5 Ağustos 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

5 Ağustos 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Avrupadaki sinema yıldızları Hollivuttakilerden rahat yaşar Hemen hepsinin güzel köşkleri var, ihtiyarlıkta sefil kalın Sinema artisti deyince bir çoklarının aklına Hollivut gelir, Hollivuta gitme- den, orada çalışmadan şöhret kazan- mak, zengin olmak mümkün olmadığı zannedilir. Bu zan doğru değildir. Gerçi Hollivutta tanınmış artistler çok para kazanırlar, Bir filim için 100 - 150 bin lira alan artistler var- dır. Fakat bunların masrafları da 0 derece çoktur, Geçende bir münasebetle yazdığı mız gibi Hollivutla yıldızlar bol para sarfetmek, çok muhteşem bir hayat Yaşamak mecburiyetindedirler, Halk sinema (yıldızını kendisinin yemek yediği mütevazi lokantada, küçük bir evde görürse ona karşı duyduğu muhabbet azalır, Amerikalı büyük yıldızı, kendisinin bilmediği bir Alem- de, esrarengiz bir şekilde yaşar far- xeder, Bunun. için sinema yıldızları mü; kellef köşklerde, Çok muhteşem bir hayat yaşamak mecburiyetindedir- ler, Bu mecburiyet yüzünden kazanç- larının büyük bir kısmını sarfeder- Moris Şövalye Kan'daki villâsında ler. Hesaplarını biraz bilmezlerse ge riye kalan para da uçup gider ve bir gün kendilerine rağbet azaldığı z8- man ellerinde hiç bir şey bulunma- dığını acı acı görürler ve en âdi işle- re girmeğe mecbur olurlar. Bir za- manlar haftada on, on beş bin ira | ücret aldıkları halde bugün terzi çi- raklığı, yatind lokantalarda garson- luk eden yıldızlar çoktur. Avrupada vaziyet böyle değildir. Binema yıldızları, Amerikada olduğu | i, bir filim için 100 - 150 bin lira değil 10, 15 bin lira alırlar, Fakat masrafları da o nisbette azdır. Bir defa gösteriş için avuç dolusu para sarfetmek mecburiyetinde değiller- A mütevazi yaşıyan artist. vap sebeple artist kü ühim bir kısmın bir ke- imkân bulur, Avru- ak korkusu az "geçiriyor. Avrupada sinema artisileri müte- vazi yaşamAkla beraber çoğunun ica- bında çekilip dinlenmeleri için güzel köşkleri vardır. Bilhassa Fransanın cenubunda Nis ve Kan havalisi bu kabil köşklerle 'doludur, Bir sinema mecmuasının verdiği malümata gö- re bu havalide.sinema artistlerinin elliden fazla köşkü vardır. Tatil mev (4! İ rollere kimlerin çıkacağını, simi gelince artistler köşklerine çe- kilirler, burada bahçe, deniz, balk ayı İle meşgul olurlar. Nis havalisinde en güzel köşkler Moris Şövalyenin, Ralmunun, Fer- nandel'in ve Aibert Prejeanındır. Gaby Morley'in ve kadın yıldizlar- dan bir çoğunun Köşkleri de pek gü- aeldir. Nis havalisinde yalnız Fransız ar- tistlerin değil Avrupada tanınmış yabancı diğer birçok artistlerin köşk- leri de vardır, Meselâ Lilian Harvey ve Rakel Meller burada çok güzel vwilâler yaptırmışlardır, Hattâ Hol Yivut artistlerinden bir kısmı bile bu- rada birer köşk yaptırmıştır. Bun- ların arasında Grace Mooreninki pek meşhurdur. Yıldızlardan bir kısmı çiçek me- Taklısıdır. Meselâ Raimu güllere ba- yılır. Femandel de bahçe ile meşgul olur. Moris Şövalyeye gelince, o ta- vuk yetiştirmek meraklısıdır. Kendi- si bulunmadığı zamanlar kardeşi ta- vuklara nezaret eder, Tilian Harveyin başlıca zevki yüz- mek, sandalla gezmektir. Otomobil gezintilerinden de zevk alır. Gaby Morley'in «Beyaz ev» adında bir göş- kü vardır, Köşkün arkası sebzo bah- çesidir. Birçok meyva ağaçları da var- dır. Gaby Morley bunlarla meşgul olur. Şimdi biraz unutulmuş olan «Şa- hane Menekşeler» filiminin baş yıl dızı Rakel Meller senelerdenberi bu havalide sâkin ve rahat bir hayat «Saadet» adlı villâsında ağaçların gölgesinde istirahat eder. Albert Prejean tatil samanımı yüz- mek, bisikletle gezmek ve balık av ile geçirir. Sabahleyin erken kalkar, öğleye kadar sporla vakit geçirir. Öğleden sonra uyur, akşama doğru ekseriya bahçesinde istirahat eder, Görülüyor ki Avrupadaki sinema artistleri fakirane değil, rahat bir hayat geçiriyorlar, Yazan: Sermed Muhtar Alus — — Şu katırı gördünüz mü, diyordu. Şimdi İstanbulun baş muhabbet tellâ- lı bu hergele işte. Asalıya muavinikle işe başladı; kaç ayın içinde usta- sını solda sıfır bıraktı. Her akşam bu- raya geliyor; kalantor müşterileri ar- | den dönüp gene yerine oturuyor. Gel- kasına katıp gidiyar, bir saat geçme- sin başka bir müşteri. Yanımızdaki mirasyedi bey daha pek yeni türediği için onunla siftahı bu gece çekecek... Gelelim locadakilere: Komedi bitmiş, düettolar, kuvartet- tolar yarılanmıştı bile Binbaşı Ah- med beyle İrfan, (bizim arkadaşlar nerede kaldılar) diye merak etmeğe başlamışlardı. İrfan aramağa çıktı. Gazinoda saz dinlediklerini gördü. — Allasen bizi halimize bırak, di- yorlardı. Girmişken şurada biraz otu- ralım, Bak ne güzel fasıl yapıyorlar. İrfan masa ahbablarına dayxtakdim ettikten sonra: — A birader, ne diye üç liranı ziyan ettin? Locada, tiyatroda ne işimiz vardı. İşte şurada oturur, tatlı tatlı ince saz dinlerdik!.. diyorlar, sonra da: — Kabahat sende de değil ya, ti- yatro diye tutturan binbaşımızda! di- ye İlâve ediyorlardı. Ahmed beyi tek başına bırakmak ta caiz olmadığı için İrfan gene locaya döndü. Tiyatronun de şamata gene baş- amı; Eller çırpılıyor, ayaklar, bas- tonlar. şemsiyeler yere vuruluyor, ar- tık dramın vakti geldiği için perdenin biran evvel açılması isteniyordu. İrfan, ne gişeden bileti alırken, ne İ de locacıların peşinde giderken bir el ilânı istemeği aklına bile getirmemiş- ti. Oyunun adının ne olduğunu, baş- Küçük Karakaşyan var mı yok mu, oraları hiç düşünmemişti, Gene kendine şaşmada ne avanakmışım ben, Dalan, da dalan... Kampana... tısı tufanı... Perde yavaş yavaş kalktı. — Filhakika lavlkontes cenabları, Rabbimizden zatı asaletmeablarına sabır ve tahammül temenni ederim. Kerimeniz hazretlerinin, Parizin Lon- şan at yarışlarına azimeti esnasında geçirdiği araba kazasından dolayı, bihuş bir halde karşıki Luikenz salon- da esirfiraş olduğunu biloorum... Fa- rat melanetinizi inkıtaa uğratmayın. müşarünileçhanın vaziyeti sıhhat ve afiyet tarafına meyletmiştir!.. Magakyan, çenesinin iki ınında favoriler. sırtında çıfte kuyruklu kı- sacıcık bir setre, bacaklarında dap- daracık yarım pantalonla siyah Çço- rablar, Büyük Karakaşyanın karşı- sında büklüm büklüm olmada,,. Araba kazasından yaralı bereli kurtulmuş, karşıki Lulikenz salonda bihuş ve esirfiraş olan kerime hâzret- lerinin validesi lavikoutes cenabları büyük bir koltuğa kurulmuş, boynur- da yalancı inci kolyeler ve kordonlar, her tarafında elmaslar, tüy yelpazesi: ni yüzüne tutup tutup: — Yarabbi, yegâne kerimem Alfon- sin kesbi afiyet etmiyecekse, bü demi şebabinda terki hayat edecekse, o gün- leri bana gösterme; şimcik canımı al!, diye cevabda.., Binbaşı Ahmed bey oyunun adını merakta mı merakta? Duramadı, bitişik Jocadakilere sor- du. «Muntakim valide» isminde 7 per- delik bir dırammış... Locadakiler ötü- yordu: Nasıl olur beyefendi, iki aydan- beri provaları ilân edilmede, methedi- lip durulmada... Ayriyeten kumpan- yanın seraktrisi Küçük Karakaşyan hanımın menfaatine oynanıyor, Bu tehalük ve kalabalığın asıl sebebi de bu değil mi ya? İrfan acı acı gülümsedi, Eski müna- sebetsizlikleri, sersemlikleri gene ak- İma gelmişti. O esnada tık tık, kapı vuruluyor. Büfeci Aram girip, elini yere değdi- rerek temennahı çaktıktan sonra sor- du: — Ne emredorsunuz paşa beyler?.. Çay. kahve, limonata, şerbet, yaş ve- ya kuru yemiş? «Sesini alçatarak'» Aperitiflerden amer, vermut, benedik- ANEMOLLA tin, şart «Daha y mastika,, şarap? Ahmed bey Güllü Agobun sunu görmemişlerden değil, çok ke gelmiş ama kaç sene evvel... O vakit- ler mülâzim veya yüzbaşı rütbesinde; cebi yufka. Ayıb değil a, böyle steş bahasına üç liralık locaya oturmü- miş... İrfanın kulağına: — Muhakkak bir şey getirtmek şart mı? diye soruyordu. — Mecburi değil, arzuya bağlı!. cevabını alınca: — Getir bakalım birer amer!.. dedi, Büfeci Aram İrfanı şimdi tanıdı Vay karsımdaki sensin vezirza- dem?.. Hemen gine doğru varıp yerden bir teme: i daha salladı Hey maşşallah, şehzad müşsün, Kusura bakma üniforma içinde zatını ti şım!., Tiyatronun içinde gene bir fırtınası... Bina yıkılacak. Eller lar, bastonlar, öyle bir vuruluyor ki kulaklar uğuldamada. Küçük Karakaşyan, hastabakıcı iki kadının koltuğunda, arkasında çok dekolte ipek bir gecelik, başı, kolu sarılı, mecalsiz macalsiz, adim adım arzı didar etti, Gayet kesik bir sesle tutturdu? En vefakâr maşukala ? rını, en sadık zevçelerin 2 erini sev- diği derece perestiş ettiğim, müşfü muhterem, mukaddes vâlideciğim! Türlü pozlar alarak devamda — Asla ve kat'â üzülme, derdimend olma güzel anneciğim... Bu sabah be- ni ziyarete gelen profesör doktorlar (bir haftadır yatakta yata yata sılıl. dın ise altık hafiften hafife şatonun bu katında biraz dolaşabilirsin- beya- natında bulunmuşlardı... Sözüm yabana kadanalar üzarak araba kazası geçirmiş; ölür mış, Bitab ve perişan olma am... Yüzünde, göğsünde, kollarında bir badana ki rmayın. Vurmuş pudrayı, düzgünü, üslübeci... Hadi bunlar ney- sene... Yanaklarındaki pençe pençe geli- bardaları, kaşlarındaki kazan kulpu rastıkları, gözlerindeki kuyruklu sür- meleri neyliyelim? İrfanın gözleri ona dalıp kalmiştı. Bu mıydı haftalarca, aylarca uğru- na kendini harab ettiği kadın?. Bu mıydı başına belâhların envanı geti- ren mahlük? Ne soğuk, ne kaba, ne bayağı, ne aşağılık şey!.. Çehreyi, vücudü, endamı da geç, yapmacıkları, rüküşlüğü yeter O anda gözünün önüne Mehlika geldi, O yeşil, baygın, dolanık kirpikli gözlerini görür gibi oldu. Pakliğini, masumluğunu, saflığını, inceliğini düşündü, Arada öyle karlı dağlar var ki... Sahnedeki -ecicbücücle mukayese tarafına gitmeği bile onun mukadde- satına bir darbe sayıyor, oyuna bak- mıyor, arkasını dönüyordu. Fakat Küçük, o fıldır fıldır, blekâr gözlerini her şeyden evvel birinci s# nif localara gezdirmiş, ne dersiniz İr- fanı taniyıvermişti. Oturması için bir koltuk koşluru- Türken, (1) numaralı locaya dönük olmamak için, işaretle karşıyı göste- rip koltuğu o tarafa götürtmüştü. Gözlerini İrfandan hiç ayırmıyor. du. Binbaşı Ahmed bey: — Bu ne biçim kaza atlatmış, ara- badan düşüp yaralanmış karı? Sen- den benden sağlam, turp gibi, Müşte- riye çıkan yosmalardan farksız!. di- yordu. İrfan şimdi ona arka çevirmeği de mânasız ve saçma buluyordu... Ehem- miyet vermek sayılır... Değer mi? Gene yüzünü sahneye döndü. İbret gözile bakıyor, eski beyinsizliğine, dan- galaklığına şaşıp kalıyordu Küçük Karakaşyanda ne göz süzüş- ler, ne tebessümler; hatlâ arada iş- marlar da geçmede... Baş sallıyarak, dudak ısırarak, (bu kıyafet sana ne yaraşmış) demek istemede,.. Büfeci, kota tepsi üstünde iki ka- | deh amerle bir tabakta da bir salkım üzüm ve üç dört tane elma ve armud getirmişti, (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: