyette başkası olsa oflar, ahlar arasında şikâyet eder durur, Fakat Hazım hiç te böyle değildir. Böyle başı son derece yorgun oldu- ğu zamanlar en büyük zevki evinde kendi elile mezeler yapmaktır. Bilbas- sa sanatkâr salata yapmakta müte- hassıstır. O, salata yapmağı hakika- ten güzel sanatlerden bir iş haline ge- tirmiştir. Domatesleri, zeytinleri bir salatada o kadar güzel dizer, öyle ne- fis bir surette yerli yerine koyar ki İyi bir ressam da yaptığı tablosunda renkleri ancak bu derece muvaffakı- yetle biribirine imtizaç ettirebilir. Sofrası için gayet bol meze hazır- lar, Fakat bütün bu mezelerin hepsini yer mi dersiniz? ne gezer?.. Katiyen.... Böyle zevkine düşkün olanların bir kısmı sofrasındaki mezeyi tath tatlı mideye indirmekten zevk alır, bir kıs- mi da bu mezeleri uzaktan seyretmek- ten hoşlanır. Bunlar için meze mide den ziyade göze zevk veren bir şeydir. İşte Hazım da mezeyi böyle telâkki eder. Sofrasındakilerin çoğunu yeniez, fakat ister ki karşısında baştan basa donanmış güzel bir sofracık bulur- sun... Hazım midesine de oldukça düşkün- dür. Fakat kendi elile pişirdiği yemek- leri sever. O, mükemmel yemek yapmasını bi- lir... Hem alaturka, hem de alafranga yemekleri... Öyle el yordamile, ezber- den yemek te yapmaz. Yemeğin kaç gram tuz istediğini, ne dereceye kadar kaynatılacağını, yani #sri ve bilgili bir surette yemek pişirmeği çok iyi bilir, Hazımın en büyük zevklerinden bi- ri de kula dengi arkadaşlarile karşı karşıya geçip tatlı tatlı konuşmak- tır. Hayatında en çok sevdiği arka- daşlarından biri de muhakkak ki Vas- fi Rizadır.., Haziimla Vasfi Riza ruh itibarile bi- ribirlerine o derece benzerler ki pek defa meselâ ikisi ayni zamanda bir şe- Yi hatırlarlar ve ayni zamanda onu söylerler, Aşağı yukarı bu, haftada iki üç defa! vaki olur, Bu da gösteriyor ki iki sa- natkâr arkadaş ruh İtibi bi rine 0 kadar yakındırlar ki ikisinin de başlarının içinde bazan eyni şey yaşa” makta, fikirlerinden ayni şey geçmek- tedir. Hazım son derece muziptir. O, Vas- fi Riza ile bir adamı parmağına dola- masın yoksa... İki arkadaş birisini par- maklarına dolayıp ta kızdırmak iste- diler mi, zavallı adamı çıldırtırlar, Bu kızdırma hadisesi ekseriya şöy- le olur... Evvelâ kızdırılacak zatın ya- nına Hazım yaklaşır: — Aşk olsuri sana yahu... Sen böyle yapmışsın!... Diye söze başlar. Bu es- nada Vasfi Riza karşıdan görünür. Hazım derbal onu şahid gösterir: — Değil mi Vasf17... Sen de vardın, yahu sen de işşittin. Vasi Riza ince zekâsile derhal işi kavrar, bir cümbüş arifesinde olduk- Yarinı hisseder, hemen: — Yanan..yanaa.. tabii. diye Ha- amla karşısındakinin o konuştukları bahsi bile bilmeden tasdik eder, On, on beş dakika sonra ortalarına aldıkları biçare adamı hiddeten, kızgınlıktan deli divane ederler, Hazımın bütün güzel sanatlara kar- şı sonsuz bir kabiliyeti vardır. Meselâ musiki ile gayet yakından alâkadar- dır. Zaten vaktile sahneye atılmadan evvel ud muallimliği ettiği de meşhur- : dur. Tiyatrodaki muvafakıyeti ma lüm. Bundan bir müddet evvel bir Ana- dolu Lürnâsinde oturmuş «Sinek: € dair çok güzel bir manzume de yaz- mıştır. Görüyorsunuz ki Hazımın şiire ve edebiyata da kabiliyeti vardır. 'Hazımın en büyük zevklerinden bi- Tİ de güzel bir deniz kenarında ve meh taba karşı sedef kakmalı udunu tat- lı tatlı çalmaktır: Hele bu deniz, meh- tab ve musiki faslı, bol mezeli güzel bir sofradan sonr& olursa artık Ha- zımın meclisine doyum olmaz. Hazımın bir merakı da uzun, na- dide çubuklardır. Çubukla sigara tüt- türmesine bayılır. Evde aynasmın önünde dalma iki güzel, nadide çubu- ğu durur. Sanatkâr can sıkıntısı nedir bilmez. Meselâ uzun bir tramvay yolculuğun- da, yanında okuyacak bir şey, konu- şacak bir ahbap olmazsa bütün du- var ilânlarını, bütün dükkân tabelâ- larını okur ve bunlarla içinden gayet zarif alaylar ederek kendi kendine eğlenir... Hazımda duvar ilânlarını okumak, tabelâ okumak çocukluğundan kalma bir itiyaddır. Küçük yaştan, daha mek tebe giderken yoldaki bütün ilânları ve tabelâları okur, hattâ bu yüzden bazen mektebe bile geç kalırmıs... Hazım, sözünün ve arzularının ar- kadaşları tarafından kabul edilmesi- ni ister, kabul edilmezse kızar, Mes& lâ Vasfi Rizaya: — Haydi bir otomobile atlıyalım, Sarıyere gidelim demiş, değil mi? Vasfi Riza: — Aman Hazımcığım, nasıl olur?... Filân diye itiraza basladı mı, Hazım hiddetlenir. Sanatkâr, sahnede kendisine gayet hâkimdir. Vasfi Rizanın sahneden se- yircileri görememesine mukabli Ha- zım, tamamile bunun aksidir. Hazım sahnede kendi odasında gibidir. Şaşır- mak nedir bilmez, son derece soğuk- kanlılıkla seyircileri birer birer görür, hatâ revü oynandığı zaman seyircile» re karşı tulüattar nükteler yapmak mübah olduğundan, Hazım derhal bundan istifade eder, Faraza seyirci- ler arasında Limancı B. Hamdiyi gör- müş değil mi? Derhal Galata köprü» sünün kalkmasından, #ribot işletilme- si lâzım olduğundan filân bahsederek güzel nükteler bulur. Sahneye ve rollerine o derece hâ“ kimdir ki faraza kuliste mırıltı haline de arkadaşlarile konuşurken sırası gös Hr gelmez hemen sahneye çıkar. Rolü nü yapar, tekrar içeri, kulise dönerek yarıda bıraktığı bahse devam eder, Sanatinin yüksekliği kadar yüreği de temizdir. San derecede merhamer- lidir. Bilhassa darda Kalmış, kendi. sine para lâzim olmuş sahne sanat- kârlarına karşı derhal elini uzatır, oru ların menfaatine oynanan temsillerde roller ahır, Meselâ epey zamandanberi Çoban Mehmede bir ey alınması için çalış- makta ve bunun uğrunda tefhsiller vermekle hazırlanmaktadır. Portreci Eskişehirde AKŞAM neşriyatı «Ses - Işık» müessesesinde satı- lr. «Akşam gazetesine abone olanlara hususi tenzilât yapılır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: